peygamberler – Cennetin Bahçesi https://www.cennetinbahcesi.com Dini Paylaşım Sitesi Mon, 29 Jul 2019 13:56:22 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.0.9 110917297 Peygamberler arasında ayrım yapmak https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/29/peygamberler-arasinda-ayrim-yapmak/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/29/peygamberler-arasinda-ayrim-yapmak/#respond Mon, 29 Jul 2019 13:56:22 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5761

Sual: (Yalnız Kur’an) diyen mezhepsizler, (Kur’an’da, “Peygamberler arasında ayrım yapılmaz” dendiği hâlde, Hazret-i Muhammed’i öteki peygamberlerden üstün tutmak Kur’ana aykırıdır) diyorlar. Peygamber efendimiz, öteki peygamberlerden üstün değil midir? (Peygamberler arasında ayrım yapılmaz) diye bir âyet var mıdır?
CEVAP
Peygamber efendimiz, tüm peygamberlerden üstündür. Tefsirlerde, Bekara sûresinin, (Tanrı’ın resulleri arasında ayrım yapmayız) mealindeki 285. âyet-i kerimesinin, (Yahudi ve Hristiyanlar şeklinde, peygamberlerden bazısını kabul edip, bazısını inkâr ederek ayrım yapmayız, hepsi de peygamberdir) demek olduğu bildiriliyor. Kasıtlı olarak peygamberlerin bazılarının öbürlerinden üstün bulunduğunu bildiren âyetleri gizliyorlar. Gizledikleri iki âyet-i kerime meali:
(Resullerden kimini bazısına üstün kıldık.) [Bekara 253]

(Nebilerden bazısını bazısından üstün kıldık.) [İsra 55]

Demek ki, (Yalnız Kur’an) diyenler gizlese de, resullerin de, nebilerin de birbirinden üstün olanları vardır. Peygamberlerin birbirinden üstün bulunduğunu kabul etmeyerek (Biz ayrım yapmayız) demek, bu iki âyet-i kerimeyi inkâr etmek olur. Aslına bakarsan (Yalnız Kur’an) diyenler kesinlikle Kur’an-ı kerime inanmazlar, bâtıl ideolojileri için inanıyor görünürler. Âyetleri de kendi görüşlerine bakılırsa yorumlarlar.

Her peygamber kendi milletine geldi, fakat Muhammed aleyhisselam tüm âlemlere geldi. Birkaç âyet-i kerime meali:
(Âlemlere [cin ve insanlara, ilâhî azapla] ürkütücü [uyarıcı] olsun diye Furkan’ı [Kur’an’ı] kuluna [Muhammed aleyhisselama] indiren [Allah’ın şanı] ne yücedir.) [Furkan 1]

(De ki: “Ey insanoğlu! Ben, Tanrı’ın hepiniz için gönderilmiş olduğu Resulüyüm.”) [Araf 158] (Her elçi bir millete gelmişken, Muhammed aleyhisselam tüm insanlara gelmiştir.)

(Biz seni tüm insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak yolladık.) [Sebe 28]

(Biz seni âlemlere rahmet olarak yolladık.) [Enbiya 107] (Başka hangi peygamber âlemlere rahmet olarak gönderildi? Bu rahmet, yalnız insanoğlu için değil, tüm mahlûklar içindir. Hatta kâfirler bile faydalanır. Nitekim (Sen içlerinde bulunduğun sürece, Tanrı onlara [kâfirlere] azap etmez) buyuruluyor. (Enfal 33) Başka hangi peygamber için bu şekilde buyuruldu? Bu âyetlerin hepsini gizliyorlar.)

Bir hadis-i şerifte de, (Beni insanların en iyisi bilmeyen kâfir olur) buyuruldu. (Hatîb)

Allahü teâlâ, tüm peygamberlere (Yâ Âdem, Yâ Musa, Yâ İsa) diyerek ismiyle hitap ederken, Peygamber efendimize, (Yâ eyyühennebiyyu, yâ eyyüherresul) şu demek oluyor ki (Ey Peygamberim, ey Resulüm) diye hitap ediyor. Bu hitap şekli de, Onun öteki peygamberlerden üstün bulunduğunu göstermektedir. Fâtiha sûresinde bildirdiği şeklinde, Allahü teâlâ Âlemlerin Rabbi’dir. Resulullah da âlemlerden üstün olduğundan, Rabbüke, Rabbike şu demek oluyor ki Senin Rabbin buyuruluyor. (Bekara 30, Saffat 180)

Birkaç âyet-i kerime meali:
(Rabbinin sana verdiği nimetlerle mecnun değilsin. Senin için bitmeyen, sonsuz mükâfat vardır. Normal olarak sen, en büyük ahlâk üzeresin.) [Kalem 2-4] (Başka hangi peygamber bu şekilde övülüyor? Bu âyetleri iyi mi gizleyebilirler?)

(Rabbin sana [çok nimet] verecek, sen de razı olacaksın!) [Duha 5] (Razı olana kadar nimet verecek. Başka hangi peygambere bu nimetler veriliyor?)

(Tanrı ve melekleri, Nebi’ye salât ediyor, inanç edenler, siz de salevat getirin.) [Ahzab 56] (Başka hangi peygambere bu makam veriliyor? Hangi peygambere Allahü teâlâ salât ediyor? Ondokuzcular bu âyeti de tevil ediyorlar. (Resule destek verin ve saygı gösterin) diyorlar. Kendi yanlış görüşlerine de inanmıyorlar. Resulullah’a zerre saygı göstermiyorlar. Destek vermiyorlar, kösteklemeye çalışıyorlar.)

Fetih sûresinin, (Tüm dinlerden üstün kılmak suretiyle, Resulünü hidayet ve hak dinle gönderen Odur) mealindeki 28. âyeti de Resulünün getirmiş olduğu dinin ve kendisinin en üstün bulunduğunu göstermektedir. Bir hadis-i şerif:
(Öğünmek için söylemiyorum, ben peygamberlerin efendisi, sonuncusu ve şefaat edicilerin de ilkiyim.) [Dârimî]

Buhârî ve öteki hadis kitaplarındaki bir hadis-i şerifte de bildirildiği şekilde, insanoğlu şefaat için Hazret-i Âdem’den itibaren tüm peygamberlere gidecekler, hepsi bir özür beyan edecek, sonunda Muhammed aleyhisselama gönderecekler. İlk şefaati Peygamber efendimiz yapmış olacaktır. En üstün olan peygamberin ümmeti de üstündür. Bir âyet-i kerime meali:
(Siz ümmetlerin en hayırlısı, insanların seçilmişisiniz.) [Âl-i İmran 110]

İmam-ı Rabbânî hazretleri de buyuruyor ki:
Muhammed aleyhisselamın izinde ilerleyenlerin büyükleri, İsrailoğullarının peygamberlerine benzetildi. [Hadis-i şerifte, (Ümmetimin âlimleri İsrailoğullarının peygamberleri gibidir) buyuruldu.] Musa aleyhisselam, Onun zamanında bulunsaydı, Onun yoluna girmekten başka bir şey yapmazdı. İsa aleyhisselamın gökten ineceği ve Allahü teâlânın sevgilisine ümmet olacağı her insanın bilmiş olduğu bir şeydir. Onun ümmeti, Onun yolunda bulundukları için, ümmetlerin en iyileri oldular. (1/249)

Tevrat ve İncil’de Muhammed aleyhisselamın vasıfları, üstünlükleri bildirilmişti. Bu tarz şeyleri bilen Hazret-i Musa ile Hazret-i İsa, Onun ümmetinden olmak için oldukca yalvardılar, yakarış ettiler. İsa aleyhisselamın bu duası da kabul olundu. Allahü teâlâ, Onu diri olarak göğe yükseltti. Kıyamete yakın yine yeryüzüne inecek, Muhammed aleyhisselamın dinine uyacak ve İslamiyet’i yayacaktır. (H. L. O. İman)

Musa aleyhisselam, bu ümmetin faziletini Tevrat’ta okuyunca, (Bu hayırlı ümmete beni peygamber olarak gönder) diye yakarış etti. Cenab-ı Hak da, (Onlar Ahmed’in ümmetidir) buyurdu. O da, (Ya Rabbî, Ahmed’in ümmeti için bu kadar nimet kayra ettin, beni de onun ümmetinden eyle!) diye yakarış etti. Hazret-i Musa şeklinde büyük bir peygamberin, bu ümmetten olmayı istemesi de, Muhammed aleyhisselamın ve Onun ümmetinin üstünlüğünü göstermektedir. (Aydınlatma)

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/29/peygamberler-arasinda-ayrim-yapmak/feed/ 0 5761
Ülülazm Peygamberler https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/20/ululazm-peygamberler/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/20/ululazm-peygamberler/#respond Sat, 20 Apr 2019 20:58:43 +0000 Peygamberlere iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5284

Sual: Kelimullah ile kelimetullah aynı mıdır? Hazret-i İsa’ya niçin ruhullah denmiştir? Âdem safiyullah deniyor? Bunlar ne anlama geliyor?
CEVAP
Ilkin Ülülazm Peygamberlere verilen unvanları bildirelim:
Muhammed aleyhisselama Habibullah denir.
İbrahim aleyhisselama Halilullah denir.
Musa aleyhisselama Kelimullah denir.
İsa aleyhisselama Ruhullah denir. Kelimetullah da denir.
Âdem aleyhisselama Safiyullah denir.
Nuh aleyhisselama Neciyullah denir.

Bu altı Peygamber, öteki Peygamberlerden daha üstündür. Bunlara Ülülazm denir. Hepsinin üstünü Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselamdır.

Habibullah
, Allahü teâlânın sevgilisi anlamına gelir. Bundan dolayı en oldukça Onu seviyordu. Kâinatı Onun için yarattı.

Kelimullah
, Allahü teâlânın kendisi ile konuşmuş olduğu kimse anlamına gelir. Kelim, kendisine söz söylenen, kendisiyle konuşulan anlamına gelir.

Kelimetullah
, Allahü teâlânın kelimesi anlamına gelir. Kelime, burada ruh anlamındadır, bir de hikmetli söz anlamındadır. İsa aleyhisselam için kullanılan ruhullah yada kelimetullah, Tanrı’ın ruhundan üfleyerek babasız meydana getirmiş olduğu kimse anlamındadır. Bir de Tanrı’ın hikmetli sözlerini bildiren, özetleyen anlamındadır. Kelime ile kelim ifadesini karıştırmamalıdır.

Halilullah
, Allahü teâlânın dostu anlamına gelir. Bundan dolayı bunun kalbinde, Allahü teâlânın sevgisinden başka, hiçbir mahlukun sevgisi yoktu.

Safiyullah
, Allahü teâlânın ihsanı ile seçilmiş olarak yaratılmış temiz kimse anlamına gelir.

Neciyullah, hep Allahü teâlâ ile meşgul olan, tanrısal feyizlerle luk kabul eden kimse anlamına gelir.

Peygamber efendimiz hariç ötekiler bir kavme bir millete gönderildi. Peygamber efendimiz ise tüm âlemlere gönderildi. Öteki peygamberlerin hepsi, Muhammed aleyhisselamın geleceğini, kendi ümmetlerine müjdelediler. Miracda hepsine imam olup namaz kıldırdı.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/20/ululazm-peygamberler/feed/ 0 5284
Diğer Peygamberler şefaat etmeyecek mi? https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/20/diger-peygamberler-sefaat-etmeyecek-mi/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/20/diger-peygamberler-sefaat-etmeyecek-mi/#respond Sat, 20 Apr 2019 15:57:27 +0000 Peygamberlere iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5283

Sual: Kıyamet ve Ahiret kitabında şu şekilde bir hadis-i şerif var:
“İnsanlar, kıyamette Âdem aleyhisselama gidip, derler ki:
(Sen aziz ve şerif bir Peygambersin ki, Allahü teâlâ seni yarattı. Melekleri sana secde ettirdi. Sana kendi ruhundan üfledi. Kaza ve hesaba başlaması için bizlere şefaat eyle ki, Allahü teâlâ ne murat ederse, onunla mahkûm olalım. Ve nereye emrederse, hepimiz oraya gitsin. Her şeyin hâkimi ve Maliki olan Allahü teâlâ, mahlûklarına dilediğini yapsın) diye yalvarırlar.
Âdem aleyhisselam buyurur ki:
(Ben Allahü teâlânın yasak etmiş olduğu ağacın meyvesinden yedim. Bu zamanda Allahü teâlâdan utanırım. Siz, Nuh aleyhisselama gidin.)
Bunun üstüne bin yıl aralarında meşveret ederek dururlar. Sonrasında Nuh aleyhisselama gidip yalvararak derler ki:
(Biz asla dayanılmayacak bir haldeyiz. Hesabımızın sav görülmesi için bizlere şefaat eyle! Şu mahşer cezasından kurtulalım.)
Nuh aleyhisselam onlara der ki:
(Ben Allahü teâlâya yakarma eyledim. Yeryüzünde ne kadar insan var ise, o yakarma sebebiyle boğuldu. Bunun için, Allahü teâlâdan utanırım. Siz, İbrahim aleyhisselama gidin ki, o Halilullahtır. Bir ihtimal o size şefaat eder.)
Gene aralarında bin yıl daha konuşurlar. Sonrasında, İbrahim aleyhisselama gelip derler ki:
(Ey Müslümanların babası! Sen o zatsın ki, Allahü teâlâ, seni kendine halil, dost eyledi. Bizlere şefaat eyle! Allahü teâlâ, mahlukat içinde, hükmünü versin.)
İbrahim aleyhisselam onlara der ki:
(Ben dünyada üç kere kinaye söyledim. Bu tarz şeyleri söyleyerek din yolunda savaşım ettim. Şimdi Allahü teâlâdan bu makamda şefaat izni istemekten utanırım. Siz Musa aleyhisselama gidin. Zira Allahü teâlâ onunla konuştu ve kendisine tinsel yakınlık gösterdi. O, sizin için şefaat eder.)
Gene bin yıl birbirleriyle istişare ederler. Fakat bu zamanda halleri oldukça güçleşir. Mahşer yeri ise, oldukca daralır. Sonrasında Musa aleyhisselama gelip, derler ki:
(Sen o zatsın ki, Allahü teâlâ seninle konuştu. Sana Tevrat’ı indirdi. Hesabın başlaması için bizlere şefaat eyle! Zira burada durmamız oldukca uzadı. İzdiham pek ziyadeleşti. Ayaklar birbirleri üstüne birikti).
Musa aleyhisselam onlara der ki:
(Ben, Allahü teâlâya, Firavun ailesinin senelerce hoşlanmayacakları şeylerle cezalandırılması için yakarma ettim. Sonrasında gelenlere öğrenek olmalarını rica eyledim. Şimdi şefaat etmeye utanırım. Siz İsa aleyhisselama gidin. Size O şefaat eder.)
Gene aralarında bin yıl müşavere ederler. Gittikçe sıkıntıları daha çoğalır. Sonrasında İsa aleyhisselama gelip derler ki:
(Sen Allahü teâlânın ruhu ve kelimesisin, Allahü teâlâ, dünyada ve ahirette kıymetli bir zat bulunduğunu bildirdi. Bizlere Rabbinden şefaat eyle!)
İsa aleyhisselam buyurur ki:
(Benim kavmim, beni ve annemi Tanrı’tan başka ilah ittihaz eylediler. Iyi mi şefaat ederim ki, bana da yakarma ettiler. Ve bana oğul ve Allahü teâlâya baba adını verdiler. Fakat, siz gördünüz mü ki, birinizin kesesi olsun da, içinde nafakası olmasın. Ve ağzı da mühürlü olsun. O mührü bozmadan o nafakaya vasıl olsun. Peygamberlerin en üstünü ve sonuncusu Muhammed aleyhisselama gidin. Zira O, davetini ve şefaatini ümmeti için hazırladı.)
İsa aleyhisselam, Peygamberimizin daha birçok faziletini anlatır, hepsi Muhammed aleyhisselama bir an ilkin kavuşmak ister. Derhal Muhammed aleyhisselama gelip, derler ki:
(Sen Habibullahsın! Habib ise, vasıtaların en faydalısıdır. Bizlere Rabbinden şefaat eyle! Zira Peygamberlerin birincisi olan Âdem aleyhisselama gittik. Bizi Nuh aleyhisselama gönderdi. Nuh aleyhisselama gittik. İbrahim aleyhisselama gönderdi. İbrahim aleyhisselama gittik. Musa aleyhisselama gönderdi. Musa aleyhisselama gittik. İsa aleyhisselama gönderdi. İsa aleyhisselam ise, size gönderdi. Ya Resulallah, senden sonrasında gidecek bir yerimiz kalmadı.)
Resulullah efendimiz, (Allahü teâlâ izin verir ve razı olursa, şefaat ederim) buyurup, Allahü teâlânın izni ile şefaat eder.”
Bu duruma bakılırsa, Peygamberimiz hariç, öteki Peygamberler şefaat edemeyecek mi?
CEVAP
Peygamberlerin hepsi şefaat edecektir. Yukarıda bildirilen ilk şefaat etme durumuyla ilgilidir. Peygamber efendimizden ilkin hiçbir Peygamber şefaat etmeyecektir, bu bildiriliyor. Peygamber efendimizin şefaatinden sonrasında tüm Peygamberler şefaat edecektir. Peygamberlerden başka, melekler, Kur’an-ı kerim, mezhep imamları, âlimler, salihler, evliya, şehitler, akrabalar, din kardeşlerimiz, hacılar ve daha başkaları şefaat edecektir.

Peygamber efendimizin şefaati şu şekilde olacak:
1- Mahşerde bekleme azabından kurtaracaktır. (Makam-ı Mahmud şefaati)
2- Oldukca kimseyi hesapsız Cennete sokacaktır.
3- Günahı oldukca olan müminleri Cehennemden çıkaracaktır.
4- Sevabı ve günahı eşit olup, A’raf’ta bekleyenleri Cennete koyacaktır.
5- Cennettekilerin derecelerinin yükselmesine şefaat edecektir. (İtikadname, Berika, Şir’a şerhi)

Şefaat ile hesaptan kurtardığı yetmiş bin kimsenin her birinin şefaatleri ile de, yetmişer bin şahıs sorgusuz, sualsiz Cennete girecektir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Tüm Peygamberler şefaat edecektir.) [Buhari]
(Kıyamette Peygamberler, sonrasında âlimler ve şehitler şefaat eder.)
[İbni Mace, Deylemi]
(Kıyamette Âdem aleyhisselam bir milyar insana şefaat eder.)
[Taberani]

(Akraba, emanete riayet eden, Peygamberiniz ve din kardeşleriniz şefaat eder.) [Deylemi]
(Vallahi billahi ki,
[Hazret-i] Osman, 70 bin kişiye şefaat edip, Cehenneme gitmekten kurtarmış olur.) [İ. Asakir]
(Kıyamette abid Cennete girer, âlim ise halka şefaat için bekler.)
[İ Maverdi]

(İmamlarınız şefaatçilerinizdir.) [Dare kutni]

(Hacı, yakınlarından 400 kişiye şefaat eder.) [Ramuz]
(Tanrı indinde Kur’andan daha üstün şefaatçi yoktur. Ne Peygamber, ne melek, ne de başkası.)
[Taberani]
(Kur’an okuyun! Şundan dolayı kıyamette şefaat eder.)
[Müslim]

(Kıyamette Allahü teâlâ, “Melekler, Peygamberler ve salihler şefaatlerini yaptılar. Bundan sonrasında benim büyük rahmetim kaldı” buyurur.) [Buhari]

Görüldüğü benzer biçimde Peygamberler de şefaat edecektir. Sadece şefaatler farklıdır. Akrabamızın yada bir hacının şefaati Peygamberlerinki benzer biçimde şümullü olmaz. Peygamberlerin şefaati de Peygamber efendimizin şefaati benzer biçimde olmaz. Hepsi aşama derecedir. Bu bakımdan bahsettiğiniz hadis-i şerif, yukarıdakilere zıt değildir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/20/diger-peygamberler-sefaat-etmeyecek-mi/feed/ 0 5283
Peygamberler günah işlemez https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/20/peygamberler-gunah-islemez/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/20/peygamberler-gunah-islemez/#respond Sat, 20 Apr 2019 05:57:11 +0000 Peygamberlere iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5281

Sual: Peygamber günah işlemez mi doğrusu masum mudur?
CEVAP
Masum olmak, kusursuz ve günahsız olmak, Peygamberlere mahsustur. (Merec-ül-bahren)

Her Peygamber, büyük ufak her günahtan masumdur. (Riyad-ün-nasıhin)

Peygamberler günah işlemekten masumdur, temizdir, günah işleyemezler. (Mekt. Rabbani 2/44)

İmam-ı Gazali hazretleri, Ravda-tüt-talibin adlı eserinde buyuruyor ki:
(Resulullah, icma ile büyük-küçük günahlardan ve mekruh işlemekten uzaktır. Unutmaktan, gafletten, verdiği haberlerde hata edip yanılmaktan da uzak olduğu icma ile sabittir.)

Yanılmasının caiz ve mümkün olması, üstünde durmayıp derhal farkına varması şartı iledir. Bu da yaptığı şeydeki hikmetleri bilmeyi ve ona tâbi olmayı ve unutmanın yararını bildirmek içindir. Resulullahın bu husustaki yanılma haline sebep, ilmin anlatılması ve dinin açıklanmasıdır. Nitekim hadis-i şerifte, (Ben hiçbir hususta unutup yanılmam. Bu tarz bir olay vaki olursa, bu yalnız bildirmek istediğimi açıklamam içindir) buyuruldu. Bu durum, onun için bir noksanlık değil, tersine tebliği genişletmek ve nimeti tamamlamak içindir. Fakat bir tebliğde bulunmak, fiillerindeki hükümleri açıklamak, dini emirleri bildirmek ve kalbine gelen vahiy haberlerini anlatmak maksadı bulunmayan hususlarda tüm mutasavvuflar ve kalb ilmine haiz âlimler, yanılmanın, unutmanın, gaflet ve gevşekliğin olanaksız bulunduğunu bildirmişlerdir.

Kadı İyad hazretleri, Şifa-i şerif adlı kitabında buyuruyor ki:
(Ufak günahları Peygamberlere caiz görenler, bu cevazlarına birçok âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin zahirlerini kanıt olarak almaları, büyük günahları caiz görmeye, icmayı parçalamaya ve müslüman kimsenin söyleyemeyeceği şeyleri anlatmaya sevk etmiştir.)

Tüm bu nakillerden anlaşılacağı suretiyle, Peygamberler ufak, büyük günah işlemezler. Peygamber Zelle işleyebilir. Zelle ise günah değildir. En efdali ve en evlayı yapmayıp, fadılı, doğrusu fazileti tercih etmektir. (Riyad-ün-nasıhin)

Fetih suresinde Peygamber aleyhisselama hitaben (Tanrı senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti. Üstündeki nimetini tamamladı ve seni doğru yola iletti) buyurulan bu âyet-i kerimede, Allahü teâlâ, Resul-i ekremini her türlü ayıplardan teberri ve Onun ismetini, günahsızlığını beyan buyurmaktadır (Şifa-i şerif) Bazı âlimler de bu âyet-i kerimeyi şöyleki açıklamışlardır:
(Allahü teâlâ, seni geçmişte ve gelecekte günah işlemekten korudu.)

Günah işlemekten korunmuşlardır
Sual:
Bekara suresinin 128. âyetinde, İbrahim ve İsmail Peygamberin, “Ya Rabbi, tevbemizi kabul et” diye yakarış ettikleri bildiriliyor. Taha suresinin 121. âyetinde, (Âdem Rabbine asi oldu) deniyor. Kasas suresinin 15. âyetinde Hazret-i Musa’nın kavga eden iki kişiden birini öldürmüş olduğu, 16 âyette ise Hazret-i Musa’nın (Ya rabbi ben kendime zulmettim, beni affet) söylediği ve Kehf suresinin 74. âyetinde, Hazret-i Musa’nın arkadaşının suçsuz bir evladı öldürmüş olduğu bildiriliyor. Tüm bunlar Peygamberlerin günah işlediğini göstermiyor mu?
CEVAP
Kur’an meallerinden din öğrenilmez. Aksine bu şekilde yanlış düşüncelere haiz olunabilir. Din sadece doğru yazılmış ilmihallerden öğrenilir.

Allahü teâlâ, Peygamberleri, Peygamberlikten ilkin de, sonrasında da günah işlemekten korumuştur. (Nuhbet-ül-Leali)

Peygamberler nübüvvetten [Peygamberlikten] ilkin de günah işlemekten korunmuştur. (Kadı Iyâd / El- Millet-ül Meşhure)

İbrahim ve İsmail aleyhimüsselam ile ilgili âyetin meali şöyledir:
([İbrahim ve İsmail dedi ki:] Ey Rabbimiz, bizi Müslümanlıkta durağan(durgun) kıl. Soyumuzdan da Müslüman bir ümmet yetiştir. Bizlere menasiklerimizi [Haccın usullerini] öğret. Tevbemizi kabul et. Şu sebeple tevbeleri daima kabul eden, merhametli olan sadece sensin.) [Bekara 128]

Peygamberler, günah işlemekten masumdur. Hazret-i İbrahim ile Hazret-i İsmail, Kâ’beyi yaptıktan sonrasında bu yerlerde daha oldukca duanın ve tevbenin kabul edileceğini öğretmek için bu şekilde yakarış etmişlerdir. Bu, bizim masumiyetimizi [günah işlemeyişimizi] sürekli kıl anlama gelir. (Kurtubi)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dostların günahını, düşmanların günahları benzer biçimde sanmamalı. (İyilerin, iyilik sandıkları şeyleri, dostlar, günah bilir) buyuruldu. Bunların günah ve kusurları olsa da, başkalarının günahları benzer biçimde değildir. Yanılmak ve unutmak gibidir. Niyet ederek, karar vererek yapılmış değildir. Taha suresinin, (Âdem unuttu, azim ile, karar ile yapmadı) mealindeki 115. âyet-i kerimesi bunu bildiriyor.

Demek ki Hazret-i Âdem günaha azmetmedi. Kasten yapmadı, unutup yanılarak yapmış oldu. Bunun için de affa uğradı. Fakat İblis kararla, azimle yapmış oldu ve sonsuz lanetlendi. İkisinde de emre karşıcılık var; fakat birinde unutmak ve yanılmak, ötekinde azim ve karar var.

Hazret-i Musa’nın Kıpti’yi öldürmesi hakkında Tefsir-i Kurtubi’de bildirilen bilgi şöyledir:
1- Hazret-i Musa, o süre 12 yaşlarında idi.
2- Kavgayı aralamak için iki kişinin arasına girdi. Kıpti hafifçe itelemekle düşüp öldü.
3- Bu işte Hazret-i Musa’nın öldürmek için bir kastı yoktu, yanlışlıkla doğrusu kazayla bu vaka meydana geldi. Buna karşın Hazret-i Musa gene de Allahü teâlâdan af diledi. Tanrı da onu affetti.

Hazret-i Musa’nın tarafındaki Hızır aleyhisselamın günahsız evladı öldürmesi ise Tanrı’ın emri ile idi. Çocuk büyüyünce kâfir olacağı ve ailesine zulmedeceği bildirildiği için, yerine hayırlı bir evlat vermesi için o çocuk öldürülmüştü. Bunda Hazret-i Hızır’ın bir suçu yoktur.

Peygamberler aya güneşe tapmaz
Sual:
Tüm Peygamberlerin Peygamberlikleri bildirilmeden ilkin de, günah işlemedikleri malum iken, niçin meallerde, Hazret-i İbrahim’in, yıldıza, aya ve güneşe “Bu benim Rabbim” söylediği yazılı?
CEVAP.
Hiçbir Peygamber, Peygamberliğini bildiri etmeden ilkin de günah işlemez, hele Allahü teâlâya şirk koşmaz. Müşrikler benzer biçimde (Güneş benim Rabbim) demez. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İbrahim ne Yahudi, ne de Hristiyandı. O hakikaten Tanrı’ı tanıyan doğru bir müslümandı. Müşriklerden de olmadı.) [Al-i İmran67]

(Andolsun ki bundan ilkin, İbrahim’e de rüşdünü [büluğundan önce hidayeti] verdik. [Onun buna ehil ve müstahak olduğunu] biliyorduk.) [Enbiya 51]

Bu âyet-i kerimeler de İbrahim aleyhisselamın büluğundan ilkin de hidayet suretiyle bulunduğunu göstermektedir. (Beydavi)

Durum bu şekilde iken, İbrahim aleyhisselamın yıldıza, aya ve güneş taptığını söylemek, Kur’an-ı kerimdeki ifadeleri anlamamak anlama gelir. Derhal tüm çeviri ve meallerde, yıldız, ay ve güneş için (Bu benim Rabbim) diye yazılmıştır. Hiçbir izahat yapılmamıştır. Bu bakımdan Kur’an-ı kerim tercümelerinden fıkıh, akaid benzer biçimde ilimler öğrenilmez.

Tefsir-i Mazharide, Enam suresinin 76-79. âyetlerinin açıklaması şöyledir:
İbrahim aleyhisselam, yıldızları, ay ve güneş gösterip Bu mu benim Rabbim diyerek bunlara tapanları ilzam etmek [susturmak] istemiştir. Beydavi tefsirinin Şeyhzade haşiyesinde de bu şekilde bildirilmektedir.

Tibyan’da (Acaba Rabbim bu mu?) şeklinde çeviri yapılmış. Bu ifadede bile kuşku var. Sadece tefsirlerden almış olduğu dört izahat şöyledir:
1- İbrahim aleyhisselam, müşriklerin cehaletlerini bildirmek için bu şekilde söylemiştir.

2- Müşriklerin yaptıkları şeyleri başlarına kakmak, hakikatı öğretmek için (Bunun benzer biçimde şeyden asla Rab olur mu, bu mu benim Rabbim) demek istemiştir.

3- Müşriklerin aleyhine hüccet için, (Sizce benim Rabbim bu ha) demek istemiştir.

4- (Kavmim Rabbimin bu bulunduğunu söylüyor) demek istemiştir.

Bu dört izahat da Hazret-i İbrahim’in; yıldız, ay ve güneş için (Bu benim Rabbim) demediğini, doğrusu müşriklerden olmadığını açıkça göstermektedir. Ay yada güneş için Bu benim Rabbim demek şirktir. Oysa Peygamberler, şirk değil, günah bile işlemezler. (Feraid)

Bekara suresinin, (İbrahim, “ya Rabbi, ölüleri iyi mi dirilttiğini bana göster” söylediğinde, Rabbi “İnanmıyor musun” dedi. İbrahim, inanıyorum fakat, kalbimin doyum olması için görmek istedim, dedi) mealindeki 260. âyetinden dolayı da bazı sapıklar, (Hazret-i İbrahim, Tanrı’ın yaratmasından kuşku ediyordu) diyorlar. Oysa yukarıdaki âyetlerde, İbrahim aleyhisselamın, büluğundan ilkin de rüşd sahibi doğru bir müslüman olduğu açıklanmıştı. Buna karşın bu şekilde söylemek, cahillik değil ise, art niyettir.

Hazret-i İbrahim’e bu çeşit saldırılar olduğu benzer biçimde, İslam’ın iki göz bebeğinden önde gelen Hazret-i Ömer’e de İbni sebeciler, (Ömer Hudeybiye’de, Resulullahın Peygamberliğinden kuşku etmişti) diyebiliyorlar. Orada da, Hazret-i Ömer aynen, Hazret-i İbrahim benzer biçimde, Tanrı ve Resulüne olan teslimiyetini bildirmek için, (Ya Resulallah sen Tanrı’ın Peygamberi değil misin? Biz hak, kâfirler bâtıl yolda değil mi?) mealindeki sözlerinden dolayı ona saldırıyorlar. Hazret-i Ömer, (Ya Resulallah, (Sen elbet Tanrı’ın resulüsün, bizim yolumuz elbet hak, kâfirler elbet bâtıl yoldadır. Zahiren aleyhimize görünen bu anlaşmada asla dinden ödün verilmemiştir) demek istediğini tüm Ehl-i sünnet âlimleri bildirmektedir. (Kurret-ül-ayneyn)

Kur’an tercümesi denilen kitapların ne kadar yanlış ve zararı dokunan oldukları buradan da anlaşılmaktadır. Kelam, fıkıh ve tasavvuf benzer biçimde lüzumlu detayları Kur’an tercümesi denilen kitaplardan öğrenmemiz mümkün değildir. Hatta saygın tefsirlerden bile anlamamız mümkün olmaz. Lüzumlu detayları, nakli esas alan ilmihallerden öğrenmemiz gerekir.

Peygamberler masumdur
Sual:
Tüm peygamberlerin günah işlemediği bildiriliyor. Âdem aleyhisselamın yasak meyveden yemesi günah değil mi?
CEVAP
Evet, peygamberler günah işlemez. Zelle işleyebilirler. Zelle, doğrular içinde, en hakikatı bulamamak anlama gelir. Âdem aleyhisselam, kasten yasak meyveden yemedi. Unutarak yediği için mazur görüldü. Taha suresinin, (Âdem unuttu, azimle, karar ile yapmadı) mealindeki 115. âyet-i kerimesi Âdem aleyhisselamın mazur bulunduğunu, günahsız bulunduğunu göstermektedir. Âdem aleyhisselamın mazur olduğu şu hadis-i şerifle de bildirilmektedir:

(Âdem aleyhisselam ile Mûsa aleyhisselam, Rableri nezdinde münazara ettiler ve Âdem aleyhisselam, Mûsa aleyhisselama galip geldi. Mûsa aleyhisselam dedi ki:
— Sen o Âdem’sin ki, Allahü teâlâ, seni iki eli ile [vasıtasız olarak] yarattı ve sana ruhundan üfledi, melekleri sana secde ettirdi ve seni cennete yerleştirdi. Sonrasında da sen bir hatan sebebiyle, insanları yeryüzüne indirdin.
Âdem aleyhisselam ona dedi ki:
— Sen o Mûsa’sın ki, Allahü teâlâ seni Peygamber seçtiği benzer biçimde, kendisi ile konuşmana izin verdi. Sana her şeyin açıklanmasını ihtiva eden kitabı verdi. Onunla konuşmak, Ona yalvarmak suretiyle seni kendisine yanaştırdı. Şu halde benim yaratılmamdan ne kadar ilkin Tevrat’ı yazdığını gördün değil mi?
— Evet gördüm. Kırk yıl ilkin.
— Ya Musa, şu halde orada Âdem hata etti yazısını da gördün mü?
Gördüm.
— Tanrı’ın beni yaratmasından kırk yıl ilkin işleyeceğimi yazdığı işi yapmam üstüne
beni iyi mi suçlarsın ki?
Âdem aleyhisselam böylece Mûsa aleyhisselama galip geldi.)
[Buhari, Müslim]

Resulullah’ı yalanlamak
Sual:
(Tanrı’ın sözlerini inkâr etmek sövgü olduğu benzer biçimde, Resulünün bildirdiklerini de inkâr etmek sövgü olur) deniyor. O da insan değil mi? Yanlış söylemesi imkansız mi?
CEVAP
İman, Resulü Ekrem efendimizin, Allahü teâlâ tarafınca, Peygamber olduğu bildirildikten sonrasında, tüm insanlara getirmiş olduğu ve bildirdiği emirlerin hepsine güvenip inanç etmektir. Hepsini beğenip kabul etmektir. Bu emirlerin, bilgilerin herhangi birine inanmamak yada kuşku etmek küfürdür. Şu sebeple Resule inanmamak yada güvenmemek, Resulü yalancı saymak olur. Yalancılık kusurdur. Kusuru olan, peygamber olması imkansız. (S. Ebediyye)

Bir âyet-i kerime meali:
(O [Resulüm], kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 3, 4]

Resulullah’ı yalanlamak, ona güvenli diyen ve peygamber olarak gönderen Allahü teâlâyı yalanlamak olur. Onun sözünde yalan olmaz. (Bu söz, acaba onun sözü mü?) diye kuşku etmek ayrıdır, (Onun sözü de olsa inanmam) demek yada bunda kuşku etmek ayrıdır. İnanmayan ve bu şekilde kuşku eden kâfir olur. Diyelim Resulullah efendimizden bir hata meydana gelse, derhal vahy gelir düzeltilirdi. Kısaca dine ilişkin yanlış bir şey kalmazdı. Onun için Resulullah’ın bildirdiklerine itiraz eden, Tanrı’a itiraz etmiş olur. Tanrı’a ve Resulüne itiraz eden de kâfir olur.

Peygamberler günah işlemez
Sual: Bir menkıbede, İbrahim aleyhisselam, misafirinin Allahü teâlâya inanmadığını ve asla şükretmediğini görünce, onu daha çok konuk etmeyip evinden çıkarıyor. Cebrail aleyhisselam gelip, o ihtiyarın kalbinin kırıldığını ve onun gönlünü alması icap ettiğini bildiriyor. Kalb kırmak büyük günah değil mi? Peygamberler günah işlemediğine bakılırsa, İbrahim aleyhisselam iyi mi olur da birinin kalbini kırar?
CEVAP
Kalbin kırılmasıyla, kalb kırmak ayrı şeydir. Birkaç örnek verelim:
1- Muharebede bir kâfirin gözünü çıkarsak, kalbi de kırılmış olur. Hattâ bunu gören yakınlarının da kalbleri kırılır. Fakat kâfirin gözünü çıkaran mücahid, kalb kırma günahına girmiş olmaz.

2- Dinen cezası olan suçluyu cezalandırmakla görevli kimse, suçluya cezasını verirken suçlunun kalbi kırılabilir. Fakat görevli, kalb kırma günahına girmiş olmaz.

3- Bir âmir, memurun eksiklerini, hatalarını görüp onu uyarma edince, ister istemez memurun kalbi kırılmış olur, fakat âmir, kalb kırma günahına girmiş olmaz.

4- Varlıklı biri, bir dilenciye, azca mal yada para verse, oldukca para vereceğini umut eden dilencinin sükûtu hayâle uğrayarak kalbi kırılabilir, fakat o varlıklı kimse, kalb kırma günahına girmiş olmaz.

5- Eski devirlerde, maslahata binaen, adam iki yada daha çok hanımla evlenebiliyordu. Birinci kadının elbet kalbi oldukca kırılıyordu. İşin içinde maslahat olduğundan, adam mazur duruma düşüyordu.

6- Varlıklı bir Müslüman, vereceği zekât ve sadakaları, yapacağı her türlü maddî ve mânevî yardımı, fâsık akrabalarına değil de, yabancı sâlih Müslümanlara yapsa, akrabalarının ister istemez kalbi kırılabilir. Fakat o Müslüman, kalb kırma günahına girmiş olmaz. Müslümanın tavrını, safını belli etmesi, Allahü teâlânın sevdiklerini tercih etmesi, onları üstün tutması, Onun sevmediklerinden ise uzak durması lazımdır.

Bunun benzer biçimde, bir yere konuk olan kimse, orada umduğunu bulamasa, üç gün sonrasında, misafire yol verseler, misafirin kalbi kırılabilir, fakat ev sahibi kalb kırma günahına girmiş olmaz. Bu ev sahibi İbrahim aleyhisselam olsa, konuk bir dinsiz olsa, durum gene böyledir. Allahü teâlâ, kalbi kırılan dinsizin gönlünü alması için Cebrail aleyhisselamı gönderiyor. İbrahim aleyhisselam da özür diliyor, misafirin kırılan kalbi onarım edilmiş oluyor. Durum bundan ibarettir.

Peygamber yalan söylemez
Sual: Hadisleri ve mezhepleri kabul etmeyen bir hoca, başta Buhârî olmak suretiyle, Kütüb-i Sitte’deki İbrahim aleyhisselamın, zorunlu kalıp söylediği, üç yalanla ilgili iki hadis-i şerifin uydurma bulunduğunu anlatmaktadır. Buhârî’deki bir hadis uydurma olursa, diğeri hadislerin sahih olduğuna iyi mi inanılır? Namazın iyi mi kılındığını, orucun iyi mi tutulduğunu ve dinin öteki emirlerini müctehid âlimlerimiz, hadislerden çıkarmadı mı? Hadislere güven kalkarsa İslamiyet yıkılmış olmaz mı?
CEVAP
Normal olarak yıkılmış olur. Onların maksadı da aslına bakarsanız budur. Ilkin o iki hadis-i şerifi bildirelim:
(İbrahim aleyhisselam üç yerde yalan söylemiş oldu. Biri temiz zevcesi Sâre Hatun hakkındadır. İbrahim, zâlim hükümdarın diyarına Sâre Hatun’la gelmişti. Sâre’ye: “Bu cebbar adam, evli bulunduğunu bilirse, sana musallat olur. Eğer sana da sorulursa, kız kardeşim bulunduğunu söyle! Şu sebeple seninle din kardeşiyiz” dedi.) [Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî]

Mahşer halkı, (Ey İbrahim! Sen Tanrı’ın peygamberi ve Onun yegâne Halil’isin, bizlere Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hâli görüyorsun) diyecekler. İbrahim aleyhisselam onlara, (Şefaat etmeye kendimde yüz bulamıyorum. Şu sebeple ben üç kere yalan söyledim!) diyecektir. (Buhârî, Müslim, Tirmizî)

Sağlam kaynaklı bu hadis-i şeriflere, sadece mezhepsiz olan, (Yalnız Kur’an) diyen hadis düşmanları uydurma der. Kur’an-ı kerimi açıklayan hadis-i şeriflerdir. Hadis-i şerifler olmasa dinimiz noksan olur. Okuyucunun söylediği benzer biçimde, bir hadis kitabında bir iki hadis uydurma olursa, diğerlerine iyi mi güvenebiliriz? Köpek eti, tavşan eti haram mı, değil mi? Bunun benzer biçimde binlerce sorun var. Hadislere inanmazsak doğrusunu nereden bileceğiz?

Yalan hakkında dinimizin emri nedir?
Yalan söylemek büyük günahtır, fakat bazı yerlerde günah değildir. Bir hadis-i şerif şöyledir:
(İki Müslümanı barıştırmak ve hanımını yönetmek için yalan söylemek caiz olduğu benzer biçimde harpte da caizdir, şu sebeple harp hiledir.) [İbni Lal]

Din kitaplarında da, (Din düşmanlarından korunmak yada Müslümanları korumak için yalan caizdir) buyuruluyor. (Uyun-ül besair, Hadîka)

İzin verilen yerlerde yalan söylemek günah olmadığı için, o hiç kimseye yalancı denmez. İbrahim aleyhisselam da, izin verilen yerde ve yoksulluk olduğundan, üstelik tevilli söylemiştir. Tevilli söylemese bile, din düşmanlarının şerrinden korunmak için o şekilde konuşmak günah değildir.

Caiz olan yalanın biri şöyleki olmuştu:
İbrahim aleyhisselam zevcesi Hazret-i Sâre ile beraber Mısır’a gitti. O devirde bulunan hükümdar, firavunlardan oldukca zâlim biri idi. Bu zâlim ve ceberrüt melik, Hazret-i Sâre’nin kim bulunduğunu sordurdu. İbrahim aleyhisselam, onun musallat olmasını engellemek için, din bakımından kardeşi olduğuna niyet ederek, “Kardeşimdir” diye haber gönderdi. Sonrasında, Hazret-i Sâre’ye de, (Ben onlara senin için, kardeşimdir dedim. Sen benim din kardeşimsin. Beni yalanlama!) dedi.

Âlimler buyuruyor ki: O zâlim hükümdar, evli hanımefendilere musallat oluyor ve haiz olmak istediği kadının kocasını da öldürüyordu. İbrahim aleyhisselam, onun zararından kurtulmak için bu şekilde söylemişti.

İkincisi ve üçüncüsü de şöyledir:
İbrahim aleyhisselam zamanında, Keldânî kavmi, yılda bigün bayram yapardı. Bayramdan sonrasında puthaneye uğrar, putlara secde edip evlerine dönerlerdi. İbrahim aleyhisselamın üvey babası ve puthane bekçisi olan kâfir Azer, onu da bayrama çağrı etti. İbrahim aleyhisselam, hep beraberce beraber bayrama giderken, (Hastayım, rahatsızım) diyerek geri döndü. Puthaneye gidip, yetmiş kadar putu kırdı. Baltayı da iri yarı koca putun boynuna astı.

Keldânîler bayramdan dönerek puthaneye erişince, putlarının kırıldığını gördüler. Bunu kim yapabilir diye düşündüler. (Bu işi, yapsa yapsa İbrahim yapar. Şu sebeple o, hem putlara karşı idi, hem de bizimle bayram yerine gelmemişti) dediler. İbrahim aleyhisselamı yakalayıp, (Putlarımızı sen mi kırdın?) dediler. O da, (Bu işi, şu boynunda balta asılan iri put, “Ben varken niye ufak putlara tapılıyor” diye kıskandığı için yapmış olması imkansız mı? Kendisine bir problem!) dedi. (Put konuşur mu? Put imrenir mı? Hem iyi mi soracağız?) dediler. İbrahim aleyhisselam, (O hâlde, konuşamayan, daha kendilerini kırılmaktan kurtaramayan, kimin kırdığını bilmeyen, size hiçbir faydası olmayan bu putlara ilâh diyerek niçin tapıyorsunuz? Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Size ve taptığınız bu putlara yazıklar olsun!) dedi. Enbiya sûresinin 58. âyetinde, İbrahim aleyhisselamın putları kırdığı, 63. âyetinde (Bir ihtimal büyük put kırmıştır) söylediği bildirilmektedir. İbrahim aleyhisselam, kavminin putlara tapmasından, bâtıl olan bir bayrama gitmelerinden rahatsız idi. Onun için, maddî değil, mânevî mânâda, (Ben hastayım) demişti.

Bu sözlerden dolayı İbrahim aleyhisselamı, hâşâ yalancı çıkarmak oldukca yanlış olduğu benzer biçimde, vakaları inkâr edip, İbrahim aleyhisselamın böyle bir durum demediğini söylemek de âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri inkâr etmek olur. Mütevatir hadisleri inkâr etmek sövgü olur. (Hindiyye, İbni Âbidin)

Peygamberlerde kusur olmaz
Sual: Tüm peygamberler, günah işlemekten korunmuşlar mıdır ve bedeni kusurlar kendilerinde bulunmaz mı?
Yanıt:
Peygamberler, İnsanları, Allahü teâlânın beğenmiş olduğu yola kavuşturmak, doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir. Resûl demek, yaratılışı, huyu, bilimsel, aklı, zamanında bulunan tüm insanlardan üstün, kıymetli, muhterem bir zat anlama gelir. Hiçbir fena huyu, beğenilmeyecek hâli yoktur. Peygamberlerde İsmet sıfatı vardır ki, Peygamber olduğu bildirilmeden ilkin ve bildirildikten sonrasında, ufak ve büyük hiçbir günah işlemezler. Peygamber olduğu bildirildikten sonrasında, Peygamber olduğu yayılıncaya, anlaşılıncaya kadar, körlük, sağırlık ve benzerleri ayıp ve kusurları da olmaz. Her Peygamberde yedi sıfatın bulunduğuna inanmak lazımdır ki bunlar; Emânet, sıdk, bildiri, adâlet, ismet, fetânet ve emnül-azldır ki Peygamberlikten azledilmezler. Fetânet, oldukca akıllı, oldukca anlayışlı anlama gelir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/20/peygamberler-gunah-islemez/feed/ 0 5281
Peygamberler en büyük rehberlerdir https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/20/peygamberler-en-buyuk-rehberlerdir/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/20/peygamberler-en-buyuk-rehberlerdir/#respond Sat, 20 Apr 2019 00:57:05 +0000 Peygamberlere iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5280

Sual: İnsan, kendi başına doğru yolu bulabilir ve Tanrı’ı tanıyabilir mi?
CEVAP
Zamanı inceleyecek olursak, insanların, önlerinde Allahü teâlânın gönderilmiş olduğu bir rehber olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıklarını görürüz. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var bulunduğunu, aklı yardımıyla anlamış oldu. Fakat ona giden yolu bulamadı.

Peygamberleri işitmeyenler, yaratıcıyı ilkin etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonrasında, büyük doğa güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe bu tarz şeyleri yaratıcının yardımcıları zannettiler. Herbiri için bir suret, alamet halletmeye kalktılar. Bundan da putlar hayata merhaba dedi. Böylece, çeşitli putlar zuhur etti. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni hadise karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet zuhur etmiş olduğu vakit Kâbe-i muazzamada 360 put vardı.

Kısacası insan, bir, öncesiz ve sonsuz olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalıdır! Bundan dolayı, rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Biz, Peygamber göndererek bildirmeden ilkin azap yapıcı değiliz.) [İsra 15]

Allahü teâlâ, kullarına verdiği akıl ve düşünme kuvvetinin iyi mi kullanılacağını onlara öğretmek ve kendi birliğini onlara tanıtmak ve iyi işleri kötü, zararı dokunan işlerden ayırmak için, dünyaya Peygamberler gönderdi. Peygamberler beşeri sıfatlarda bizim şeklinde insandır. Onlar da yer, içer, uyur ve yorulur. Öteki insanlardan farkları, zeka ve muhakeme kuvvetlerinin oldukça üstün olması, tertemiz ahlaklı ve Allahü teâlânın emirlerini bizlere bildiri edecek bir güçte bulunmalarıdır. Peygamberler en büyük rehberlerdir.

Nimetlerin ihsanların en büyüğü
Sual:
Tanrı’ın en büyük ihsanı hangisidir?
CEVAP
Allahü teâlânın, insanlara olan nimetlerinin, ihsanlarının en büyüğü, Peygamberler göndermesidir. Peygamberler göndererek, razı olduğu ve razı olmadığı şeyleri bildirmiştir. Peygamberler, fen bilgilerini öğretmediler. (Bu tarz şeyleri akıl ile araştırınız, bulunuz, yararlı işlerde kullanınız) dediler. Kendileri de, kendi zamanlarında malum fen vasıtalarını yaptılar ve kullandılar. Daha fazlasını ve yenilerini yapmakla uğraşmadılar. Bu tarz şeyleri yapmayı başkalarına bıraktılar. Kendileri, Allahü teâlânın bildirdiği dini yaymaya, öğretmeye uğraştılar.

Eshab-ı kiram, bigün Peygamber efendimize sordu:
– Yemen’e gidenlerimiz, orada hurma ağaçlarını, başka türlü aşıladıklarını ve daha iyi hurma aldıklarını gördük. Biz Medine’deki ağaçlarımızı babalarımızdan gördüğümüz şeklinde mi aşılayalım, yoksa, Yemen’de gördüğümüz şeklinde aşılayıp da, daha iyi ve daha bolca mu elde edelim?
Resulullah efendimiz, bunlara şu şekilde diyebilirdi:
(Birazcık bekleyin! Cebrail aleyhisselam erişince, ona sorar, anlamış olur, size bildiririm) yada, (Birazcık düşüneyim. Allahü teâlâ, kalbime doğrusunu bildirir. Ben de, size söylerim.)
Fakat bu şekilde demedi ve şu şekilde buyurdu:
– Deneyim edin! Bir kısım ağaçları, babalarınızın usulü ile, başka ağaçları da, Yemen’de öğrendiğiniz usul ile aşılayın! Hangisi daha iyi hurma verirse, daima o usul ile yapın!

Şu demek oluyor ki fennin esası olan tecrübeye güvenmeyi komut buyurdu. Kendisi meleklerden anlamış olur yada kutsal kalbine normal olarak doğar idi. Fakat, dünyanın her tarafında, kıyamete kadar gelecek Müslümanların, tecrübeye, fenne güvenmelerini işaret buyurdu.

Eğer Peygamberler gönderilmeseydi, akıl, Tanrı’ın varlığını anlayamaz, Onun büyüklüğünü kavrayamazdı. Nitekim, kendilerini akıllı sanan eski Yunan filozofları, Allahü teâlânın varlığını anlayamadılar, Yaratanı inkâr ettiler. Nemrut ve Firavun şeklinde birçok kimse de, ilahlık iddiasında bulunmuştu. Demek ki, insanların kısa akılları, bu en büyük nimeti anlayamıyor, Peygamberler bildirmedikçe, yalnız akılları ile bu sonsuz saadete kavuşamıyor.

İslamiyet’te aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat, akla uymayan bir şey yoktur. Ahiret detayları ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona yakarma şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine gerek kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri görebilir, bulabilirdi ve Allahü teâlâ, hâşâ Peygamberleri boş yere ve gereksiz göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret bilgilerini bulamıyacağı, çözemiyeceği içindir ki, Allahü teâlâ, her asırda dünyanın her tarafına, Peygamber göndermiş ve en son ve kıyamete kadar değiştirmemek suretiyle ve tüm dünyaya, Peygamber olarak, Muhammed aleyhisselamı göndermiştir.

Tüm Peygamberler, akıl ile bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız bu tarz şeyleri araştırmak, bulup yararlanmak için emek harcamayı komut ve teşvik buyurmuş, kendileri dünya işlerinden her birinin, insanları sonsuz saadete ve felakete iyi mi sürükleyebileceklerini anlatmış ve Allahü teâlânın beğenmiş olduğu ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmişlerdir.

Peygamber gönderilmeseydi
Sual:
Peygamberler olmasaydı insan, Tanrı’a iyi mi yakarma edileceğini, iyi mi şükredeceğini bilebilir miydi?
CEVAP
İnsanları var eden ve varlıkta kalabilmeleri için ihtiyaç duyulan her nimeti gönderen, Allahü teâlâdır. İyilik edene şükretmek icap ettiğini hepimiz bilir. Allahü teâlânın nimetlerine iyi mi şükredileceğini bilmek için de, gene Peygamberler “aleyhimüssalevatü vetteslimat” gerekir. Onların bildirmediği şükür ve saygı, Ona layık olmaz. Ona iyi mi şükür olunacağını, insan bilmesi imkansız. Ona karşı saygısızlık olan bir şeyi, şükretmek ve saygı sanabilir. Şükredeyim derken, saygısızlık yapabilir. Allahü teâlâya iyi mi şükredileceği, sadece Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılır.

Evliyanın kalblerine doğan (İlham) denilen bilgiler de, Peygamberlere uymakla hasıl olmaktadır. İlham, akıl ile hasıl olsaydı, yalnız akıllarına uyan eski Yunan felsefecileri yoldan sapmazlardı. Allahü teâlâyı herkesten iyi anlarlardı. Oysa, Allahü teâlânın ve Onun üstün sıfatlarının varlığını anlamakta, insanların en cahilleri, bu felsefecilerdir. Bunlardan birkaçı, Peygamberlerden işiterek ve mümin olan tasavvufculardan görerek, riyazet ve mücahede yapmış, nefslerine sorun vererek onu parlatmışlar, böylece birkaç şey bulabilmişler ise de nefsin safasının, parlatılmasının ve bu yoldan ele geçenlerin sapıklık bulunduğunu anlayamamışlardır.

Kalbi parlatmak, temizlemek gerekir. Kalb temizlendikten sonrasında, nefs temizlenmeye adım atar. Nurlar ilkin temiz kalbe girer. Kalb temizlenmeden nefsi parlatmak, gece düşmanın yağma yapması için, ona ışık yakmaya benzer. Nefsin yardım etmiş olduğu düşman, İblistir. Evet, açlıkla, nefsin istediklerini yapmamakla, ona sorun vermekle ve akıl ile aramakla da, doğruya ve saadete kavuşulabilir. Fakat, bu sadece Peygamberlere ve bunların Allahü teâlâdan getirdiklerine inandıktan sonrasında mümkün olabilir. Bundan dolayı Peygamberlerin her sözü, yanılmayan meleklerle bildirilmiştir. Bu bilgilere, şeytan düşmanı karışamaz.

Bu büyüklere uymayanlar ise, şeytanın aldatmasından kurtulamazlar. Felsefecilerin büyüklerinden olan Eflatun, İsa aleyhisselamın zamanında bulunmak şerefine kavuşmuştu. Fakat, kaba cahillik yaparak, kendisinin kimseden bir şey öğrenmeye ihtiyacı olmadığını sandı. O yüce Peygamberin “aleyhissalevatü vetteslimat” bereketlerinden yoksun kaldı.

Rehbersiz doğru yolu bulmak
Sual: İnsanlar, tarihin çeşitli dönemlerinde, kendilerine yol gösteren bir rehber olmadan, doğru yolu bulabilmişler midir?

Yanıt: Zamanı inceleyecek olursak, insanların önlerinde, Allahü teâlânın gönderilmiş olduğu bir rehber olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıklarını görürüz. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var bulunduğunu, aklı yardımıyla anlamış oldu. Fakat, ona giden yolu bulamadı. Peygamberleri işitmeyenler, yaratanı ilkin etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan Güneş’i, yaratıcı sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonrasında, büyük doğa güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe bu tarz şeyleri yaratıcının yardımcıları zannettiler. Her biri için bir suret, alamet halletmeye kalktılar. Böylece, çeşitli putlar ortaya çıktı. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni hadise karşısında, putların miktarı da arttı. İslâmiyet zuhur etmiş olduğu vakit Kâ’be-i muazzamada 360 put vardı. Kısacası, insan, bir, öncesiz ve sonsuz olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile hâlâ Güneş’e ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara da şaşmamalıdır. Bundan dolayı rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. Kur’ân-ı kerimde, İsra suresinin 15. âyetinde mealen;
(Biz, Peygamber göndererek bildirmeden ilkin azap yapıcı değiliz) buyurulmaktadır.

Nimetlerin, ihsanların en büyüğü
Sual: Allahın kullarına kayra etmiş olduğu nimetlerin en üstünü, en büyüğü hangisidir?

Yanıt: Allahü teâlânın, insanlara olan nimetlerinin, ihsanlarının en büyüğü, Peygamberler göndermesidir. Allahü teâlâ, Peygamberler göndererek, razı olduğu ve razı olmadığı şeyleri bildirmiştir. Peygamberler, fen bilgilerini öğretmediler. “Bu tarz şeyleri akıl ile araştırınız, bulunuz, yararlı işlerde kullanınız” dediler. Kendileri de, kendi zamanlarında malum fen vasıtalarını yaptılar ve kullandılar. Daha fazlasını ve yenilerini yapmakla uğraşmadılar. Bu tarz şeyleri yapmayı başkalarına bıraktılar. Kendileri, Allahü teâlânın bildirdiği dinleri yaymaya, öğretmeye uğraştılar.

Din, inanılacak şeyleri, gövde ve kalp temizliğini, Allahü teâlâya kulluk vazifesini, kulların birbirlerine karşı haklarını ve vazifelerini bildirir. İnanılacak şeylere Akâit denir. İbadetlere, muamelât ve hukuk bilgilerine Fıkıh denir. İbadetler, namaz, oruç, zekat, hac ve cihat olmak suretiyle beştir. Bunlara Ahkâm-ı islamiyyenin İbâdât kısmı denir. Cihat, ordunun harp etmesi ve ilim yayarak yapılır. Gövde ile olan cihadı devlet kısaca ordu yapar. İlim yayarak cihadı, âlimler yapar. İkisi de farz-ı kifâyedir. İslâm alimleri, fıkıh ilminde birçok kısımlara ayrıldı. Şimdi, bunlardan dördü kalmıştır. Bunlar, Hanefi, Şâfii, Maliki ve Hanbeli mezhepleridir. Her Müslümanın, bunlardan birini seçerek, bunun fıkıh kitaplarına uyması lazımdır.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/20/peygamberler-en-buyuk-rehberlerdir/feed/ 0 5280