peygamber – Cennetin Bahçesi https://www.cennetinbahcesi.com Dini Paylaşım Sitesi Sun, 02 Jun 2019 02:48:26 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.0.9 110917297 Peygamber gönderilmeseydi https://www.cennetinbahcesi.com/2019/06/02/peygamber-gonderilmeseydi/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/06/02/peygamber-gonderilmeseydi/#respond Sun, 02 Jun 2019 02:48:25 +0000 Dinimiz>Aklın dindeki yeri]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5486

Sual: Peygamber gönderilmeseydi, akılla, Tanrı’ın varlığı, helal ve haram bilinebilir miydi?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın Peygamberler göndermesi, tüm mahluklara rahmet ve ihsandır. Allahü teâlâ, kendi varlığını ve sıfatlarını, bizim benzer biçimde aciz insanlara, bu büyük Peygamberleri ile haber verdi. Beğenmiş olduğu şeyleri, beğenmediklerinden bunlar vasıtası ile ayırdı. İnsanlara dünya ve ahirette yararlı şeyleri zararlılarından, bunların aracılığı ile ayırt etti. Eğer Peygamberler gönderilmeseydi, akıl, Tanrı’ın varlığını anlayamaz, Onun büyüklüğünü kavrayamazdı. Nitekim, kendilerini akıllı sanan eski Yunan filozofları, Allahü teâlânın varlığını anlayamadılar. Yaratanı inkâr ettiler. Kısa akılları her şeyi süre yapıyor sandı. Nemrud’un, Hazret-i İbrahim ile çekişmesi Kur’an-ı kerimde bildirilmektedir. Firavun da “Benden başka tanrınız yoktur” demiş ve Hazret-i Musa’yı “Benden başka tanrıya inanırsan, seni hapsederim” diye korkutmak istemişti. Demek ki, insanların kısa akılları, bu en büyük nimeti anlayamaz. Bir Peygamber olmadıkça, bu sonsuz saadete kavuşamaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dini, aklı ile ölçen kadar zararı dokunan kimse yoktur.) [Taberani]

Eski Yunan felsefecileri, “Akıl asla şaşmaz, her şeyin doğrusunu anlamış olur” diyor, aklın her şeye erdiğini sanıyorlar. Aklın eremediği şeyleri de, akıl ile çözmeye kalkışıyorlar. Oysa akıl, dünya bilgilerinde bile yanılıyor. Ahiret bilgilerini ise, asla anlayamıyor. Akıl, duygu organları ile anlaşılamayan şeyleri bulabildiği benzer biçimde, aklın eremediği şeyler de Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılır. Akıl, his organlarının üstünde olduğu benzer biçimde, Peygamberlik de, akıl kuvvetlerinin üstündedir. Akıl kuvvetlerinin varamadığı şeyler, Peygamberlerin bildirmeleri ile öğrenilir.

Peygamberlerin haber verdikleri, Allahü teâlânın üstün sıfatlarının var olduğu, Peygamber gönderilmiş olduğu, meleklerin günahsız olduğu, öldükten sonrasında her insanın dirileceği, Cennette sonsuz nimetler ve Cehennemde azaplar bulunmuş olduğu ve İslamiyet’in bildirdiği daha nice şeyler, akıl ile anlaşılması imkansız.
Bunlar, Peygamberlerden işitilmedikçe, insanların kısa akılları ile bulunamaz.

[Lise, üniversite dersleri, matematik, madde, fen detayları, normal olarak faydalıdır. Bunlar, aklı kendi sınırı içinde yanılmaktan korur. Dünyada insanların rahat yaşamalarını elde eden yeni şeyler olmasına yararlar. Dünya işlerinde, akıl ile bulunabilecek şeylerde bu bilgilerden istifade edilir. Bunların yardımı ile tv, elektronik beyin, radyo, sesten süratli tayyare, nükleer deniz altıları ve casus peykler ve ay yolculuğu benzer biçimde nice başarı göstermiş şeyler bulunabilir.

Bunlar, İslamiyet’e karşı değil, İslamiyet ile birlikte olan ve imanı kuvvetlendiren şeylerdir. Şundan dolayı İslamiyet, aklın sınırı içinde olan tüm bilgilerde fenne uygundur. Akıl, bu bilgilerin doğrusunu bulabildiği için, İslamiyet’e uygun olur. Müslümanların bu tarz şeyleri da öğrenmesi, istifade etmesi gerekir.]

Fen bilgilerinden dünya işlerinde faydalanıp da, Ahiret bilgilerini anlamakta bunlardan faydalanamamak, hatta bu tarz şeyleri öğrenince, kendini beğenip, aklına uyup, ahiret bilgilerini de akıl ile çözmeye kalkışarak dinden çıkmak, insanoğlu için yüzkarasıdır. Tüm fen detayları, aklın erdiği şeylerde işe yaramaktadır. Sonsuz saadete ve felakete sebep olacak işleri, bu bilgilere dayamak ve ahiret işlerini bu bilgilerle çözmeye kalkışmak doğru olmaz. Bu en önemli işler aklın ve fen bilgilerinin sınırı dışındadır. Bu en lüzumlu detayları, Peygamberlerden öğrenmeyip, yalnız dünya bilgileriyle çözmeye uğraşmak, gereksiz zaman geçirmek olur. Şundan dolayı o bilgiler, aklın ermediği işlerde yararlı olması imkansız, bunlar sadece Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılabilir. (c.3, m.23)

İslamiyet’te aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat, selim akla uymayan bir şey yoktur. Ahiret detayları ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona yakarma şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilselerdi, Peygamberlere lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri görebilir, bulabilirdi ve Allahü teâlâ hâşâ Peygamberleri boş yere ve gereksiz göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki, Allahü teâlâ, her asırda dünyanın her tarafına, Peygamber göndermiş ve son olarak ve kıyamete kadar değiştirmemek suretiyle ve tüm dünyaya, peygamber olarak Muhammed aleyhisselamı göndermiştir.

Sual: Peygamberler olmasaydı insan, Tanrı’a iyi mi yakarma edileceğini, iyi mi şükredeceğini bilebilir miydi?
CEVAP
İnsanları var eden ve varlıkta kalabilmeleri için ihtiyaç duyulan her nimeti gönderen, Allahü teâlâdır. İyilik edene şükretmek icap ettiğini hepimiz bilir. Allahü teâlânın nimetlerine iyi mi şükredileceğini bilmek için de, gene Peygamberler gerekir. Onların bildirmediği şükür ve saygı, Ona layık olmaz. Ona iyi mi şükür olunacağını, insan bilmesi imkansız. Ona karşı saygısızlık olan bir şeyi, şükretmek ve saygı sanabilir. Şükredeyim derken, saygısızlık yapabilir. Allahü teâlâya iyi mi şükredileceği, sadece Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılır.

Evliyanın kalblerine doğan (İlham) denilen bilgiler de, Peygamberlere uymakla hasıl olmaktadır. İlham, akıl ile hasıl olsaydı, yalnız akıllarına uyan eski Yunan felsefecileri yoldan sapmazlardı. Allahü teâlâyı herkesten iyi anlarlardı. Oysa, Allahü teâlânın ve Onun üstün sıfatlarının varlığını anlamakta, insanların en cahilleri, bu felsefecilerdir. Bunlardan birkaçı, Peygamberlerden işiterek ve mümin olan tasavvufculardan görerek, riyazet ve mücahede yapmış, nefslerine sorun vererek onu parlatmışlar, böylece birkaç şey bulabilmişler ise de nefsin safasının, parlatılmasının ve bu yoldan ele geçenlerin sapıklık bulunduğunu anlayamamışlardır.

Kalbi parlatmak, temizlemek gerekir. Kalb temizlendikten sonrasında, nefs temizlenmeye adım atar. Nurlar ilkin temiz kalbe girer. Kalb temizlenmeden nefsi parlatmak, gece düşmanın yağma yapması için, ona ışık yakmaya benzer. Nefsin yardım etmiş olduğu düşman, İblistir. Evet, açlıkla, nefsin istediklerini yapmamakla, ona sorun vermekle ve akıl ile aramakla da, doğruya ve saadete kavuşulabilir. Fakat, bu sadece Peygamberlere ve bunların Allahü teâlâdan getirdiklerine inandıktan sonrasında mümkün olabilir. Şundan dolayı Peygamberlerin her sözü, yanılmayan meleklerle bildirilmiştir. Bu bilgilere, şeytan düşmanı karışamaz.

Bu büyüklere uymayanlar ise, şeytanın aldatmasından kurtulamazlar. Felsefecilerin büyüklerinden olan Eflatun, İsa aleyhisselamın zamanında bulunmak şerefine kavuşmuştu. Fakat, kaba cahillik yaparak, kendisinin kimseden bir şey öğrenmeye ihtiyacı olmadığını sandı. O yüce Peygamberin bereketlerinden yoksun kaldı.

Sual: Dünya ve ahirette saadete kavuşmak isteyen ne yapmalı?
CEVAP
Sonsuz saadete kavuşmak isteyenin, Ehl-i sünnet itikadını özetlemek gerekirse öğrenip, bunlara inanç etmesi, sonrasında dört mezhepten öğrenmesi mümkün ve kolay olan birini seçip, günlük işlerini ve ibadetlerini, sırası geldikçe, o mezhebin kitabından öğrenerek yapması gerekir. Her ülkede, bir mezhebin bilgilerini bildiren doğru ilmihal kitabları vardır. Ele geçirilmeleri kolaydır. Bu kolaylık, Allahü teâlânın, ümmet-i Muhammede olan büyük ihsanıdır. Mezhebsizlerin, dinde reformcuların ve para kazanmak için konuşan ve yazan cahillerin yaldızlı sözlerine ve yazılarına aldanmamak için, oldukca uyanık olmalıyız!

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dini hükümleri kendi aklı ile idrak etmek ve aklı ona rehber etmek isteyen, Peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir.

Ehl-i sünnetin dört mezhebi de âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarılmıştır. Birbirlerine muhalif görünen ictihadlarından yalnız biri doğru ise de, yanlış olanlarını yansılamak edenlere de sevap verileceği hadis-i şerifte bildirilmiştir. Bunun için, dört mezhebin ittifak ile bildirdikleri yapılınca, sahih ve makbul olacağı benzer biçimde, ihtilaflı bölgeleri yapılınca da, sahih ve makbul olacaktır. O halde, müctehid olmayan her müslümanın, her işinde dört mezhepten birini seçip yansılamak etmesi ve mezhep imamının delilini aramaması gerekir. Şundan dolayı, Tabiinden yeni imana gelenler, Eshab-ı kiramı yansılamak ederler, delillerini asla sormazlardı. Her müslüman, beğenmiş olduğu, seçtiği mezhebin her meselesini yaparken, Kur’an-ı kerime yada hadis-i şerife uymakta olduğuna inanmalıdır.

Bugün müctehide de lüzum yoktur. Şundan dolayı, din bilgilerinde, açıklanmamış bir şey kalmamıştır. Kemale gelmiş olan bu dine ilave edilecek bir şey de yoktur. Resulullah efendimiz, kıyamete kadar olacak her şeyin hükmünü bildirmiştir. Mezhep imamları da bu tarz şeyleri açıklamıştır. Bunların günlük vakalara tatbiklerini, müctehid olmayan âlimler yapar. Her asırda gelecek olan müceddidler, bu işi yapacaklardır. Fakat, ictihad ile gene hükümler çıkarmayacaklardır. Şundan dolayı, buna lüzum kalmamıştır. Helal ve haram ve her kanıt açıklanmıştır.

Septisizm [şüphecilik]Sual: Bir dost, “Sen Tanrı’a körü körüne inanıyorsun. Sen kitaplardan değişik söyleyecek, her şeyden, hatta Tanrı’tan şüpheleneceksin” diyor. Buna iyi mi bir yanıt vereyim?
CEVAP
Anlamadan inanılacak şeyler olduğu benzer biçimde, inceledikten sonrasında inanılacak şeyler de vardır. Muhammed aleyhisselamın Peygamber olarak bildirdiği şeylere akla uygun olduğu, veya deneyim ile anlaşıldığı için inanmak inanç olmaz. Şundan dolayı bu, Peygamber efendimizi değil, aklı onaylama etmek anlamına gelir. İman, gayba inanmak anlamına gelir. Kur’an-ı kerimin baş tarafında, Allahü teâlâ, salihleri övüyor, (O müttekiler ki, gayba inanırlar, namaz kılarlar ve kendilerine verdiğimiz mallardan [zekât ve her türlü hayır hasenat için] harcarlar) buyuruyor. (Bekara 3)

Gayb, his organları ile, deneyim ve hesapla anlaşılamayan şeyler anlamına gelir. Peygamberlerin bildirmesi ile anlaşılır. Sözgelişi Aden, Cehennem ve meleklerin varlığı böyledir. Bunlar akıl ile kim bilir.
Aklın belli bir sahası vardır. Bunun dışındakileri ölçmeye, anlamaya gücü yetmez. Şundan dolayı akıl bir kararda kalmaz. Her insanın aklı birbirine uymadığı benzer biçimde, selim olmayan akılların yanıldığı oldukca görülmüştür. En akıllı sanılan bir kimse bile, mütehassısı olduğu dünya işlerinde hata eder. Nerde kaldı ki, din işlerindeki hikmetleri çözebilsin? Bu şekilde yanılan bir akılla, sonsuz olan ahiret işlerinin hikmeti anlaşılması imkansız. Sadece Tanrı’ın varlığını anlamada aklın ve ilmin görevi çoktur. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
(Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü teâlânın varlığını ve kudretini iyi anlayamaz.)

Ahirete ilişkin bilgilerde şüphecilik oldukca yanlıştır. Felsefede, başıboş düşüncede her şeyden kuşku etmeye septisizm, şüpheciye de septik [sceptique] deniyor. Septiklerle düşüp kalkmanızı tavsiye etmeyiz.

Allahü teâlâyı tanımak
Derhal hepimiz Allahü teâlâyı tanıyor ve Tanrı vardır diyor. Fakat Tanrı’ı tanımak iyi mi olur? İyi bir şeyi tanıyan onun iyiliklerinden istifade etmeye çalışır. Kötüyü tanıyan kötülüklerden uzak durmaya çalışır. Bunlara riayet etmeyenin tanıması yanlış anlamına gelir. Yılanın sokacağını bilen yılanla oynamaz. Aslanın parçalayacağını bilen onun yuvasına giremez. Bombanın patlayacağını bilen onu elinde patlatmaz. Allahü teâlâyı tanıyan onu sever. Onu seven de dinin emirlerini yapar. Haramlardan kaçınır. Bunlara şu demek oluyor ki buyruk ve yasaklarına riayet etmeden ben Tanrı’ı tanıyorum, Onu seviyorum demek yanlış olur. Sevmenin bir tarifi de itaat etmek anlamına gelir. Sevginin derecesi, itaatteki sürat ile ölçülür.

Zamanı inceleyecek olursak, insanların, önlerinde Allahü teâlânın gönderilmiş olduğu bir rehber olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıklarını görürüz. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var bulunduğunu, aklı yardımıyla anlamış oldu. Fakat ona giden yolu bulamadı.

Peygamberleri işitmeyenler, Halıkı, şu demek oluyor ki yaratıcıyı ilkin etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonrasında, büyük doğa güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe bu tarz şeyleri yaratıcının yardımcıları zannettiler. Her biri için bir suret, alamet halletmeye kalktılar. Bundan da putlar hayata merhaba dedi. Böylece, çeşitli putlar zuhur etti. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni hadise karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet zuhur etmiş olduğu süre Kâbe-i muazzamada 360 put vardı. Kısacası insan, bir, öncesiz ve sonsuz olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalı! Şundan dolayı, rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Biz, Peygamber göndererek bildirmeden ilkin azap yapıcı değiliz.) [İsra 15]

Akıl ve din
Sual:
Bir dost, “Ben ateist değilim fakat, dine inanmak için peygambere ve mukaddes kitaba gereksinim yoktur. İnsan akıl yöntemiyle Tanrı’ın varlığını anlamış olur ve Onun emirlerini yerine getirebilir. Şundan dolayı aklın yolu birdir” diyor. Bu mümkün mü?
CEVAP
Asla mümkün olur mu? O süre hâşâ, Allahü teâlâ, Peygamberleri ve kitapları gereksiz yere mi göndermiş oldu? Tanrı’ın emirlerinin ne olduğu nereden bilinecek? Sözgelişi en önemlisi inanç nedir? İmanın esasları nedir? Bu bilinmedikçe iyi mi inanç edilir ki? Namaz, zekât benzer biçimde emirler aslına bakarsanız bilinemez. Fakat imanı bile bilmek imkansızdır. İmanın altı esası bildirilmeden iyi mi bilinir ki?

Hatta, insan kendisini de bilemezdi. Kimdir, ihtiyacı nedir, saadeti felaketi nededir? Ne meydana getirecek, ne yiyip içecek, niye yaratıldı, başına neler gelecek, bunların asla birini bilemezdi. Peki, bu tarz şeyleri bilemeyen insanoğlunun hayvandan ne farkı kalırdı?

Aklın yolu bir olsa idi, dünyadaki insanoğlu hep aynı inanışa haiz olurlardı.

Aklın ermediği şeyler
Sual: (Din-i İslam’da aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat akla uymayan bir şey yoktur)
deniyor. Bir şeye akıl ermezken iyi mi akla uygun olur?
CEVAP
Ahiret detayları ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona yakarma şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine gerek kalmazdı. Demek ki insan, hakikatı bulmak için, Peygamberlerin yol göstermesine muhtaçtır. Ahiret detayları ve Allahü teâlânın beğenmiş olduğu şeyler, akıl ile bilinemez fakat, Peygamberler bildirince, bunların selim akla aykırı olmadığı görülür.

Rahata, huzura kavuşmak için
Sual: Bir kimse, kendi aklı ile, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırıp rahat ve rahat olması imkansız mı?

Yanıt: Dünyada iyi, yararlı şeyler, fena, zararı dokunan şeylerle karışıktır. Saadete, rahat ve huzura kavuşmak için, hep iyi, yararlı şeyleri yapmak lazımdır. Allahü teâlâ oldukca merhametli olduğundan, iyi şeyleri kötülerden ayıran bir kuvvet yaratmıştır. Bu kuvvete akıl denir ki herkeste aynı değildir. Sadece temiz ve sağlam olan akıl, bu işini, oldukca iyi yapar, asla yanılmaz.

Günah işlemek, nefse uymak, aklı ve kalbi hasta yapar. O süre akıl, iyiyi kötüden ayıramaz. Allahü teâlâ, acıma ederek, iyi işleri Peygamberleri vasıtası ile bildirmekte ve bu tarz şeyleri yapmayı emretmektedir. Zararı dokunan şeyleri de bildirip, bu tarz şeyleri yapmayı yasak etmektedir. Bu buyruk ve yasaklara Din denir. Muhammed aleyhisselamın bildirdiği dine İslâmiyet denir. Bugün, yeryüzünde, değiştirilmemiş, bozulmamış tek din, İslâmiyettir. Rahata, huzura kavuşmak için, İslâmiyete uymak, şu demek oluyor ki Müslüman olmak lazımdır. Müslüman olmak için de, hiçbir formaliteye, imama, müftüye gitmeye lüzum yoktur. Ilkin kalp ile inanç etmeli, sonrasında da, İslâmiyetin buyruk ve yasaklarını öğrenmeli ve yapmalıdır.

Peygamberlik makamı aklın üstündedir
Sual: Peygamber olmadan, akıl ile her şeyi idrak etmek mümkün değil midir?
Yanıt:
Mevzuyla ilgili olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Peygamberlik makamı aklın ve düşüncenin dışındadır, üstündedir. Aklın eremeyeceği, anlayamayacağı oldukca şeyler vardır ki, bunlar Peygamberlik makamında anlaşılır. Her şey akıl ile anlaşılabilseydi, Peygamberler gönderilmezdi. Ahiret azapları, Peygamberler göndererek bildirilmezdi. İsrâ sûresinin 15. âyetinde mealen; (Biz, Peygamber göndererek bildirmeden ilkin, azap yapıcı değiliz) buyuruldu. Akıl oldukca şeyi anlamış olur. Fakat, her şeyi anlayamaz. Anlaması da, kusursuz değildir. Oldukca şeyleri, Peygamberler bildirdikten sonrasında anlamaktadır. Peygamberlerin gelmesi ile, insanların özür ve bahane yapmaları önlenmiştir. Nisâ sûresinin 164. âyetinde mealen; (Peygamberleri, müjde vermek için ve korkutmak için gönderdim. Böylece, insanların Allahü teâlâya özür, bahane yapmaları önlendi) buyuruldu.

Akıl, dünya işlerinde bile oldukca kere yanılmaktadır. İslâm bilgilerini, bu şekilde bir akıl ile tartmaya kalkışmak doğru olması imkansız. İslâm bilgilerini akıl ile inceleyip, akla uygun olup olmamasına bakmak, aklın asla yanılmaz olduğuna güvenmek olur ve Peygamberlik makamına inanmamak olur. Bu şekilde bozuk iş yapmaktan Allahü teâlâ hepimizi korusun! Ilkin, Peygambere inanmak, Allahın Peygamberi bulunduğunu onaylama etmek lazımdır. Böylece, Onun bildirdiklerinin hepsinin doğru oldukları kabul edilmiş olur. Şüphelerden kurtuluş nasip olur. Dinin temeli, Peygambere inanmaktır. Peygamberin Tanrı tarafınca gönderildiğini, hep doğru söylediğini aklın kabul etmesidir. Akıl, bu temel bilgiyi kabul edince, Peygamberin bildirdiklerinin hepsini kabul etmiş olur. Peygamberin Tanrı tarafınca gönderildiğini, Allahın bildirdiklerini haber verdiğini kabul etmemiş olan bir akla din bilgilerini birer birer inandırmak oldukca güç olur. Aklın Peygambere kolay inanması ve kalpte tam inanç hasıl olması için en yakın yol, Allahü teâlâyı zikretmektir. Ra’d sûresinin 30. âyetinde mealen; (İyi biliniz ki, kalpler, Allahü teâlânın zikri ile itminana, rahata kavuşur!) buyuruldu. Kısaca, tam imana kavuşur. Düşünerek, akıl ile ölçerek, bu yüksek makama kavuşmak, güç, hem de oldukca güçtür.”

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/06/02/peygamber-gonderilmeseydi/feed/ 0 5486
Peygamber düşmanlığı https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/25/peygamber-dusmanligi/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/25/peygamber-dusmanligi/#respond Sat, 25 May 2019 14:12:04 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5450

Sual: (Peygamber Tanrı mı sanki? Niçin o denli oldukça övülüyor?) diyenler oluyor. Mevlit kandillerinde Resulullah’ın anılıp övülmesine niçin tahammül edemiyorlar?
CEVAP
Tahammülsüzlük Resulullah’a düşman olmaktan ileri gelir. Ona düşmanlık da İslâmiyet’e düşmanlıktır. İslâmiyet’e olan düşmanlıklarını gizleyerek bu yolla saldırıyorlar.

Resulullah efendimizin övülmesinden rahatsız olanlar birkaç gruptur:
1- Müslüman kılığına bürünmüş misyonerler. Her grupta bunların parmağı vardır.

2- (Yalnız Kur’an) diyenler.

3- Rashat Khalife denilen bir fellahı peygamber kabul edenler.

4- İngilizler tarafınca kurdurulan Vehhabiliğin yerli temsilcileri, Resulullah’ın övülmesine tahammül edemedikleri için Mevlit Kandili’ne bid’at diyorlar.

Kur’an-ı kerime inanmış olsalar, Resulullah’ı öven âyetlere de inanırlardı. Sözgelişi, İbni Abbas hazretleri, (Biz seni âlemlere rahmet olarak yolladık) mealindeki âyetin tefsirinde, (Muhammed aleyhisselam, tüm insanlara rahmettir) buyurmuştur. (Kurtubî)

Birkaç âyet-i kerime de şu mealdedir:
(Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158, Nur 54] (Bu âyete inanan, yalnız Kur’an demez.)

(O, kendiliğinden konuşmaz. Onun [dine ait] her sözü vahiyledir.) [Necm 3-4] (O hâlde Resulullah’ın sözleri vahye istinat ettiğine nazaran niye kabul edilmez ki?)

(Rabbinin sana verdiği nimetlerle mecnun değilsin. Senin için bitmez, tükenmez, sonsuz mükâfat vardır. Normal olarak sen en büyük terbiye üzeresin.) [Kalem 2-4] (Bundan daha üstün bir peygamber var mıdır?)

(Biz seni tüm insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak yolladık.) [Sebe 28]

(Resulullah’ta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21] (Kur’ana inanmakta samimi iseler, niçin ona uymazlar?)

Duha sûresinin, (Sen razı olana [yeter diyene] kadar, her dilediğini vereceğim) mealindeki 5. âyeti, Allahü teâlânın, Peygamberine tüm ilimleri, tüm üstünlükleri, İslamiyet’i, düşmanlarına karşı yardım ve ümmetine Kıyamette her türlü şefaat ve tecelliler kayra edeceğini vaat etmektedir. Bu âyet-i kerime erişince, Cebrail aleyhisselama bakıp, (Cehennemde bir müminin kalmasına razı olmam) buyurdu. Gene buyurdu ki:
(O denli oldukça hiç kimseye şefaat ederim ki, Rabbim Allahü teâlâ, bana, “Razı oldun mu?” diye sorunca, “Evet razı oldum” derim.) [Beyhekî, Bezzar, Taberanî]

(Tanrı ve melekleri, Resule salevat getiriyor, inanç edenler, siz de salevat getirin!) [Ahzab 56]

Hakkaten Tanrı ve melekleri, Peygambere salât ederler. (Onur ve şânını yüceltirler. Şüphesiz Tanrı ve melekleri Peygamberi överler. Ey inananlar! Siz de onu övün, ona salât ve merhaba getirin) deniyor. Fellah Rashat ve yandaşları, bu âyet-i kerimeyi de çarpıtmaya çalışıp, (Resule destek verin ve saygı gösterin) diyorlar. Hâlbuki tevile asla gerek yok. Açıkça (Salât, salevat getirin!) buyuruluyor. Onların tevil etmiş olduğu benzer biçimde bile olsa, niye saygı duymuyorlar? Saygı ifadesi kullanmadan niye ismiyle hitap ediyorlar? Tanrı ve melekler Resulünü destekliyorsa, Fellah’ın yandaşları ve (Yalnız Kur’an) diyenler niye desteklemiyorlar? Niye hiçbir hadis-i şerifi kaynak almıyorlar? Demek ki, kendi tevillerine de inanmıyorlar.

İnşirah sûresinin (Senin şânını, şöhretini yücelttik) mealindeki âyetinin tefsirinde deniyor ki:
Ezan, ikamet, teşehhüd, hutbe benzer biçimde birçok yerde benimle birlikte adını çağrıştırmak sûretiyle şânını yücelttik. (Celâleyn)

Senin adını doğuda, batıda, yeryüzünün her yerinde yükselttim. (Sâvî tefsiri) [Batıya doğru, bir tul [boylam] derecesi gidilince, namaz vakitleri 4 dakika gecikiyor. Her 28 km gidişte, aynı vaktin ezanı birer dakika sonrasında yine okunuyor. Böylece, yeryüzünün her yerinde, her an ezan okunmakta, Muhammed aleyhisselamın adı, Allahü teâlânın ismiyle birlikte her an, her yerde işitilmektedir. Resulullah’a düşman olanlar buna iyi mi tahammül ederler ki?]

Öyleki bir yükseltme, yüceltme ki kendi adını Habibinin ismiyle beraber çağrıştırdı, Ona itaati kendisine itaat olarak gösterdi, melekler Ona salât etti, müminlere de, Ona salevat getirmeyi emretti, Onu ismiyle değil, hep (Resulüm), (Habibim) benzer biçimde güzel sıfatlarla andı. (Beydavî)

Cenab-ı Hak, Resulünün namını dünya ve âhirette de yükseltti. Hiçbir şehadet getiren, hiçbir namaz kılan yoktur ki, şehadet kelimesini ve Resulullah’ın kutsal adını zikretmiş olmasın. (Katâde)

Bir hadis-i şerif:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: “Ben anıldıkça Habibim sen de benimle beraber anılmak sûretiyle şânını yükselttim.) [Ebu Ya’la, İbni Hibban]

Allahü teâlânın övdüğü Resulünün, Mevlit Kandili’nde yada başka zamanlarda övülmesinden sadece sapıklar rahatsız olur.

Peygamber efendimize dil uzatanlar
Sual: Hintli Hamidullah ve onun yolunda olanlar, Peygamber efendimizin, çeşitli bölgelere gezi ederek bu detayları öğrendiğini söyledikleri doğru mudur?
Yanıt:
Hintli Hamidullah, Fransa’da İslâm detayları profesörü etiketini almış olduğu için, İslâm âlimi sanılmaktadır. “İslâm Peygamberi” kitabında, Peygamber efendimiz için;
“Onu gene tüccar sıfatı ile Yemen’de, Bahreyn ve Umman’da görüyoruz. Kim bilir deniz yolu ile, Habeşistan’a gittiği dahi hatıra gelebilir. Tüm bu seyahatler, onun Bizans, Acem, Yemen ve Habeşistan’ın ticari, yönetimsel anane ve kanunlarını öğrenmesine yol açtı. Olgunluk yaşlarında, kırkında bu tecrübeli adam, kavmini ıslaha girişim etti” demektedir. Oysa, İslâm tarihleri, söz birliği ile diyorlar ki:
“Resulullah efendimizi, üç gün validesi, sonrasında Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe birkaç gün emzirdi, sonrasında, iki yıl Halime Hatun emzirdi. Altı yaşlarında iken, validesi Âmine Hatun, oğlunu Medine’ye dayılarını görmeye götürdü. Bir ay kalıp, dönüşte, Ebvâ denilen yerde vefat etti. Hizmetçileri Ümm-i Eymen ile Mekke’ye gelip, büyükbabası Abdülmuttalib’in yanında kaldı. Sekiz yaşına erişince, büyükbabası vefat edip, amcası Ebû Talib’in yanında kaldı.

Dokuz yada oniki yaşlarında iken Ebû Talib, yirmi yaşlarında hazret-i Ebû Bekir ve yirmibeş yaşlarında iken, hazret-i Hatice’nin kervanı ile Şam’a gidenler içinde bulunmuş oldu. Bu yolculukların üçünde de, Busrâ denilen yere varıldıkta, orada bulunan kilisenin papazları, Bahîra ve sonrasında Nestûra, İncilde okudukları son Peygamberin alametlerini kendisinde görerek;
“Şam’a gitmeyiniz! Şam’da Yahudiler bu evladı tanır, öldürür” dediler. Bunlar da, ticaretlerini orada yapmış olup geri döndüler.

Ondört yada onyedi yaşlarında iken, Yemen’e giden amcası Zübeyr, ticareti verimli olması için, Resulullah efendimizi de birlikte götürdü. Bahreyn’e gittiğini bildiren güvenilir haber olmadığı benzer biçimde, Habeşistan’a gezi ettiğini de, Peygamberliğine inanmayanlardan başka, kimse düşünmüş değildir. Öteki seyahatlere de, kendisi ile bereketlenmek için götürülmüştü.”

Bizans’a, Acem’e, Habeş’e ve Yemen’e gidip, oralarda öğrendiklerini ortaya koyarak, kavmini ıslaha kalkıştı demek ve Resulullah efendimiz için tecrübeli adam diyerek edepsizce hareket etmek, bir Müslümanın yapacağı şey değildir.

Sual: Peygamber efendimizin, peygamber olduğu, sözleri ve tüm yaşamı ile açıkça belli değil midir?
Yanıt:
Resûlullah efendimizin kendi sözlerine Hadis-i şerif denir. Hadis-i şerifleri de öğrenmek ve muhafaza etmek için, şaşılacak bir dikkatle çalışılmıştır. Peygamber efendimizin her sözü, huzurunda bulunan Eshâb tarafınca ezberlenmiş, işitmeyenlere ve sonrasında gelenlere açıklanmıştır. Böylece, sonsuz bir denize benzeyen İlm-i hadis meydana gelmiştir. Kur’ân-ı kerimin eşi olmayan bir mucize olduğu meydanda olmakla birlikte, hazret-i Musa’nın ve hazret-i İsa’nın karışık ve karanlık tarihlere dayanarak Peygamber olduklarına inanıyorlar da, tüm yaşamı ve sözleri inceden inceye meydanda olan ve her hâli Peygamberliğine tanık olan Muhammed aleyhisselamın Peygamber olduğuna niçin inanmıyorlar? Yahudilerle Hristiyanların bu inkârlarına ve inatlarına hem şaşılır, hem de teessüf olunur.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/25/peygamber-dusmanligi/feed/ 0 5450
Peygamber efendimizi rüyada görmek https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/23/peygamber-efendimizi-ruyada-gormek/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/23/peygamber-efendimizi-ruyada-gormek/#respond Thu, 23 May 2019 01:54:35 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5438

Sual: Rüyada Peygamberimizi gören muhakkak Onu mu görmüş olur?
CEVAP
Rüyada Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselamı hakiki şekliyle gören, muhakkak Onu görmüş olur. Şu sebeple şeytan Onun şekline giremez. Fakat şeytan başka şekle girip görünebilir. Resulullah efendimizi tanımayan kimsenin, bunu ayırması kolay olmaz.

Bazı âlimler de, (Peygamber efendimizi değişik şekilde görmek, gene Onu görmek olur. Fakat bu, o kişinin dindeki noksanlığına alamettir. Peygamber efendimizi rüyada gerçek şekliyle gören ve mümin olarak ölen hepimiz Cennete gider) buyurmuşlardır.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Beni rüyada gören, hakkaten beni görmüştür. Ben her surette görünürüm.) [Deylemi]

(Beni rüyada gören, hakkaten beni görmüştür. Şu sebeple şeytan benim şeklime giremez. Ebu Bekri Sıddıkı gören de, hakkaten onu görmüştür. Şeytan onun da suretine giremez.) [Hatib]

(Beni rüyada gören, uyanıkken görmüş gibidir.) [İbni Mace]

(Beni rüyada gören, Cehenneme girmez.) [İbni Asakir]

Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
İbni Sirin’e gore, rüyayı gören, Resulullahı vefatı zamanında bulunmuş olduğu biçim suretiyle görmüşse hakikaten onu görmüş anlama gelir. İbni Arabi hazretleri şeklinde bazı âlimler ise, (Resulullahı hayatta bulunmuş olduğu şekilde görmek koşul değildir) dedi. Resulullahı malum sıfatları suretiyle görmek, bizzat Peygamber efendimizi görmektir. Malum sıfatlardan başka şekilde görmek, Resulullahın misalini algı etmektir.

Peygamberlerin cesetleri yer değiştiremez. Bundan dolayı Peygamber efendimizi bulunmuş olduğu surette görmek, Onun hakikatini algı etmektir. Vasıflarından başka bir halde görmek ise, misalini algı etmektir.

Kadi İyad’a gore, Resulullahı malum sıfatından başka bir halde görenin rüyası tevile, tabire muhtaçtır. İmam-ı Nevevi ise, (sahih olan rüyayı gören her iki surette de Resulullahı hakikaten görmüştür. İster malum sıfatı suretiyle, isterse malum sıfatından başka bir surette görsün) dedi.

Resulullahın gençlik, orta yaşlılığı ve ihtiyarlık zamanlarında ve ömrünün sonunda olan malum suret ve sıfatlarından biri üstüne görülen rüya tabire muhtaç değildir. Eğer bunlardan birine benzemiyorsa, tabire muhtaç olur. Bunun için bazı tabircilere gore, bir kimse, Resulullahı yaşlı görse, selamete erişmeye; genç görse, bu kimsenin iyi hâlli oluşuna, şöhrete erişmesine ve onun düşmanına galip gelmesine delalet eder. Tebessüm ettiğini görse, rüya sahibinin sünnet-i seniyeye uyduğuna delalet eder.

Resulullahı kızgın bir halde görmek, o kimsenin hâlinin fena olmasına delalet eder. Güzel bir surette görmek, rüya sahibinin dince güzelliğine, kutsal vücudunda noksanlık görmek, rüyayı görenin noksanlığına delalet eder. Şu sebeple Resulullah oldukça parlak bir ayna gibidir ki, o aynaya bakan kendi şeklini görür.

Resulullahı bu şekilde uygun şekillerde görmekte büyük faydalar vardır. Şu sebeple Resulullahı bu durumda görmekle rüyayı görenin durumu bilinir ve gafletten uyanır. Öteki peygamberleri de rüyada görmek böyledir. Şu sebeple şeytan, peygamberlerin ve melaikenin suretine giremez. Rüyada Resulullahı görenin durumu iyi ve gönlü şen olur. Eğer o kimse kederli ve kederli ise, üzüntü ve kederinden kurtulur yada hapis ise hapisten çıkar.

Resulullahı görenler, muhasara altında yada kıtlık içinde iseler onlar bu şeklinde durumlardan kurtulur ve mazlum iseler zafere ulaşırlar. Eğer korku hâlinde iseler güvenilir olurlar.

Resul-i ekremin kendisine teveccüh gösterdiğini yada bir şey öğrettiğini ya da namazında ona iktida ettiğini ya da Resulullah’ın güzel bir şey yedirdiğini yada layık bir elbise giydirdiğini, yada ona hayırlı yakarma ettiğini gören, iyiliği emreden ve kötülüğü nehyeden şahıs olur. Rüyayı gören âlim ise, bilimsel ile amel eder. Âbid ise, feyze kavuşur. Günahkâr ise, tevbe eder, kâfir ise, hidayete erer.

Rüya sahibi korku içinde ise, düşmanlarından güvenilir olur. Kendisine şefaat edilir. Şu sebeple Resulullah efendimiz şefaat sahibidir.

Rüyada Resulullahı görmek, sözünde doğru ve vaadinde durmaya delalet eder. Kimi zaman de büyük bir makama nail olur. Rüya sahibi yolcu ise ve kuraklık çekiliyorsa, yağmurun yağmasına delalet eder. Şu sebeple su bulunmayan yerde, Resulullahın kutsal parmakları arasından su akmış idi.

Resulullah bir yerde rengi değişmiş yada bir a’zası noksan görülürse, bu rüya o yerde dinin zayıflamasına ve bid’atin meydana çıkmasına delalet eder. Resulullahın üstünde eski elbise görmenin tabiri de böyledir.

Resulullahın vefat ettiğini görenin kendi akrabasından şerefli bir zatın vefatına delalet eder. Eğer Resul-i ekremin bir yerde cenazesini görse, orada büyük bir musibet olur.

Resulullahın, kendisine dünya malından yada yiyecek ve içecek bir şey verdiğini gören, verilen şeyin şerefi nispetince erişeceği bir hayra delalet eder. Bir kimse rüyada onun kutsal elbiselerinden birini giyse yada Peygamber efendimiz kendisine elbisesini verse, o kimse mülke erişir. Fukara ise, varlıklı olur, bekârsa evlenir.

Resulullahın sürme çektiğini gören, dininde salih olur. Onun oldukça güzel bulunduğunu görmek, rüya sahibinin oldukça dindar olduğuna delalet eder. Resulullahı buğday benizli gören, heva ve hevesi terk eder, tevbe etmeyi tercih eder. Beyaz tende bulunduğunu gören, Tanrı’a tevbe eder. Güzel amel yapar ve yolunu düzeltir.

Resulullahın sakal-ı şeriflerinin siyah bulunduğunu ve beyazlık bulunmadığını gören, luk ve büyük bir ucuzluğa kavuşur. Sakalına aklık karıştığını görenin güçlü oluşuna ve düşmanına galip gelmesine delalet eder.

Resul-i ekremi kendi mescidinde yada harem-i saadetinde gören, kuvvet, izzet ve yüceliğe erişir. Resulullahın kabri şerifini gören, varlıklı olur, hapis ise kurtulur. Kabr-i şerifi ziyaret ettiğini gören, büyük bir mala erişir.

Resulullahın peşinden yürüdüğünü görenin, sünnete uyduğuna delalet eder. Resulullahı ayakkabısız görse, rüya sahibinin cemaatla namazı terk ettiğinden, ona, cemaatla namaz kılması için emrettiğine delalet eder. Resulullahın mestlerini giydiğini görmesi, Resulullahın o hiç kimseye Tanrı yolunda cihad yapması için emrettiğine delalet eder.

Resulullah ile müsafeha yaptığını görenin sünnet-i Resulullaha uyduğuna delalet eder. Resulullah kendisine rüyada hurma ve bal şeklinde güzel ve hoş bir şey ikram etse, Kur’an-ı kerimi ezberler ve ona verilen şey miktarınca ilim elde eder.

Peygamber efendimizin hutbe okuduğunu gören, iyilikle buyruk ve kötülükten nehyeder. Resulullahın kendisine bir şey verdiğini gören kimse, ilme nail ve hakka tâbi olur. Resulullahın kendisine verdiği şeyi almadığını görse, o kimse bid’at işler.

Resulullahı uzun boylu bir delikanlı suretinde görmek, insanoğlu içinde çıkacak fitneye delalet eder. Resul-i ekremi yaşlı bir halde görse, insanların afiyette olmalarına delalet eder. Resulullahın kendisine kızdığını yada kendisiyle savaşım ettiğini yada sesini onun sesinden daha çok yükselttiğini görenin, dinde çıkaracağı bir bid’ate delalet eder. Resulullahın herhangi bir yerde vefat ettiğini gören, o yıl orada vefat eder.

Peygamber efendimizi rüyada görmek için
Peygamber efendimizi rüyada hakiki şekliyle görebilmek için muntazam itikada haiz olmak, ibadetleri yapmış olup haramlardan kaçmak ve oldukça salevat-ı şerife getirmek lazımdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Cuma gecesi iki rekat namaz kılıp, her rekatta bir Fatiha, bir Âyet-el Kürsi, 15 İhlas okuyup merhaba verdikten sonrasında bana bin salevat okuyan, diğeri Cumaya varmadan beni rüyada görür.) [Şir’a]

Hazret-i Ömer, (Bir mümin, Abher namazını kılıp da Resulullahı rüyasında görmezse, ben Ömer değilim. Vallahi billahi ki, Allahü teâlâ, bu namazı kılanın işini görür, dilediğini verir, günahı ne kadar oldukça olsa da, hepsini affeder, ölürken susamaz, kabrine çiçekler döşenir. Kabrinden kalkarken de, başına keramet tacı konur) buyurdu. Hazret-i Ali de, (Resulullahı görmek istediğim vakit, Abher namazını kılarım) buyurdu.

Abher namazı, 4 rekatlık nafile bir namazdır. İkinci rekatta, oturulunca Ettehiyyatüden sonrasında salli barik okunması mümkün. Her rekatta bir Fatiha, on kere Kadir suresi okunması mümkün. Sonrasında rükudan ilkin, 15 kere Sübhânallahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illallahü vallâhü ekber tesbihi okunması mümkün, sonrasında rükuya varılır, rükuda 3 kere Sübhane rabbiyel azim dendikten sonrasında 3 kere yukarıdaki tesbih okunması mümkün. Sonrasında doğrulup, kavmede, doğrusu ayakta iken aynı tesbih 3 kere daha okunması mümkün. Secdeye varılır, 3 Sübhane Rabbiyel a’ladan sonrasında, aynı tesbih 5 kere okunması mümkün. Sonrasında ikinci secdeye gidilir. İki secde içinde tesbih okunmaz.

Öteki 3 rekat da bu şekilde tamamlanır. Selamdan sonrasında konuşmadan Kadir suresi on kere okunması mümkün. Sonrasında aynı tesbih 33 kere okunup Cezallahü Muhammeden anna ma hüve ehlühü denir.

Resulullah efendimizi rüyada gören müslüman, ölene kadar o hâlini muhafaza ederse Cennetliktir.

Resulullahı rüyada görmek
Sual:
Bazıları, (Peygamberi rüyada gördüm, bana şöyleki bildirdi) diyerek, dine aykırı şeyler söylüyorlar. Şeytan, Peygamberin kılığına giremeyeceğine gore, bu iyi mi oluyor?
CEVAP
Birincisi, Resulullahı görmüş olduğu yalan olabilir. İkincisi, dine aykırı olduğuna gore, görülenin Resulullah olmadığı kesindir. Şeytan, başka şekle girip, ben Peygamberim diye yalan söyleyebilir. Peygamber efendimizi tanımayan da, o şekli Resulullah zanneder. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Resulullahın hakiki şeklini, rüyada tanıyabilmek oldukça güçtür. Bunun için, rüyalara iyi mi güvenilebilir? Şeytan, Resulullahın yüksek şanına yakışacak bir halde, o Serverin ismiyle görünemez. Melun şeytan, düşmanlığını burada da izah edebilir. Araya karışarak, olmayan şeyi olmuş şeklinde izah edebilir. Rüya göreni şaşırtır. Kendi sözlerini ve işaretlerini, onun sözleri ve işaretleriymiş şeklinde gösterir. Resulullah vefat ettikten sonrasında, bir kimse uykuda, hisleri çalışmazken ve yalnızken, iyi mi olur da, rüyanın şeytanın karışmasından korunduğunu ve onun değiştirmediğini anlayabilir? (1/273)

Resulullahı uygun olmayan bir halde görmek, aslına bakarsanız o kişinin bid’at yada günah işlediğini gösterir. Bunun için, rüyada söylendi denilen, dine aykırı laflara saygınlık edilmez. [Mesela, Şeyh Ahmet vasiyetnamesi isimli yazıda, Resulullahı gördüm denmesi tamamen yalandır.]

Peygamber efendimizi rüyada görmek
Sual: Bazı kimseler, Peygamber efendimizi rüyada görerek bazı şeyleri sorup öğrendiklerini söylüyorlar. Bu tarz bir olay mümkün müdür ve bunlara saygınlık edilebilir mi?
Yanıt:
Mevzu ile ilgili olarak, İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Resûlullah efendimizin kendi şeklini ve hele rüyada tanıyabilmek oldukça güç olacağı meydandadır. Bunun için, rüyalara iyi mi güvenilebilir? Âlimlerin çoğunun söylediğine uyarak ve Resûlullah efendimizin yüksek şanına yakışacak suretiyle, şeytanın hiçbir şekilde o Serverin adı ile görünemeyeceğini söylersek, o şekilden emirler almak ve onun beğenip beğenmediğini idrak etmek kolay değildir. Melun şeytan araya karışarak, olmayan şeyi olmuş şeklinde izah edebilir. Rüya göreni şaşırtır.

Çoğumuzun bilmiş olduğu şeklinde, bigün Peygamber efendimiz Eshâbı ile oturuyordu. Kureyş’in ileri gelenleri orada idiler. Resûlullah efendimiz onlara Vennecmi suresini okudu. Onların putlarını özetleyen âyet-i kerimeye ulaşınca, melun şeytan putları öven birkaç sözü, o Serverin aleyhisselam sözüne ekledi. Dinleyenler, bu tarz şeyleri da o Peygamber efendimizin sözü sandılar. Orada bulunan kafirler bağırmaya başlayarak, Muhammed aleyhisselam bizimle barış yapmış oldu, putlarımızı övdü dediler. Peygamber efendimiz şeytanın sözlerini anlamadı. (Ne oluyorsunuz?) diye sordu. Eshâb-ı kiram, siz okurken bu sözler de araya karıştı dediler. O Server aleyhisselam oldukça üzüldü. Derhal Cebrâîl aleyhisselam vahiy getirdi. O sözleri şeytanın karıştırdığı, tüm Peygamberlerin sözlerine de karıştırmış bulunduğunu bildirdi. Allahü teâlâ, o sözleri âyet-i kerime arasından çıkardı.

Görülüyor ki, Peygamber efendimiz hayatta ve uyanık iken, şeytan o Serverin sözüne kendi bozuk şeylerini karıştırıyor ve asla kimse bunu ayıramıyor. O Server vefat ettikten sonrasında bir kimse uykuda hisleri çalışmaz ve yalnız iken, iyi mi olur da, rüyanın şeytanın karışmasından korunduğunu anlayabilir? Doğru olan rüyalar, oldukça olur ki, görüldüğü şeklinde çıkmaz, tabir etmek lazım gelir. Demek ki, rüyalara kıymet vermemelidir. Her şey, insan uyanık iken vardır. Bu tarz şeyleri uyanık iken görmeye çalışmalıdır. Uyanık iken görülen, bulunan şeylere güvenilir. Bunlar, tabir etmek istemez. Rüyada ve hayalde görülen şeyler de, rüya ve hayaldir.”

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/23/peygamber-efendimizi-ruyada-gormek/feed/ 0 5438
Peygamber efendimiz ve medeniyet https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/21/peygamber-efendimiz-ve-medeniyet/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/21/peygamber-efendimiz-ve-medeniyet/#respond Tue, 21 May 2019 14:48:12 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5431

Sual: Peygamberimizi gayrimüslimlerden övenler de var mıdır?
CEVAP
Evet. Resulullah efendimiz günümüzde de tüm dünya milletlerinin, ilim adamlarının, devlet, politika ve düşünce adamlarının, ediplerin, tarihçi ve askeri şahsiyetlerin ilgisini çekmekte, bunların her biri Onu birazcık inceledikten sonrasında hayranlık ve şaşkınlıklarını, dile getirmektedirler.

Müslüman olmayanlar, Resulullah efendimizin bir tek idareciliği, dehası, askeri, toplumsal ve öteki taraflarını görmekte, yalnız bunlara bakarak Onu tanımaya çalışmaktadırlar. Gördükleri muhteşem ve hiçbir insanda görülmemiş üstünlükler karşısında acze düşmekle birlikte, Ona peygamber gözüyle bakmadıkları için, Onu tanımaktan ve anlamaktan oldukça uzak kalmaktadırlar.

Dünyanın medeniyete ulaşması
Sual:
Dünyanın medeniyete ulaşması Resulullah efendimiz yardımıyla olmadı mı?
CEVAP
Normal olarak. Bakın, üstelik Müslüman olmakla şereflenemeyen yabancıların da itiraf etmeye zorunlu kaldıkları şeklinde, dünya medeniyete iyi mi kavuşuyor:

İslamiyet’ten evvel Arabistan bir çöl ve orada oturan insanoğlu da yarı yırtıcı bedevilerdi. Putperest idiler. Birçok putlara taparlardı. İptidai bir yaşam sürerlerdi. Kız çocuklarını diri diri gömmek şeklinde korkulu âdetleri vardı. Bu yarımada, bir yol üstünde olmadığı için, ne büyük İskenderler, ne Persler, ne Romalılar, Araplarla asla uğraşmamış, birçok kavimlerle savaştıkları halde, Arapların yanından geçmemişlerdi. Bu sebepten, İranlıların, Romalıların ahlaksızlıkları, zulümleri, hilekârlıkları Araplara bulaşmadı.

İşte bu şekilde aciz, zavallı, yarı yırtıcı olan bir kavim, onlara rehberlik eden Muhammed aleyhisselam yardımıyla aniden değişmiş, tam bir medeniyete kavuşmuş, muhteşem bir çaba ile 30 yıl içinde, doğuda Türkistan ve Hindistan, batıda İspanya olmak suretiyle akla şaşkınlık veren oldukça kudretli bir İslam devleti meydana getirmiştir. İlimde, fende ve medeniyette son aşama ilerlemişler, o zamana kadar bilinmeyen birçok şeyler keşf etmişlerdir. İlim, fen, tıp ve edebiyatta en yüksek mertebeye varmışlardır. İlimde o denli ileri gitmişlerdi ki, Papalar bile Endülüs Üniversitelerinde okuyor, dünyanın her tarafınca koşup gelenler, bu üniversitelerde fen ve tıp öğrenim ediyorlardı.

O dönemin Avrupa’sından bahseden John W. Drapper şeklinde yansız bir tarihçi, (Avrupa’nın içsel inkişafı) ismindeki eserinde şu şekilde demektedir:
“O zamanki Avrupalılar, tamamen barbardı. Hristiyanlık onları barbarlıktan kurtaramamıştı. Hristiyan dininin başaramadığını, İslam dini başardı. İspanya’ya gelen Araplar, öncelikle onlara yıkanmasını öğrettiler. Sonrasında, onların üstündeki parça parça olmuş, bitlenmiş hayvan postlarını çıkararak, temiz, güzel elbiseler giydirdiler. Evler, konaklar, saraylar yaptılar. Onları okuttular. Üniversiteler kurdular. Hristiyan tarihçiler, İslam’a karşı olan kinlerinden dolayı, bu hakikati gizlemeye çalışmakta, Avrupa’nın medeniyette Müslümanlara ne kadar borçlu bulunduğunu bir türlü itiraf edememektedirler.”

Tarihe dünyanın en büyük askeri dehalarından biri, hem de kıymetli bir devlet adamı olarak geçen Fransız İmparatoru Napoléon şu şekilde diyor:
“Tanrı’ın varlığını ve birliğini, Musa [aleyhisselam] kendi milletine, İsa [aleyhisselam] Romalılara, fakat Muhammed [aleyhisselam] tüm eski dünyaya bildirdi. Arabistan tamamiyle putperest olmuştu. İsa [aleyhisselam]’dan altı yüzyıl sonrasında Muhammed [aleyhisselam] kendisinden evvel gelmiş olan İbrahim, İsmail, Musa ve İsa’nın [aleyhimüsselam] Tanrı’ını Araplara tanıttı. Arapların yanına sokulan Aryenler, hakiki İsa dinini bozarak onlara Tanrı, Tanrı’ın oğlu, Ruhulkudüs şeklinde, kimsenin anlayamayacağı inançları yaymaya çalışıyor, doğunun sulh ve huzurunu tamamen bozuyorlardı. Muhammed [aleyhisselam] onlara doğru yolu gösterdi. Araplara yalnız bir tek Tanrı bulunduğunu, Onun ne babası ne de oğlu bulunmadığını, bu şekilde birkaç Tanrı’a tapmanın puta tapmaktan kalan saçma bir âdet bulunduğunu söyledi.”

Dünyanın tanımış olduğu en büyük ilim adamlarından kabul edilen İskoçyalı Thomas Carlyle diyor ki:
“Muhammed [aleyhisselam] gelmeden evvel Arapların bulundukları bölgelere devasa bir ateş parçası sıçramış olsaydı kuru kum üstünde kaybolup gidecek ve asla iz bırakmayacaktı. Fakat Muhammed [aleyhisselam] ulaşınca bu kuru kum dolu çöl, sanki bir barut fıçısına döndü. Delhi’den Granada’ya kadar her taraf aniden semaya yükselen alevler hâline geldi. Bu büyük zat sanki bir şimşekti. Onun etrafındaki tüm insanoğlu, Ondan ateş alan parlayıcı maddeler hâline dönüştüler.”

Hindistan’ı İngiliz sömürgesi olmaktan kurtaran Hintli önder Mahatma Gandhi, İslam dinini ve Kur’an-ı kerimi inceledikten sonrasında şunları söylemiştir:
“İslam dini yalancı bir din değildir. Hintlilerin bu dini saygı ile incelemelerini isterim. Onlar da İslamiyet’i benim şeklinde seveceklerdir. Ben, İslam dininin Peygamberinin ve Onun yakınında bulunanların iyi mi yaşam sürdüklerini bildiren kitapları okudum. Bunlar beni o denli ilgilendirdi ki, kitaplar bittiği vakit bunlardan daha çok olmamasına üzüldüm. Ben şu kanaate vardım ki, İslamiyet’in hızlıca yayılması, kılıç yüzünden olmamıştır. Aksine her şeyden evvel sadeliği, mantıki olması ve Peygamberinin büyük tevazuu [alçak gönüllülüğü], sözünü daima tutması, yakınlarına ve Müslüman olan her insana karşı sonsuz bağlılığı yüzünden İslam dini birçok insanoğlu tarafınca seve seve kabul edilmiştir.”

Dünyaca tanınmış büyük Fransız edibi ve devlet adamı Lamartine ise, Türkiye Zamanı adlı eserinde şu şekilde diyor:
“Hazret-i Muhammed [aleyhisselam] bir yalancı peygamber miydi? Onun eserlerini ve tarihini inceledikten sonrasında bunu düşünemeyiz. Bundan dolayı yalancı peygamberlik iki yüzlülüktür. İki yüzlülükte inandırma kuvveti yoktur; iyi mi ki, yalanda da doğruluğun kudreti bulunmaz.

Mekanikte bir cisim atılmış olduğu vakit onun varabileceği yer, fırlatma gücü ile orantılıdır. Bir içsel ilhamın gücü de onun meydana getirmiş olduğu yaratı ile orantılıdır. Bu kadar oldukça şey taşıyan, bu kadar uzaklara kadar yayılan ve bu kadar uzun vakit aynı kudrette devam eden bir “düşünce” doğrusu İslamiyet yalan olması imkansız. Bunun oldukça samimi ve oldukça inandırıcı olması gerekir. Onun yaşamı, uğraşmaları, memleketinin hurafelerine ve putlarına kahramanca saldırıp onları parçalaması, puta tapan çoğunluğun hiddetlerine karşı koymak ataklığı, kendine saldırdıkları halde, 13 yıl Mekke’de buna dayanması, hemşerileri içinde türlü hadiseler çıkartmak ve kendini adeta kurban yerine koymak şeklinde hallere tahammül etmesi, Medine’ye hicreti, durmadan yapmış olduğu teşvikler ve verdiği vaazlar, oldukça üstün düşman güçleriyle yapmış olduğu savaşlar, kazanacağına olan itimatı, en büyük yıkım zamanında bile duyduğu insanüstü güvence, zaferde bile gösterdiği sabır ve tevekkül, dini bildiri etme azmi, sonsuz ibadeti, Tanrı ile mukaddes konuşmaları, ölümü, ölümünden sonrasında da devam eden şân ve şerefi, zaferleri Onun hiçbir vakit bir yalancı peygamber olmadığını, tam aksine büyük bir imana haiz bulunduğunu gösterir.

Felsefeci, hatip, peygamber, kanun koyucu, cenkçi, insan düşüncelerini etkisi altına alan, yeni inanç esasları koyan ve yirmi büyük dünya imparatorluğu ile bir büyük İslam devleti kuran şahıs: İşte Muhammed [sallallahü aleyhi ve sellem] budur! İnsanların büyüklüğü ölçmek için kullandıkları tüm mikyaslarla [ölçülerle] ölçülsün; acaba Ondan daha büyük bir kişi var mıdır? Olması imkansız!”

Almanya’da Stuttgart şehrinde 1888 [h. 1305] senesinde, yayınlanmış olan Kürschner ansiklopedisinin (Muhammed ve İslam dini) hakkında yazısından bir kısmı şu şekilde:
“Muhammed [aleyhisselam], oldukça güzel huylu, güler yüzlü, kibar tavırlı ve oldukça dürüst bir zat idi. Daima öfke ve şiddetten firar etmiş, hiçbir vakit zulüm yapmamıştır. Müslümanların daima iyi huylu, güler yüzlü olmasını istemiş, Cennete iyi alışkanlık ve sabır ile gidileceğini bildirmiştir. Doğru sözlülüğü, merhameti, fakirlere yardımı, misafirperverliği, şefkati, daima Müslümanlığın esas temelleri bulunduğunu beyan etmişti. Daima kanaat ile yaşamış, debdebe ve gösterişten kaçınmıştır. Müslümanlar içinde hiçbir derslik farkı tanımamış, en fukara bir Müslümanın bile hatırını gözetmiştir. Büyük bir yoksulluk olmayınca, zora başvurmamış, tüm meseleleri tatlılık ile, antak kalma ile, tembih ve izah ile hâl etmeye uğraşmış ve oldukça kereler bunda muvaffak olmuştur. 630 tarihinde yine Mekke’ye dönerek, bu şehri kolayca feth etmiş ve oldukça kısa vakit içinde, yarı yırtıcı Arapları, dünyanın en çağdaş insanları hâline getirmiştir.)”

Başka bir batılının itirafı
Hanımefendi Carly Fiorina, dünyanın en büyük şirketlerinden HP‘nin yönetim kurulu başkanı. Bu şirket, Microsoft şeklinde, Linux şeklinde dünya devlerinden biri olup esas iştigal alanı Bilişim Teknolojileri. Hanımefendi Fiorina Temmuz 1999’dan beri bu şirkette. Bundan ilkin 20 yıl ABD’nin telefon şirketi AT&T ‘de üst düzey görevlerde bulunmuş ve AT&T ile ilgili bir firmada başkan olarak çalışmış. Stanford Üniversitesi’nin “Ortaçağ zamanı ve felsefesi” bölümünü bitirmiş ve çeşitli dallarda master yapmış.

Minneapolis, Minnesota’da 26 Eylül 2001 “Teknoloji, piyasalar ve yaşam tarzımız: Gelecekte neler olacak?” temalı bir konferansa, Carly Fiorina, ana konuşmacı olarak çağrı edildi. Konuşmasının son dakikalarında tarihten örnekler vererek değerlendirmeler yapmış olup şu şekilde dedi:

“Konuşmamı tarihten bir örnek ile bitirmek isterim:

Bir zamanlar tarihte o şekilde bir medeniyet vardı ki, o devrin en büyük uygarlığı idi. Bu medeniyet birçok kıtalara yayılmış, sınırları okyanustan okyanusa, şimal iklimlerinden tropik iklimlere ve çöllere kadar uzanmıştı. O medeniyetin tebaası olarak, değişik ırklardan, değişik dillerden, değişik kültürlerden yüz milyonlarca insan yaşamıştı.

Bu medeniyette konuşulan dillerden bir dil, dünyada oldukça konuşulan bir dil haline gelmiş ve değişik kıtalardan insanoğlu içinde köprü olmuştu. Bu medeniyetin ordusundaki değişik milletlerden olan askerler, dünyanın kim bilir hiçbir vakit görmediği bir sulh sundu, tebaasına ve dünyaya. Bu medeniyetin tacirleri, Latin ABD’dan Çin’e ve arada kalan tüm ülkelere ulaşmışlardı.

Yeni buluşlar bu medeniyetin temel taşlarından biri olmuştu. Bu medeniyetin mimarları, yerçekimi hesaplarına dayanan binalar yapmışlar, matematik bilginleri, bilgisayarın temel algoritması olan algebrayı (cebiri) bulmuşlar ve kodlamayı keşfetmişlerdi. Doktorları, hastalıklara yeni ilaçlar bulmuşlar, uzay bilginleri gökyüzündeki yıldızları incelemişler ve onları isimlendirerek, bugünkü uzay çalışmalarının temellerini atmışlardı. Edipleri, binlerce duygusal ve büyülü hikâyeler yazmışlar ve şairleri kendilerinden öncekilerin yazmadığı şekilde sevgi üzerine şiirler yazmışlardı.

Diğeri medeniyetler yeni fikirlerden korkarken ve sıkıdüzen uygularken, bu medeniyet sürekli yeni fikirlere açık olmuş ve bilgiyi, kültürü sürekli canlı tutmuştu.

Günümüz Batı uygarlığı de bu özelliklerin bir çoğuna haiz, fakat benim sözünü ettiğim medeniyet, 800’den 1600 yılına kadar uzanan ve Osmanlı İmparatorluğu’nu da içine alan, Kanuni Sultan Süleyman’lar şeklinde hükümdarlar yetiştiren İslam medeniyetidir.

Bu medeniyetin bizlere sunmuş olduğu miras, bugünkü Batı medeniyetinin temelini oluşturmaktadır. Bugünkü teknoloji İslam matematikçilerinin yardımıyla vardır. Sufî yazar Mevlana şeklinde yazarlardan oldukça şeyler aldık. Kanuni Sultan Süleyman şeklinde hükümdarlardan hoşgörü göstermeyi ve liderliği öğrendik.

Bu medeniyetten dersler çıkarmalıyız. Bu medeniyetin sunmuş olduğu liderlik mirasa değil, yeniliklere dayanmış, Hristiyanlık, Müslümanlık ve Yahudilik şeklinde değişik değişik din ve kültürler mozaiğini esas almıştı. Esasen bu şekilde de 800 yıl ayakta kaldı.

Şu anki şeklinde tehlikeli sonuç zamanlarda, ikimiz de tarihteki bu medeniyetten ders almalı ve onun şeklinde toplumsal yapı ve liderler yetiştirmeliyiz. Özetle, bu mevzuya, liderlik mevzuundaki münakaşaya ve düşünce teatisine dikkatlerinizi çekmek isterim. ”

Amerikan astronomi mütehassısı Michael H. Hart, Âdem aleyhisselamdan bugüne dek gelen tüm büyük insanları birer birer incelem ederek, bunların içinden yalnız 100 tanesini ayırmakta, bu 100 şahıs içinde en büyüğü olarak, Muhammed aleyhisselamı göstermektedir. (Onun kudreti, kendisine Tanrı tarafınca vahiy edildiğine inanılmış olduğu, çok büyük yaratı Kur’an-ı kerimden gelmektedir) demiştir.

ABD Chicago Üniversitesi profesörlerinden meşhur ruhiyat mütehassısı yahudi Jules Massermann, 1974 senesinin 15 Temmuzunda gösterilen Time mecmuasının hususi nüshasında (Büyük liderler nerede?) başlığı altında, tarihte şimdiye kadar gelip geçmiş olan rehberleri incelem etmekte, bunların hayatlarını tahlil etmekte ve (Bunların en büyüğü Muhammed aleyhisselamdır) demekte ve şu neticeye varmaktadır: (Muhammed aleyhisselamdan sonrasında, Musa aleyhisselam gelir. İsa [aleyhisselam] ve Buda önder olmaya layık kimseler değildi.) Oysa kendisi, yahudi olduğundan, Musa aleyhisselamı Muhammed aleyhisselama tercih etmesi beklenirdi. O, bunu yapmamış, hakikatten ayrılmamıştır.

30 yıl içinde bir yırtıcı kavmi, hem de ufak bir insan topluluğunu, dünyanın en çok büyük, en çağdaş, en yüksek ahlaklı, en yüksek seciyeli, en kahraman, en bilgili bir millet hâline getirmek, her hangi bir insanoğlunun, bir liderin, bir kumandanın yapacağı iş değildir. Bu, sadece Allahü teâlânın resulünün, doğrusu Muhammed aleyhisselamın bir mucizesidir.

Seyyid Abdülhakim Arvasi
hazretleri buyurdu ki:
(Her Peygamber, kendi zamanında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed aleyhisselam ise, her zamanda, her memlekette, doğrusu dünya yaratıldığı günden, kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, tüm varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Asla kimse, hiçbir bakımdan Onun üstünde değildir. Bu güç bir şey değildir. Dilediğini meydana getiren, her istediğini yaratan, Onu bu şekilde yaratmıştır. Hiçbir insanoğlunun Onu methedecek gücü yoktur. Hiçbir insanoğlunun, Onu eleştiri edecek iktidarı yoktur.)

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/21/peygamber-efendimiz-ve-medeniyet/feed/ 0 5431
Peygamber efendimizin şefaati https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/21/peygamber-efendimizin-sefaati/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/21/peygamber-efendimizin-sefaati/#respond Tue, 21 May 2019 04:43:09 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5429

İmanını muhafaza ederek ölen hepimiz şefaate kavuşacaktır. Duha suresinin (Normal olarak Rabbin sana [şefaat hakkı ve pek çok nimet] verecek, sen de razı olacaksın) mealindeki beşinci âyet-i kerimenin tefsirinde Resulullah efendimiz (Ümmetimden bir şahıs Cehennemde kalsa razı olmam) buyurdu. Şefaate kavuşabilmek için de imanlı ölmek şarttır. İmanlı ölenler de sonsuz kurtuluşa kavuşmuş anlamına gelir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette şefaat edeceğim. Ya Rabbi, kalbinde hardal zerresi kadar inanç olanları Cennete koy diyeceğim. Bunlar Cennete girecekler. Sonrasında, kalbinde azca bir şey olanlara, Cennete girin diyeceğim.) [Buhari]

(Ahirette ilk şefaat eden ve şefaati kabul olan ben olacağım.) [İbni Mace]

(Ümmetimden, şirk suretiyle ölmeyen her insana Tanrı’ın izni ile şefaat edeceğim.) [Buhari, Müslim]

(Kıyamet günü en ilkin ben şefaat edeceğim.) [Müslim]

(Her peygamberin, müstecab [kabul olan] bir duası vardır. Ben duamı, ümmetime şefaat etmek için ahirete sakladım.) [Buhari]

(Benden ilkin hiçbir peygambere verilmemiş beş şeyden biri şefaattir. Şirk suretiyle ölmeyen [imanla ölen] her insana şefaat edeceğim.) [Bezzar]

(Ümmetimden büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim.) [İmam-ı Ahmed, Nesai]

Peygamber efendimiz, günahkârlara şefaat edeceğini bildirince, Hazret-i Ebüdderda, (İmanı olan hırsız ve zâniler de şefaate kavuşacak mı) diye sual etti, (Evet, onlara da şefaat edeceğim) buyurdu. (Hatib)

(Günahı fazlaca olanlara şefaat edeceğim.) [Hatib]

(Nefslerine aldananlara şefaat edeceğim.) [Deylemi]

(Kıyamette, kum sayısından daha fazlaca hiç kimseye şefaat ederim.) [Taberani]

(Kıyamette “Ya Rabbi, zerre kadar imanı olanı Cennete koy!” diyeceğim. Hepsi şefaatimle Cennete girecek.) [Buhari]

(Şefaatime inanmayan kimse, ona kavuşamaz.) [Şir’a]

(Şefaatime en layık olan, bana en fazlaca salevat okuyandır.) [Tirmizi]

(Ümmetimden geri kalan olur korkusu ile Cennete girdiğim halde tahtıma oturmam. Allahü teâlâya, “Ya Rabbi ümmetim ümmetim” derim. Rabbim “Ümmetine ne yapmamı istiyorsun?” buyurur. Ben de “Ya Rabbi onların hesaplarını acele gör, sıkıntıdan kurtulsunlar” derim. Cehennemliklerin sıralaması bana verilir. Onlara şefaat ederim. Hatta Cehennem hazini Malik “Ümmetinden cezalanacak kimse bırakmadın” der.) [Beyheki, Taberani]

(Rabbin sana [ahirette çeşitli nimetler, şefaat izni] verecek, sen de hoşnut, razı olacaksın) mealindeki Duha suresi beşinci âyet-i kerimesi inince, Resulullah efendimizin, (Ümmetimden bir şahıs Cehennemde kalsa razı oldum demem) diye söylediği tefsirlerde bildirilmiştir. (Tibyan)

Peygamber efendimizin şefaati
Sual: Peygamberlere şefaat izni verileceği kitaplarda yazılı. Peygamber efendimiz de ümmetine şefaat edecek mi ve kimler bu şefaatten faydalanacaktır?
Yanıt:
Mahşer günü, kabrinden en önce Resûlullah efendimiz kalkacaktır. Üstünde Aden elbisesi bulunacaktır. Burak isminde bir hayvan üstünde mahşer yerine gidecektir. Peygamber efendimizin elinde ‘livâ-ül-hamd’ denilen bayrak olacaktır.

Peygamberler dahil tüm insanoğlu bu bayrağın altında duracaktır. Mahşer halkı, beklemekten fazlaca sıkılacaklardır. Ilkin Âdem aleyhisselama, sırasıyla Nuh aleyhisselama, İbrahim aleyhisselama, Musa aleyhisselama ve İsa aleyhisselama gidip, hesabın başlanması için şefaat etmelerini dileyeceklerdir. Her Peygamber, birer özür bildirerek, Allahü teâlâdan utandıklarını söyleyecekler ve şefaat edemeyeceklerdir… Son olarak insanoğlu, Resûlullah efendimize gelip yalvaracaklardır. Peygamber efendimiz secde edip, yakarma edecek ve şefaati kabul olacaktır.

Mahşer günü, ilkin Muhammed aleyhisselamın ümmetinin hesabı görülecek, sırattan geçecek ve Cennete gireceklerdir. Resûlullah efendimiz, altı yerde şefaat edecektir:
Birincisi, Makâm-ı Mahmûd denilen şefaati ile, tüm insanları mahşerde beklemek azabından kurtaracaktır.

İkincisi, Resûlullah efendimiz şefaati ile, fazlaca kimseyi hesapsız Cennete sokacaktır.

Üçüncüsü, azap çekmesi lazım olan müminleri azaptan kurtaracaktır.

Dördüncüsü, inanç ile ölüp günahı fazlaca olan müminleri Cehennemden çıkaracaktır.

Beşincisi, sevabı ve günahı eşit olup, Araf denilen yerde bekleyen müminlerin Cennete gitmelerine şefaat edecektir.

Altıncı olarak Peygamber efendimiz, Cennette olanların derecelerinin yükselmesi için şefaat edeceklerdir.

Peygamber efendimizin şefaat ile hesaptan kurtardığı yetmiş bin kimsenin her birinin şefaatleri ile de, yetmişer bin şahıs hesapsız Cennete gireceklerdir. Bu erdem ve üstünlük de, yalnız Peygamber efendimize mahsustur.

Allahü teâlâ, Resûlullah efendimiz diri iken olduğu benzer biçimde, vefatından sonrasında da, dünyanın her yerinde ve daima Onun hatırı ve hürmeti için isteyenlerin duasını, hep kabul etmiş ve etmektedir. Zira Allahü teâlâ, hadîs-i kudside;
(Sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım) buyurarak, Resûlullah efendimizin üstünlüğünü bildirmektedir.

Not: Geniş informasyon için, Vehhabilik maddesinde, Şefaat Müslümanlara Vardır bahsinde, Resulullah Efendimizin Şefaati kısmına bakınız.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/21/peygamber-efendimizin-sefaati/feed/ 0 5429
Peygamber efendimizin ırkı https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/20/peygamber-efendimizin-irki/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/20/peygamber-efendimizin-irki/#respond Mon, 20 May 2019 03:37:42 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5424

Sual: Peygamberimizin ırkı ne idi?
CEVAP
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam, Araptır. Arap, güzel anlama gelir. Örneğin, lisan-ı Arap, güzel dil anlama gelir. Coğrafyada Arap demek, Arabistan yarımadasında doğup büyüyen ve onların kanından olan kimse anlama gelir. Peygamber efendimizin akrabasını, Arapları sevmek ve saymak ibadettir. Onları her Müslüman sever. Anadolu’ya konuk gelen esmer fellahlar ve zenciler; saygı gösterilsin diye kendilerini, Arap diye tanıttırmış, Anadolu’nun temiz, saf Müslümanları da Otomobil olan hürmetlerinden dolayı, bu tarz şeyleri sevmişlerdir. Zira, dinimizde siyah beyaz ayrımı yoktur.

Siyah bir Müslüman beyaz bir kâfirden fazlaca üstün, fazlaca daha kıymetlidir. Siyah olmak, imanın şerefini azaltmaz. Resulullah efendimizin fazlaca sevilmiş olduğu Hazret-i Üsame ve Bilâl-i Habeşi hazretleri siyah idi. Ebu Leheb ve Ebu Cehil kâfirleri beyaz idi. Allahü teâlâ insanoğlunun rengine değil, inanç ve takvasına kıymet vermektedir.

Siyahların, esmerlerin kendilerini Arap olarak tanıtmaları, İslam düşmanlarının işlerine yaradı. Bu düşmanlar, siyah insanları, aşağı ve iğrenç olarak tanıttılar, köle olarak kullandılar. Arabı siyah olarak tanıtmaya, böylece Müslümanları Peygamber efendimizden soğutmaya uğraştılar. Siyah resimlere, kara köpeklere, resmin negatif filmine Arap dediler. Arap saçı, Arap sabunu, kara Fatma böceği benzer biçimde uydurma isimlerle Arap milletini kötülediler. Aşağıda Peygamber efendimizi öven hadis-i şerifler ek olarak Arap milletinin de üstünlüğünü göstermektedir.
(Allahü teâlâ, beni insanların en iyilerinden vücuda getirdi.) [Tirmizi]

(Her asırdaki insanların en iyilerinden dünyaya getirildim.) [Buhari]

(Allahü teâlâ, İsmail aleyhisselamın soyundan Kureyşi seçti, Kureyşten de, Haşimoğullarını sevmiş oldu. Onlardan da, beni süzüp seçti.) [Müslim]

(Ensarı müminden başkası sevmez, münafıktan başkası da buğzetmez.) [Buhari]

Şimdi gerçek Arap fazlaca azalmıştır. Bir çok Asya’ya cihada gitmiş, tekrar dönmemiştir. Arap bu kadar övüldüğü halde, ırkçılık yapanlarının Cehenneme gideceği de bildirildi. Bir hadis-i şerifte, (Arap, ırkçılık yüzünden sorgusuz sualsiz Cehenneme atılır) buyuruldu. (Ebu Ya’la)

Kâfir olan bir Arap, Müslüman Fransızdan üstün olması imkansız. Bu şekilde bir ırkçılık dinimize aykırıdır. Dinimizde ırkçılık yoktur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Ey insanoğlu, sizi, bir erkekle bir hanımdan yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Tanrı indinde en üstününüz, takvada en ileri olanınızdır.) [Hucurat- 13]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Rabbiniz bir olduğu benzer biçimde, babalarınız, dininiz ve Peygamberiniz de birdir. Arabın Aceme, [Arap olmayana] Acemin Otomobil üstünlüğü olmadığı benzer biçimde, kırmızının karaya, karanın kırmızıya üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takva iledir.) [İbni Neccar]

(Allahü teâlâ, cahiliyet övünmelerini sizden kaldırdı. Hepiniz Âdem aleyhisselamın evlatlarısınız. Âdem ise topraktan yaratılmıştır.) [Tirmizi]

(Irkçılık icra eden, ırkçılık için savaşan ve ırkçılık uğrunda ölen, bizlerden değildir.) [Ebu Davud]

Arap milletinin üstünlüğü
Sual
: Dinimizde ırkçılık yoktur. Sadece, genel anlamda bir millet öteki milletlerden üstün olması imkansız mı?
CEVAP
Normal olarak olur. Genel anlamda bazı milletler eli açık, bazıları pinti olur, bazıları yiğit bazıları korkak olur. Bazıları çalışkan, bazıları tembel, bazıları kavgacı, bazıları uysal olur. Fakat bir millet toptan hep bu şekilde olmaz. Bir babanın bile iki evladı olsa biri iyi, diğeri fena olabilir. Âdem aleyhisselamın oğlunun biri fazlaca uysal bir mümin idi, diğeri ise zalim bir kâfir idi. Resulullah efendimizin amcasının biri mümin, diğeri kızıl kâfir idi. Buna karşın Arap milleti genel anlamda üstün vasıflara haizdir. Bu asil Arap milletinin Arabistan’da kalmadığı din kitaplarında yazılıdır. Seadet-i Ebediyye kitabında diyor ki:
(Bugün, Arabistan’da, Mekke-i mükerreme ve Medine-i münevverede bulunanlar, asırlar süresince, Afrika’dan, Asya’dan ve öteki yerlerden gelip yerleşen yabancıların soyundandır. Sultan ikinci Abdülhamid hanın amirallerinden Eyyub Sabri paşa, beş ciltlik Türkçe (Mirat-ül-Haremeyn) kitabında, koca Mekke şehrinde, iki Arap evinin kalmış bulunduğunu yazmaktadır. Bugün ise asla yoktur.)

Arap, kelime olarak güzel anlama gelir. Zenciler ve fellahlar Arap değildir. Müslüman olan Araplar hakkında bir fazlaca hadis-i şerif vardır. Bazılarının mealleri şöyledir:

(Allahü teâlâ, insanoğlu içinden seçtiklerini Arabistan’da yerleştirdi. Bu seçilmişlerden de, beni seçti. O halde, Arabistan’da bana bağlı olan Müslümanları seven, benim için sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur.) [Taberani]

(Şu üç sebepten dolayı Arabı sevin: Ben Arabım. Kur’an Arapçadır ve Aden ehlinin lisanı da Arapçadır.) [Taberani, Hâkim, İbni Asakir, Abdürrazzak]

(Fakirleri sevin ve onlarla oturup kalkın. Müslüman Arabı da kalbden sevin.) [Hâkim]

(Arabı ve onların bekasını da sevin. Zira onların bekası İslam’da nurdur. Son bulmaları ise İslam’da zulmettir.) [Ebuşşeyh]

(Ebu Bekri ve Ömer’i sevmek sünnet, buğz etmek küfürdür. Ensarı sevmek imandandır, buğz etmek küfürdür. Müslüman Arabı sevmek de imandandır, buğz etmek küfürdür.) [İ.Neccâr]

(Arabı sevmek inanç alameti, buğz ise münafıklık alametidir.) [Hâkim, Beyheki, Dare Kutni]

(Kureyş’i sevin. Zira Allahü teâlâ, onları sevenleri sever.) [Taberani]

(Arab, yeryüzünde Allahü teâlânın nurudur. Onların yok olması zulmettir. Onlar yok olunca, nur gider, zulmet gelir.) [Hâkim]

(Dört kabilesi hariç, Arabın hepsi İbrahim oğlu İsmail evladıdır.) [İ.Asakir]

(İnsanların iyisi Arap, Arabın iyisi Kureyş, Kureyş’in iyisi Beni Haşim’dir. Acemin iyisi Fars, Sudanlının iyisi Nube, malın hayırlısı mehirdir.) [Deylemi]

(Ehli beytimin, Ensarın ve Arabın hakkını tanımayan, ya münafık, yada veledi zina, ya da haram karışmıştır.) [Beyheki, İ.Adiy, El Baverdi]

(Arabın helak olması kıyamet alametidir.) [Tirmizi, Taberani]

(Bana buğz eden dinden ayrılır. Müslüman Otomobil buğz eden bana buğz etmiş olur.) [Tirmizi, Taberani, İ.Ahmed, Beyheki, Ebu Ya’la, Hâkim]

Arap Yahudi kardeşliği
Sual:
Araplarla Yahudilerin aynı ırktan geldikleri doğru mudur?
CEVAP
Evet, doğrudur. İbrahim aleyhisselam, hanımı Sare (Sara) validemiz, 70 yaşına geldiği halde çocuk sahibi olamayınca, Hacer isminde bir cariye ile evliliğe ilk adımını attı. Bundan İsmail aleyhisselam hayata merhaba dedi. Sare validemiz de, Allahü teâlâya kendisine de bir çocuk vermesi için yakarma etti. Allahü teâlâ, ona da bir çocuk kayra etti. Bu da, İshak aleyhisselam idi. İsmail aleyhisselam Arapların, İshak aleyhisselam da İbranilerin ceddi oldu. Kısaca, Araplarla İbraniler [Yahudiler], aynı babadan; fakat ayrı analardan gelme kardeş oluyorlar. İbrahim aleyhisselam ise, Muhammed aleyhisselamın dedelerindendir. Tüm ırklar ise, Âdem aleyhisselama varmadan, Nuh aleyhisselamda birleşiyor.

Resûlullah Efendimiz, neseben üstündür
Sual: Peygamber Efendimiz, nesep, soy itibariyle de, öteki insanlardan üstün olarak mı yaratılmıştı?
Yanıt:
Peygamber Efendimizin ve tüm peygamberlerin babalarının ve analarının hiçbiri kâfir, aşağı kimseler değildi. Bununla ilgili Buhârîdeki bir hadîs-i şerifte, Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
(Her asırda, her zamanda yaşayan insanların en iyilerinden, seçilmişlerinden dünyaya getirildim.) Müslimdeki hadîs-i şerifte;
(Allahü teâlâ, İsmail aleyhisselam evladından, Kinâne ismindeki kimseyi ve onun sülalesinden, Kureyş ismindeki zatı beğendi, seçti. Kureyş evladından da, Hâşimoğullarını sevmiş oldu. Onlardan da, beni süzüp seçti) buyuruldu.

İmâm-ı Tirmizînin bildirdiği hadîs-i şerifte;
(Allahü teâlâ, insanları yarattı. Beni insanların en iyi kısmından vücuda getirdi. Sonrasında, bu kısımlarından en iyisini Arabistan’da yetiştirdi. Beni bunlardan vücuda getirdi. Sonrasında evlerden, ailelerden en iyilerini seçip, beni bunlardan meydana getirdi. O hâlde, benim ruhum ve cesedim, mahlukların en iyisidir. Benim silsilem, ecdadım en iyi insanlardır) buyurulmuştur.

Abdullah bin Abbâs hazretlerinin bildirdiği hadîs-i şerifte;
(Benim dedelerimin hiçbiri zina yapmadı. Allahü teâlâ, beni, iyi babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların en hayırlısında, en iyisinde bulunurdum) buyuruldu.

Şevâhid-ün-Nübüvve’de buyuruluyor ki:
Muhammed aleyhisselâmın zerresini taşımış olduğu için, Âdem aleyhisselâmın alnında nur parlıyordu. Bu zerre, hazret-i Havva’ya ve ondan da, Şit aleyhisselâma geçti.

Âdem aleyhisselam, vefat edeceği vakit, oğlu Şit aleyhisselama dedi ki:
“Yavrum! Bu alnında parlayan nur, Son Peygamber olan Muhammed aleyhisselamın nurudur. Bu nuru, mümin, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da bu şekilde vasiyet et!”

Muhammed aleyhisselama gelinceye kadar, tüm babalar, oğullarına bu şekilde vasiyet etti. Hepsi, bu vasiyeti yerine getirip, en asil kız ile evliliğe ilk adımını attı. Nur, temiz alınlardan, temiz kadınlardan geçerek, sahibine yetişti.

Kısas-ı enbiyâda diyor ki:
“Resûlullah Efendimizin dedelerinden birinin iki oğlu olsa, ya da bir kabile iki kola ayrılsa, Peygamber efendimizin soyu, en şerefli ve hayırlı olan tarafta bulunurdu. Her asırda, onun büyükbabası olan zat, yüzündeki nurdan belli olurdu. İsmail aleyhisselamın alnında da bu nur vardı. Bu nur ona babasından kalmış, bundan da evlatlarına geçerek, Meadd ve Nizar’a gelmişti. Nizar dünyaya erişince, babası Meadd, oğlunun alnındaki nûru görüp sevinmiş, büyük ziyâfet vermiş ve (Bu şekilde oğul için bu kadar ziyâfet azca bir şeydir) demekle, oğlunun adı Nizar kalmıştı. Bu nur, Muhammed aleyhisselâmın nûru idi. Bu nur, Âdem aleyhisselamdan beri, evlattan evlada geçerek, aslolan sahibi olan Resûlullah Efendimize gelmiştir.”

Sual: Araplarla Yahudiler, nesep, soy olarak aynı kökten mi gelmektedirler?
Yanıt: İbrahim aleyhisselam iki kez evliliğe ilk adımını atmıştır. İlk hanımı hazret-i Sare yada Sara’dır. Bu hanımı, 70 yaşına geldiği hâlde evladı olmamıştı. Bunun üstüne İbrahim aleyhisselam, hazret-i Hacer ile evliliğe ilk adımını attı ve bundan İsmail aleyhisselam hayata merhaba dedi. Hazret-i Sare de, Allahü teâlâya kendisine bir çocuk vermesi için yakarma etti. Allahü teâlâ, ona da bir çocuk kayra etti ki, bu da İshak aleyhisselam idi. İsmail aleyhisselam Arapların, İshak aleyhisselam da İbranilerin, Yahudilerin ceddi, atası oldu. Kısaca Araplarla İbraniler, soy olarak aynı babadan, fakat ayrı analardan gelmektedirler.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/20/peygamber-efendimizin-irki/feed/ 0 5424
Peygamber efendimize tâbi olmak https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/19/peygamber-efendimize-tabi-olmak/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/19/peygamber-efendimize-tabi-olmak/#respond Sun, 19 May 2019 02:34:16 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5419

Sual: Resulullaha tâbi olmanın önemi nedir, tâbi olmak için ne yapmalı?
CEVAP
Muhammed aleyhisselama tam ve kusursuz tâbi olabilmek için, Onu tam ve kusursuz sevmek lazımdır. Bunun alameti de, Onun düşmanlarını düşman bilmek, Onu beğenmeyenleri sevmemektir. Muhabbete müdahene, doğrusu gevşeklik sığmaz. Aşıklar, sevgililerinin divanesi olup, onlara aykırı bir şey yapması imkansız. Aykırı gidenlerle uyuşamaz. İki zıd şeyin muhabbeti bir kalbde, bir arada yerleşemez. İki zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı gerekir.

Resulullahı sevmek, tüm Müslümanlara farz-ı ayndır. Onun sevgisi bir gönüle yerleşirse, İslamiyet’i yaşama, imanın ve İslam’ın tadına, doyulmaz zevkine ermek ne kadar kolay olur. Bu sevgi, iki cihanın efendisine tam uymaya sebeptir. Bu sevgiyle Allahü teâlânın Habibine ikram etmiş olduğu sonsuz ve tarife sığmaz nimetlere ve bereketlere kavuşmakla şereflenilir. Ufak, büyük her Müslümanı direkt doğruya Resulullahın sevgisine götürmüş olan Ehl-i sünnet âlimleri ve kitapları bu bereketlerin senetleridir.

Bu dünya nimetleri geçicidir ve aldatıcıdır. Bugün senin ise, yarın başkasınındır. Ahirette ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyada iken kazanılır. Bu birkaç günlük yaşam, eğer dünya ve ahiretin en kıymetli insanı olan, Muhammed aleyhisselama tâbi olarak geçirilirse, seadet-i ebediyye, sonsuz necat, kurtuluş umulur. Yoksa Ona tâbi olmadıkça, her şey, hiçtir. Ona uymadıkça, her meydana getirilen hayır, iyilik, burada kalır, ahirette ele bir şey geçmez.

Ahirette Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselama tâbi olanlara mahsustur. Dünyada meydana getirilen hayrat ve hasenat, doğrusu tüm iyilikler, tüm keşfler, tüm hâller ve tüm ilimler Resulullahın yolunda bulunmak şartı ile, ahirette işe yarar. Yoksa, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine tâbi olmayanların yapmış olduğu her iyilik, dünyada kalır ve ahiretin harap olmasına sebep olur. Kısaca, iyilik şeklinde görünen, birer istidractan başka bir şey olması imkansız.

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] inanç etti, kimi de, ondan yüz çevirdi ki, bunlara da deli yakıcı Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr eden kâfirleri elbet ateşe atacağız.) [Nisa 55-56]

(Rablerini inkâr edenlerin [imansızların faydalı] işleri, fırtınalı bir günde, rüzgarın şiddetle savurduğu küle benzer; o işlerin asla faydası olmaz.) [İbrahim 18]

(Kıyamette onların yaptıkları her işi toz duman ederiz.) [Furkan 23]

(Kıyamette en oldukça ziyana uğrayanlar, iyi işler yaptıklarını sanıp da, tüm çabaları boşa gidenlerdir.) [Kehf 103-104]

Bir kimse, binlerce yıl yakarma etse ve ömrünü, nefsini temizlemekle geçirse ve güzel huyları ile yanındakilere ve keşf etmiş olduğu aletler ile, tüm insanlara yararlı olsa, Muhammed aleyhisselama tâbi olmadıkça, İslam dinine inanıp müslüman olmadıkça sonsuz saadete kavuşamaz.

İşte âyet-i kerime mealleri:
(Tanrı indinde hak din sadece İslam’dır.) [A.İmran 19]

(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]

(Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [A.İmran 85]

(Tanrı’a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.) [Muhammed, 33]

(Kim Tanrı’a ve Peygamberine itaat ederse, Tanrı onu, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere koyar. Kim yüz çevirirse, onu can yakıcı azaba uğratır.) [Feth 17]

(Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bizlere! Keşke Tanrı’a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik! derler.) [Ahzab 66]

Ahirette azaplardan kurtulmak, sadece Muhammed aleyhisselama tâbi olmaya bağlıdır. Onun gösterdiği yolda giden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Ona tâbi olan, Allahü teâlâya sadık kul olmak saadetine erer. Dünyaya gelmiş olan yüzyirmidörtbinden ziyade Peygamberin en büyükleri, Ona tâbi olmayı istemiştir. Musa aleyhisselam Onun zamanında bulunsaydı, o büyüklüğü ile birlikte, Ona tâbi olmayı severdi. İsa aleyhisselamın gökten inip, Onun dini yolunda yürüyeceğini hepimiz bilir. Onun ümmeti olan müslümanlar, Ona tâbi oldukları için, tüm insanların hayırlısı ve en iyileri oldu. Cennete gireceklerin bir çok bunlar oldu ve Cennete herkesten ilkin gireceklerdir.

Ona tâbi olmak, doğrusu Ona uymak, Onun gittiği yolda yürümektir. Onun yolu, Kur’an-ı kerimin gösterdiği yoldur. Bu yola İslam Dini denir. Ona uymak için, ilkin inanç etmek, sonrasında Müslümanlığı iyice öğrenmek, sonrasında farzları eda edip, haramlardan kaçınmak, sonrasında, sünnetleri yapmış olup mekruhlardan kaçınmak lazımdır. Bunlardan sonrasında, mubahlarda da Ona uymaya çalışmalıdır.

İman etmek, Ona tâbi olmaya adım atmak ve mutluluk kapısından içeri girmek anlama gelir. Allahü teâlâ Onu, dünyadaki tüm insanları sonsuz saadete çağrı için gönderdi.

Âyet-i kerimelerde mealen buyuruldu ki:
(Biz seni âlemlere rahmet olarak yolladık.) [Enbiya 107]

(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21]

Ona tâbi olarak yapılanlar makbuldür. Örneğin, Ona uyan bir kimsenin, gün ortasında bir parça uyuması, Ona uymaksızın, birçok geceyi ibadetle geçirmekten, kat kat daha kıymetlidir. Şundan dolayı, kaylule etmek, doğrusu öğleden ilkin birazcık uyumak âdet-i şerifesi idi.

Örneğin Onun dini emrettiği için, bayram günü oruç tutmamak ve yiyip içmek, Onun dininde bulunmayıp senelerce tutulan oruçlardan daha kıymetlidir. Onun dininin emri ile fakire verilen azca bir şey ki, buna zekat denir, kendi arzusu ile, dağ kadar altın sadaka vermekten daha efdaldir.

Buyruk-ül-müminin Ömer radıyallahü anh bir sabah namazını cemaatle kıldıktan sonrasında, cemaate bakıp, bir kimseyi göremeyince sordu: Eshabı; “Geceleri sabaha kadar yakarma ediyor. Bir ihtimal şimdi uyku bastırmıştır” diyince, Buyruk-ül-müminin; “Keşke tüm gece uyuyup da, sabah namazını cemaatle kılsaydı, daha iyi olurdu” buyurdu.

İslamiyet’ten sapıtmış olanlar, sorun çekip ve mücahede edip, nefslerini körletiyor ise de, İslamiyet’e uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakirdir. Eğer bu çalışmalarına ücret hasıl olursa, dünyada birkaç menfaatten ibaret kalır. Oysa, dünyanın hepsinin kıymeti ve ehemmiyeti nedir ki, bunun birkaçının itibarı olsun. Bunlar, örneğin çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesten daha oldukça çalışır ve yorulur. Ücretleri de herkesten aşağıdır. İslamiyet’e tâbi olanlar ise, latif cevahir ve kıymetli elmaslar ile meşgul olan mücevherciler gibidir. Bunların işi azca, kazançları pek çoktur. Kimi zaman bir saatlik emekleri, yüz binlerce senenin kazancını hasıl eder. Bunun sebebi şudur ki, İslamiyet’e uygun olan amel, Hak teâlânın makbulüdür, oldukça beğenir.

Bu şekilde bulunduğunu kendi kitabının oldukça yerinde bildirmiştir. Örneğin, Âl-i İmran suresi, otuz birinci âyetinde mealen; “Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki, eğer Tanrı’ı seviyorsanız ve Tanrı’ın da, sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi olunuz! Tanrı bana tâbi olanları sever” buyuruyor.

İslamiyet’e uymayan şeylerin asla birini Hak teâlâ sevmez, beğenmez. Sevilmeyen, beğenilmeyen şeye sevap verilir mi? Bir ihtimal cezaya sebep olur.

Cenab-ı Hak, Kur’an-ı kerimde, Nisa suresi, sekseninci âyetinde, Muhammed aleyhisselama itaat etmenin, kendisine itaat etmek bulunduğunu bildiriyor. O halde, Onun Resulüne itaat edilmedikçe, Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kat’i ve güçlü bulunduğunu bildirmek için, âyet-i kerimede; “Elbet muhakkak böyledir” buyurdu ve bazı doğru düşünmeyenlerin, bu iki itaati birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. Âyet-i kerimede mealen buyuruldu ki:
(Tanrı ile resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi içinde bir yol tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151]

Tüm insanlara ilkin lazım olan şey, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında bildirdikleri şeklinde bir inanç ve itikad edinmektir. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın yolunu bildiren, Kur’an-ı kerimden murad-ı ilahiyi anlayan, hadis-i şeriflerden murad-ı peygamberiyi çıkaran bu büyük âlimlerdir. Kıyamette kurtuluş yolu, bunların gösterdiği yoldur. Tanrı’ın Peygamberinin ve Onun Eshabının yolunu kitaplara geçiren, değiştirilmekten ve bozulmaktan korumuş olan, Ehl-i sünnet âlimleridir.

Ehl-i sünnetin reisi, imam-ı a’zam Ebu Hanife Nu’man bin Durağan(durgun)’tir (radıyallahü teâlâ anh).

Evliyanın büyüklerinden Sehl bin Abdullah Tüsteri hazretleri buyuruyor ki:
“Eğer Musa ve İsa aleyhimesselamın ümmetlerinde, imam-ı a’zam Ebu Hanife şeklinde bir zat bulunsaydı, bunlar Yahudiliğe ve Hristiyanlığa dönmezdi.”

Muhammed aleyhisselama tâbi olmak ahkam-ı İslamiyeyi doğrusu İslam dininin emirlerini beğenip, seve seve yapmak ve Onun emirlerini, İslamiyet’in kıymet verdiği üstün tuttuğu şeyleri ve âlimlerini, salihlerini büyük bilip, saygı etmektir ve Onun dinini yaymaya uğraşmak anlama gelir ve dinine uymak istemeyenleri, beğenmeyenleri, aldırış etmeyenleri zelil, hakir ve aşağı tutmaktır.

İki cihan saadetine kavuşmak, sadece ve yalnız, dünya ve ahiretin efendisi olan, Muhammed aleyhisselama tâbi olmaya bağlıdır. Ona tâbi olmak için inanç etmek ve ahkam-ı İslamiyeyi öğrenmek ve yapmak lazımdır.

Resulullah efendimize tâbi olmak yedi derecedir:
Birincisi, Ahkam-ı İslamiyeye inanarak, bu tarz şeyleri öğrenmek ve yapmaktır. Tüm Müslümanların ve âlimlerin ve zahidlerin ve abidlerin tâbi olması, bu derecededir. Bunların nefsleri inanç etmemiştir. Allahü teâlâ, acıma ederek, yalnız kalbin imanını kabul etmektedir.

İkincisi, emirleri yapmakla birlikte, Resulullah efendimizin tüm sözlerini ve âdetlerini yapmak ve kalbi fena huylardan temizlemektir. Tasavvuf yolunda yürüyenler bu derecededir.

Üçüncüsü, Resulullah efendimizde bulunan hallere zevklere ve kalbe doğan şeylere de tâbi olmaktır. Bu aşama, tasavvufun “vilayet-i hassa” söylediği makamda ele geçer. Burada, nefs de inanç ve itaat eder ve tüm ibadetler, hakiki ve kusursuz olur.

Dördüncüsü, ibadetler şeklinde tüm hayırlı işler hakiki ve kusursuz olmaktır. Bu aşama, ulema-i rasihin denilen büyüklere mahsustur. Bu rasih ilimli âlimler, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin derin manalarını ve işaretlerini anlamış olur. Tüm Peygamberlerin eshabı bu şekilde idi. Hepsinin nefsleri inanç etmiş, mutmainne olmuştur. Bu şekilde tâbi olmak, ya tasavvuf ve vilayet yolundan ilerleyenlere yada tüm sünnetlere yapışarak tüm bid’atlerden kaçanlara nasip olur. Bugün, dünyayı bid’at kaplamış, sünnetler gayb olmuştur. Bugün, sünnetleri bulup yapışmak ve bid’at deryasından kurtulmak oldukça zor olsa gerek. Bid’atler, âdet hâlini almıştır. Oysa âdetler ne kadar yerleşmiş ve yayılmış olsalar ve ne kadar güzel görünseler de, din ve sünnet olması imkansız.

Beşincisi, Resulullah efendimize mahsus kemalata, yüksekliklere tâbi olmaktır. Bu kemalat, ilim ve ibadetle ele geçemez. Sadece, Allahü teâlâdan, lütuf ve kayra ile gelir. Bu derecede olanlar, büyük Peygamberler ve bu ümmetin pek azca büyükleridir.

Altıncısı, Resulullah efendimizin mahbubiyyet ve ma’şukiyyet denilen kemalatına, olgunluklarına tâbi olmaktır ki, Allahü teâlânın oldukça sevdiklerine mahsustur ve lütuf ile ele geçmez, muhabbet lazımdır.

Yedinci aşama, insan vücudunun her zerresinin tâbi olmasıdır. Tâbi metbua o denli benzer ki, tâbi olmaklık aradan kalkar. Bunlar da, sanki Resulullah efendimiz şeklinde, aynı kaynaktan, her şeyi alır.

Ona uymanın küçük bir zerresi tüm dünya nimetlerinden ve ahiret saadetlerinden kat kat üstündür. İnsanlık meziyeti ve şerefi Ona tâbi olmaktır. Resulullah efendimize uymak için Müslümanların Ehl-i sünnetin dört hak mezhebinden birinde olmaları temel şarttır.

Ey saadete kavuşmak isteyen akıl sahipleri! Tüm gücünüzle Ona tâbi olmaya çalışınız! Bu devlete, bu nimete engel olan her şeyden kaçınız! Harikalar gösteren bir din yobazını ve yüksek mevkiler, diplomalar eline geçirmiş olan bir fen yobazını, doğrusu Ona tâbi olmak şerefinden yoksun olan bir cahili, bir gafili görürseniz, bunun sözlerinin, yazılarının, radyolardaki, televizyonlardaki saçmalarının, yalanlarının, insanı felakete sürükleyeceğini ve asla bu şekilde gösteriş yapmayan, fakat oldukça dikkat ile ve titizlikle Ona tâbi olana inanmanın, Onu sevmenin, felaketlerden kurtarıcı oldukça kıymetli ilaç bulunduğunu biliniz! [Yalnız Kur’an diyen, Kur’anı getirmekle vazifesi bitti, O postacıydı diyen, Kelime-i şehadetin ikinci kısmına yani Muhammedün Resulullah demeye lüzum yoktur diyen din düşmanlarına inanmayı, yollarında bulunmayı felaket biliniz. Yaralı aslandan daha fazla bunlardan kaçınız.]

“Hepiniz bir sürünün çobanı benzeri biçimindesiniz!”
Ona tâbi olmak (Ahkam-ı İslamiye)yi beğenip, seve seve yapmak ve Onun emirlerini ve İslamiyet’in kıymet verdiği, üstün tuttuğu şeyleri ve âlimlerini, salihlerini büyük bilip, saygı etmektir ve Onun dinini yaymaya uğraşmak anlama gelir ve Allahü teâlânın emirlerine uymak istemeyenleri sevmemektir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki;
(Hepiniz bir sürünün çobanı benzeri biçimindesiniz. Çoban sürüsünü koruduğu şeklinde, siz de evlerinizde ve emirleriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmelisiniz! Öğretmez iseniz sorumlu olacaksınız.) [Müslim]

(Bir müslümanın evladı yakarma edince, kazanılmış olduğu sevap kadar, babasına da verilir. Bir kimse, çocuğuna fısk, günah öğretirse, bu çocuk ne kadar günah işlerse, babasına da o denli günah yazılır.) [S. Ebediyye]

Din-i İslam’ın temeli, imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği vakit, İslamiyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ, müslümanlara (Emr-i maruf) yapmayı emrediyor. Kısaca, benim emirlerimi, bildiriniz, öğretiniz diyor ve (Nehy-i anilmünker) emrediyor. Kısaca, yasak ettiğim haramları bildiriniz ve yapılmasına razı olmayınız, diyor.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Birbirinize Müslümanlığı öğretiniz. Emr-i marufu bırakır iseniz, Allahü teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.) [Bezzar]

(Tüm ibadetlere verilen sevap, Tanrı yolunda gazaya verilen sevaba bakılırsa, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazanın sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir.) [Deylemi]

Peygamber efendimize uymanın dereceleri
Sual:
Peygamber efendimize uymanın, tâbi olmanın da belli dereceleri var mıdır, yoksa her Müslümanın tâbi olması aynı mıdır?
Yanıt: Peygamber efendimize uymak, tâbi olmak, her Müslümanda aynı değildir. Ehl-i sünnet âlimleri, Resulullah efendimize tâbi olmanın yedi derecesini şöyleki bildirmişlerdir:
Birincisi, İslamiyet’in bildirdiklerine inanarak, bu tarz şeyleri öğrenmek ve yapmaktır. Tüm Müslümanların, âlimlerin, zahidlerin ve âbidlerin tâbi olması bu derecededir. Bunların nefisleri inanç etmemiştir. Allahü teâlâ acıma ederek yalnız kalbin imanını kabul etmektedir.

İkincisi, emirleri yapmakla birlikte Resulullah efendimizin tüm sözlerini, âdetlerini yapmak ve kalbi fena huylardan temizlemektir. Tasavvuf yolunda yürüyenler bu derecededir.

Üçüncüsü, Resulullah efendimizde bulunan hâllere ve kalbine doğan şeylere de tâbi olmaktır. Bu aşama, tasavvufun Vilayet-i hassa söylediği makamda ele geçer. Burada, nefis de inanç ve itaat eder. Tüm ibadetler hakiki ve kusursuz olur.

Dördüncüsü, ibadetler şeklinde tüm hayırlı işler hakiki ve kusursuz olmaktır. Bu aşama, Ulema-i rasihin denilen büyüklere mahsustur. Tüm Peygamberlerin Eshabı bu şekilde idi. Hepsinin nefisleri inanç etmiştir. Bu şekilde tâbi olmak, ya tasavvuf yolundan ilerleyenlere yada tüm sünnetlere yapışarak bidatlerden kaçanlara nasip olur.

Beşincisi, Resulullah efendimize mahsus kemâlâta, yüksekliklere tâbi olmaktır. Bu kemâlât, ilim ve ibadetle ele geçemez. Sadece Allahü teâlâdan lütuf ve kayra ile gelir. Bu derecede olanlar, büyük Peygamberler ve bu ümmetin pek azca büyükleridir.

Altıncısı, Resulullah efendimizin mahbubiyet ve maşukıyet kemâlâtına tâbi olmaktır ki, Allahü teâlânın oldukça sevdiklerine mahsustur ve lütuf ile ele geçmez, muhabbet lazımdır.

Yedinci aşama, insan vücudunun her zerresinin tâbi olmasıdır. Tâbi olan, tâbi olunana o denli benzer ki, tâbi olmak aradan kalkar. Bunlar da sanki Resulullah efendimiz şeklinde aynı kaynaktan her şeyi alır.

Sual: İnsanı sonsuz felaketten, Cehenneme gitmekten kurtaracak olan şey nedir?
Yanıt: Ahirette azaplardan kurtulmak, sadece Muhammed aleyhisselama doğal olarak olmaya bağlıdır. Muhammed aleyhisselamın bildirdiği ve gösterdiği yolda giden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Ona doğal olarak olan, Allahü teâlâya sadık bir kul olmak saadetine erer. Dünyaya gelmiş olan 124 binden fazla Peygamberin en büyükleri, Ona doğal olarak olmayı istemiştir. Musa aleyhisselam, Onun zamanında bulunsaydı, O büyüklüğü ile birlikte, Ona doğal olarak olmayı severdi. İsa aleyhisselamın gökten inip Onun dini yolunda yürüyeceğini hepimiz bilir. Onun ümmeti olan Müslümanlar, Ona doğal olarak oldukları için tüm insanların hayırlısı ve en iyileri oldu. Cennete gireceklerin bir çok bunlar oldu ve Cennete herkesten ilkin gireceklerdir.

İki cihan saadetine kavuşmak
Sual: Bir kimsenin, dünyada ve ahirette saadete ulaşması, rahat ve mesut olması ne ile mümkün olur?
Yanıt:
İki cihan saadetine kavuşmak, sadece ve yalnız, dünya ve ahiretin efendisi olan, Muhammed aleyhisselama doğal olarak olmaya bağlıdır. Ona doğal olarak olmak için, inanç etmek, İslâmiyeti öğrenmek ve yapmak lazımdır. Kalpte doğru imanın olmasına alamet, kâfirleri düşman bilip, onlara mahsus olan ve kâfirlik alameti olan şeyleri yapmamaktır. Şundan dolayı İslâm ile sövgü, birbirinin zıddıdır. Birinin bulunmuş olduğu yerde, diğeri bulunamaz, gider. Bu iki zıt şey, bir arada bulunamaz. Bunlardan birisine kıymet vermek, ötekini kötülemek olur. Allahü teâlâ, sevgilisi olan Muhammed aleyhisselama, oldukça merhametli olan Peygamberine, İslâm düşmanları ile muharebe etmeyi ve onlara sertlik göstermeyi emrediyor. İslâm düşmanlarına sert hareket etmek huluk-ı azimdendir. İslâmiyetin izzeti ve şerefi, küfrün, kâfirlerin hakir ve zelil olmasındadır. Kâfirlere izzet veren, saygı eden, Müslümanları tahkir etmiş, alçaltmış olur. Hak teâlâ, Âl-i İmrân sûresinde kâfirlere kıymet verenlerin ve küfre doğal olarak olanların aldandıklarını ve pişman olacaklarını beyan buyurarak;
(Ey benim sevgili Peygamberime inananlar! Eğer, kâfirlerin sözlerine aldanıp da, Resulümün yolundan ayrılırsanız, kendilerine Müslüman süsü veren din düşmanlarının, doğrusu zındıkların uydurma ve yaldızlı sözlerine kapılarak, imanınızı çaldırırsanız, dünyada ve ahirette ziyan edersiniz) mealindeki 149. âyet-i kerimeyi gönderdi.

Allahü teâlâ, inkâr edenlerin, kendisinin ve Peygamberinin düşmanı olduklarını bildiriyor. Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek ve onlarla kaynaşmak, insanı Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine düşman olmaya götürür. Bir kimse, kendini Müslüman zanneder, kelime-i tevhidi söyleyip, inanıyorum der, namaz kılar ve her ibadeti yapar. Oysa bu kimse, bilmez ki, bu şekilde çirkin hareketleri, onun imanını temelinden götürmektedir.

Muhammed aleyhisselama uyan kurtulur
Sual: Peygambere ve bildirdiklerine inanmayan, gösterdiği yoldan gitmeyen bir kimse, oldukça iyilik de yapsa, bu yapmış olduğu iyiliklerin yararını, ahirette göremez mi?
Yanıt:
Ahirette Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselama doğal olarak olanlara mahsustur. Dünyada meydana getirilen tüm hayırlar, iyilikler, tüm keşifler, tüm hâller ve tüm ilimler Resûlullah Efendimizin yolunda bulunmak şartı ile ahirette işe yarar. Yoksa, Allahü teâlânın Peygamberine doğal olarak olmayanların yapmış olduğu her iyilik, dünyada kalır ve ahiretin harap olmasına sebep olur. Kısaca, iyilik şeklinde görünen, birer istidractan başka bir şey olması imkansız.

Nitekim, dünyadaki yararlı ve hayırlı işlerden cenâb-ı Hakkın, en oldukça beğenmiş olduğu, cami yapmaktır. Cami yapmanın, oldukça sevap bulunduğunu bildiren hadîs-i şerifler vardır. Bu şekilde olmakla birlikte, Tevbe suresinin 18. âyetinde mealen;
(Kâfirlerin cami yapmaları caiz değildir. Yerinde ve yarar bir iş değildir. Onların cami yapmaları ve öteki tüm beğendikleri işleri, kıyamette kendilerine yaramayacak ve Muhammed aleyhisselama doğal olarak olmadıkları için, Cehenneme girip, oldukça acı azaplarda sonsuz olarak cezalandırılacaklardır) buyuruldu.

Âl-i îmrân suresinin 85. âyetinde mealen;
(Muhammed aleyhisselamın getirmiş olduğu İslâm dininden başka din isteyenlerin, dinlerini Allahü teâlâ sevmez ve kabul etmez. Din-i islâma arka çeviren, ahirette ziyan edecek, Cehenneme girecektir) buyuruldu.

Bir kimse, binlerce yıl yakarma etse, ömrünü, nefsini temizlemekle geçirse, güzel huyları ile yanındakilere ve keşfettiği aletlerle, tüm insanlara yararlı olsa, Muhammed aleyhisselama doğal olarak olmadıkça sonsuz saadete kavuşamaz.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/19/peygamber-efendimize-tabi-olmak/feed/ 0 5419
Peygamber efendimizin mucizeleri https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/peygamber-efendimizin-mucizeleri/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/peygamber-efendimizin-mucizeleri/#respond Sat, 18 May 2019 11:32:17 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5416

Sual: Peygamber efendimizin mucizeleri nedir?
CEVAP
Oldukca mucizesi görülmüştür. Bazılarını bildirelim.
Aşağıdaki yazılar (Mir’at-ı Kâinat) kitabından alınmıştır.

Muhammed aleyhisselamın hak Peygamber bulunduğunu bildiren şahitler pek çoktur. Ümmetinin Evliyasında hâsıl olan kerametler, hep Onun mucizeleridir; bundan dolayı kerametler, Ona tâbi olanlarda, Onun izinde gidenlerde hâsıl olmaktadır.

Muhammed aleyhisselamın mucizeleri, vakit bakımından üçe ayrılmıştır:

Birincisi, kutsal ruhu yaratıldığından başlayarak, Peygamberliğinin bildirildiği (bi’set) zamanına kadar olanlardır.

İkincisi, bi’setten vefatına kadar olan vakit içindekilerdir.

Üçüncüsü, vefatından kıyamete kadar olmuş ve olacak şeylerdir.

Bunlardan birincilere, (İrhas) şu demek oluyor ki, başlangıçlar denir. Her biri de ek olarak görerek yada görmeyip akıl ile anlaşılan mucizeler olmak suretiyle ikiye ayrılırlar. Tüm bu mucizeler o denli çoktur ki, saymak mümkün olmamıştır. İkinci kısımdaki mucizelerin üç bin kadar olduğu bildirilmiştir. Bunlardan bazılarını aşağıda bildireceğiz.

1- Muhammed aleyhisselamın mucizelerinin en büyüğü Kur’an-ı kerimdir.

2- En büyük mucizelerinden biri de, Mirac mucizesidir.

3- Meşhur mucizelerinin en büyüklerinden biri de, Ay’ı ikiye ayırmasıdır. Bu mucize, başka hiçbir Peygambere nasip olmamıştır. Muhammed aleyhisselam elli iki yaşlarında iken, Mekke’de Kureyş kâfirlerinin elebaşıları yanına gelip, (Peygamber isen Ay’ı ikiye ayır) dediler. Muhammed aleyhisselam, her insanın ve hele tanıdıklarının, akrabasının inanç etmelerini oldukça istiyordu. Kutsal ellerini kaldırıp yakarma etti. Allahü teâlâ, kabul edip, Ay’ı ikiye böldü. Yarısı bir dağın, öteki yarısı başka dağın üstünde göründü. Kâfirler, Muhammed bizlere sihir yapmış oldu dediler. İman etmediler.

Bu mucize ile ilgili âyet-i kerimenin meali şöyleki:
(Kıyamet yaklaştı, Ay yarıldı. Onlar [müşrikler] bir mucize görünce derhal yüz çevirirler ve “Eskiden beri devam ede gelen bir sihir [büyü] derler.) [Kamer 1,2]

4- Muhammed aleyhisselam, bazı gazalarında, susuz kalındığı vakit, kutsal elini bir kaptaki suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, suyun bulunmuş olduğu kap sürekli taşmıştır. Kimi zaman seksen, kimi zaman üçyüz, kimi zaman binbeşyüz, Tebük Gazasında ise, yetmiş bin kimsenin hepsi ve hayvanları, bu sudan içmişler ve kullanmışlardır. Kutsal elini sudan çıkarınca akması durmuştur.

5- Hayber gazasında, önüne zehirlenmiş koyun kebabı koyduklarında, (Ya Resulallah, beni yeme, ben zehirliyim) sesi işitildi.

6- Medine’de, mescid-i nebevide dikili bir hurma kütüğü vardı. Resulullah hutbe okurken, bu direğe dayanırdı. Buna Hannane denirdi. Minber yapılınca, Hannane’nin yanına gitmedi. Ondan ağlama seslerini, tüm cemaat işittiler. Minberden inip, Hannane’ye sarıldı. Sesi kesildi. (Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyamete kadar ağlardı) buyurdu.

7- Kutsal eline almış olduğu çakıl taşlarının ve tuttuğu yiyecek parçalarının arı sesi şeklinde, Allahü teâlâyı tesbih ettikleri oldukça görülmüştür.

8- Bigün, bir köylüyü imana çağrı etti. Müslüman bir komşumun vefat etmiş kızını diriltirsen, inanç ederim dedi. Mezarına gittiler. İsmini söyleyerek kızı çağırdı. Mezar içinden ses işitildi ve dışarı çıktı. (Dünyaya gelmek ister misin?) buyurdu. (Ya Resulallah! Dünyaya gelmek istemem. Burada babamın evindekinden daha rahatım. Müslümanın ahireti, dünyasından daha iyi) dedi. Köylü bunu görünce, derhal imana geldi.

9- Tirmizi ve Nesai’nin (Sünen) kitaplarında diyor ki, iki gözü a’ma bir kimse gelip, ya Resulallah, Allahü teâlâya yakarma et, gözlerim açılsın dedi. (Kusursuz bir abdest al! Sonrasında Ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden isterim. Ey oldukça sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselam! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini isterim. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle! Onun hürmetine duamı kabul et!) duasını okumasını buyurdu. Adam, abdest alıp yakarma etti. Derhal gözleri açıldı. Bu duayı Müslümanlar, daima okumuşlar ve maksatlarına kavuşmuşlardır.

10- Medine’de, minberde hutbe okurken, bir kimse, ya Resulallah! Susuzluktan çocuklarımız, hayvanlarımız, tarlalarımız helak oluyor. İmdadımıza yetiş dedi. Ellerini kaldırıp, yakarma eyledi. Gökte asla bulut yokken, kutsal ellerini yüzüne sürmeden, bulutlar toplandı. Derhal yağmur başladı. Birkaç gün devam etti. Gene minberde okurken, o kimse, ya Resulallah! Yağmurdan helak olacağız diyince, Resul aleyhisselam, tebessüm etti ve (Ya Rabbi! Rahmetini başka kullarına da kayra eyle!) buyurdu. Bulutlar açılıp, güneş göründü.

11- Cabir bin Abdullah diyor ki, oldukça borcum vardı. Resulullaha haber verdim. Bahçeme gelip, hurma yığınının çevresinde üç kere dolaştı. (Alacaklılarını çağır, gelsinler!) buyurdu. Her birine hakları verildi. Yığından bir şey eksilmedi.

12- Bir bayan, armağan olarak bal gönderdi. Balı kabul edip, boş kabı geri gönderdi. Kap bal ile dolu olarak geri geldi. Hanım gelmiş olarak, (ya Resulallah! Hediyemi niçin kabul etmediniz?Acaba günahım nedir?) dedi. (Senin hediyeni kabul ettik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir) buyurdu. Hanım evlatları ile aylarca yediler. Asla eksilmedi. Bigün yanılarak balı başka bir kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu, Resulullaha haber verdiler. (Gönderdiğim kapta kalsaydı, dünya durdukça yerlerdi, asla eksilmezdi) buyurdu.

13- Resulullahın gaybdan haber verdiği oldukça görüldü. Bu mucizesi üç kısımdır:

Birinci kısmı, kendi zamanından evvel olan ve kendisine sorulan şeylerdir ki, bunlara verdiği cevaplar, oldukça kâfirlerin, katı kalbli düşmanlarının imana gelmelerine sebep olmuştur.

İkinci kısmı, kendi zamanında olmuş ve olacak şeyleri haber vermesidir.

Üçüncü kısmı, kendisinden sonrasında kıyamete kadar dünyada ve ahirette olacak şeyleri bildirmesidir.

Burada ikinci ve üçüncü kısımlardan birkaçı aşağıda bildirilecektir.

[İslam’a davetin başlangıcında, müşriklerin eziyetlerinden, sıkıntılarından dolayı, Eshab-ı kiramın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Resulullah, Mekke’de kalan Eshab-ı kiramla beraber, üç sene her türlü görüşme, alışveriş yapma, Müslümanlardan başka bir kimse ile konuşmama gibi, bütün içtimai muamelelerden men olundular. Kureyş müşrikleri, bu karar ve ittifaklarını bildiren bir ahdname yazarak, Kâbe-i muazzamaya asmışlardı. Her şeye kâdir olan Allahü teâlâ (Arza) denilen bir çeşit kurdu [ağaç kurdu] o vesikaya musallat etti. Yazılı bulunan (Bismikellahümme) [Allahü teâlânın ismi ile] ibaresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtcuk yedi, tamamlamış oldu. Allahü teâlâ bu hâli Cibril-i güvenli vasıtası ile Peygamber efendimize bildirdi. Peygamber efendimiz de bu hâli amcası Ebu Talibe söyledi. Ertesi gün, Ebu Talib müşriklerin ileri gelenlerine gelmiş olarak, Muhammedin Rabbi Ona şöyleki haber vermiş. Eğer söylediği doğru ise, bu hâli kaldırıp, eskiden olduğu şeklinde dolaşmalarına, başkaları ile görüşmelerine engel olmayınız. Eğer söylediği doğru değilse, ben de Onu artık himaye etmeyeceğim, dedi. Kureyşin ileri gelenleri, bu teklifi kabul ettiler. Hepimiz toplanarak Kâbe’ye geldiler. Ahdnameyi Kâbe’den indirerek açtılar ve Resulullahın buyurduğu şeklinde, (Bismikellahümme) ibaresinden başka, tüm yazıların yenilmiş bulunduğunu gördüler.]

Acem padişahı Hüsrev’den Medine’ye elçiler geldi. Bigün, bu tarz şeyleri çağırıp, (Bu gece, Kisranızı kendi oğlu öldürdü) buyurdu. Bir süre sonra, oğlunun babasını öldürmüş olduğu haberi geldi. [İran şahlarına Kisra denir.]

14- Bigün, zevcesi Hafsa validemize, (Ebu Bekir ile baban, ümmetimin idaresini ellerine alacaklardır) buyurdu. Bu sözle Hazret-i Ebu Bekir’in ve Hafsa validemizin babası olan Hazret-i Ömer’in halife olacaklarını müjdeledi.

15- Ebu Hüreyre’yi “radıyallahü teâlâ anh” Medine’de, zekât olarak gelmiş olan hurmaların muhafazasına işgören etmişti. Bir kimseyi hurma çalarken elde etti. Seni Resulullaha götüreceğim dedi. Hırsız, fakirim, çoluğum çocuğum çoktur diyerek yalvarınca, bıraktı. Ertesi gün, Resulullah Ebu Hüreyre’yi çağırıp, (Dün gece bıraktığın adam ne yapmıştı?) buyurdu. Ebu Hüreyre anlatınca, (Seni aldatmış. Gene gelecektir) buyurdu. Ertesi gece gene geldi ve yakalandı. Yine yalvarıp, Tanrı aşkına bırak dedi ve kurtuldu. Üçüncü gece, yine gelip yakalanınca, yalvarmaları yarar vermedi. Beni bırakırsan, birkaç şey öğretirim, sana oldukça faydası olur, dedi. Ebu Hüreyre kabul etti. Gece yatarken, (Âyet-el kürsi)yi okursan Allahü teâlâ seni korur, yanına şeytan yaklaşmaz dedi ve gitti. Ertesi gün, Resulullah efendimiz, Ebu Hüreyre’ye yine sorup yanıt alınca, (Şimdi doğru söylemiş. Oysa kendisi oldukça yalancıdır. Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?) buyurdu. Hayır, bilmiyorum diyince, (O kimse şeytan idi) buyurdu.

16- Rum İmparatorunun orduları ile harp için (Mute) denilen yere asker gönderdiğinde, sahabeden üç emirin arka arkaya şehit olduklarını, kendisi, Medine’de minber üstünde iken, Allahü teâlânın göstermesi ile görerek yanındakilere haber verdi.

17- Muaz bin Cebeli vali olarak Yemen’e gönderirken, Medine’nin dışına kadar uğurlayıp ona oldukça tembihler verdi. (Seninle dünyada artık buluşamayız) buyurdu. Hazret-i Muaz Yemen’de iken Resulullah efendimiz Medine’de vefat etti.

18- Vefat ederken, kutsal kızı Fatıma’ya, (Akrabam içinde bana öncelikle kavuşan sen olacaksın) buyurdu. Altı ay sonrasında Hazret-i Fatıma vefat etti. Akrabasından ondan evvel kimse vefat etmedi.

19- Kays bin Şemmasa, (Güzel olarak yaşarsın ve şehit olarak ölürsün) buyurdu. Hazret-i Ebu Bekir halife iken Yemamede Müseylemet-ül-Kezzab ile meydana getirilen muharebede şehit oldu.
Hazret-i Ömer’in ve Hazret-i Osman’ın ve Hazret-i Ali’nin şehit olacaklarını dahi haber verdi.

20- Acem padişahı Kisranın ve Rum padişahı Kayserin memleketlerinin Müslümanların eline geçeceğini ve hazinelerinin Tanrı yolunda dağıtılacağını müjdeledi.

21- Ümmetinden oldukça kimsenin denizden gazaya gideceklerini ve sahabeden olan Ümmi Hiram’ın o gazada bulunacağını haber verdi. Hazret-i Osman halife iken Müslümanlar, gemiler ile Kıbrıs adasına gidip harp ettiler. Bu hanım da birlikte idi. Orada şehit oldu.

22- Kutsal kızı Fatıma’nın oğlu Hasan “radıyallahü teâlâ anhüma” için, (Bu oğlum oldukça hayırlıdır. Allahü teâlâ, Müslümanlardan iki büyük ordunun barış etmesine bunu sebep yapmış olacaktır) buyurdu. Büyük bir ordu ile Muaviye’ye “radıyallahü anh” karşı harp edeceği vakit, fitneyi önlemek, Müslümanların kanının dökülmemesi için hakkı olan halifeliği Muaviye’ye “radıyallahü anh” teslim etti.

23- Abdullah ibni Abbas’ın annesine bakıp, (Senin bir oğlun olacak. Doğduğu vakit bana getir!) buyurdu. Evladı getirdiklerinde, kulağına ezan ve ikamet okuyup, kutsal ağzının suyundan ağzına sürdü. İsmini Abdullah koyup annesinin kucağına verdi. (Halifelerin babasını al, götür!) buyurdu. Hazret-i Abbas, bunu işitip, gelip sorunca, (Evet, bu şekilde söyledim. Bu çocuk halifelerin babasıdır. Onlar içinde seffah, Mehdi ve İsa aleyhisselamla namaz kılan bir kimse bulunacaktır) buyurdu. Abbasiyye devletinin başına oldukça halifeler geldi. Bunların hepsi, Abdullah bin Abbas’ın soyundan oldu.

24- Eshabından oldukça hiç kimseye hayır dualar etmiş, hepsi kabul olunarak faydalarını görmüşlerdir. Hazret-i Ali buyuruyor ki:
Resulullah beni Yemen’e kadı [Hâkim] olarak göndermek istedi. Ya Resulallah! Ben kadılık yapmasını bilmiyorum dedim. Kutsal elini göğsüme koyup, (Ya Rabbi! Bunun kalbine doğru şeyleri bildir. Hep doğru söylemek nasip eyle!) buyurdu. Bundan sonrasında bana gelen şikâyetçilerden doğru olanı derhal anlamış olur, hak suretiyle hükmederdim.

25- Nabiga ismindeki meşhur ozan şiirlerinden birkaçını okuyunca, Araplar içinde meşhur olan (Allahü teâlâ dişlerini dökmesin) duasını buyurdu. Nabiga yüz yaşına gelmişti. Dişleri ak ve berrak, inci şeklinde dizilmiş dururdu.

26- Amcası Ebu Leheb’in oğlu Uteybe, Resulullahı oldukça üzdü. Çirkin şeyler söylemiş oldu. Buna oldukça üzülüp, (Ya Rabbi! Buna köpeklerinden birini musallat eyle!) buyurdu. Uteybe, Şam’a tecim için giderken bir gece arkadaşlarının içinde yatıyordu. Bir aslan gelip dostlarını koklayıp bıraktı. Sıra Uteybe’ye ulaşınca, kaptı parçaladı.

27- Acem padişahı Hüsrev Pervize inanç etmesi için mektup gönderdi. Alçak Hüsrev, mektubu parçaladı ve getiren elçiyi şehit eyledi. Peygamber efendimiz bunu işitince, oldukça üzüldü ve (Ya Rabbi! Onun mülkünü parçala!) buyurdu. Resulullah hayatta iken Hüsrevi oğlu Şireveyh hançerle parçaladı. Hazret-i Ömer halife iken, acem memleketinin tamamını Müslümanlar feth edip, Hüsrev’in nesli de, mülkü de kalmadı.

28- Allahü teâlâ, Habibini belalardan korurdu. Ebu Cehil, Resulullahın en büyük düşmanı idi. Kâbe-i muazzama yanında namaz kılarken, alçak Ebu Cehil, tam zamanıdır diyerek, bıçakla üstüne yürümek isterken, derhal geri dönerek firar etti. Arkadaşları, niçin korktun dediklerinde, Muhammed ile aramızda ateş dolu bir hendek gördüm. Birçok kimse beni bekliyorlardı. Bir adım atsaydım, yakalayıp ateşe atacaklardı. Bunu Müslümanlar işitip, Resulullah efendimize sorduklarında, (Allahü teâlânın melekleri, onu yakalayıp parçalayacaklardı) buyurdu.

29- Resulullah efendimiz bigün abdest alıp, mestlerinden birini giyip, ikincisine kutsal elini uzatırken, bir kuş geldi. Bu mesti kapıp havada silkti. İçinden bir yılan düştü. Sonrasında kuş mesti yere bıraktı. Bugünden sonrasında, ayakkabı giyerken, ilkin silkelemek sünnet oldu.

30- Selman-ı Farisi, hak din aramak için, İran’dan çıkıp çeşitli memleketleri dolaşmaya başladı. Beni Kelb kabilesinden bir kervan ile Arabistan’a gelirken Vadi’-ul kura denilen mevkide hainlik edip bir yahudiye köle diye sattılar. Bu da, akrabası, Medineli bir yahudiye köle olarak sattı. Hicrette Resulullahın Medine’ye teşriflerini işitince, oldukça sevindi. Şu sebeple, kendisi nasrani âlimi idi. Son olarak rehberi büyük bir âlimin tavsiyesi ile, ahir vakit Peygamberine inanç etmek için Arabistan’a gelmişti. O âlim, Resulullahın vasıflarını öğretmiş, Onun armağan kabul edip, sadaka kabul etmediğini, iki omuzu içinde mühr-ü nübüvvet bulunduğunu ve pek oldukça mucizeleri bulunduğunu Selman’a bildirmişti. Selman-ı Farisi, Resulullaha sadakadır diyerek hurma getirdi. Resulullah onlardan asla yemedi. Hediyedir diye bir tabakta yirmibeş kadar hurma getirdi. Resulullah efendimiz ondan yedi. Tüm Eshab-ı kiram da yediler. Yenilen hurma çekirdekleri bin kadardı. Resulullahın bu mucizesini de görmüş oldu. Ertesi gün bir cenaze defninde mühr-ü nübüvveti görmek arzu etti. Resulullah, bunu anlayıp kutsal gömleğini sıyırarak mühr-ü nübüvveti gösterdi. Selman derhal imana geldi. Birkaç yıl sonrasında 300 hurma ağacı ile binaltıyüz dirhem altın ödemek şartı ile azat edilmesine söz kesildi. Resulullah bunu işitti. Kutsal elleri ile ikiyüzdoksandokuz hurma ağacı dikti. Ağaçlar o yıl meyve vermeye başladı. Birini Ömer “radıyallahü teâlâ anh” dikmişti. Bu ağaç meyve vermedi. Resulullah efendimiz, bunu çıkarıp kutsal elleri ile yine dikti. Bu da derhal meyve verdi. Bir gazada, ganimet alınan, yumurta kadar altını Selman’a “radıyallahü teâlâ anh” verdiler. Resulullaha gelip, bu oldukça azdır. Binaltıyüz gram çekmez dedi. Kutsal ellerine alıp yine Selman’a verdi. (Bunu sahibine götür) buyurdu. Yarısı ile efendisine olan borcunu ödedi. Yarısı da, Hazret-i Selman’a kaldı.

31- Kureyş kâfirlerinden Velid bin Mugire, As bin Vail, Haris bin Kays, Esved bin Yagus ve Esved bin Muttalib, Resulullaha cefa ve eziyet etmekte başkalarından aşırı gidiyorlardı. Cebrail aleyhisselam gelip, (Seninle alay edenlere cezalarını veririz…) mealindeki Hicr suresinin 95. âyetini getirip, Velidin ayağına, ikincisinin ökçesine, üçüncüsünün burnuna, dördüncüsünün başına, beşincisinin gözlerine işaret etti. Velid’in ayağına bir ok battı. Oldukca kibirli olduğundan, eğilerek oku çıkarıp atmak, kendine ağır geldi. Demiri topuk damarına batıp, siyatik hastalığına yakalandı. As’ın ökçesine diken battı. Tulum şeklinde şişti. Harisin burnundan sürekli kan geldi. Esved bir ağaç altında neşeli otururken, kafasını ağaca vurup, öteki Esved de, a’ma olup, hepsi helak oldular.

32- Devs kabilesinin reisi Tufeyl, hicretten ilkin, Mekke’de imana gelmişti. Kavmini imana çağrı için Resulullahtan bir alamet istedi. (Ya Rabbi! Buna bir âyet (kanıt) kayra eyle) buyurdu. Tufeyl, kabilesine gidince, iki kaşı içinde bir nur parladı. Tufeyl, ya Rabbi! Bu alameti yüzümden giderip başka yerime koy. Bunu yüzümde görenlerden bazısı, kendi dinlerinden çıktığım için cezalandırıldığımı zannederler dedi. Duası kabul olup, nur yüzünden gitti. Elindeki kamçının ucunda kandil şeklinde parladı. Kabilesindekiler zaman içinde imana geldiler.

33- Hicretin yedinci senesinde Resulullah efendimiz, Habeş padişahı Necaşi’ye ve Rum imparatoru Herakliyus’a ve Acem padişahı Husrev’e ve Bizansın Mısır’daki valisi Mukavkas’e ve Şam’daki valisi Haris’e ve Umman Sultanı Semame’ye mektuplar göndererek, hepsini imana çağrı etti. Mektupları götürmüş olan elçiler, gittikleri yerin dillerini bilmiyorlardı. Ertesi sabah, o dilleri anlatmaya başladılar.

Molla Abdurrahman Caminin (Şevahid-ün-nübüvve) kitabında ve Yusuf-i Nebhani’nin (Huccetullahi alel-âlemin) kitabında, Resulullah efendimizin daha nice mucizeleri yazılıdır.

Save gölünün kuruması
Sual:
Peygamber efendimiz doğduğu vakit, Kâbe’deki putlar yüzüstü yıkılıyor, Kisra’nın sarayı çöküyor, bin yıldan beri Mecusilerin yanan ateşi sönüyor. Bir de Save gölünün kurumuş olduğu bildiriliyor. Save gölünün suçu ne idi de kurudu?
CEVAP
Cansız varlıkların ne suçu olur ki, şu demek oluyor ki suçu olduğundan değil, bu gölü halk mukaddes sayar, kuruyacağına asla olasılık vermezlermiş. Oldukca tuzlu imiş, sağdan soldan su gelmiyor, su seviyesi hep aynı, asla eksilme olmuyormuş, derinliği beş metre yüzeyi 12,5 km imiş. Bu göl aniden kuruyor. Bunun aksine, Şam tarafında bin yıldan beri suyu akmayan ve kurumuş olan Semave Nehrinin vadisi de, o gece, su ile dolup taşarak akmaya başlıyor. Bu tür vakalar cansız varlıkların suçu falan olduğundan değil, onları mukaddes sayan insanları uyarma için, öğrenek almaları için ve daha başka hikmetler yüzünden kayra ediliyor.

Resulullah’ın mucizelerinden
Sual:
Resulullah’ın hacamat kanını içen olduğu söyleniyor. Kan içmek caiz mi?
CEVAP
Resulullah efendimizin kutsal kanı, öteki insanların kanı şeklinde değildir. Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Zübeyr, Resulullah’ın hacamat edilirken çıkan kanını içti. Resulullah “sallallahü aleyhi ve selem,” darılmadı, hattâ gülümseyerek, (Artık Cehennem ateşi seni yakmaz) buyurdu. Başına bazı işler geleceğini de bildirdi. (Beyhekî)

Eshab-ı kiramdan Malik bin Sinan, Resulullah’ın kutsal kanını içince ona da, (Cehennem ateşi seni yakmaz) buyurdu. (İbni Hibban)

Kutsal artığını içen Bereke adlı hanıma da, (Artık asla karın ağrısı çekmezsin) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye)

Halid bin Velid “radıyallahü anh,” sarığında taşımış olduğu bir sakal-ı şerif sebebiyle her harpte zafer kazanmıştır. (Şifa-i şerif)

Bunların hepsi, Resulullah’ın mucizelerindendir, fakat Selef-i salihine düşman Selefîler, Resulullah’ın eşyalarıyla, kutsal saçı ve sakalıyla bereketlenmeyi şirk kabul ediyorlar.

Sual: Peygamber efendimizin geleceğinin, hazret-i Musa ve hazret-i İsa tarafınca bildirilmesi, bu Peygamberlerin birer mucizesi midir?
Yanıt: Peygamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselamın geleceği, bazı sıfatları, Arap yarımadasında zuhur edeceği ve gelme zamanı yaklaşınca görülecek harikulade, muhteşem şeyler Tevrat ve İncil’de bildirilmişti. Bunların haber verilmesi, hazret-i Mûsâ ve hazret-i İsa için mucize olduğu şeklinde, Muhammed aleyhisselam için de büyük mucizedir. Allahü teâlâ, her Peygambere, o zamanda meşhur olup, kıymet verilen şeylere benzer mucizeler kayra etmiştir. Muhammed aleyhisselama ise her Peygambere vermiş olduğu mucizelerin benzerlerini verdiği şeklinde, başka mucizeler de kayra eylemiştir. Hayatta iken gösterdiği mucizelerin üç binden ziyade olduğu, Mirât-ı kâinât kitabında yazılıdır.

Bir bardak süt, her insana yetti
Sual: Bazı kimseler, Peygamber efendimizin elinde yiyeceklerin, içeceklerin çoğaldığını inkâr ediyor. Mucize olarak, Peygamber efendimizin elinde hurma, süt, su şeklinde şeyler çoğalmaz mı idi?
Yanıt:
Şevâhid-ün Nübüvvede Ebû Hüreyre hazretlerinin şöyleki anlattığı bildirilmektedir:
“Bir defasında açlıktan neredeyse karnım sırtıma yapışacaktı. Mideme taş bağladım. Birisi beni evine götürsün de bir şeyler yedirsin diye, Eshab-ı kiramın gelip geçmiş olduğu yol üstüne oturdum. Ilkin hazret-i Ebu Bekir geldi. Ona Kur’ân-ı kerimden bir âyet-i kerimeyi sormuş oldum. Maksadım beni evine götürüp, bir şeyler yedirmesi idi. Sonrasında hazret-i Ömer oradan geçiyordu. Ona da bir âyet-i kerimeyi sormuş oldum. İkisi de beni götürmediler. Sonrasında ansızın Resulullah efendimiz geldi, bana bakıp yüzümden aç olduğumu anlamış oldu.
-Ey Eba Hüreyre, benimle beraber gel, buyurdu. Resulullah efendimizi takip ettim. Kutsal zevcelerinden birinin evine gittik.
-Yanınızda asla yiyecek bir şey var mıdır? diye sordu.
-Eve, falan kimse sizin için birazcık süt armağan göndermiş dediler. Bunun üstüne Resulullah efendimiz bana;
-Ey Eba Hüreyre git, Eshab-ı soffayı çağır, buyurdu. Eshab-ı soffa, malı, çoluk evladı olmayan sahabiler idi. Mescidde bırakılırlar ve Eshab-ı kiram onlara bakardı. Resulullah efendimize armağan ulaşınca, ondan hem kendisi yer, hem de Eshab-ı soffaya verirdi. Sadaka ulaşınca kendisi yemez, Eshab-ı soffaya verirdi. Ben kendi kendime;
‘O sütten ilkin birazcık içseydim, sonrasında Eshab-ı soffayı çağırsaydım. Şu sebeple onlar gelirse, bana bir kase sütten ne duracak’ diye düşündüm. Sonrasında Eshab-ı soffayı çağırdım. Hepsi gelip, Resulullah efendimizin huzurunda oturdular. Resulullah efendimiz bana;
-Ey Eba Hüreyre, süt kasesini al bana ver, buyurdu. Sonrasında yine bana iade etti.
-Bunu her insana ver, hepsi içsinler buyurdu. Eshab-ı soffanın hepsi tek tek o kaseden süt içtiler. Ben ve Resulullah efendimiz hemen hemen içmemiştik. Resulullah efendimiz süt kasesini elimden kutsal eline alıp, gene bana iade etti ve iç, buyurdu. Sütten bir miktar içtim. Gene iç, buyurdu, içtim. Tekrar iç buyurdu, yine içtim. Dördüncü kere iç buyurdu.
Ya Resulallah, artık içmeye mecalim kalmadı, iyice doydum, dedim. Elimden süt kasesini alıp, kalan sütü de kendileri içtiler.”

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/peygamber-efendimizin-mucizeleri/feed/ 0 5416
Peygamber efendimizin faziletleri https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/peygamber-efendimizin-faziletleri/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/peygamber-efendimizin-faziletleri/#respond Sat, 18 May 2019 06:30:21 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5415

Sual: Peygamber efendimizin faziletlerini bildirir misiniz?
CEVAP
Mevahib-i ledünniyye
ve Mirat-i kâinat kitaplarında bildirilen faziletlerinden bazıları şöyledir:
Canlılar içinde ilk olarak Muhammed aleyhisselamın ruhu yaratıldı. Hak teâlâ (Her şeyi senin için yarattım, sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım) buyurdu. Tevrat, İncil ve Zebur’da övülüp müjdelenmiştir.

Âmine validemiz ona hamile olunca, tüm putlar yüzüstü devrildi. Tüm şeytanlar ve sihir icra eden büyücüler âciz kalıp, işlerini yapması imkansız oldular. Doğunca da tüm putlar yıkıldı. Doğduğu gece, Kisra’nın sarayı yıkıldı. Mecusilerin bin yıldan beri yanan ateşi söndü. Save gölünün suyu kurudu.

Safiye Hatun anlatır:
Doğduğu gece 6 alamet gördüm:
1- Doğar doğmaz secde etti.
2- Başını kaldırıp “La ilahe illallah inni Resulullah” dedi.
3- Her taraf aydınlandı.
4- Yıkayacaktım, biz Onu yıkadık diye bir ses işittim.
5- Göbeği kesilmiş ve sünnet edilmiş gördüm.
6- Sırtında nübüvvet mührü vardı. İki küreği ortasında “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” yazılı idi.

Çocuk iken, başı hizasında bir bulut gölge yapardı.

Ona salevat okumak âyet-i kerime ile bildirildi. Kelime-i şehadette, ezanda, ikamette, namazdaki teşehhüdde, birçok dualarda ve Cennette Allahü teâlâ, Onun adını kendi isminin yanına koymuştur.

Allahü teâlâ, Onu kendisine habib [sevgili] yapmış oldu, herkesten daha oldukça sevmiş oldu.

Kimseden bir şey öğrenmemiş iken, Allahü teâlâ Ona, her bilimsel, her üstünlüğü verdi. Her yerde devamlı kutsal kalbi hep Allahü teâlâ ile idi.

Allahü teâlâ, tüm peygamberlere (Ya Âdem, ya Musa, ya İsa) diyerek adı ile hitap ederken, Ona (Ya eyyühennebiyyu, ya eyyüherresul) diye özel hitap ediyor.

Namazda otururken, (Esselamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi) okuyarak, Ona slm vermek emrolundu. Namazda, başka bir Peygambere bu şekilde söylemek caiz olmadı.

Her peygamber kendi milletine, o ise her millete gönderilmiştir.

Her peygamber, iftiralara kendisi yanıt verdi, fakat ona meydana getirilen iftiralara Allahü teâlâ yanıt verdi.

İsmi ile çağırmak, yanında yüksek sesle konuşmak haram idi.

Hazret-i Cebrail 24 bin kere geldi. Başka Peygamberlere oldukça azca geldi.

Kutsal hanımları müminlerin anneleri idi ve onlarla evlenmek başkalarına haram edildi.

Önünden görmüş olduğu şeklinde, arkasından da görürdü.

Kutsal teri, gül şeklinde güzel kokardı.

Uzun kimselerin yanında iken, onlardan yüksek görünürdü.

Güneş ve Ay ışığında gölgesi yere düşmezdi.

Üzerine sinek ve başka hiçbir böcek konmazdı.

Çamaşırları, ne kadar oldukça giyse de asla kirlenmezdi.

Taş üzerine basınca, izi kalır, kum üstünde iz bırakmazdı.

Sözü oldukça vecizdi. Azca kelime ile oldukça şey anlatırdı.

Eshabının hepsi, peygamberler hariç, tüm insanlardan üstündür.

Onun ümmeti de tüm ümmetlerin en üstünüdür.

Onun kutsal adını taşıyan mümin Cennete girer.

Onu ve ehl-i beytini sevmek farzdır.

Hazret-i Azrail, içeri girmek için izin istedi. Başka asla kimseden izin istemedi.

Kabrinin toprağı, her yerden ve Kâbe’den daha kıymetlidir.

Resulullah efendimizin üstünlükleri
Sual:
İnşirah suresinin (Biz senin zikrini yükseltmedik mi) mealindeki 4. âyet-i kerimesini İslam âlimleri iyi mi tefsir etmişlerdir?
CEVAP
İbni Ata hazretleri, (Senin zikrini kendi zikrim kıldım, seni zikreden beni zikretmiş olur. İmanın sahih olması için benim zikrimin seninkiyle birlikte olmasını sağladım) manasına geldiğini bildiriyor.

Katade hazretleri de bu âyet-i kerimeyi açıklarken buyuruyor ki:
(Hak teâlâ, Fahr-i âlemin zikrini dünya ve ahirette yükseltmiştir. Namaz kılan hepimiz, “Eşhedü” diyerek Tanrı’a ve Resulullaha şehadet getirmektedir.)

Kur’an-ı kerimde ve namazda olduğu şeklinde, ezan okunurken de Tanrı’ın adı, Habibinin ismiyle beraber okunmaktadır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Göklerden geçerken, “Muhammed Resulullah” olarak ismimi gördüm.) [Bezzar]

(Cennette her ağacın yaprakları üstünde “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” yazılıdır.) [Ebu Nuaym]

(Arş üstünde, Cennetteki her şeyin üstünde benim ismim vardır.) [İbni Asakir]

(Âdem aleyhisselam Cennetten çıkarılınca, ya Rabbi, Muhammed aleyhisselamın hürmetine beni affet diye yakarış etti. Allahü teâlâ ise, [ne cevap vereceğini bildiği halde, cevabını da diğer insanların duyması için] “Ya Âdem, onu hemen hemen yaratmadım. Nereden bildin?” buyurdu. Âdem aleyhisselam da, Arşta “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” yazılı bulunduğunu gördüm. Anladım ki, şerefli isminin yanına sadece en oldukça sevdiğinin, en şerefli olanın adını layık görürsün dedi. Allahü teâlâ buyurdu ki: “Ya Âdem doğru söyledin. O bana insanların en sevgilisidir. Onun hürmetine yakarış ettiğin için seni affettim. Eğer Muhammed aleyhisselam olmasaydı, seni yaratmazdım”) [Taberani]

Hazret-i Ali, (Allahü teâlâ, Resulullaha inanç etmeleri için peygamberlerin hepsinden ahd [söz] almıştır) buyuruyor. Nitekim Resulullah sallallahü aleyhi ve sellemin nuru, öteki peygamberlerin nurlarını kaplayınca, bu nurun kimin bulunduğunu suâl ettiler. Hak teâlâ da, (Bu Habibimin nurudur. Ona inanç ederseniz, sizi peygamber olarak gönderirim) buyurdu. Onlar da (Senin Habibine inanç ettik) dediler. Cenab-ı Hak da, (Ben şahid olayım mı) buyurdu. Onlar da (Evet) dediler. (Mevahib)

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âdem, cesetle ruh arasındayken, benden misak alınırken ben peygamberdim.) [İ. Şabi]

(Allahü teâlâ, yer ve gökleri yaratmadan elli bin yıl ilkin, Ümm-ül kitaba şunu yazmıştır: Muhammed peygamberlerin sonuncusudur.) [Müslim]

(Ben âlemlerin efendisiyim.) [Beyheki]

(Kıyamette insanların efendisi benim.) [Buhari]

(Soyca da insanların en şereflisiyim.) [Deylemi]

(Arş-ı alaya benden başka kimse oturmaz.) [Tirmizi]

(Allahü teâlâ, beni insanların en iyisinden yarattı. İnsanların en iyisiyim, en iyi ailedenim. Kıyamette hepimiz sustuğu süre ben söylerim, onlara şefaat ederim. Kimsenin ümidi kalmadığı bir zamanda onlara müjde veririm. O gün her iyilik, her türlü yardım, her kapının anahtarı bendedir. Liva-i hamd benim elimdedir. Peygamberlerin imamı, hatibi ve hepsinin şefaatçisiyim. Bu tarz şeyleri öğünmek için söylemiyorum, hakikati bildiriyorum.) [Hakikati bildirmek vazifemdir. Bunları söylemezsem vazifemi yapmamış olurum.] (Mektubat-ı Rabbani 1/44)

(Peygamber oldu) demek
Sual:
(Resulullah, kırk yaşlarında peygamber oldu) demek uygun mudur?
CEVAP
Uygun değildir. (Kırk yaşlarında peygamberliği kendisine bildirildi) demeli. İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Âdem aleyhisselam yaratılmadan ilkin de, Muhammed aleyhisselam peygamberdi. (1/44)

İlk Müslüman
Sual:
En’am sûresinde, Peygamberimizin Müslümanların ilki olduğu bildiriliyor. Niye ilk deniyor?
CEVAP
İki hadis-i şerifte şu şekilde bildiriliyor:
(Ben, yaratılış itibarıyla peygamberlerin ilki, gönderiliş bakımından sonuncusuyum.) [Cami-üs-sagir]

(Biz Kıyamet gününün ilkiyiz. Cennete ilk girecek olan biziz.) [Müslim]

Bazı âlimler de, (Kendi dinine tâbi olan Müslümanların ilkidir) diye bildirmiştir.

İstigfar et ne demek?
Sual:
(Peygamberimiz, Mekke’nin fethinden muhtemelen gururlanmış olmalı ki, (İstigfar et) diye uyarma ediliyor) demek uygun mu?
CEVAP
Kesinlikle uygun olmaz. Peygamber efendimiz, zaferi kimin vereceğini bilmiyor muydu? Fetih sûresinin 27. âyetinde, Mescid-i harama, Mekke’ye girileceğini Allahü teâlâ evvel bildirmişti. Gene zaferden ilkin, Nasr sûresinde mealen, (Tanrı’ın yardımı ve zaferi gelip de, insanların Tanrı’ın dinine akın akın girdiklerini gördüğün süre, Rabbini överek tesbih et! Ondan af dile, şu sebeple O, tevbeleri hep kabul edendir) buyuruluyor. Şu demek oluyor ki (Zafer Tanrı’ın yardımıyla olacak) buyuruluyor. Ortada zafer yokken bunlar bildiriliyor. Hâşâ Peygamber efendimiz, Tanrı’ın yardımıyla zafer kazanılacağını, her işi yapanın Allahü teâlâ bulunduğunu bilmiyor muydu?

Nasr sûresi, Resulullah’ın vefatını haber veren bir sûredir. Resul-i Ekrem’in “sallallahü aleyhi ve sellem” bu sûreyi okumuş olduğu süre, amcası Hazret-i Abbas ağlamış, niçin ağladığını sorunca, (Yâ Resulallah, veda haberini verdiğiniz için ağlıyorum) demiştir. Zira bu sûre davetin tamamını haber veriyordu. (Elyevme ekmeltü leküm dîneküm = Bugün dininizi tamamladım) âyeti şeklinde bir veda idi. Bundan sonrasında istigfarla emredilmesi de, ecelinin yaklaştığına delildi. Bundan dolayı bu sûreye (Tevdi’ = Veda) sûresi de denilmiştir. (Beydâvî)

Bu sûre inince (Hazret-i Ömer de ağlamış, (Kemal, zeval anlamına gelir) demiştir. İki yıl sonrasında da vefat etmiştir. (Medârik)

Muhammed aleyhisselamın ahlakı
Sual: Peygamber Efendimiz, her bakımdan üstün olduğu şeklinde, ahlaken de üstün değil midir?
Yanıt:
Allahü teâlâ, Sevgili Peygamberine verdiği iyilikleri, ihsanları sayarak, Onun kutsal kalbini okşarken, kendine güzel huylar verdiğini, (Sen güzel huylu olarak yaratıldın) mealindeki âyet-i kerime ile bildirmektedir. Hazret-i Akreme;
“Abdullah ibni Abbas’tan işittim. Bu âyet-i kerimedeki Huluk-ı azim şu demek oluyor ki güzel huylar, Kur’ân-ı kerimin bildirdiği ahlaktır” buyuruyor. Hadâik-ul-hakâyık kitabında diyor ki:
“Âyet-i kerimede, (Sen huluk-ı azim üzeresin) buyuruldu. Huluk-ı azim demek, Allahü teâlâ ile sır, gizli saklı şeyleri bulunmak, insanoğlu ile güzel huylu olmak anlamına gelir. Oldukça kimsenin Müslüman olmasına, Resûlullah Efendimizin güzel ahlakı sebep oldu.”

Muhammed aleyhisselamın bin mucizesi göründü, dost düşman hepimiz de bunu söylemiş oldu. Bu kadar mucizelerin en kıymetlisi, edepli olması ve güzel huyları idi. Kimyâ-i Se’âdet kitabında diyor ki:
“Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri buyurdu ki: Resûlullah Efendimiz, hayvana ot verir, deveyi bağlardı. Evini süpürürür, koyunun sütünü sağardı. Ayakkabısının söküğünü diker, çamaşırını yamardı. Hizmetçisi ile beraber yer, hizmetçisi el değirmeni çekerken yorulunca, ona yardım ederdi. Pazardan öteberi alıp poşet içinde eve getirirdi. Fakirle, zenginle, büyükle, küçükle karşılaşınca, ilkin slm verir, bunlarla müsafeha etmek için, kutsal elini ilkin uzatırdı. Köleyi, efendiyi, beyi, siyahı ve beyazı bir tutardı. Her kim olursa olsun, çağırılan yere giderdi. Önüne konulmuş olan şeyi, azca olsa da, hafifçe, aşağı görmezdi. Akşamdan sabaha ve sabahtan akşama yiyecek bırakmazdı. Güzel huylu idi. İyilik etmesini severdi. Beraberce iyi geçinirdi. Güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Söylerken gülmez, kederli görünürdü, fakat, çatık kaşlı değildi. Aşağı gönüllü idi, fakat, alçak tabiatlı değildi. Heybetli idi, şu demek oluyor ki saygı ve korku hasıl ederdi, fakat, kaba değildi, nazik idi. Eli açık idi, fakat, israf etmez, faydasız yere bir şey vermezdi. Her insana acırdı. Kutsal başı hep önüne eğik idi. Kimseden bir şey beklemezdi. Mutluluk, rahatlık isteyen, Onun şeklinde olmalıdır.”

Eshâb-ı kiramdan Enes bin Mâlik hazretleri de;
“Resûlullah Efendimiz insanların en güzel huylusu idi. Beni bigün, bir yere gönderdi. Emrini yapmak için dışarı çıktım. Çocuklar sokakta oynuyordu. Onların yanından geçerken arkama baktım. Resûlullah efendimiz arkamdan geliyor, mübârek yüzü gülüyordu. (Yâ Enes! Söylediğim yere gittin mi?) buyurdu. (Evet gidiyorum yâ Resûlallah) dedim. Resûlullah efendimize on yıl hizmetçilik yaptım. Bana bir kere üf demedi. Şunu niçin bu şekilde yaptın, bunu niçin yapmadın buyurmadı.”

Resulullah efendimiz her insana yardım ederdi
Sual: Peygamber efendimizin evdekilere, hizmetçilerine bile yardım etmiş olduğu anlatılıyor. Hakikaten bu şekilde midir?

Yanıt: Bu mevzuda İmam-ı Gazâlî hazretlerinin Kimya-i Mutluluk kitabında buyuruluyor ki:
“Ebu Said-i Hudri hazretleri buyurdu ki: Resulullah efendimiz, hayvana ot verir, deveyi bağlardı. Evini süpürür, koyunun sütünü sağardı. Ayakkabısının söküğünü diker, çamaşırını yamardı. Hizmetçisi ile beraber yer, hizmetçisi el değirmeni çekerken yorulunca ona yardım ederdi. Pazardan öteberi alıp poşet içinde eve getirirdi. Fakirle, zenginle, büyükle, küçükle karşılaşınca ilkin slm verirdi. Bunlarla müsafeha etmek için kutsal elini ilkin uzatırdı. Köleyi, efendiyi, beyi, siyahı ve beyazı bir tutardı. Her kim olursa olsun çağırılan yere giderdi. Önüne konulmuş olan şeyi, azca olsa da hafîf, aşağı görmezdi. Akşamdan sabaha ve sabahtan akşama yiyecek bırakmazdı. Güzel huylu ve iyilik etmesini severdi. Beraberce iyi geçinir, güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Söylerken gülmez, kederli görünürdü. Fakat çatık kaşlı değildi. Aşağı gönüllü idi, fakat alçak tabiatlı değildi. Heybetli idi şu demek oluyor ki saygı ve korku hasıl ederdi. Fakat kaba değil, nazikti. Eli açık idi, fakat israf etmez, faydasız yere bir şey vermezdi. Her insana acırdı. Kutsal başı hep önüne eğikti. Kimseden bir şey beklemezdi. Mutluluk, rahatlık isteyen, Onun şeklinde olmalıdır.”

Sual: Dünyada en kıymetli toprak, Kâbe’nin bulunmuş olduğu yerdeki toprak mıdır yada neresidir?
Yanıt:
En kıymetli toprak, kabr-i saadette, cesed-i Peygamberiye temas eden topraklar olup, Arş’tan, Cennetlerden daha kıymetlidir. Ona yakın olan süre, mekân, evladı, tüm eşya, Ona uzak olanlardan daha kıymetli ve efdaldir. Camiler ve Peygamberler, bundan müstesnadır.

Peygamber efendimizin üstünlükleri
Sual: Peygamber efendimizin, yaratılanların en üstünü olduğu, dost ve düşman tarafınca bilinmektedir. Peki bu üstünlükler ana hatları ile nedir?
Yanıt:
Resûlullah efendimizin üstünlüklerinden, faziletlerinden bazısı, kitaplarda şu şekilde bildirilmektedir:
Mahluklar içinde ilk olarak Muhammed aleyhisselamın ruhu yaratılmıştır.

Allahü teâlâ, Onun adını Arş’a, Cennetlere ve yedi kat göklere yazmıştır.

Meleklerin Âdem aleyhisselama karşı secde etmelerinin emredilmesi, Âdem aleyhisselamın alnında Muhammed aleyhisselamın nuru bulunmuş olduğu için idi.

Peygamber efendimizin dünyaya geleceği süre, görülen alametler ve hâller tarih kitaplarında yazılıdır.

Peygamber efendimiz, üç ve kırk yaşlarında Peygamber olduğu kendisine bildirildiği zaman ve elliiki yaşlarında miraca götürülürken, melekler göğsünü yardı ve Aden suyu ile kalbini yıkadılar.

Her Peygamberin sağ eli üstünde nübüvvet mührü vardı. Muhammed aleyhisselamın nübüvvet mührü ise, sol kürekteki deri üstünde, kalbi hizasında idi.

Resûlullah efendimiz, önünde olanları görmüş olduğu şeklinde, arkasında olanları da görürdü. Ek olarak Resûlullah efendimiz, aydınlıkta görmüş olduğu şeklinde, karanlıkta da görürdü.

Peygamber efendimizin kutsal teri de, gül şeklinde güzel kokardı.

Resûlullah efendimiz, orta boylu olduğu hâlde, uzun kimselerin yanında iken, onlardan yüksek görünürdü.

Resûlullah efendimiz, ne süre yürüse, arkasından melekler gelirdi. Bunun için, Eshâbını önünden yürütür ve; (Arkamı meleklere bırakınız) buyururdu.

Fahr-i kâinat efendimiz, taş üzerine basınca, taşta ayağının izi kalırdı. Kum üstünde giderken ise, asla iz bırakmazdı.

Peygamber efendimizin en büyük mucizesi, miraca götürülmesidir ki, başka hiçbir Peygambere verilmedi.

Peygamber efendimiz ümmi olduğu şu demek oluyor ki kimseden bir şey öğrenmemiş iken, Allahü teâlâ Ona, her şeyi bildirmiştir.

Resûlullah efendimizin aklı, tüm insanların aklından daha çoktur. İnsanlarda bulunabilecek tüm iyi huyların hepsi, Ona kayra olundu.

Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselamın adını kendi isminin yanına koymuş ve Ona, Habibim buyurmuştur. Bu ise, üstünlüklerinin en üstünüdür ki, Allahü teâlâ, Onu kendisine sevgili, dost yapmış ve hadîs-i kudside de;
(İbrahim’i Halil yaptım ise, seni kendime Habib yaptım) buyurmuştur…

Peygamber Efendimizin vefası
Sual: Meydana getirilen iyilikleri unutmayan kimselere vefalı insan deniyor. Normal olarak bu güzel alışkanlık, Peygamberlerde daha fazladır. Bu alışkanlık, Peygamber Efendimizde nasıldı?
Yanıt:
Peygamber Efendimizde tüm güzel huyların hepsi toplanmıştı. Resûlullah efendimiz eli açık idi. Cömertlikten de birçok güzel huylar meydana gelmektedir. Bunlardan birisi de Vefadır. Vefa, tanıdıklara, yakınlara, arkadaşlara geçim işlerinde destek olmaktır. Peygamber Efendimiz eli açık oldukları şeklinde vefa sahibi idiler. Yakınlarını, tanıdıklarını gözetir, onlara verdikleri sözü yerine getirirdi.

Peygamber Efendimizin sözleri, yaşayışları, Onun yakınlarına, tanıdıklarına velhasıl her insana karşı iyi mi vefa sahibi bulunduğunu açıkça göstermekte ve İslâm âlimlerinin kitapları, bu vefa örnekleri ile doludur. Onun, her güzel hâli şeklinde, vefakârlığı da, ümmetine ve tüm insanlığa örnek olmuştur. Bu hususta Enes bin Malik hazretleri şu şekilde anlatmaktadır:
“Resûlullaha bir yerden herhangi bir armağan geldiği süre ne olursa olsun hazret-i Hatice’yi bilir ve;
(O hediyeyi falan hanıma götürüp verin. Zira o, Hatice’nin arkadaşıydı. Onunla iyi görüşür ve onu oldukça severdi) buyurarak, sevgili hanımı hazret-i Hatice’nin hatırını gözetirdi. İşte bu sebepledir ki, hazret-i Aişe validemiz, ara sıra;
“Hazret-i Hatice’ye gıpta ettiğim şeklinde hiçbir hanıma gıpta etmedim. Zira Resûlullah ondan oldukça bahsederdi. Ne süre bir koyun kesilse etinden ne olursa olsun onun yakınlarına da gönderir, onun hatırını gözetirdi” buyurmuştur.

Bigün Habeşistan meliki Necâşiden, kutsal huzuruna bir grup elçi gelmişti. Onları oldukça iyi karşılayıp iltifatlarda bulundular. Yer gösterip oturttuktan sonrasında o elçilere bizzat kendisi hizmet ederek ikramlarda bulunmuş oldu. Peygamber efendimizin bu hâlini gören Eshâb-ı kiramdan bazıları;
-Ya Resûlallah; lütfen siz oturun, biz hizmet ederiz dedilerse de, Sevgili Peygamberimiz onlara cevaben;
-Vaktiyle onlar benim Eshâbıma Habeşistan’da oldukça iyi hizmet ettiler. Zira o zamanlar Eshâbım yurtlarından hicret etmiş, onların ülkesine sığınmışlardı. O günlerde onlar benim Eshâbıma haiz çıkıp oldukça iyi ev sahipliği yaptılar. İşte o hizmetlerinin karşılığı olarak ben de şimdi onlara hizmet ediyor ve bu hizmetimden büyük zevk duyuyorum, buyurdular.

Resûlullahın sözünde durması
Sual: Verilen sözü yerine getirmenin güzel bir alışkanlık olduğu herkesçe bilinmektedir. Peygamber efendimiz her verdiği sözü yerine getirir miydi?
Yanıt:
Tüm güzellikleri, üstünlükleri kendisinde toplayan Resûlullah efendimiz, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Daha doğrusu Onu bu şekilde üstün ve güzel yaratan Rabbimiz, Sevgili Peygamberimizi, karanlık gecelerde yol bulmak ve yol almak isteyen insanlık için bir rehber, bir kılavuz, bir yol gösterici olarak seçmiş ve o şekilde yaratıp göndermiştir.

İnsanlık için her bakımdan numune olan Sevgili Peygamberimiz, verdikleri sözde durma ve verilen sözlerin yerine getirilmesi hususunda da oldukça titiz davranmışlar ve bizzat kendi yaşayışları ile bu hususta örnek olmuşlardır. Bu hususta, Eshâb-ı kiramdan bir zat, tanık olduğu bir hadiseyi şu şekilde anlatmaktadır:
“Resûlullah Efendimizle, hemen hemen Peygamberliği bildiri edilmeden ilkin bir alışveriş yapmıştım. Bu alışveriş neticesinde de kendisinde bir miktar alacağım kalmıştı. Bu alışverişi yaptıktan sonrasında da, falan gün falan yerde buluşalım diyerek karşılıklı olarak sözleşmiştik. Fakat ben, aramızdaki bu sözleşmeyi ve aramızdaki konuşmayı ve verdiğim sözü unutmuştum. Buluşmak için sözleştiğimiz zamandan tam üç gün sonrasında, verdiğim sözü ve aramızdaki konuşmayı hatırladım ve;
-Eyvah, biz üç gün ilkin falan yerde buluşmak suretiyle sözleşmiştik diyerek, derhal yerimden ayrıldım. Sözleştiğimiz yere süratli süratli koşmaya başladım. Buluşmak için sözleştiğimiz yere vardığım süre, aradan üç gün geçmiş olmasına karşın Resûlullah Efendimizi orada beni bekler vaziyette buldum. Meğer Resûlullah Efendimiz, buluşmak için sözleştiğimiz o günden itibaren her gün, o saatlerde gelip beni beklemiş. Bunu öğrenince Resûlullah Efendimize karşı oldukça utangaç oldum ve kendisinden özür diledim.”

Bir söz veriliyor ve verilen sözün üstünden üç geçmesine karşın, Resûlullah Efendimiz her gün o saatte aynı yere geliyor ve bekliyorlar. Verilen bir söze, bu şekilde riayet etmek lazımdır. Resûlullah efendimiz;
(Vadetmek, borç gibidir) şu demek oluyor ki verilen sözün muhakkak yerine getirilmesini emri buyururlarken, kendileri de bizzat bunu uygulama ediyorlar. Herhangi bir mevzuda söz verildiği süre, söz verilen şeyin muhakkak yerine getirilmesi gerekmektedir.

Sual: Peygamber efendimizin kendi zamanı ve Ona yakın olan zamanlar, sonrakilerden daha mı kıymetli idi?
Yanıt:
Bu mevzuda Merec-ül-bahreynde deniyor ki:
“Hakîm Alî Tirmizî hazretleri buyurdu ki: “Yaşım ilerledikçe, ilmim, amelim ve mücahedem arttığı hâlde, gençliğimde kavuşmuş olduğum nurları, tesirleri kendimde bulamaz oldum. Sebebini bir türlü anlayamadım. Gençlik zamanım, Resûlullah efendimizin zamanına daha yakın olduğundan, o zamandaki hâlin daha üstün olduğu, kalbime esin edildi.” O zamana yakın zamanlar bu şekilde kıymetli olunca, o dönemin kendinin ne kadar oldukça kıymetli bulunduğunu anlamalıdır. Bunun içindir ki, Kût-ül-kulûbda; “Resûlullahın o kutsal cemalini bir kere görmek ve birazcık huzurunda oturmak, insanı o şekilde şeylere kavuşturur ki, başka zamanlarda meydana getirilen halvetlerle ve kırk gün riyazet çekmekle, bunlar elde edilemezler” buyurulmaktadır. Başka zamanlarda yetişen büyük Veliler de, Resûlullah efendimizin tinsel sohbetinde bulunup, feyiz almakla yükselmişlerdir.”

Sual: Cevâmi-ul-kelim, azca kelime ne anlamına gelir, kimin için kullanılır?
Yanıt:
Cevâmi-ul-kelim, azca kelime ile oldukça şey anlatmaktır ki Peygamber efendimizin özelliklerindendir. Resûlullah efendimizin yüz binden ziyade hadîs-i şerifi, Onun Cevâmi-ul-kelim bulunduğunu göstermektedir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/peygamber-efendimizin-faziletleri/feed/ 0 5415
Peygamber efendimizi tanımak https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/peygamber-efendimizi-tanimak/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/peygamber-efendimizi-tanimak/#respond Sat, 18 May 2019 01:30:11 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5414

Sual: Resulullahı tanımamızdaki ölçü nedir?
CEVAP
Her Müslüman, Peygamber efendimizin güzellik ve üstünlüklerini bilimsel, ihlâsı ve Ona olan sevgisi kadar aşama aşama görmekte ve anlayabilmektedir.

Peygamber efendimize vâris olan yüksek İslam âlimleri ise Onu tüm güzellikleriyle görmüş ve âşık olmuşlardır. Bunların en başlangıcında Ebu Bekr-i Sıddık gelmektedir. O, Resulullah efendimizdeki nübüvvet nurunu görmekte, Onun üstünlük, güzellik ve yüksekliklerini algı ederek, Ona âşık olmakta öyleki ileri gitmiştir ki, başka hiçbir kimse Ebu Bekr-i Sıddık hazretleri benzer biçimde olamamıştır. Bir keresinde, “Tüm iyiliklerimi, sizin bir sehvinize (yanılmanıza) değişirim” buyurmuştu.

Resulullah efendimizin güzelliğini en iyi görüp anlayan ve anlatanlardan biri de, müminlerin anası Hazret-i Âişe idi. Âişe validemiz âlime, müctehide, akıllı, parlak zeka ve edibe idi. Oldukça belig ve fasih konuşurdu. Kur’an-ı kerimin manalarını, helal ve haramları, Arap şiirlerini ve hesap ilmini oldukca iyi bilirdi.

Resulullah efendimizi öven şu iki beyti Âişe validemiz söylemiştir:

Ve lev semiû fî mısra evsâfe haddihi
Le mâ bezelû fî sevmi yûsufe min nakdin.
Levvâmî zelîhâ lev reeyne cebînehu
Le âserne bilkat’il kulûbi alel eydî.

“Eğer Mısır’dakiler, Peygamber efendimizin yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı, güzelliği dillere destan olan Yusuf aleyhisselamın pazarlığında asla para vermezlerdi. Tüm mallarını, onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zeliha’yı Yusuf aleyhisselama âşık oldu diyerek kötüleyen bayanlar Resulullahın parlak alnını görselerdi ellerinin yerine kalblerini keserlerdi de acısını duymazlardı.”

Gene Âişe validemiz buyuruyor ki:
“Bigün Resulullah kutsal nalınlarının kayışlarını çakıyordu. Ben de iplik eğiriyordum. Kutsal yüzüne baktım. Parlak alnından ter damlıyordu. Ter damlası, her tarafa nur saçıyordu. Gözlerimi kamaştırıyordu. Şaşakaldım. Bana doğru bakıp; “Sana ne oldu ki bu şekilde dalgın duruyorsun?” buyurdu. “Ya Resulallah! Kutsal yüzündeki nurların parlaklığına ve kutsal alnındaki ter tanelerinin saçtıkları ışıklara bakarak kendimden geçtim” dedim. Resulullah kalkıp yanıma geldi. Gözlerimin arasını (alnımı) öptü ve; “Ya Âişe! Allahü teâlâ sana iyilikler versin! Beni sevindirdiğin benzer biçimde, seni sevindiremedim” buyurdu. Şu demek oluyor ki, senin beni sevindirmen, benim seni sevindirmemden çoktur, dedi.” Hazret-i Âişe’nin kutsal gözlerinin arasını öpmesi, Resulullah efendimizi sevmiş olarak, Onun cemalini anlayarak görmüş olduğu için aferin ve takdir olmaktadır.

Resulullah efendimizin Kur’an-ı kerimde geçen isimlerinden biri de Yasin suresindeki Yasin kelimesidir. İslam âlimlerinin büyüklerinden olan Seyyid Abdülhakim-i Arvasi hazretleri; “Yasin, ey benim muhabbet deryamın dalgıcı olan habibim, anlamına gelir” buyurmuştur. Bu deryanın adını duyanlar, uzaktan görenler, yakınına gelenler, içine girip nasibi kadar derine inenlerin hepsi, ömürlerinin her safhasında Resulullah efendimizin aşkı ile yanıp tutuşmuşlar, yanık feryatlar, içli gözyaşları ve yakıcı mısralarla bu aşklarını dile getirmişlerdir. Bunların içinde en büyük ve meşhurlarından olan ve bu muhabbet deryasından büyük hisse sahibi olan Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri de Sevgili Peygamberimize olan muhabbet ve aşkını dile getirmiş olduğu kasidelerinden birinde şöyleki demektedir:

Server-i âlem, sana âşık olup da, yanarım!
Her nerede olsam, o güzel cemalin ararım.

Kâbe kavseyn tahtının sultanı sen, ben hiçim,
Misafirinim dersem saygısızlık sayarım.

Her şey cihanda senin şerefine bilirim,
Rahmetin yağsa bana her gün olur baharım.

Hepimiz Kâbe’yi tavaf için gelir Hicaz’a,
Sana kavuşmak için ben dağları aşarım.

Mutluluk tacına kavuştum ben rüyada.
Ayağın toprağı serpildi yüzüme sanarım.

Dostunu öven âşıkların bülbülü, ey Cami!
Divanında şu yazılar, oluyor, tercümanım.

Dili sarkmış, susuz kalmış, uyuz bir köpek benzer biçimde,
Senin kayra denizinden bir damla arzularım.

Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
(En büyük mutluluk, iki cihanın en üstün insanı olan Muhammed aleyhisselama tâbi olmaktır. Cehennem azabından kurtulmak için, Allahü teâlânın seçtiği sevilmiş olduğu insanların reisine uymak gerekir. Aden nimetlerine kavuşmak, Ona tâbi olanlara mahsustur. Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için, Ona tâbi olmak şarttır. Ona uymayanların tevbeleri, zühdleri, tevekkülleri ve duaları kabul olmaz. Onun yolunda olmayanların zikirleri, fikirleri, şevkleri ve zevkleri kıymetsizdir. Peygamberler, Onun yaşam veren deryasından bir kadehe kavuşmakla, o derecelere yükselmişlerdir. Evliya, Onun sonsuz deryasından bir yudum içmekle muratlarına ermişlerdir. Yeryüzündeki melekler, Onun hizmetçileri, göklerdekiler, âşıklarıdır. Her şey, Onun şerefine yaratılmış, tüm varlıklar, Onun kutsal ruhundan feyz almışlardır. Allahü teâlânın varlığını O açıklamış, her şeyin yaratanı, Onun rızasını almak istemiştir. Ona ve Onun Âline ve Eshabına bizlerden dualar olsun. O yüce Peygamber, hepimizden razı olsun!)

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/peygamber-efendimizi-tanimak/feed/ 0 5414