Nedir ? – Cennetin Bahçesi https://www.cennetinbahcesi.com Dini Paylaşım Sitesi Thu, 19 Sep 2019 13:13:46 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.0.9 110917297 Şükür nedir? https://www.cennetinbahcesi.com/2019/09/19/sukur-nedir/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/09/19/sukur-nedir/#respond Thu, 19 Sep 2019 13:13:46 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5978

Sual: Şükür nedir?
CEVAP
İslam âlimleri şükrü şöyleki tanım etmişlerdir:
Şükür, her nimetin Tanrı’tan geldiğini bilip dil ile de hamd etmektir. Allahü teâlânın emirlerini yapmış olup yasak ettiklerinden sakınmak şükretmek olur. İnsanların hidayeti için çalışmak, onları irşat etmek de şükür sayılır.

Şükür, Allahü teâlânın verdiği nimetleri yerinde sarf etmek, günahlardan kaçınmaktır. İnsan, Rabbin verdiği nimetlerle günah işlerse, nankörlük etmiş olur.

Şükür, nimeti değil, nimeti vereni görmektir. Nimeti vereni bilip gereğiyle amel etmektir. Bu amel, kalb, dil ve öteki azâlarla olur. Kalb ile iyiliğe niyet eder. Dil ile hamd eder, şükrünü açıklar. Uzuvlarla şükür ise, Allahü teâlânın verdiği nimetleri yerli yerinde kullanmaktır. Örnek olarak gözün şükrü, müslümanların, arkadaşların kusurunu görmemektir. Kulağın şükrü, söylenilen ayıpları duymamış olmaktır.

Şükür, Allahü teâlânın verdiği nimetleri Onun sevilmiş olduğu yerlerde kullanmaktır. Allahü teâlâ bir kula birbirini takip eden çeşitli nimetler verince, kul buna layık olmadığını düşünüp utanması da şükür olur. Şükürdeki kusurunu bilmesi de şükür olur. Şükredemiyoruz diye özür beyan etmesi de şükürdür. (Allahü teâlâ, kusurlarımı örtüyor) demesi de şükürdür. Şükür vazifesini yerine getirmenin Allahü teâlânın bir lütfu bulunduğunu düşünmek de şükürdür.

Şükür, kendini o nimete layık görmemektir. Şükür, İslamiyet’e uymak anlamına gelir.
Şükür, meydana getirilen iyiliği anarak kayra edeni övmektir. Kısaca dil ile teşekkür de şükürdür.

Nimeti muhafaza ve çoğaltmak için
Şu üç şeyi icra eden tam şükretmiş olur:
1- Gelen her nimeti Tanrı’tan bilip şükretmek.
2- Allahü teâlânın verdiği her şeye razı olmak.
3- Nimetlerden istifade edilmiş olduğu müddetçe, Allahü teâlâya isyan etmemek.

Şükür, hem eldeki nimeti yok olmaktan kurtarmış olur, hem de yeni nimetlere kavuşturur.

Kuran-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Tanrı’tan sakının ki şükredebilesiniz.) [Nisa 123]

Allahü teâlâ, şükredene kucak dolusu nimet verir. (Fâtır 30)

Hazret-i İbrahim, Rabbinin nimetlerine şükretti, Rabbi de onu doğru yola iletti. (Nahl 121)

Cenab-ı Hak, kudretinin eseri olarak insanların istifadesi için birçok hayvan yaratmıştır. Bazısına binilir, kiminin etinden, sütünden, yününden, derisinden vesairesinden istifade edilir. (Yâsin 71-73)
Bu hayvanlar, şükretmemiz için istifademize verilmiştir. (Hac 36)

Bir çok bilmez, azı şükreder
Allahü teâlâ, insanlara bolca nimet vermiştir; fakat insanların bir çok şükretmez. (Bekara 243, Yunus 60, Neml 73, Mümin 61)

Allahü teâlâ, çeşitli nimetler verdiğini, fakat şükredenlerin azca bulunduğunu, azca şükredildiğini bildiriyor. (Secde 9, Sebe 13, Araf 10, Müminun 78, Nahl 78, Mülk 23)

Kıymetli şeyler çoğun azca olur. Örnek olarak altın pek oldukça olsa, bu kadar kıymeti olmaz.

Azların kıymetli bulunduğunu bildiren âyet-i kerimelerden birkaçı şöyleki:
Emrimiz gelip, tandırdan sular kaynamaya başlayınca, [Hazret-i Nuha] “Her cinsten birer çifti ve aleyhine hükmedilmiş olanın haricinde kalan çoluk çocuğunu ve inananları gemiye bindir” dedik. Pek azı, onunla birlikte inanç etmişti. (Hud 40)

İnanıp yararlı iş işleyenler bunun dışındadır ki sayıları da oldukça azdır! (Sad 24)
İsrailoğullarından, “Tanrı’tan başkasına kulluk etmeyin, ana-babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin, insanlarla güzel konuşun, namazı kılın, zekatı verin” diye söz almıştık. Sonrasında pek azınız müstesna, sözünüzden döndünüz. (Bekara 83)

İnkârlarından dolayı, Hak teâlâ, onları lanetlemiştir. Onların pek azı inanır. (Bekara 88)

Tanrı yolunda savaşacaklarını söylemişlerdi fakat harp onlara farz kılınınca, azı hariç, yüz çevirdiler. (Bekara 246)

Nice azca topluluk, oldukça topluluğa Tanrı’ın izniyle üstün gelmiştir, Tanrı sabredenlerle beraberdir. (Bekara 249)

Tanrı’ın size bolca nimeti ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç, şeytana uyardınız. (Nisa 83)

İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün, gene de sen, onları affet ve aldırış etme! Allahü teâlâ, iyilik edenleri normal olarak sever. (Maide 13)

Yaptıklarının cezası olarak, bundan bu şekilde azca gülsünler, oldukça ağlasınlar. (Tevbe 82)

Günahlarımızı düşünerek normal olarak üzülmemiz, ağlamamız gerekir. (Azca gülsünler) demek, (Güler yüzlü olmayın) demek değildir. Müslüman daima güler yüzlü olur. Fakat günahlarını düşünerek üzülür ve ağlar.

Namaz, şükür ve kanaat
Namazı doğru kılan, Allahü teâlânın sayılamayacak kadar oldukça olan tüm nimetlerine şükretmiş sayılır. Nitekim, (Namaz, şükrün tüm aksamını câmidir) buyurulmuştur. Demek ki doğru namaz kılan şükretmiş olur. Namaz kılmayan ise, nankörlük etmiş olur.

Hadis-i kudsilerde buyuruldu ki:
(Beni anan şükretmiş, beni unutan nankörlük etmiş olur.) [Hatib]

(Bir kimse, kendine verdiğim nimeti benden bilip kendinden bilmezse, nimetlerin şükrünü eda etmiş olur. Bir kimse de, rızkını kendi emek harcaması ile bilip, benden bilmez ise, nimetin şükrünü eda etmemiş olur.) [İ.Gazali]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kanaat eden, en oldukça şükredenlerden sayılır.) [İbni Mace]

(Kıyamette “Şükredenler gelsin!” diye seslenilir. Onlar bir bayrak altında Cennete girer. Bunlar, darlık ve genişlikte, her hâlükârda Allahü teâlâya şükredenlerdir.) [İ.Gazali]

(Bir nimet için, Elhamdülillah diyen, daha iyisine kavuşur.) [T.Gafilin]

(Yiyip içtikten sonrasında Elhamdülillah diyen Cennete girer.) [Hakim]

(İnsanlara teşekkür etmeyen kimse, Allahü teâlâya şükretmez. Aza şükretmeyen de, çoğa şükretmez. Allahü teâlânın nimetini söylemek şükürdür, asla bahsetmemek ise nankörlüktür.) [Beyheki]

(Nimete şükür, o nimetin gitmesine karşı emandır.) [Deylemi]

(İyiliği anmak şükür, iyiliği gizlemek nankörlüktür.) [Ebu Davud]

(Bir kimse, kavuştuğu nimeti her hatırlayışta, Tanrı’a şükrederse, Allahü teâlâ da, onun her şükrüne karşı tekrardan sevab verir. Kim de başına gelen musibeti her hatırlayışta, “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” derse, Allahü teâlâ da her seferinde onun sevabını artırır.) [Tirmizi]

Mümin kabirde doğru yanıt verince, derhal o anda kabrin sağ tarafınca ay yüzlü bir şahıs çıka gelir. (Ben senin, dünyada, sabrından ve şükründen yaratıldım. Kıyamete kadar, sana yoldaş olurum) der. Ne mutlu sabredip şükredenlere…

Hâline şükret, haset etme
Nice fakirler vardır ki, bir lokma ekmek kazanınca, Allahü teâlâya şükreder ve zenginlerin hâlini düşünmez bile. Nice zenginler de vardır ki, milyarlarına daha birkaç milyar ekleyemediği için üzüntü içindedir. Kıskanç insan, başka bir insanoğlunun kendinden iyi giyinmesini, iyi yaşamasını hazmedemez. Kısaca onun boyunu bosunu, güzelliğini, çalışkanlığını, başarısını imrenir. Daha kötüsü, onun başına gelen fenalıklara sevinir.

İşte bu hâl, kıskançlığın en fena derecesidir. Bu şekilde insandan, Allahü teâlânın yardımı kesilebilir. Daha da yoksun olur. İyi kalbli ve her insanın iyiliğini isteyen insan, Allahü teâlânın himayesinde anlamına gelir.

Bir hadis-i şerifte, (Bir müslüman, kendisine istediği bir iyiliği, başka bir müslüman için istemezse ve bir müslüman, kendisine gelecek bir kötülüğü, istemediği halde, o kötülüğü başka bir müslüman için isterse, onun imanı tam değildir) buyuruldu. Kısaca, Peygamber efendimiz yalnız kendisini düşünenleri beğenmiyor. Başka müslümanları düşünenleri beğeniyor ve öyleki yapmalarını istiyor. Düşünün bir kere; tüm dünya, Peygamber efendimizin bu emirlerini yapmış olsa, dünyada kavga, gürültü kalır mı?

Haset, tekebbüre sebep olur. Başkasında bulunan nimetlerin ondan ayrılarak kendisine gelmesini ister. Onun haklı olan sözlerini ve nasihatlerini reddeder. Ondan bir şey sorup öğrenmek istemez. Kendinden yüksek bulunduğunu bilmiş olduğu halde, ona tekebbür eder. İmam-ı Gazali hazretleri, (Tüm kötülüklerin başı, deposu üçtür: Haset, riya, ucub) buyurdu.

Haset eden, çekemediği kimseyi gıybet eder, çekiştirir. Onun malına, canına saldırır. Kıyamette, bu zulümlerinin karşılığı olarak, hasenatı alınarak ona verilir. Haset edilendeki nimetleri görünce, dünyası azap içinde geçer. Uykuları kaçar. Hayır hasenat işleyenlere, on kat sevap verilir. Haset bunların dokuzunu yok eder, biri kalır. Haset edenin duası kabul olmaz.

İyiliğe teşekkür edilir
Sual:
İyiliğe teşekkürün dindeki yeri nedir?
CEVAP
İyilik edene, mal ile, hizmet ile karşılığı yapılır. Bunu yapamayan, hamd ve sena, teşekkür ve yakarma eder. İyiliğe karşı, iyilik yapmak, insanlık vazifesidir. Bu şekilde olunca, her iyiliği icra eden, en büyük iyilik olarak, yok iken var eden, en güzel şekli veren, lüzumlu uzuvları, kuvvetleri kayra eden, her birini bir uyum ile işleterek esenlik veren, akıl ve zeka bahşeden, çoluk çocuk, ev, gereksinim eşyası, besin, içecek, elbiselerimizi yaratan yüce bir sahibe, bu nimetleri sebepsiz, karşılıksız kayra eden ve her an yok olmaktan, düşmandan, hastalıktan muhafaza eden ve bizlere asla ihtiyacı olmayan, sonsuz kuvvet, kudret sahibi olan Allahü teâlâya şükretmemek, kulluk hakkını ödememek ne büyük kabahat, ne oldukça zulüm ve ne alçak bir konum olur? Hele, Ona ve nimetlerin Ondan geldiğine inanmamak yada bu tarz şeyleri başkasından bilmek en büyük zulüm, en çirkin yüz karası olur.

Bir hiç kimseye her ihtiyacı verilse, her ay kafi gelecek para, besin armağan olunsa, bu kimse, o kayra sahibini her yerde, her insana iyi mi över. Gece gündüz onun sevgisini, teveccühünü, onun kalbini kazanmaya uğraşmaz mı? Onu dertlerden, sıkıntılardan muhafaza etmeye çalışmaz mı? Ona hizmet edebilmek için, kendini tehlikelere atmaz mı? Bu tarz şeyleri yapmasa, o kayra sahibine asla kıymet vermese, hepimiz onu ayıplamaz mı? Hatta, insanlık vazifesini yapmıyor diye cezalandırılmaz mı?

İyilik eden bir insanoğlunun hakkına bu şekilde riayet ediliyor da, her nimetin, her iyiliğin hakiki sahibi olan, hepsini yaratan, gönderen, Allahü teâlâya şükretmek, Onun beğenmiş olduğu, istediği şeyleri yapmak niçin gerekmesin? Elbet, en oldukça Ona şükretmek, tapınmak gerekir. Şu sebeple, Onun nimetleri yanında başkalarının iyilikleri deniz yanında damla kadar bile değildir. Hatta ötekilerden gelen iyilikleri de, gene O göndermektedir.

İnsanlık vazifesi
Sual:
Nimete şükür iyi mi olur?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri Mektubat kitabında buyuruyor ki:
İnsanın, bu nimetleri gönderen Allahü teâlâya gücü yettiği kadar şükretmesi insanlık vazifesidir. Aklın emrettiği bir vazife, bir borçtur. Fakat, Allahü teâlâya yapılması gerektirme eden bu şükrü yerine getirebilmek, kolay bir iş değildir. Şu sebeple, insanoğlu, yok iken sonradan yaratılmış, zayıf, muhtaç, ayıplı ve kusurludur. Allahü teâlâ ise, hep var, sonsuz vardır. Ayıplardan, kusurlardan uzaktır. Tüm üstünlüklerin sahibidir. İnsanların Allahü teâlâya hiçbir bakımdan benzerlikleri, yakınlıkları yoktur. Bu şekilde aşağı kullar, öyleki bir yüce Tanrı’ın şanına yakışacak bir şükür yapabilir mi? Şu sebeple oldukça şey vardır ki insanoğlu onları güzel ve kıymetli sanır. Fakat Allahü teâlâ, bu tarz şeyleri beğenmez. Saygı ve şükür sandığımız şeyler, beğenilmeyen, bayağı şeyler olabilir. Bunun için insanoğlu, kendi kusurlu akılları, kısa görüşleri ile Allahü teâlâya karşı şükür, saygı olabilecek şeyleri bulamaz. Şükretmeye, saygı göstermeye yarayan vazifeler, Allahü teâlâ tarafınca bildirilmedikçe, övmek sanılan şeyler, kötülemek olabilir.

İşte, insanların Allahü teâlâya karşı, kalb ile ve dil ile ve gövde ile yapmaları ve inanmaları ihtiyaç duyulan şükür borcu, kulluk vazifeleri, Allahü teâlâ tarafınca bildirilmiş ve Onun sevgili Peygamberi tarafınca ortaya konmuştur. Allahü teâlânın gösterdiği ve emrettiği kulluk vazifelerine İslamiyet denir. Allahü teâlâya şükür, Onun Peygamberinin getirmiş olduğu yola uymakla olur. Bu yola uymayan, bunun haricinde kalan hiçbir şükrü, hiçbir ibadeti, Allahü teâlâ kabul etmez, beğenmez. Şu sebeple, insanların, iyi, güzel sandıkları oldukça şey vardır ki, İslamiyet, bu tarz şeyleri beğenmemekte, çirkin olduklarını bildirmektedir. (c.3 m.17)

Kısacası şükür, İslamiyet’e uymak anlamına gelir.

Dil ile şükür
Sual:
Dil ile şükrün önemi nedir?
CEVAP
Peygamber efendimiz, bir hiç kimseye (Nasılsın?) buyurdu. O kimse, (İyiyim) dedi. Üçüncü kere sorunca o kimse, (Elhamdülillah iyiyim) dedi. Peygamber efendimiz, (İşte senden bu cevabı bekliyordum. Bunun için suali tekrarladım) buyurdu. (Taberani)

Âlimler, salihler, bir kimseyi Allahü teâlâya şükrettirmek için, (Nasılsın?) derlerdi. İnsan ya şükreder, ya susar yada şikayette bulunur. Tanrı’tan yakınma etmek ise oldukça çirkindir. Kulun Mevlasına zillet göstermesi izzettir. Mevlayı başkasına yakınma etmesi ise zillettir. Şükür, ihsanını, iyiliğini anmak suretiyle kayra edeni övmektir. Kısaca dil ile teşekkür de şükürdür. Bir grup kimse, Halife Ömer bin Abdülaziz hazretlerini ziyarete geldiklerinde, içlerinden gencin biri, (Üstün faziletinizi adaletinizi duyduk. Size dilimizle teşekkür etmeye geldik. Teşekkür edip döneceğiz) der.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Beni İsrailde bir abid var idi. Beşyüz yıl yakarma etmişti. Kıyamet günü Allahü teâlâ, “Bu Abidin benim ihsanımla Cennete götürün!” buyurur. Abid, “Ben kayra ile değil, yaptığım beşyüz senelik ibadetle Cennete girmek isterim” der. Allahü teâlâ emreder, hesabı görülür. Yalnız göz nimeti beşyüz senelik ibadetten fazla gelir. Melekler abidi Cehenneme götürürler. Abid, “Ya Rabbi beni rahmetinle, ihsanınla Cennete koy” diye yakarma eder. Allahü teâlâ buyurur ki:
“Ey kulum, seni yoktan kim yarattı?
[Abid, sen yarattın, der.] Seni yaratmam, senin tarafınca mı oldu, yoksa benim ihsanımla, benim rahmetimle mi oldu? [Abid, senin rahmetinle oldu, der.] Allahü teâlâ verdiği bazı nimetleri de sayar. Abid, “Hepsi senin rahmetinle, ihsanınla oldu” der.) [T. Gafilin]

Nimet umumi olunca, her insana erişince insan bu nimetin kıymetini bilmesi imkansız. Görmek büyük nimet iken, herkeste göz olduğundan göz nimetine daima şükretmeyiz. Gençler, yaşlanmadıkça gençliğin kıymetini bilmez. Hastalar sağlığın kıymetini anlamış olur. Fakirler zenginliğin kıymetini bilir. Yaşamın kıymetini de sadece ölüler anlamış olur. Şu halde yaşlanmadan gençliğin, hastalanmadan sıhhatin ve ölmeden ilkin de yaşamın kıymetini bilip şükretmelidir.

Hamd ve şükür
Sual:
Hamd ve şükür içinde fark var mıdır?
CEVAP
Hamd, tüm nimetleri Allahü teâlânın yarattığına ve gönderdiğine inanmak ve söylemek anlamına gelir. Şükür, tüm nimetleri İslamiyet’e uygun olarak kullanmak anlamına gelir.

Herhangi bir kimse, herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde, herhangi bir hiç kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir suretle hamd ederse, bu hamd ve övgülerin hepsi, Allahü teâlânın hakkıdır. Her şeyi yaratan, terbiye eden, yetiştiren, her iyiliği yaptıran, gönderen hep Odur. Kuvvet ve kudret sahibi yalnız Odur. O hatırlatmazsa, kimse, iyilik ve fenalık yapmayı irade, arzu edemez. Kulun iradesinden sonrasında, O da istemedikçe, kuvvet ve fırsat vermedikçe, hiçbir kimse, hiçbir hiç kimseye, zerre kadar, iyilik ve fenalık yapması imkansız. Kulun istediği her şeyi, O da irade ederse, dilerse yaratır. Yalnız Onun dilediği olur. İyilik ve fenalık yapmayı, çeşitli sebeplerle hatırlatmaktadır.

Sual: Oldukça şükür mü demek iyidir, yoksa Elhamdülillah demek mi?
CEVAP
İkisi de aynı ise de, Elhamdülillah demek daha faziletlidir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Sevilenin her şeyi, sevenin gözünde daima sevgilidir. İncitirse de, iyilik ederse de sevilir. Sevmek nimeti ile şereflenenlerin, sevmenin tadını alanların bir çok, sevdiğinin iyiliklerine kavuşunca sevgileri artar. Veya incitmesinde de, iyiliğinde de, sevgileri değişmez. Sevdiğinin hiçbir hareketi ona çirkin gelmez. Sıkıntılı ve neşeli zamanlarında hep hamd eder. Hamd etmek, şükretmekten daha kıymetlidir. Şu sebeple şükretmekte nimetleri göz önündedir.

Hamd ederken nimetleri de, elemleri de sevilmektedir. Şu sebeple Allahü teâlânın verdiği elemler, nimetler benzer biçimde güzeldir. Hamd devamlıdır. Nimet zamanında da, sıkıntılı hâllerde de hamd edilir. Şükür ise nimet zamanlarında olur, nimet kalmayınca, kayra bitince şükür de kalmaz.) [c.2, m.33]

İyilik eden bir insanoğlunun hakkına riayet ediliyor da, her nimetin, her iyiliğin hakiki sahibi olan, hepsini yaratan, gönderen Allahü teâlâya şükretmek, Onun beğenmiş olduğu, istediği şeyleri yapmak, niçin lazım olmasın? Elbet, en oldukça Ona şükretmek, tapınmak lazımdır. Şu sebeple, Onun nimetleri yanında başkalarının iyilikleri, deniz yanında damla kadar bile değildir. Hatta onlardan gelen iyilikleri de, gene O göndermektedir. O halde, hamd ve şükre devam etmek gerekir.

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Cennetin bedeli La ilahe illallah, nimetin bedeli Elhamdülillah’tır.) [Deylemi]

(Müminin her işi, hayırdır. Nimete şükreder, hayra kavuşur. Belaya uğrayınca da, sabreder, gene hayra kavuşur.) [Müslim]

Hadis-i şerifte, (Nimetin bedeli Elhamdülillah) buyuruluyor. Peki, bir tek Elhamdülillah demekle nimetin bedelini vermiş olur muyuz? Kısaca şükretmiş olur muyuz? Bir kimsenin eline bir miktar para geçse, onunla şarap alıp içse, (Elhamdülillah, elime para geçti şarabımı alabildim) dese, nimetin şükrünü eda etmiş olması imkansız. O nimeti dinin yasaklamadığı yerde, hatta emrettiği yerlerde kullanırsa sadece o vakit şükretmiş olur. Elhamdülillah demenin, şu demek oluyor ki şükrün kısa tarifi, İslamiyet’in komut ve yasaklarına uymaktır.

Hamd etmek
Sual:
Hamd etmek vacib mi, sünnet mi?
CEVAP
Hamd, şu demek oluyor ki elhamdülillah demek, namazda vacib, her duadan ilkin ve yiyip içtikten sonrasında sünnettir. Her hatırladıkça söylemek mubahtır. Kirli yerlerde söylemek mekruh, haram yedikten, içtikten sonrasında söylemek, haramdır ve hatta küfre sebep olur. (Redd-ül Muhtar 1/6)

Hâline şükretmenin yolu
Sual:
Hâline şükretmenin yolu nedir?
CEVAP
Ahiret işinde, salih kimselere bakıp, onlar benzer biçimde olmaya çalışmak gerekirken, dünya işlerinde, kendimizden daha aşağıda olan fakirlere bakmak gerekir. Kendimizden daha oldukça varlıklı olanlarla sık sık görüşmemek iyi olur.

Varlıklı de, yoksul de olsak, dilencilere değil, fakirlere yakın olmak oldukça iyidir. Şu sebeple hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Fakirlerin kıyamette saltanatı vardır. Onlara “Tanrı rızası için sana bir şey vereni, bir lokma yada bir yudum su vereni Cennete götür” denir. Onlar da alıp götürürler.) [İ.Asakir]

(Fakirlerle dostluk kurun. Zira kıyamette devlet onlarındır.) [Ebu Nuaym]

İnsan, içinde bulunmuş olduğu duruma isyan etmemelidir. Bir ihtimal o durumu kendisi için daha iyidir. Şu sebeple hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyuruyor ki: “Öyleki kimse vardır ki, onun imanı sadece zenginlikle salah bulur. Eğer o yoksul olsaydı, küfre girerdi. Kimi de, sadece fakirlikle salah bulur, [doğru, iyi yolda olur], eğer varlıklı olsaydı, küfre düşerdi. Kiminin imanı da, sadece sıhhatte olması ile tamam olur. Eğer hastalansa, küfre girerdi. Kiminin imanı hastalık içinde bulunmakla olgunlaşır. Eğer sıhhatte olsaydı küfre sürüklenirdi.”) [Hatib]

Kanaat
Aza kanaat etmek, bir çok istememek değildir. Bulunmuş olduğu duruma razı olmak anlamına gelir. Hadis-i şerifte, (Kim Allahü teâlânın verdiği azca rızka razı olursa, Allahü teâlâ da onun azca ameline razı olur) buyuruldu.

Nimete şükredince
Sual:
Fukara bir kimsenin de şükretmesi gerekir mi?
CEVAP
Elbet gerekir. Cenab-ı Hak, göz, kulak benzer biçimde uzuvların yanında akıl ve inanç benzer biçimde nimetler vermiş, insanoğlu için çeşitli gıdalar yaratmıştır. Bunlara şükretmek gerekir. İmam-ı Rabbani hazretleri, şükrün İslam’a uymak bulunduğunu, Cenab-ı Hakkın, (Şükrederseniz nimetimi artırırım) buyurduğunu bildirmektedir. Hadis-i şerifde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, yiyip içtiğinde Elhamdülillah diyeni, bu sözü için Cennete koyar.) [İbni Asakir]

İmam-ı Mücahid hazretleri Nahl suresinin, (Onlar, Tanrı’ın nimetini bilip itiraf ederler. Sonrasında da onu inkâr ederler) mealindeki 83. âyet-i kerimesini, (Onlar, nimetlerin Tanrı’tan bulunduğunu bilirler. Fakat, “Bu nimetleri biz kazandık yada bizlere miras kaldı” diyerek nankörlük eder) diye tefsir etmiştir. İnsan, bir hasta yada sakat görünce, kendisinin bu şekilde bir derde müptela olmadığı için şükretmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, hasta, sakat birini görünce, “Allahü teâlâya hamdolsun ki beni bu şekilde etmedi. Bundan ve daha başka dertlilerden üstün kıldı” derse, nimetin şükrü olur.) [Beyheki]

Nimete şükredince, hem eldeki nimet yok olmaktan kurtulur, hem de yeni nimetlerin ele geçmesine sebep olur. Hadis-i şerifte, (Azca yada oldukça bir nimete kavuşan, “Elhamdülillah” derse, Allahü teâlâ, o hiç kimseye bu nimetten daha iyisini verir) buyuruldu. Şükredenden Allahü teâlâ razı olur. Hadis-i şerifte, (Yiyip içtikten sonrasında “Elhamdülillah” diyenden Allahü teâlâ razı olur) buyuruldu.

Allahü teâlânın başta inanç nimeti olmak suretiyle verdiği sayısız nimetlere daima şükretmek, hamd etmek gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanların en efdali, oldukça hamd edenlerdir.) [Taberani]

Âyet-i kerimede buyuruluyor ki:
(Bana şükredin, nankörlük etmeyin!) [Bekara 152] [Nankörlük, şükretmemek, nimetleri Allahü teâlâdan bilmemek anlamına gelir.]

İyilik edene yakarma
Sual:
İyilik eden arkadaşa, teşekkür etmeyip, gıyabında yakarma etsek uygun olur mu?
CEVAP
Yüzüne karşı teşekkür etmeli, gıyabında da yakarma etmelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İyilik gördüğüne, Cezakellahü fanatik kesira [Allah, seni çok hayırla mükafatlandırsın] diyen, ona en büyük duayı etmiş olur.) [İ. Asakir]

(Bir müslüman, arkadaşının gıyabında yakarma edince, bir melek de ona, “Aynen bir mislini de Allahü teâlâ sana versin” diye yakarma eder.) [Müslim] Meleğin duası ise normal olarak kabul olur.

Şükür secdesi
Sual:
Şükür secdesi nedir, iyi mi yapılır?
CEVAP
Kendisine nimet gelen yada bir dertten kurtulan kimsenin, Allahü teâlâ için şükür secdesi yapması müstehaptır. Şükür secdesi, tilavet secdesi gibidir. Şükür secdesi meydana getirecek olan, niyet edip, secdeye gidince, ilkin Elhamdülillah der. Sonrasında secde tesbihini okur. Sonrasında Allahü ekber der ve ayağa kalkar. (Tahtavi)

Sual: Şükür secdesi, abdestsiz yapılabilir mi?
CEVAP
Tilavet secdesi gibidir, abdestsiz yapılmaz.

Şükür duası
Sual:
Sıkıntılı bir halimizden kurtulduk. Acaba bu şekilde bir durumda en güzel şükür iyi mi olur? Yakarma, secde vb…iyi mi hareket etmeliyiz?
CEVAP
1- Her gün sabah ve akşam aşağıdaki duayı okuyun:
(“Allahümme ma esbaha bi min nimetin ev bi ehadin min halkıke, fe minke vahdeke la şerike leke, felekel hamdü ve lekeşşükür” duasını, gündüz okuyan o günün, akşam okuyan o gecenin şükrünü ifa etmiş olur.) [Akşam okurken esbaha yerine emsâ denir.] [Bu dua çok kıymetlidir, ezberleyip gündüz ve akşam okumayı ihmal etmemeli.]

2- Şükür secdesi yapınız.

3- İki rekat şükür namazı kılınız.

4- Mali durumunuz iyi ise hayatınızın şükrü için hayvan kati ve fakirlere dağıtın.

5- Şükür İslam’a uymak anlamına gelir. Dinin her emrine uymaya çalışınız.

Hepimiz, içinde bulunmuş olduğu nimetin kıymetini bilmelidir! Nimetin kıymeti bilinirse, artar, bilinmezse elden gider. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir hiç kimseye nimet verir ve insanların gereksinimlerini ona düşürür de, o da onların gereksinimlerini gidermezse, nimeti yok olmaya mahkumdur.) [İbni Neccar]

Her müslüman, haiz olduğu imkanları, başarıları, nimetleri kendinden bilmemelidir! “Bunu ben yaptım” dememelidir! Her nimeti Allahü teâlâdan bilmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir hiç kimseye nimet verir, o da nimetin Tanrı’tan bulunduğunu bilirse, hemen hemen hamd etmeden, Allahü teâlâ onu şükretmişlerden yazar. Bir kimse de, işlediği günaha pişman olursa, hemen hemen tevbe etmeden, Allahü teâlâ onu affeder.) [Hakim]

Şükür ve sabırla ilgili minik bir kıssa da bildirelim:

Hifa Hatun
Medine’de güzelliği diller destan olan bir bayan vardı. Adı Hifa olan bu hatun, Resulullah efendimizden Cennete götürecek ibadetin ne işe yaradığını sordu. (Ilkin evlenmek gerekir. Evlenen dinin yarısını korur) yanıtını alınca, Hifa Hatun, (Kendime denk olan asla kimse göremedim. Sadece siz, kimi uygun görürseniz, ona razıyım) dedi. Resulullah efendimiz, (Yarın mescide ilkönce gelen zat ile evlendireyim) buyurdu. Hifa hatun da razı oldu.

Sabah oldu. Mescide gelen zat, hem fakirdi, hem de fiziki yönden de güzel değildi. Siyaha yakın, zayıf kabul edilen Süheyb idi. Hifa ise, güzel olmasıyla birlikte da varlıklı ve her bakımdan muhteşem idi. Allahü teâlânın takdirine razı oldu. Nikahları kıyıldı. Süheybin düğün yemeği verecek parası olmadığı benzer biçimde, gelini götürecek bir yeri de yoktu. Hifa hatun, ona mal ve ev verdi. Hifa, Süheyb için bir nimet, Süheyb de Hifa için bir mihnet demekti.

Gerdek gecesi, (Cennette öyleki yüksek dereceler var ki buraya sadece sabreden ve şükredenler girer) hadis-i şerifindeki müjdeye kavuşmak için ikisi de, (Nimete şükür ve mihnete sabır için geceyi ibadetle geçirmeye) karar verdi. Cebrail aleyhisselam gelip durumu Resulullah efendimize bildirdi. Peygamber efendimiz, Cebrail aleyhisselamın bildirdiklerini anlatınca, Hazret-i Süheyb, luğundan başını secdeye koyup, (Ya Rabbi eğer beni affetmişsen, yeni bir günaha girmeden, canımı al) diye yakarma etti. O anda vefat etti. Peygamber efendimiz, (Şu anda Hifa hatun da vefat etti) buyurdu. İkisinin kabrini yanyana kazdılar. Biri nimete şükretmişti, diğeri de mihnete sabretmişti.

Tanrı’a şükrün lüzumu
Sual:
Kendi isteğimizle yaratılmadığımıza bakılırsa, Tanrı’a şükretmemiz gerekir mi?
CEVAP
Asla yoktan yaratıldığımız için şükür gerektiği benzer biçimde, şu hususlardan dolayı da şükür gerekir:
1- Allahü teâlâ, bizi bir taş, bir nebat yada bir hayvan olarak değil de, insan olarak yarattığı için,
2- Müslüman bir ülkede doğduğumuz için, [Gayrimüslim bir ülkede dünyaya gelseydik, araştırıp iman etmemiz çok zor olurdu. Müslüman ülkede doğmamız, Allahü teâlânın bir ihsanıdır.]3- Müslüman ülkede doğduğu hâlde, dinsiz olan birçok şahıs benzer biçimde olmadığımız için,
4- Müslüman aileden dünyaya gelip, onlar bizi Müslüman olarak yetiştirdiği için,
5- Bozuk çevrenin tesirinde kalmadan, imanımızı muhafaza ettiğimiz için,
6- Musa aleyhisselam benzer biçimde büyük bir peygamber, bu ümmetten olmak için yakarma etmiştir. Bir peygamberin bile isteyip de kavuşamadığı nimete, biz kavuştuğumuz için,
7– Devletimizde ve dünyada, insanların bir çok, namaz kılmaktan mahrumdur. Namaz kılmak, Allahü teâlânın kulunu kendisine muhatap seçmesi, huzuruna kabul etmesi anlamına gelir. Milyonlarca, milyarlarca insan arasından, bizi muhatap kabul etmiş olduğu, bizlere yap, yapma diye emirler verdiği ve her gün beş sefer, huzuruna kabul etmiş olduğu için,
8- Her ülkede bid’at ehli gruplar var. Bid’atler yakarma benzer biçimde işleniyor. Bid’at ehli olmadığımız için,
9- Cehennemden kurtulacağı bildirilen, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasında olduğumuz için,
10- İslam âlimlerini tanımayı, sevmeyi, kitaplarını okuyup dinimizi öğrenmeyi ve yaymayı bizlere nasip etmiş olduğu için de oldukça şükretmek gerekir. Ne kadar oldukça şükretsek, gene layıkıyla şükretmiş olamayız. Şu sebeple Allahü teâlânın nimetleri, ihsanları saymakla bitmez. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Tanrı’ın nimetlerini saymaya kalksanız, bitiremezsiniz.) [Nahl 18]

Bir beyit:
Vücudun her zerresi, gelse de dile,
Şükrün binde birini, yapması imkansız bile
.

Bunca nimetlere şükrediyor muyuz? Nimet içinde yüzen, şükrü kolay anımsayamaz. Şükretmemek nankörlüktür. Allahü teâlâ, (Şükrederseniz, nimetlerimi artırırım. Nankörlük ederseniz, azabım oldukça şiddetlidir) buyuruyor. (İbrahim 7)

Şükretmek için İslam’a uymak gerekir. İslam’ın komut ve yasaklarına uyan şükretmiş olur.

Hamd etmek
Sual:
Nefsimize uyup günah işlediğimiz zamanlar oluyor, bu zamanlar da dahil, her halimize hamdolsun demek caiz midir?
CEVAP
Günahlar kast edilmeden, elhamdülillahi alâ külli hâl şu demek oluyor ki her halimize hamd olsun demek caiz olur. Küfre düşmek yada sapıtmak benzer biçimde haller de düşünülünce, o vakit şöyleki demelidir:
(Elhamdülillahi alâ külli hâl, sivel küfri ved-dalâl.) (Sövgü ve dalalet hariç, her halden dolayı Tanrı’a hamd olsun) anlamına gelir.

Şu şekilde demek de uygun olur:
(Elhamdülillahi alâ külli hâl. Ve eûzü billahi min hâli ehlinnâr.)
(Her halden dolayı Tanrı’a hamd olsun. Cehennem ehlinin halinden Tanrı’a sığınırım) anlamına gelir.

Hazret-i Ebu Bekre şükretmek
Sual:
(Ebu Bekir’i sevmek ve ona şükretmek her mümine şarttır) anlamında bir hadis var. Şükür bir tek Tanrı’a olmaz mı?
CEVAP
Şükür, teşekkür etmek anlamına gelir. Bir iyilik edene memnuniyetini, minnetini bildirmek anlamına gelir. İyilik edene bu hissi göstermek ve onu övmektir. Araplar şükran derler. Teşekkür ederim anlamına gelir. İnsanlara da şükredilir. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(İnsanlara şükretmeyen, Allahü teâlâya şükretmemiş olur.) [Tirmizi, İ. Ahmed]

(Kime bir iyilik yapılırsa, o iyiliği ansın! İyiliği anmak şükür olur. İyiliği gizleyen nankörlük etmiş olur.) [Ebu Davud]

Elhamdülillah demek
Sual:
Her nimet için elhamdülillah demek gerekir mi?
CEVAP
Evet gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir Müslüman dünyadaki her şeye haiz olsa, “Elhamdülillah” dese, bu “Elhamdülillah” sözü, o her şeyden daha kıymetlidir.) [Deylemi]

(Yeni gömlek giyerken, “Hamd olsun O Tanrı’a ki, bedenimi örtecek ve hayatımı güzel edecek şeyi bana nasip etti” diyen ve eskisini de birine veren, hayatında da, ölümünde de Tanrı’ın himayesinde olur.) [İ.Ahmed]

Hamd olsun demek
Sual:
Nasılsın diyene, hamd olsun iyiyiz yada oldukça şükür iyiyiz demek kâfi midir yoksa Tanrı’a hamd olsun, Tanrı’a şükürler olsun demek koşul mıdır?
CEVAP
Tanrı’a hamd olsun, Tanrı’a şükürler olsun demek oldukça iyidir.
Bununla birlikte İslam âlimleri, hamd olsun, şükürler olsun, oldukça şükür benzer biçimde ifadeler kullanmışlardır.

Örnek olarak İmam-ı Rabbani hazretleri, bazı mektuplarında Tanrı kelimesini kullanmadan da hamd olsun diyor.

Hamd benzer biçimde, yakarma da Tanrı için yapılır. Tanrı’a yakarma ediyorum demek koşul değildir. Yakarma ediyorum demekle Tanrı adı kasten kaldırılmış olmaz.

İmam-ı Rabbani hazretleri, (Tanrı’ın seçtiği, sevilmiş olduğu kullarına merhaba olsun) buyuruyor. Tanrı’ın selamı olsun demiyor.

Hamd benzer biçimde merhaba da Tanrı için olduğundan dolayı, Tanrı adı kullanılmamıştır. Bu bakımdan vesselam demek kâfi görülmektedir.

Kur’an-ı kerimde de, Tanrı’a şükür yerine, bir tek şükür kelimesi kullanılmıştır:
(İnsanların bir çok şükretmez.) [Bekara 243, Yunus 60, Yusuf 38, Müminun 61]

(Azca şükrediyorsunuz.) [Araf 10, Müminun 78, Secde 9, Mülk 23]

(Nuh, oldukça şükreden bir kul idi.) [İsra 3]

Şükretmek iyi mi olur?
Sual:
Şükür nedir? Allahü teâlâya iyi mi layıkıyla şükredebiliriz?
CEVAP
Şükür, her nimetin Tanrı’tan geldiğini bilip yerinde sarf etmek ve dille de hamd etmektir. Şükür, kendini o nimete layık görmemektir. Şükür, nimeti değil, nimeti vereni görmektir. Nimet sahibinin emirlerine uyup yasakladıklarından sakınmaktır. Bu da, kalb, dil ve öteki azalarla olur. Kalble iyiliğe niyet eder. Dille hamd eder, şükrünü açıklar. Uzuvlarla şükürse, Allahü teâlânın verdiği nimetleri, onun sevilmiş olduğu ve istediği yerlerde kullanmaktır. Allahü teâlâya layıkıyla şükretmek mümkün değilse de, şunlar yapılırsa, şükredilmiş kabul edilir:
1- Her nimetin Tanrı’tan geldiğini bilmek. Allahü teâlâ, Hazret-i Musa’ya buyurdu ki:
(Kendine verdiğim nimeti benden bilen, nimetlerin şükrünü eda etmiş olur. Bir kimse de, rızkını kendi çalışmasıyla bilip benden bilmezse, nimetin şükrünü eda etmemiş olur.) [İ. Gazali]

2- Nimetleri Allahü teâlânın istediği şekilde kullanmak. Örnek olarak gözün şükrü, ibretle bakmak, harama bakmamak, Müslümanın ve arkadaşının kusurunu görmemektir. Kulağın şükrü, iyi şeyler dinlemek, fena şeyleri, söylenilen ayıpları dinlememektir.

3- Kendimiz dinin komut ve yasaklarına uyarken, öteki insanların da bu nimetten istifade etmesini, hidayete ermelerini sağlamak için çalışmak.

4– Allahü teâlâ çeşitli nimetler verince, buna layık olmadığını düşünüp utanmak şükür olur. Şükürdeki kusurunu bilmek de şükür olur. Şükredemiyoruz diye özür beyan etmek de şükürdür. (Allahü teâlâ, kusurlarımı örtüyor) demek de şükürdür. Şükür vazifesini yerine getirmenin Allahü teâlânın bir lütfu bulunduğunu düşünmek de şükürdür.

5- Allahü teâlânın verdiği her şeye razı olmak.

6– Nimetlerden faydalanıldığı müddetçe, Allahü teâlâya isyan etmemek.

7- Meydana getirilen iyiliği anıp kayra edeni övmek, şu demek oluyor ki dille de Elhamdülillah demek.

8- Bir hadis-i şerif meali: (“Allahümme mâ esbaha bî min ni’metin ev bi-ehadin min halkıke, fe minke vahdeke, lâ şerîke leke, fe lekel hamdü ve lekeşşükr” duasını, gündüz okuyan o günün, akşam okuyan o gecenin şükrünü ifa etmiş olur.) [M. Rabbani 3/17] (Bu duayı akşam okurken, esbaha yerine emsâ denir.)

9– Vasıtalara şükretmek. Allahü teâlâ nimetlerini, rızkımızı bir vasıtayla gönderir. Onlara teşekkür etmekle de, Allahü teâlâya şükretmiş oluruz. Bir hadis-i şerif meali: (İnsanlara teşekkür etmeyen Allahü teâlâya şükretmemiş olur.) [İ. Ahmed]

Hamd etmek
Sual:
Tanrı’a hamd etmenin, şu demek oluyor ki Elhamdülillah demenin hükmü nedir?
CEVAP
Hamd etmenin hükmü yerine göre farklılık gösterir. Birkaç örnek verelim:
Vacib olanlar: Namazda hamd etmek vacibdir. Fatiha suresi okumakla hamd edilmiş olur.
Sünnet olanlar: Duaya başlarken, hutbede ve yiyip içtikten sonrasında hamd etmek sünnettir.
Müstehab olanlar: Duaların sonunda hamd etmek müstehabdır.
Mubah olanlar: Her hatırladıkça hamd etmek mubahtır.
Haram olanlar: Haram bir şeyi yiyip içtikten sonrasında hamd etmek haramdır.
Sövgü olanlar: Domuz eti, şarap benzer biçimde kati haram olan bir şeyi yiyip içtikten sonrasında hamd etmek haramdır, hattâ haramlığına ehemmiyet verilmezse sövgü olur.

Sayılamayan nimetler
Sual:
Oldukça sıkıntıları olan bir Müslümanın, gene de şükretmesi gerekir mi?
CEVAP
Müslüman olmak en büyük nimete haiz olmak anlamına gelir. Bu nimete ne kadar şükretsek azdır. Müslüman olan, nimetler içindedir. Allahü teâlâ, (Rahmetim gazabımı aştı) buyuruyor. (Deylemi)

Bu bakımdan, her işte müminin kârı oldukça olur. Birkaç örnek verelim:
1- Günahlar bire bir yazılırken, sevablar minimum bire on yazılır. Bire yedi yüze kadar çıkar, hatta daha da fazla karşılık verilir. Bir âyet-i kerime meali:
(Bir iyilik yapana on katı sevab verilir. Bir fenalık ise sadece misliyle [bire bir] cezalandırılır. Hiç kimseye haksızlık yapılmaz) [Enam 160]

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(İyilik yapmak isteyip de yapamayana, Allahü teâlâ, tam iyilik etmiş benzer biçimde sevab yazar. Eğer o iyiliği yaparsa on, yediyüz misli ve oldukça daha çok sevab yazar. Eğer kötülüğe niyet eder de yapmazsa, tam bir sevab yazar. O kötülüğü yaparsa, bir tek bir günah yazar.) [Buhari]

2- İyilik halletmeye imkânı olmayan bir mümin samimi olarak, (Şu dağ altın olsa da, her insana dağıtsam) diye düşünse sanki dağıtmış benzer biçimde sevaba kavuşur, fakat imkânım olsa şöyleki hırsızlık ederdim, şöyleki günah işlerdim diye düşünse, o günahları işlemedikçe günah yazılmaz. Hatta günah işlemeye karar verip sonrasında Tanrı rızası için vazgeçse, sevab da alır.

3- Mümin hastalanıp yakarma edemez hâle erişince, ona gene lütuflar yağmaya adım atar. Hastayken doğru dürüst yapamadığı amellere daha oldukça sevab kazanır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Mümin, hastalanıp yakarma edemeyince, Allahü teâlâ, günahları yazan soldaki meleğe, “Onun günahlarını yazma” emri verir. Sevabları yazan sağdaki meleğe de, “Ona sıhhatliyken yapmış olduğu amellere verilen sevabların en güzelini yaz, ben onun durumunu bilirim ve onu ben bu hâle getirdim” buyurur.) [İbni Asakir]

4- İnsanların amellerini yazan ikişer melek, her sabah akşam değişmiş olur. Eğer kul sabah ve günün sonunda iyi iş işlemişse, aradaki günahlara bakılmadan affedilir. Bu ne büyük bir ihsandır! Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Melekler, insanların amel defterlerini götürdükleri vakit, başlangıcında ve sonunda iyi iş yazılı ise, gün ortasında yapılanları ona bağışlarlar.) [Ebu Ya’la]

5- Sevab yada günah yazılırken de melekler mümine lütufta bulunur. Mümin, birkaç günah işler, sağdaki âmir olan melek soldakine günahları yazdırmaz, (Birazcık bekle, bir ihtimal bir iyilik) işler der. Kul bir iyilik işleyince, şimdi yazalım der. Bir iyiliğe on sevab verilir. O şahıs üç günah işlemişse, 10’dan 3’ü çıkar, geriye 7 sevab yazılır. Bir hadis-i şerif meali:
(Sağdaki melek, soldaki meleğin âmiridir. Kul, bir iyilik yapınca, on sevab yazar. Fenalık yapınca, sağdaki melek, soldaki meleğe, bekle der. O da, 6 saat bekler. Eğer kul istigfar ederse, asla günah yazmaz. İstigfar etmezse, tek bir günah yazar.) [Taberani, Beyheki]

6- Dört rekâtlık namazda yanılıp üç mü, dört mü kıldım diye şüphelenince, üç kabul eder, bir rekât daha kılar. Secde-i sehv eder. Peygamber efendimiz, bu şekilde icra eden kimse için, (Eğer beş rekât kılmışsa, melekler bir rekât daha ekleyip o namazı altı rekât olarak yazarlar) buyuruyor. (Müslim)

Bir rekât fazla kıldığı namaz boşa gitmiyor, yanına tekrar ilave edilerek iki rekât namaz olarak takdim ediliyor. Hep bu şekilde, müminin lehine hareket edilmektedir. Bir kimse Tanrı’a bir adım yaklaşırsa Allahü teâlâ ona on adım yaklaşıyor. Hep nimet içindeyiz.

7- Tanrı dostlarını, bir tek seven bile kurtulur. Silsile-i aliyye büyüklerinden, Kâbe-yi şerifi görünce, (Yâ Rabbi, bizi seveni dostun yap) diye yakarma edenler oldu ve bu duaları kabul oldu. Demek ki, bu büyükleri seven kurtulur. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Dini sual sormakla dört şahıs sevabda ortaktır: Sual soran, yanıt veren, dinleyen ve bu tarz şeyleri sevenler.) [Ebu Nuaym]

Gazetede, maillerde bu tarz şeyleri okuyanlar, radyoda ise dinleyenler de sevaba ortak olur. Bir de, bir kimse gazete alamıyordur ya da bilgisayarı, maili yoktur, okuyamıyordur. Radyoyu o saatte dinleyemiyordur, fakat (Gazete alsaydım yada bilgisayarım olsaydı da, bu sual ve cevapları okusaydım) ya da radyoda konuşulurken (O saatte uygun olsaydım da dinleseydim) diyordur. Bu şekilde diyenler de, ötekiler benzer biçimde sevaba kavuşur. Örnek olarak, Osman Meşhur hoca konuşuyor, bir mazeretle dinleyemeyen biri, (Ne iyi, suallere nakle uygun yanıt veriliyor, Osman hocadan ve ona bu imkânı verenlerden Tanrı razı olsun) derse, gene sevaba ortak olur.

8- Yatağa abdestli giren, ölürse şehit olur. Namaza kalkmak ya da ertesi gün yararlı işler yapmak niyetiyle uyuyanın uykusu yakarma olur. İki hadis-i şerif meali:
(Âlimlerin uykusu ibadettir.) [İ. Gazali]

(Oruçlunun uykusu ibadettir.) [Deylemi]

9- Ramazan ayına kavuşmak büyük nimettir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, Ramazanın ilk gecesi, müminlere rahmet eder. Dualarla bakmış olduğu kuluna da artık asla azap etmez. Ramazanın son günü, oruç tutan müminlerin hepsini affeder) [Beyheki] (Allahü teâlânın sıfatları da ebedî olduğundan, razı olması, affetmesi de ebedîdir. Bir kere rahmet ve saygıyla bakarsa, bir kere affederse, artık ona asla azap etmez.)

10– Camiye giren bile nimete kavuşuyor. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Camiye giren, o andan itibaren namazda sayılır.) [İbni Ebi Şeybe]

11– Cuma günü ölen bile kurtulur. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Cuma günü ölen mümin, şehit olur ve mezar azabından kurtulur.) [Ebu Nuaym]

12– Ömründe bir kere günahtan sakınan, sonunda Cennete gider. Bir hadis-i şerif meali:
(Ömründe bir kere Tanrı’ı anan yada Ondan korkan Mümin, Cehennemden çıkar.) [Tirmizi]

13– İman eden kâfirin, kâfirken yapmış olduğu iyilikler boşa gitmediği benzer biçimde, yapmış olduğu tüm günahları da affolur, hatta sevaba çevrilir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allahü teâlâ, kâfirken tevbe edip inanç eden ve salih amel işleyenlerin seyyiatını hasenata [günahlarını sevablara] çevirir. Tanrı oldukça bağışlayıcı ve oldukça acıma sahibidir.) [Furkan 70]

Allahü teâlâ, (Affettiğim kimseyi artık asla kınamam) buyuruyor. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Tevbe eden, asla günah işlememiş benzer biçimde olur.) [İbni Mace]

14- Rabbimizin affetmediği günah yoktur. Bir âyet-i kerime meali:
(De ki, ey oldukça günah işlemekle haddi aşan kullarım! Tanrı’ın rahmetinden [bizi affetmez diye] ümidinizi kesmeyin! Şu sebeple Tanrı, [iman ehlinin] tüm günahlarını asla şüphesiz affeder. Elbet O, sonsuz mağfiret ve nihayetsiz acıma sahibidir.) [Zümer 53]

15- Allahü teâlâ, âhirette bile, meydana getirilen cömertlikten yada başka iyilikten dolayı kulunu affeder. Mahşer günü bir tek sevabı kalan mümin, bunu tek sevaba gereksinim duyan başka mümine bağışlayınca Allahü teâlâ, ikisini de Cennete koyar. Cehennemden sorgu için çıkarılan bir hiç kimseye, (Haydi yeniden Cehenneme) dendiği vakit, o mümin, ayağındaki zincirlerle koşarak Cehenneme gider. Cehenneme gidilirken koşulur mu diye sorulmuş olduğu vakit, (Dünyada ne başımıza gelmişse, söz dinlememekten ileri gelmiştir, bari burada söz dinleyeyim diye koşuyorum) der. Bu söz Allahü teâlânın hoşuna gider ve onu Cennete götürün buyurur.

Teşekkür ve şükür
Sual: (İnsanlara teşekkür etmeyen, Allahü teâlâya şükretmiş olması imkansız)
hadis-i şerifindeki insanlara teşekkürden maksat nedir?
CEVAP
(Bizlere gelen nimete vesile olan hiç kimseye teşekkür etmedikçe, o nimet için yapacağımız şükrü Allahü teâlâ kabul etmez) anlamına gelir. Örnek olarak, evi olmayan bir fakire, hayırsever bir varlıklı bir ev armağan etse, o yoksul de zengine teşekkür etmeyip bir tek, (Yâ Rabbi, bana ev nasip ettiğin için sana şükrederim) dese, yetmez, bu nimete vesile olan şahsa da teşekkür etmesi gerekir.

Nimete şükür
Sual:
Nimetlere şükretmenin kısa yolu var ise nedir?
CEVAP
Dinî hususlarda kendimizden üstün olana bakıp kibirlenmemek, dünyalık hususlarda ise kendimizden aşağıda olana bakıp bizdeki mevcut nimetlere nankörlük etmemek gerekir. Bir hadis-i şerif meali:
(Dinde kendinizden yukarıda olana bakın, aşağı olana bakmayın, yoksa kendinizi beğenip, helâk olmuş olursunuz. Dünyalık hususunda da, kendinizden yukarıda olana bakmayın, yoksa nankörlük edersiniz. Kendinizden aşağı olana bakın ki nimete şükredesiniz.) [Ey Oğul İlmihali]

Şükür mü, sabır mı?
Sual: (Tanrı’ın nimetlerini yiyip, şükredenin sevabı, oruç tutup sabredenin sevabından azca değildir)
hadis-i şerifinde, şükretmek, niçin oruç tutup sabretmekten daha sevabdır? Oruç tutup sabreden oldukça sıkıntıya katlanır, fakat şükretmek daha kolay değil mi?
CEVAP
Hamd,
tüm nimetleri Allahü teâlânın yaratıp gönderdiğine inanmak ve söylemek anlamına gelir.

Şükür, tüm nimetleri İslamiyet’e uygun kullanmak anlamına gelir. Kısaca Tanrı’ın verdiği nimetleri yerinde sarf etmek, gizli saklı açık Tanrı’a itaat edip günahlardan kaçınmaktır. Şahıs, Rabbinin verdiği nimetleri günaha araç kılarsa şükretmiş olmaz, nankörlük etmiş olur. Şükrün esası, nimetlerin sahibini bilmek, bunu kalble onaylama edip dille söylemektir.

Büyüklerin söyledikleri benzer biçimde, Horasan’ın köpeklerini de aç bıraksanız, sabretmiş olurlar. Şükretmekse, oldukça zor olsa gerek. Onun için Kur’an-ı kerimde, (İnsanların bir çok şükretmez, şükredenler azdır) buyuruluyor. Her uzvun şükrü vardır:
1- Ellerin şükrü: Harama el uzatmamak, helal olan şeyleri tutmak,
2- Dilin şükrü: Yalan, gıybet, kara çalma, fuhuş söz benzer biçimde fena şeylerden uzak durmak, hayır söylemek ve Allahü teâlâyı zikretmek,
3- Gözlerin şükrü: Harama bakmamak, Müslümanların kusurlarını görmemek ve her şeye ibretle bakmak,
4- Kulakların şükrü: İyi şeyler dinlemek, fena şeyleri, çalgıları dinlememek, söylenilen ayıpları duymamak,
5- Burnun şükrü: Haram şeyler koklamamak, helal olanları koklamak,
6- Ayakların şükrü: Kumarhane, meyhane benzer biçimde fena bölgelere gitmemek; camiye ve salih akrabaları, öteki salih zatları ziyarete gitmek,
7- Fercin şükrü: Zinadan, livatadan uzak durmak, nikâhlı eşle birlikte olmak,
8- Midenin şükrü: Haram lokmadan sakınmak, helal şeyleri yiyip içmek,
9- Kalbin şükrü: Kibir, ucb, suizan, hiddet, riya, kin, haset, mal ve makam sevgisi, övülmeyi sevmek, ayıplanmaktan korkmak, övünmek benzer biçimde şeylerden kaçmak; ilim, tefekkür, rıza, hayâ, tevazu, acıma, mürüvvet, hüsnüzan etmek benzer biçimde güzel vasıflara haiz olmak, şu demek oluyor ki fena sıfatlardan kurtulup güzel huylarla süslenmek,
10- Bedenin şükrü: Oruç tutmak, namaz kılmak ve bedenle meydana getirilen ibadetleri yapmak.

Öteki şükürlerden bazıları:

Tanrı’ı tanımanın şükrü: Bildirdiği komut ve yasaklara riayet edip hubb-i fillah ve buğd-i fillah suretiyle olmak, şu demek oluyor ki sevdiklerini sevip düşmanlarına düşman olmak ve ek olarak oldukça elhamdülillah anlamına gelir.
Peygamberi tanımanın şükrü: Ehl-i sünnet itikadı suretiyle olup sevdiklerini ve onu sevenleri sevmek, sevmediklerini ve onu sevmeyenleri sevmemek, sünnetiyle amel etmektir.
Bir büyüğü tanımanın şükrü: Eserlerini okumak, okutmak ve yaymak, talebeleriyle birlik beraberlik içinde olmaktır.
İmanın şükrü: Doğru inanç bilgilerini Allahü teâlânın öteki kullarına ulaştırmak, hubb-i fillah, buğd-i fillah suretiyle olmak. Kısaca sevdiğini Tanrı için sevmek, sevmediğini de Tanrı için sevmemektir.
Aklın şükrü: Aklı dinin emrettiği şekilde kullanmaktır.
İlmin şükrü: Bildiğiyle amel etmek ve emr-i maruf yapmaktır.
Sağlığın şükrü: Oruç tutmak, bedeni günah olan yerlerde hırpalamamak, dinin emrettiği yerlerde kullanmaktır.
Malın şükrü: Zekât, sadaka vermek, hayır hasenat yapmaktır.
Evin şükrü: Evde günah olan işler yapmamak ve konuk ağırlamaktır.
Arabanın şükrü: Yararlı hizmetlerde kullanmaktır.
Mesleğin şükrü: Mesleği dine uygun şekilde kullanmaktır.
Eşin şükrü: Haklarına riayet etmek ve onu üzmemeye çalışmaktır.
Evladın şükrü: Güzel bir isim koymak, akikasını kesmek ve İslam terbiyesi suretiyle yetiştirmektir.
Dertten kurtulmanın şükrü: Şükür secdesi yapmak yada şükür namazı kılmaktır.
Günün şükrü: (Allahümme mâ esbaha bî min ni’metin ev bi-ehadin min halkıke, fe minke vahdeke, lâ şerîke kir, fe lekel hamdü ve lekeş-şükr) diyen gündüzün şükrünü yerine getirir. Akşam (Mâ esbaha) yerine (Mâ emsâ) diyerek okuyan da gecenin şükrünü yerine getirmiş olur.
İbadet etmenin şükrü: Sabah akşam yüz kere, (Sübhanallahi ve bi-hamdihi sübhanallahil’azîm) anlamına gelir.
Tüm nimetlerin şükrü: Tüm nimetlerin, Allahü teâlânın lütfu ve ihsanı olduklarını düşünerek İslam’ın beş şartını kusursuz yerine getirmektir. Bunun için, şu üç hususa riayet etmelidir:
1- Ehl-i sünnet itikadına bakılırsa itikadı düzeltmek,
2- İslamiyet’i Ehl-i sünnet âlimlerinin ilmihal kitaplarından öğrenip bunlara uymak,
3- Tasavvuf büyüklerinin yolunda, kalbi ve nefsi temizlemektir.

Şükretmek iyi mi olur?
Sual:
Tanrı’a şükretmek ne anlamına gelir, iyi mi yapılır?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri (Tanrı’a şükretmek, Ona inanıp, komut ve yasaklarına riayet etmekle olur) buyuruyor. (3/41)

Bir âyet-i kerime meali de şöyleki:
(Ya Musa, sana verdiğim komut ve yasaklara sarıl da, şükredenlerden ol!) [Araf 144]

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Bir nimet için Elhamdülillah diyen, nimetin şükrünü eda etmiş olur.) [Beyheki]

Kur’an-ı kerimde üç şey, üç şeyle birlikte bildirildi. Biri yapılmazsa, ikincisi kabul olmaz.
1- Resulullah’a itaat edilmedikçe, Allahü teâlâya itaat edilmiş olmaz.
2- Ana, babaya şükredilmedikçe, Allahü teâlâya şükredilmiş olmaz.
3- Zekât verilmedikçe, namazlar kabul olmaz. (Tefsir-i Mugni)

Şükreden kurtulur. Bir âyet-i kerime meali:
(Tanrı’a inanç edip, nimetlerine şükrederseniz, size niçin azap etsin?) [Nisa 147]

Şükredenin kazancı nedir? İki âyet-i kerime meali:
(Şükrederseniz normal olarak nimetimi artırırım.) [İbrahim 7]

(Biz şükredenlerin mükâfatını vereceğiz.) [Âl-i İmran 145]

Şükür bu kadar önemliyken, şükredenler azdır. Bir âyet-i kerime meali:
(Kullarım içinde hakkıyla şükreden azdır.) [Sebe 13]

Gene İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İslam’ın beş şartını yerine getiren, nimetlere şükretmiş olur. Şükreden de, Cehennem azabından kurtulur. Salih amel, İslam’ın beş şartıdır. İslam’ın bu beş temelini, bir kimse hakkıyla kusursuz yaparsa, Cehennemden kurtulur; şundan dolayı bunlar, salih işler olup, günahlardan ve çirkin şeylerden korur. Bir âyet-i kerime meali:
(Kusursuz kılınan bir namaz, insanı fena işlerden korur.) [Ankebut 45] (1/304)

Şükrün önemi hakkında iki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Nimete kavuşunca şükreden, belaya uğrayınca sabreden, haksızlık yapınca af diler, zulme uğrayınca bağışlarsa, güvenlik ve hidayet suretiyle olur.) [Taberani]

(Şu üç şey inanç alametidir: Belaya sabır, nimete şükür, kazaya rıza.) [İhya]

Tanrı’ı anmak
Sual:
İbadet edebilmek, Tanrı’tan bir nimet midir? Şükretmek gerekir mi?
CEVAP
Her şey Allahü teâlâdandır. Nimetlerine şükretmek gerekir. Örnek olarak Allahü teâlâyı anmak da bir ibadettir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Tanrı’ı anmak, Tanrı’ın bir nimetidir. Onun şükrünü eda edin!) [Deylemi]

Şükür nimeti
Sual:
Doğuştan nimetlere kavuştuğumuz benzer biçimde, sonradan da, sayılamayacak kadar maddî ve manevî çeşitli nimetlere kavuşuyoruz. Nimet oldukça olunca şükür hatırımıza gelmiyor. Şükretmediğimiz için vebali oluyor mu?
CEVAP
Elbet, vebali olur. Bir hadis-i şerifte, (Sizin günah işlemenizden oldukça, nimetlere şükretmemenizden korkuyorum. Şükredilmeyen nimetler öldürücü ve yok edicidir) buyuruldu. (İbni Asakir)

Eğer şükredilmezse, hem nimet elden alınır, hem de nankörlüğün cezasını çekeriz. Şükredersek, hem sevaba kavuşuruz, hem de nimetin yok olmasını önlemiş oluruz. İki hadis-i şerif şöyledir:
(Bir kimse, Allahü teâlânın kendine verdiği nimete Elhamdülillah derse, o nimetin şükrünü ödemiş olur. Tekrar derse, sevabı artırılır. Üçüncü kere derse, günahları affolur.) [Beyhekî]

(Nimete hamd etmek, o nimetin elden çıkmasına karşı bir garantidir.) [Deylemî]

Hâline şükretmek
Sual:
Her türlü belaya uğrayan kimsenin, gene sabretmesi mi gerekir?
CEVAP
Elbet sabretmesi gerekir. Beterin beteri bulunduğunu düşünerek her hâlimize şükretmeliyiz. Sabretmezsek elimize ne geçecek ki?

İsa aleyhisselam, cüzzamdan etleri dökülmüş, gözleri kör olmuş, her tarafı perişan yatalak ve yoksul bir genç hastanın, (Çoklarını müptela etmiş olduğu dertlerden beni sakınan Allahü teâlâya hamdolsun) söylediğini işitince, (Sana gelmedik belâ mı var da, bu şekilde yakarma ediyorsun?) buyurdu. Hasta genç, (Ben inanç ve marifet sahibiyim, kalbimde dünya ve para sevgisi yok) dedi. Hazret-i İsa, (Doğru söyledin) buyurarak elini hastanın vücuduna sürdü. Gözleri açıldı, vücudunu kaplayan hastalık da derhal geçti. Eskisinden daha güzel bir genç oldu. (Eskiden günah işleyecek durumda değildim. Şimdi bu yakışıklı hâlimle günah işlersem yıkım olur) diye korkmaya başladı. Fakat Hazret-i İsa ile beraber sağ salim uzun müddet yaşadılar.

Nimeti göstermek
Sual: (Allahü teâlâ, sana bir mal verince, bu nimetin eserinin senin üstünde görülmesini sever)
hadis-i şerifi, maddî şeyler için midir, yoksa manevî şeyler de buna dâhil midir?
CEVAP
Elbet dâhildir. Manevî nimetler, mal mülk benzer biçimde maddî nimetlerden daha büyüktür. Örnek olarak inanç nimeti, malla mülkle ölçülmez. İman nimetinin şükrünü göstermek gerekir. Allahü teâlâ, (Nimetlerime şükrederseniz arttırırım) buyuruyor. Şükrün dereceleri var. Allahü teâlâ, (Ey, imanla şereflenen müminler, inanç nimetinin şükrünü ifa edebilmek için birbirinizi seviniz!) buyuruyor. Ana babadan, kardeşten daha oldukça sevmek gerekir. Hele, ana baba bu yolda ise, normal olarak onları da bu şekilde sevmek gerekir. İman şükrünü yerine getirmek için insanların Cehennemden kurtulmasına çalışmak gerekir. Bunu da güler yüzle, tatlı dille yapmalı, dini doğru olarak öğreten kitapları ucuza satarak yada parasız dağıtarak, milletin imanını korumaya çalışmalıdır.

İman nimetine şükretmek için yakarma da etmek gerekir. Örnek olarak abdeste başlarken okunan şu duayı, kim okursa, inanç nimetine şükretmiş olur.
(Elhamdülillahi alâ dînil islâm ve alâ tevfîkil îmân ve alâ hidâyetir-rahman.)

İmanının sağlamlaşması için bu duayı okumalı. Şu sebeple şükredince nimet artar. İman artmaz, fakat kuvvetlenir. Öteki nimetlerine şükredince artar, imana şükredince sağlamlaşır, kuvvetlenir.

“Nasılsın” diyene “elhamdülillah” denmez mi?
Sual:
Yeni türeyen bazı kimseler, (Nasılsın diyene elhamdülillah denmez, şükürler olsun demek gerekir) diyorlar. Bu tarz bir olay var mıdır?
CEVAP
Elhamdülillah denmez demek oldukça yanlıştır. Elhamdülillah diyerek hamd etmek oldukça uygundur. Hamd ile şükür içinde bazı farklar vardır:
Hamd, tüm nimetleri Allahü teâlânın yarattığına ve gönderdiğine inanmak ve söylemektir. Şükür, tüm nimetleri İslamiyet’e uygun olarak kullanmak anlamına gelir. Kısaca, hamd kalb ve dil ile; şükür ise fiilen yapılır.

İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Hamd etmek, şükretmekten daha kıymetlidir. Şu sebeple şükretmekte nimetleri göz önündedir. Hamd ederken nimetleri de, elemleri de sevilmektedir. Şu sebeple Allahü teâlânın verdiği elemler, nimetler benzer biçimde güzeldir. Hamd devamlıdır. Nimet zamanında da, sıkıntılı hâllerde de hamd edilir. Şükür ise nimet zamanlarında olur, nimet kalmayınca, kayra bitince şükür de kalmaz. (2/33)

Demek ki, şükür bir tek nimet verildiği vakit oluyor. Hamd ise, nimet de olsa, sorun da olsa Allahü teâlâdan geldiği için onu memnuniyetle karşılamaktır. Bu, oldukça kıymetli bir şey ise de, bu şekilde her zamanda hamd eden azdır.

Vermek istemeseydi
Sual:
İmam-ı Rabbani hazretleri, (Tanrı, vermek istemeseydi, talep vermezdi) buyuruyor. Benim uygunsuz bir kızla evlenme isteğim var. Bir de, bende çeşitli günahları işleme isteği mevcuttur. Bu istekleri Tanrı bana vermeseydi normal olarak ben bu tarz şeyleri istemezdim. Bu istekleri Tanrı verdiği için, benim bu tarz şeyleri işlemem günah olmaz, değil mi?
CEVAP
Oradaki talep, günah işleme isteği değil, Tanrı’a kavuşma isteğidir. O yazının tamamı şöyledir:
(Allahü teâlâ, kendini aramak arzusunu arttırsın. Ona kavuşmaya engel olan şeylerden sakınmak nasip eylesin! Allahü teâlâyı istemekte, Onun için yanıp yakılmakta olduğunuzu bildirdiği için, oldukça hoşa gitti. Şu sebeple istemek, kavuşmanın müjdecisidir. Yanıp yakılmak da, kavuşmanın başlangıcı anlamına gelir. Büyükler, (Vermek istemeseydi, talep vermezdi) buyuruyor. İstek nimetinin kıymetini bilip, bunun elden kaçmasına sebep olacak şeylerden sakınmalı. İsteğin gevşememesine ve ateşin soğumamasına dikkat etmeli. Bu nimetin elden çıkmamasına en oldukça yarayan şey, buna şükretmektir. Şu sebeple İbrahim sûresinin yedinci âyetinde mealen, (Nimetlerime şükrederseniz, normal olarak arttırırım) buyuruldu.) [m. 61]

Günah işlemek Tanrı’a kavuşmaya engel olur. Tanrı’a kavuşmaya engel olan şeylerden sakınmak ve Ona kavuşma isteğine şükretmek gerekir.

Nimetin bedeli
Sual: (Nimetin bedeli Elhamdülillah’tır)
hadisi gereğince, elde ettiğimiz bir şey için Elhamdülillah demekle o nimetin bedeli ödenmiş olur mu?
CEVAP
Ne maksatla Elhamdülillah söylediğine bakılır. Örnek olarak bir kimsenin eline bir miktar para geçse, onunla şarap alıp içse, (Elhamdülillah, elime para geçti, şarabımı alabildim) dese, nimetin şükrünü eda etmiş olması imkansız. O nimeti, dinimizin emrettiği yerlerde kullanırsa, sadece o vakit şükretmiş olur.

Oldukça şükür Elhamdülillah
Sual:
(“Oldukça şükür Elhamdülillah” demek yanlıştır. Şu sebeple hamd etmekle şükretmek aynıdır) deniyor. Bu şekilde söylemenin mahzuru olur mu?
CEVAP
Asla mahzuru olmaz, aksine iyi olur. Şükürle hamd içinde fark vardır:
Hamd, tüm nimetleri Allahü teâlânın yarattığına ve gönderdiğine inanıp söylemek anlamına gelir. Şükür, tüm nimetleri İslamiyet’e uygun olarak kullanmak anlamına gelir. Kısaca hamd dille, şükür bedenle yapılır. Bir örnek verelim:
Sıhhatli bir kimse, (Elhamdülillah sağlığım yerindedir) derse hamd etmiş olur. Sağlığını dinin emrine uymakta kullanırsa şükretmiş olur. Sağlığını günah işlemekte yıpratırsa, şükretmemiş, nankörlük etmiş olur.

Şükürle hamd etmenin değişik bir tarifi daha vardır. Bu mevzuda İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Hamd etmek, şükretmekten daha kıymetlidir. Şu sebeple şükretmekte nimetleri göz önündedir. Hamd ederken nimetleri de, elemleri de sevilmektedir. Allahü teâlânın verdiği elemler, nimetler benzer biçimde güzeldir. Hamd devamlıdır. Nimet zamanında da, sıkıntılı hâllerde de hamd edilir. Şükürse nimet zamanlarında olur, nimet kalmayınca, kayra bitince şükür de kalmaz. (2/33)
Demek ki, şükür bir tek nimet verildiği vakit oluyor. Hamd ise, nimet de olsa, sorun da olsa Allahü teâlâdan geldiği için onu memnuniyetle karşılamaktır.

Gene İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Hadis-i şerifte, (Allahümme mâ esbaha bi min nimetin ev bi-ehadin min halkıke, fe minke vahdeke, lâ şerike kir, fe lekel hamdü ve lekeşşükür” duasını sabah okuyan, gündüzün, gece okuyan da, o gecenin şükrünü ifa etmiş olur) buyurulmuştur. (Mektubat-ı Rabbani 3/17)

Bu duada da, (Sana hamd ve şükrediyoruz) deniyor. Hamd ve şükür aynı mânada olsaydı birlikte kullanılmazdı. İkisi yakın mânada bile olsa, (Oldukça şükür Elhamdülillah) demenin asla mahzuru olmaz.

Vücudun zekâtı
Sual:
Tüm uzuvlarım yerli yerinde. Bir hastalığım yok. Aklım ve imanım da var. Bunların şükrünü iyi mi yaparım? Büyük ve güzel bir evimiz de var. Evin şükrü iyi mi olur?
CEVAP
İslam’ın beş şartına uyan, her türlü şükrü yapmış olur. Gövde için ayrı bir şükür de vardır. Bir hadis-i şerif:
(Her şeyin zekâtı vardır, vücudun zekâtı da oruçtur.) [İbni Mace]

Demek ki oruç tutarsak, vücudumuzun zekâtını ödemiş, şükrünü yapmış oluruz. Başka bir hadis-i şerifte, (Oruç tutan sıhhatli olur) buyuruluyor. (İbni Mace)

Ev için ayrı bir şükür de vardır. Bir hadis-i şerif:
(Her şeyin bir zekâtı vardır. Evin zekâtı ise, konuk odasıdır.) [A. Rifaî]

Konuk kabul eden şahıs, evinin şükrünü yerine getirmiş olur. Bir hadis-i şerifte, (Konuk girmeyen eve, melekler de girmez) buyuruluyor. Melek girmeyen eve şeytan girer. O hâlde misafiri nimet bilmeli. Misafirin gelmesi maddî ve manevî yönden oldukça faydalıdır. Konuk gelen evde hayır ve bolluk olur. Konuk rızkıyla gelir. Üstelik ev halkının mağfiretine sebep olur.

Her nimeti gönderen, Allahü teâlâdır
Her insana her nimeti gönderen, her şeyi var eden, sadece Allahü teâlâdır. Her varlığı, her ân varlıkta durduran Odur. Kullardaki üstün ve iyi sıfatlar, Onun lütfu ve ihsânıdır. Yaşantımız, aklımız, ilmimiz, gücümüz, görmemiz, işitmemiz, söyleyebilmemiz, hep Ondandır. Saymakla bitirilemeyen çeşitli nimetleri, iyilikleri gönderen hep Odur. İnsanları güçlüklerden, sıkıntılardan kurtaran, duâları kabul eden, dertleri, belâları gideren hep Odur. Rızıkları yaratan ve ulaştıran yalnız Odur. İhsânı o denli boldur ki, günâh işleyenlerin rızkını kesmiyor. Günâhları örtmesi o denli çoktur ki, emrini dinlemeyen, yasaklarından sakınmayanları, her insana rezîl ve rüsvâ etmiyor ve nâmus perdelerini yırtmıyor. Affı ve merhameti o denli çoktur ki, cezâyı ve azâbı hak edenlere azap vermekte acil etmiyor. Nimetlerini, ihsânlarını, dostlarına ve düşmanlarına saçıyor. Kimseden bir şey esirgemiyor. Tüm nimetlerinin en üstünü, en kıymetlisi olarak da, doğru yolu, saâdet ve kurtuluş yolunu gösteriyor. Yoldan sapmamak ve Cennete girmek için teşvik buyuruyor. Cennetteki sonsuz nimetlere ve kendi rızasına, sevgisine kavuşabilmemiz için, Sevgili Peygamberine uymamızı emrediyor.

Allahü teâlânın nimetleri güneş benzer biçimde meydandadır. Başkalarından gelen iyilikler, gene Ondan gelmektedir. Başkalarını vâsıta kılan, onlara iyilik yapmak isteğini veren, onlara iyilik yapabilecek gücü, kuvveti veren, gene Odur. Bunun için, her yerden, herkesten gelen nimetleri gönderen hep Odur. Ondan başkasından iyilik, ihsân beklemek, emânetçiden emânet ve fakîrden sadaka istemeye benzer.

İnsanın, bu nimetleri gönderen Allahü teâlâya, gücü yettiği kadar şükretmesi, insanlık vazîfesidir. Aklın emrettiği bir vazîfe, bir borçtur. Allahü teâlâya yapılması gerektirme eden bu şükrü yerine getirebilmek, kolay bir iş değildir. Şu sebeple insanoğlu, zayıf, muhtaç, ayıplı ve kusurludur. Allahü teâlâ ise, ayıplardan, kusurlardan, uzaktır.

İnsanların Allahü teâlâya karşı, kalp, dil ve bedenle yapmaları ve inanmaları lâzım olan şükür borcu, kulluk vazîfeleri, Allahü teâlâ tarafınca bildirilmiş ve Onun Sevgili Peygamberi tarafınca ortaya konmuştur. Allahü teâlânın gösterdiği ve emrettiği kulluk vazîfelerine İslâmiyet denir. Allahü teâlâya şükür, Onun Peygamberinin getirmiş olduğu yola uymakla olur. Allahü teâlâya şükür, Onun Peygamberinin getirmiş olduğu yola uymakla olur. Bu yola uymayan, bunun haricinde kalan hiçbir şükrü, hiçbir ibâdeti, Allahü teâlâ kabul etmez, beğenmez…

Sual: Şükür secdesi diye bir secde var mıdır var ise niçin ve iyi mi yapılır?
Yanıt: Şükür secdesi de, tilâvet secdesi gibidir. Kendisine nimet gelen yada bir dertten kurtulan kimsenin, Allahü teâlâ için secde-i şükür yapması müstehabdır. Secdede ilkin, Elhamdülillah denir, sonrasında, secde tesbihini okur. Namazlardan sonrasında şükür secdesi yapmanın mekruh olduğu, Mektûbât-ı Ma’sûmiyye’de de yazılıdır. Cahillerin sünnet yada vacip sanacağı mubahları yapmak da, tahrimen mekruhtur. Bidat hasıl olmasına sebep olur.

Sual: Allahın verdiği nimetlere şükür hususunda, öncelik nedir, hangi nimetler ön plandadır?
Yanıt:
İslâm âlimleri, insanların Allahü teâlâya karşı şükür borcunu iyi mi yapacağı hususunu, öncelikli olarak hangi nimetlere şükredileceği konusunu değişik değişik bildirmişlerdir. Bazılarına bakılırsa, birinci vazife, Allahü teâlânın varlığını düşünmektir. Bazılarına bakılırsa, nimetlerin Ondan geldiğini anlamalı, dil ile hamd, şükür ve sena etmelidir. Bazılarına bakılırsa, birinci vazife, Onun emirlerini yapmak, yasaklarından, haramlarından sakınmaktır. Bir kısmı da, insan ilkin kendini temizlemeli, böylece, Allahü teâlâya yaklaşmalıdır, dedi. Bazıları, insanları irşad etmeli, doğru, salih olmalarına çalışmalıdır, dedi. Bazıları da, insanoğlunun belli bir vazifesi olmaz, her insanoğlunun kendine bakılırsa, başka başka vazifeleri ve öncelikleri olur, dedi.

Sual: Allaha şükretmek, bir tek elhamdülillah demekle mi olmaktadır?
Yanıt:
Şükür, Allahü teâlânın verdiği tüm nimetleri, Onun bildirdiği şu demek oluyor ki İslâmiyete uygun olarak kullanmak anlamına gelir. Nimet ise, yararlı şey anlamına gelir. Nimetler, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılıdır. Ehl-i sünnet âlimleri, meşhur olan dört mezhebin âlimleridir.

Şükredilirse, nimetler artar
Sual: Bir insan yada bir millet kavuştukları nimetin kıymetini bilmezlerse, bu nimetler onların elinden gider mi?
Yanıt:
Allahü teâlâya şükretmek, Onun dinini kabul etmek, emrettiklerini yapmak, yasak ettiklerinden de sakınmak anlamına gelir. Nimetin kıymeti bilinmeyince, elden gider, şükredilince elde kalır ve artar. Sûre-i İbrahimin 7. âyetinde mealen;
(Şükrederseniz, verdiğim nimetleri normal olarak arttırırım) buyurulmaktadır.

Peygamberlerin bildirdikleri komut ve yasaklar, insanoğlu için birer rahmettir, iyiliktir. Bu komut ve yasaklar, inkar edenlerin söyledikleri benzer biçimde, külfet, eziyet olmadığı benzer biçimde akla da aykırı değildir. İyilik edenlere, şükretmek şu demek oluyor ki, sevindiğini bildirmek, aklın istediği bir şeydir. Dinin bildirdiği hükümler, tüm nimetleri, iyilikleri yaratan, gönderen Allahü teâlâya karşı, şükrün iyi mi yapılacağını göstermektedir. Ek olarak dünyanın, yaşamın düzeni, cenab-ı Hakkın bu emirlerini yapmakla ve yasak ettiklerinden de sakınmakla mümkün olur. Eğer Allahü teâlâ, herkesi kendi başına bıraksaydı, kötülükten, karışıklıktan başka bir şey olmazdı. Allahü teâlânın haram etmesi olmasaydı, nefisleri, keyifleri ardında koşanlar, başkalarının mallarına, canlarına, ırzlarına saldırır, karışıklıklar hasıl olur, hücum eden da, karşısındakiler de, zarar görürlerdi.

İnsanların, Allahü teâlânın komut ve yasaklarından uzaklaştıkça, geçimsizlik, sefalet, sorun ile kıvrandıkları hep görülmüştür. Teknoloji, akıllara şaşkınlık verecek şekilde ilerlediği halde, dünyadaki huzursuzluğun, sıkıntının azalmadığı hatta arttığı görülmektedir. Allahü teâlâ, insanların saadetlerine sebep olan şeyleri emretti, felaketlerine sebep olanları da yasak etti. Dinli olsun, dinsiz olsun, bir kimse bilerek yada bilmeyerek, bu komut ve yasaklara uyduğu kadar, dünyada rahat ve rahatlık içinde yaşar. Eğer inanç ederse, ahirette de, sonsuz saadete kavuşur.

Bir kimse, Allahü teâlânın kayra etmiş olduğu nimetlerin kıymetini bilir, buna bakılırsa yaşar, kendinde bir değişme eğer olmazsa, bu hiç kimseye verilen nimetler, onda hep kalır hatta artar. Bu hal, bir insan için olduğu benzer biçimde toplum ve milletler için de aynıdır. Nitekim Ra’d sûresinin 11. âyetinde mealen;
(Bir millet, kendini bozmadıkça, Tanrı onların hâllerini değiştirmez) buyurulmuştur.

Sual: Hamdetmek ne anlamına gelir, ne anlamda ve niçin söylenmektedir?
Yanıt:
Hamd, tüm nimetleri Allahü teâlânın yarattığına ve gönderdiğine inanmak ve söylemek anlamına gelir. Hamd, Elhamdülillah anlamına gelir. Bunun anlamı, herhangi bir kimse, herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde, herhangi bir hiç kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir suretle hamd ederse, bu hamd ve senaların, metihlerin, övmelerin hepsi, Allahü teâlânın hakkıdır anlamına gelir.

Nimetlerden yoksun kalmanın sebebi
Sual: İnsanlardan bazılarının, Tanrı tarafınca gönderilen nimetlere kavuşamamasının sebebi ne olabilir?
Yanıt:
Mevzu ile ilgili olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Muktûbât kitabında, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın feyizleri, nimetleri, ihsanları, şu demek oluyor ki iyilikleri, her an, insanların iyisine, kötüsüne her insana gelmektedir. Her insana mal, evlat, rızık, hidayet ve daha her iyiliği fark gözetmeksizin göndermektedir. Kullarının günahlarını yüzlerine vurmuyor. Kendisine karşı gelenlerin, günah işleyenlerin rızıklarını kesmiyor. Dünya için çalışanlara karşılıklarını, fark gözetmeksizin veriyor. Fark, bu tarz şeyleri kabulde, alabilmekte ve bazılarını da alamamak suretiyle, insanlardadır. Nitekim güneş, hem çamaşır yıkayan adama, hem de çamaşırlara, aynı şekilde, parlamakta iken, insanın yüzünü yakıp karartır, çamaşırlarını ise beyazlatır. Güneş, elmaya ve bibere aynı şekilde parladığı hâlde, elmayı kızartınca tatlılaştırır; biberi kızartınca acılaştırır. Tatlılık ve acılık hep güneşin parlaması ile ise de, aralarındaki fark, güneşten değil, kendilerindendir.

İnsanların, Allahü teâlâdan gelen nimetlere nail olmamaları, Ondan yüz çevirdikleri içindir. Yüz çeviren, normal olarak bir şey alamaz. Ağzı kapalı bir kap, nisan yağmuruna normal olarak kavuşamaz. Evet, yüz çeviren birçok kimsenin, nimetler içinde yaşamış olduğu görülüp, yoksun kalmadıkları zan olunuyor ise de, bunlarda nimet olarak görülenler, hakikatte azab ve yıkım tohumlarıdır. Mekr-i ilâhî ile şu demek oluyor ki Allahü teâlânın aldatarak, nimet şeklinde gösterdiği musibetlerdir. O kimseleri harap etmek ve daha ziyade azıp, sapıtmaları içindir. Nitekim, Mü’minûn suresinin 56. âyetinde mealen, (Kâfirler, mal ve oldukça evlat benzer biçimde dünyalıkları verdiğimiz için, kendilerine iyilik mi ediyoruz, yardım mı ediyoruz sanıyor. Peygamberime inanmadıkları ve din-i islâmı beğenmedikleri için, onlara mükafat mı ediyoruz, diyorlar? Hayır, öyleki değildir. Aldanıyorlar. Bunların nimet olmayıp, musibet bulunduğunu anlamıyorlar) buyurulmuştur. O hâlde, Hak teâlâdan yüz çevirenlere verilen dünyalıklar, hep haraplıktır, felakettir. Şeker hastasına verilen tatlılar, helvalar gibidir. Onu bir an evvel helake götürür. Allahü teâlâ, bizleri, bu şekilde olmaktan korusun!”

Allahü teâlâya karşı şükür borcu
Sual: Şükür nedir ve insan, Allahü teâlâya karşı lazım olan şükür borcunu iyi mi ve ne şekilde yapmalıdır?
Yanıt:
Allahü teâlâya şükretmek, Onun dinini kabul etmek ve İslâmiyetin ahkamını, bildirdiği hükümleri yapmak, yerine getirmek anlamına gelir. Hamd, tüm nimetleri Allahü teâlânın yaratıp gönderdiğine inanmak ve söylemek anlamına gelir. Şükür; tüm nimetleri İslâmiyete uygun olarak kullanmaktır. İslâm âlimlerinden bazısı şükrü, Allahü teâlânın varlığını düşünmek; bazısı nimetlerin Ondan geldiğini anlamalı ve dil ile hamd ve sena etmeli; bazısı, Onun emirlerini yapmak, haramlarından sakınmak; bir kısmı da, insan ilkin kendini temizlemeli, böylece, Allahü teâlâya yaklaşmalı ve bazısı da, insanları irşad etmeli, doğru, salih olmalarına çalışmalı diye tanım etmişlerdir.

Sonrasında gelen İslâm alimleri de buyuruyor ki:
“İnsanın Allahü teâlâya karşı vazifesi üçe ayrılır:
Birincisi, bedeni ile yapacağı işlerdir ki, namaz, oruç benzer biçimde.

İkincisi, ruhu ile yapacağı vazifedir ki, doğru inanç etmek, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri benzer biçimde inanç etmek, inanmak.

Üçüncüsü, insanlara hakkaniyet yapmakla, Allahü teâlâya yaklaşmaktır. Bu da, emaneti muhafaza, insanlara tembih etmek, ilk olarak İslâmiyeti öğretmekle olur.”

Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, yakarma üçe ayrılır: Doğru inanç, doğru söz ve doğru iş. Bunlardan son ikisinde, açık olarak emredilmemiş olanlar, zamana ve şartlara göre farklılık gösterir. Allahü teâlâ, Peygamberleri vasıtası ile değiştirir. İbadetleri, insanoğlu değiştiremez. Peygamberler ve bu Peygamberlerin vârisleri olan, Ehl-i sünnet mezhebinin âlimleri, ibadetlerin çeşitlerini ve iyi mi yapılacaklarını ayrı ayrı bildirmişlerdir. Her insanın bu tarz şeyleri öğrenmesi ve ona bakılırsa hareket etmesi lazımdır. Kısacası, doğru inanç, doğru söz ve amel-i salih, birinci vazifedir. Tüm İslâm âlimleri ve tasavvuf büyükleri buyurdular ki:
“İnsana vacib olan birinci vazife, inanç, amel ve ihlas sahibi olmaktır. Dünya ve ahiret saadetleri, sadece bu üçüne kavuşmakla elde edilir. Amel, kalp ile ve dil ile, şu demek oluyor ki söz ile ve gövde ile yapılacak işler anlamına gelir. Kalbin işleri, ahlaktır. İhlas, amelini şu demek oluyor ki tüm işlerini, ibadetlerini, yalnız Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için yapmak anlamına gelir.”

Sual: Verdiği nimetlerinden dolayı, Allahü teâlâya ne yapılırsa şükredilmiş olur?
Yanıt:
İnsanların Allahü teâlâya karşı, kalp, dil ve gövde ile yapmaları ve inanmaları lazım olan şükür borcu, kulluk vazifeleri, Allahü teâlâ tarafınca bildirilmiş ve Onun sevgili Peygamberi tarafınca ortaya konmuştur. Allahü teâlânın gösterdiği ve emrettiği kulluk vazifelerine İslâmiyet denir. Allahü teâlâya şükür, Onun Peygamberinin getirmiş olduğu yola uymakla olur. Bu yola uymayan, bunun haricinde kalan hiçbir şükrü, hiçbir ibadeti, Allahü teâlâ kabul etmez, beğenmez. Şu sebeple, insanların, iyi, güzel sandıkları oldukça şey vardır ki, İslâmiyet, bu tarz şeyleri beğenmemekte, çirkin olduklarını bildirmektedir. Aklı olan kimselerin, Allahü teâlâya şükretmek için, Muhammed aleyhisselama uymaları lazımdır.

Havadaki azot ve oksijen de nimettir
Sual: İnsan, rahat nefes alış verişini yaptığı için, bu nimete de şükretmeli midir?
Yanıt:
Yüz litre havada, 78 litre azot, 21 litre oksijen, bir litre argon benzer biçimde necib gazlar ve 0,03 litre karbondioksid gazı bulunur. Hava, bu gazların karışımıdır. Havada gaz halinde bulunan azot, yumurta akı, ekmek, et benzer biçimde cisimlerin yapı maddesidir. Bu şekilde azottan yapılmış maddelere Protein diyoruz. Proteinler, aminoasidlerin peptidleşmesinden hasıl olan polipeptid yapısındadır. Bunlar, protoplazmanın yapı taşı olduğundan, proteinsiz, şu demek oluyor ki azotsuz yaşanmaz. Yalnız yağ, şeker, nişasta benzer biçimde azotsuz gıdalarla beslenen bir hayvan, yaşayamaz. İnsan, her gün gıdalardan 8 gram azot almak mecburiyetindedir. Lakin ne insan ve ne de hayvan ve ne de bitkiler, havadaki azotu alamıyoruz. Zira, azot moleküllerindeki ikişer atom, birbiri ile güçlü bağlı olup, kolay ayrılmıyor.

Havada oksijen bulunmasaydı yada oksijen miktarı yüzde 21 den azca yada oldukça olsaydı, zararı dokunan olur, hiçbir canlı nefes alamaz, yaşayamazdı. Yer yüzünde hiçbir insan, hayvan, nebat bulunmazdı. Yağmurlu, karlı ve fırtınalı havalarda oksijen miktarı asla değişmiyor. Allahü teâlâ değişmekten muhafaza ediyor. Allahü teâlâ, insanlara büyük nimet olarak, Peygamberleri gönderip imanı bildirdi. Havadaki oksijen miktarını yüzde 21 olarak durağan(durgun) tutuyor. Bu nimetlerin kıymetlerini anlamalı, her nefeste şükretmelidir. Görmek, işitmek ve söylemek nimetlerinin kıymetlerini de düşünmelidir. Bu nimetler için, gece gündüz durmadan hamdedilse karşılık yapılabilir mi? Lazım olan hamd ve şükür yapılmadığı için, bu tarz şeyleri geri alıyor mu? Almıyor, affediyor. Hamd ve şükür etmeyenlerin, hatta inkar edenlerin, dünya nimetleri içinde, rahat ve mesut yaşadıkları, bazı sevilmişlerin de sıkıntılar çektikleri görünüyor. İmâm-ı a’zam hazretlerinin zindanda işkence yapılarak öldürülmesi ve imâm-ı Rabbânî hazretlerinin üç oğlunun bir günde vefat etmeleri böyledir. Bunlar bizi aldatmasın! Şu sebeple, Allahü teâlânın af ve sabır sıfatları, öteki sıfatları benzer biçimde sonsuzdur. Bizim benzer biçimde cahiller, bu şekilde af ve acıma sahibi Rabbimize karşı kusurlarımızı bilmeli, Ona karşı şükürde asla kusur yapmamalı, emirlerine ve yasaklarına, şu demek oluyor ki İslâmiyete tüm gayretimiz ile sarılmalıyız.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/09/19/sukur-nedir/feed/ 0 5978
Umre nedir, nasıl yapılır ? https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/22/umre-nedir-nasil-yapilir/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/22/umre-nedir-nasil-yapilir/#respond Thu, 22 Aug 2019 05:39:34 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5874

Umre, hac zamanı olan beş günden başka, senenin her günü, ihram ile meydana getirilen, tavaf ve sa’y yapmak ve saç kazımak yada kesmektir. Umrenin farzı ikidir. İhram ve tavaf. İhram umrenin şartı, tavaf ise rüknüdür. Sa’y ve tıraş olmak ise vaciptir.

Umre, ömürde bir kez, Hanefi ve Maliki’de sünnet, Şafii ve Hanbeli’de farzdır.

İhrama girme bölgeleri:
Mekke’ye mikât sınırları dışındaki yerlerden gelenler yolları üstündeki mikâtlardan birinde ihrama girerler. Mekke’de bulunulduğu esnada umre yapmak istenirse, Mekkeliler benzer biçimde, Harem Bölgesi dışına çıkılarak ihrama girilir.

Umre nasıl yapılır
1-
Mikât sınırlarının birinde ihrama girilir ve niyet edilir.

2- Telbiye, tekbir, tehlil salevat-ı şerife okunarak Harem-i şerife girilir. Niyet edilip umre tavafı yapılır.
Tavaf esnasında iztibâ ve ilk üç şavtta remel de yapılır.

3- Tavaf namazından sonrasında Mes’aya gidilerek umrenin sa’yi yapılır.

4- Tıraş olunup ihramdan çıkılır. Böylece umre tamamlanmış olur.
Umrede Arafat, Minâ, Müzdelife’deki menâsik, kudum ve veda tavafı yoktur.

Okunacak dualar: Buraya yazmadık.
Kesinlikle o duaları okumak da koşul değil, hepimiz bilmiş olduğu duaları okuyabilir.

İş ve umre
Sual: Bir iş için Suudi Arabistan’a giden kimse, Mekke’ye gidip ihrama girerek umre yapabilir mi?
CEVAP
Suudi Arabistan’ın hangi yerine gittiğinizi yazmamışsınız. Eğer mikât denilen yerin içinde iseniz, dışına çıkıp ihram giyerek öyleki Mekke’ye gitmeniz gerekir. Mikât’ta ihrama girmek gerekir. Daha ilkin de giyilse olur. Bu sebeple Tam İlmihal’de diyor ki:
Hac için, ömre için, tecim için yada herhangi bir şey için uzaktan gelenlerin, mikât denilen bölgeleri, ihramsız geçerek, Mekke-i mükerreme Haremine girmeleri haramdır. Geçenin, geri mikâta gelip ihrama girmesi lazımdır. İhrama girmezse, kurban kesmek lazım olur.

Mikât denilen bölgeler ile, Harem-i Mekke arasına Hil denir. Mikâttan geçerken, bir iş için Hil’de kalmaya niyet edenlerin ve Hil’de oturanların, hacdan başka niyet ile, ihramsız Harem’e girmeleri caizdir. Mikât yerlerini geçerken, niyet ederek ve telbiye yaparak, usulü ile, ihrama girilir. Mikât yerinden ilkin, hatta kendi memleketinde de giymek caiz ve daha iyidir.

Umre ve farz
Sual:
Borcu olanın yada gidip gelirken bazı günahları işleme durumu olanın ya da farz sevabı işleme imkânı olanın, bunu yapmayıp umreye gitmesi caiz midir?
CEVAP
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Umreye gitmek farz ve vacib değildir, nâfile ibadettir. Nâfile ibadeti yapmak, bir farzın terkine yada bir haram işlemeye sebep olursa, yakarma olmaktan çıkar, günah işlemek olur. (1/124)

Umre sünnet midir?
Sual:
Umre sünnet midir?
CEVAP
Umre, Hanefî ve Mâlikî mezhebinde müekked sünnettir. Şâfiî’de ömürde bir kez umre yapmak farzdır, sadece derhal yerine getirilmesi gerekmez. Hanbelî’de ise, ilk fırsatta derhal yerine getirilmesi ihtiyaç duyulan bir farzdır. (Mizan-ül kübra)

Umreye gitmenin önemi
Sual: (Makamât-ı Mazheriyye)nin
26. mektubunda ve İmam-ı Rabbânî hazretlerinin, 29, 123. ve 124. mektuplarında, umreye ve nâfile hacca gitmeye izin verilmediği bildiriliyor. Umre ve nâfile hac, oldukça sevab değil midir?
CEVAP
(Sevab değildir) denmiyor. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Umreye gitmek farz ve vacib değildir, nâfile ibadettir. Nâfile ibadeti yapmak, bir farzın terkine yada bir haram işlemeye sebep olursa, yakarma olmaktan çıkar, günah işlemek olur. (1/124)

(Nâfile sevabı kazanayım diye haram işlenmemeli) deniyor. Dinimizde bir kural vardır: Sünnetle yada nâfile ile mekruh çakışınca, mekruh işlememek için sünnet yada nâfile terk edilir. Hele haram işlenecekse, o iş asla yapılmaz. Bilhassa hanımefendilerin erkekler arasına girmeleri, seslerini yabancılara duyurmaları yasaklandığı için umreye yada nâfile hacca gitmeleri asla doğru olmaz.

Umreye gitmek oldukça sevabdır. Sadaka vermek de oldukça sevabdır. Farz olan zekât borcu varken sadaka verilmez. (Sadaka vermeyin, umreye gitmeyin) denmiyor, (İki işten daha önemlisi, daha oldukça sevab olanı tercih edin) buyuruluyor.

Farz ibadetin yanında nâfile ibadetlerin asla kıymeti yoktur. Deniz yanında, damla bile değildir. Şeytan aldatarak, kazaları kıldırtmıyor, nâfile kılmayı, [nâfile hacca ve umreye gitmeyi], zekât verdirmeyip, nâfile hayırları, göze güzel gösteriyor. Cami, Kur’an-ı kerim kursu ve aynı, İslam’a faydası olan şeyleri yapmak, nâfile hacdan ve umreden daha sevabdır. Nâfile hac ve umre yaparken sarf edilen paralar, Müslümanların muhtaçlarına, hele dine hizmet için veriliyorsa, nâfile hac ve umre yapmak, kendi memleketinde sadaka vermekten daha efdal olur. Bu sebeple hem mal, hem bedenle yakarma yapılmaktadır. Makamat-i Mazheriyye’de, 26. mektupta (Hacda bir farzı yada vacibi özürsüz terk etmemek yada haram, mekruh işlememek lazımdır. Aksi hâlde, nâfile hac ve umre yapmak sevab değil, günah olur) diyor. (S. Ebediyye)

Nâfile ibadetin sevabı, farz ibadetin sevabı yanında, bir derya tarafındaki bir damla sudan azdır. İslam âlimleri, Mekke’ye uzak memleketlerde olanların yeniden hacca gitmelerine izin vermemişlerdir. Seyyid Abdullah-ı Dehlevî hazretleri 63. mektupta (Hac yolunda, çoğun, ibadetler tam yapılamaz. Bunun için, İmam-ı Rabbânî 123 ve 124. mektuplarında, umreye ve nâfile hacca gitmekten razı olmadığını bildirdi) buyuruyor. Bir farzın yapılmasına, örneğin hanımefendilerin örtünmelerine mâni olan nâfile hac, haram olur. Bu şekilde nâfile hacca gitmek, sevab değil, günah olur. Umreye gitmek de böyledir. (İslam Ahlakı)

İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Bir nâfile hac yapmak için birçok yasaklar, haramlar işleniyor. İyi düşünmelisiniz! Aklı olana bir işaret yetişir. Umre farz ve vacib değil nâfile ibadettir. Nâfile ibadeti yapmak, bir farzın terkine yada bir haram işlemeye sebep olursa, yakarma olmaktan çıkar. Günah işlemek olur. (1/123)

Farzların yanında nâfilelerin asla kıymeti yoktur. Bir farzı vaktinde yapmak [vakti geçmiş ise, hemen kaza etmek], bin yıl nâfile yakarma yapmaktan daha oldukça faydalıdır. Hangi nâfile olursa olsun, ne kadar halis niyetle yapılırsa yapılsın, ister namaz, oruç, zikir, düşünce olsun, ister başka nâfileler olsun, hep böyledir. Hattâ farzları yaparken, bu farzın sünnetlerinden bir sünneti ve edeplerinden bir yazınsal gözetmek de bu şekilde oldukça faydalıdır. Tenzihi mekruhtan sakınmak, zikirden ve murakabeden daha faydalıdır. Tahrimi olan mekruhtan sakınmanın yararını, artık düşünmelidir. Evet, bu nâfile işler, farzları gözetmekle ve haramlardan, mekruhlardan sakınmakla beraber yapılırsa elbet oldukça güzel olur, fakat bu şekilde eğer olmazsa pek zararı olan olur. Örnek olarak zekât olarak bir kuruşu, bir Müslüman fakire vermek, nâfile olarak dağlar kadar altın sadaka vermekten ve hayrat, hasenat yapmaktan kat kat daha iyidir, kat kat daha oldukça sevabdır. Bu bir dank zekâtı verirken, bir yazınsal gözetmek, örneğin akrabadan bir fakire vermek de, nâfile iyiliklerden kat kat daha faydalıdır. (1/29)

Hadis-i şerifte, (Din kardeşini sıkıntıdan kurtarana [nâfile] hac ve umre sevabı verilir) buyuruldu. Hazret-i Hasan, Durağan(durgun) Benani’den bir hacetini yapmasını istedi. (Camide itikâf ediyorum, başka vakit yaparım) diyince, (Din kardeşinin ihtiyacını gidermek için gitmenin, [nâfile] hac sevabından daha hayırlı bulunduğunu bilmiyor musun?) dedi. Mevki sahiplerinin, muhtaç olanlara ve hocaların talebelerine, makamlarıyla ve mallarıyla yardım etmelerinin oldukça sevab olması, bu hadis-i şerife dayanmaktadır. (İslam Ahlakı)

Gene İslam Ahlakı kitabındaki hadis-i şerifte, (Ana babaya iyilik etmek, nâfile olarak meydana getirilen namaz, oruç, hac [ve umreden] daha faziletlidir) buyuruldu. Hikmet ehli zatlar da, (Birine doğru yazılmış bir din kitabı vermek, bin kere umreye gitmekten daha sevabdır) buyuruyor.

O hâlde Müslüman yararlı, kârlı olan işi tercih etmeli. Denizi bırakıp, bir damla ardında koşmamalıdır.

Sual: Hindistan’a, Buhara’ya ve Paris’e gezinsel gezi düşünüyordum, buralara gidene kadar umreye gider, oldukça sevab kazanırım diye karar vermiştim. Sonrasında, İslam Ahlakı kitabındaki, (İmam-ı Rabbani hazretleri 29, 123 ve 124. mektuplarında ve Makamat-ı Mazheriyye 26. mektubunda, nafile hacca ve umreye gitmeye izin vermemişlerdir) ifadesini okuyunca, umreden de vazgeçtim. Umreye gitmeye niye izin verilmiyor ki?
CEVAP
Umreye gitmek oldukça sevabdır. Umreye asla izin verilmez mi? Sadaka vermek de oldukça sevabdır. Farz olan zekât borcu varken sadaka verilmez. (Sadaka vermeyin, umreye gitmeyin) denmiyor, (İki işten daha önemlisi, daha oldukça sevab olanı tercih edin) buyuruluyor. Herhangi bir şirket tarafınca parası karşılanarak gönderiliyorsa yada Mekke’ye yolu düşmüşse o vakit umre yapmanın mahzuru olmaz, umre yapmak oldukça sevab olur.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/22/umre-nedir-nasil-yapilir/feed/ 0 5874
Bid’at-i hasene nedir? https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/15/bidat-i-hasene-nedir/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/15/bidat-i-hasene-nedir/#respond Thu, 15 Aug 2019 12:00:47 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5842

Sual: Her mezhepteki kolay gelen hükme uyan bir hoca, (Hoparlörle, video ile tapınmak bid’at, fakat yararlı bid’attir. Bu, bid’at-i hasenedir) diyor. Bid’at-i hasene nedir?
CEVAP
(Yararlı bid’at) tâbiri oldukça yanlıştır. Hâşâ, o vakit (Allahü teâlâ, dinimizi noksan göndermiş ve Tanrı’ın noksan bıraktığı bazı hükümleri insanoğlu, yararlı şeyler ilave ederek tamamlamış olur) anlamı çıkar ki, oldukça yanlıştır. Bid’at, sonradan çıkan şey anlamına gelir. Sonradan çıkan şey, ya ibadette olur, ya âdette olur. Yiyip içmek, giyinmek, araçlara binmek şeklinde zaman içinde değişen âdetler, bir ibadeti bozmadıkça yada dinin yasak etmiş olduğu bir şeyi işletmedikçe yasak edilen bid’at olmaz. Çatal kaşıkla yiyecek, adamların şalvar giymesi ve uçağa binmek şeklinde şeyler âdette bid’attir. Bunlar günah olmaz. Fakat namaz, oruç şeklinde ibadetlere bid’at karıştırmak, Tanrı’ın ve Resulünün bildirdiğini noksan görmek ve onu tamamlamaya çalışmak ibadette bid’at olur.

İbadette meydana getirilen bid’ati İmam-ı Rabbânî hazretleri şöyleki tanım ediyor: Resulullah ve onun dört halifesinin zamanlarında, dinde olmayan bir inanışı, bir işi, bir sözü ortaya çıkarmak ve bu şekilde bir bozukluğu yaymak ve bundan sevab beklemek yasak edilen bid’at olur. (m. 186)

Hadîka’da buyuruluyor ki: İbadetlere bid’at karıştırmak, büyük günahtır, hattâ küfre kadar götürür. Bir hadis-i şerif:
(Bid’at ehlinin namazı, orucu, haccı, cihadı, farz ve nafilesi kabul olmaz, yağdan kılın kolayca çıkmış olduğu şeklinde dinden çıkması kolay olur.) [İbni Mace]

İslam âlimleri, bid’ati, (Bid’at-i hasene) ve (Bid’at-i seyyie) diye ikiye ayırmışlar, okul, kitap, minare, mevlit okumak, bina yapmak şeklinde sonradan çıkanlara (Bid’at-i hasene) demişlerdir. Bunlar dinde yeni bir şey çıkarmıyor, aslına bakarsak dinde olan şeyi sistemleştirmiş oluyorlar. Ezanın yüksekte okunması dinin emridir. Bunu minarede okumak dinimize aykırı değildir. İlimleri kâğıda yazmak dine aykırı değil, aksine dinimizin emridir. Bunu sistemleştirip kitap hâline getirmek, bilgisayara almak dine aykırı değildir. Bunlar, dinimizin hükümlerini bozmamaktadır. Hadika’da, bu şekilde bid’atler için, (Bir ibadetin yapılmasına destek olduğundan, dinimiz izin verir) buyurulmaktadır.

İmam-ı Rabbânî hazretleri ise, dinin izin verdiği bu şekilde yararlı şeylere, bid’at kelimesini asla bulaştırmamak ve bunlara Sünnet-i hasene [iyi iş] demek icap ettiğini bildirmekte, bid’at-i hasene adını uygun bulmamaktadır. Sözgelişi (Bid’at için pislik dense, temiz pislik, kirli pislik diye ayırmamalı, madem meydana getirilen iyi bir şey ise, ona sünnet-i hasene = iyi iş demeli, bid’at kelimesini güzel işlere bulaştırmamalı) buyuruyor. Sünnet, burada yol, iş anlamına gelir. Yolun, işin iyisi de, kötüsü de olur. Hadis-i şerifte, Sünnet-i hasene [iyi çığır] açanlar övülüyor, Sünnet-i seyyie [kötü çığır] açanlar kötüleniyor.

İmam-ı Rabbânî hazretleri, minare, kitap, mektep şeklinde güzel işlere, Bid’at-i hasene yerine (Sünnet-i hasene) demiştir. Kıyamete kadar Sünnet-i hasene çıkarmak oldukça sevabdır. Sünnet-i seyyie ise bid’attir, günahtır. 72 dalalet fırkasının itikatları, bid’at-i seyyiedir. Dört mezhebin değişik ictihadları bid’at değildir. Bu sebeple bunlar, kendi akıllarıyla değil, (Edille-i şeriyye) den çıkarılmışlardır. Bunlar Nasslara ilave değil, Nassların açıklamalarıdır. Hoparlörü ibadete karıştırmak, örnek olarak ezanda yada namazda hoparlör kullanmak fena bid’at olur. Allahü teâlâ, (Din kemale geldi. İbadetlerin iyi mi yapılacağı bildirildi. Noksan bir şey bırakılmadı) buyurdu. Selef-i salihin de, bin yıldan beri, emrolunduğu şeklinde ezan okuyup namaz kıldılar. Bunların yaptıklarını noksan, yetersiz görüp, hoparlörle ezan okumaya ve hoparlörle namaz kılmaya kalkışmak çirkin bid’at olur. Bid’at işleyenin hiçbir ibadetinin kabul olmayacağı, bunun Cehenneme gideceği hadis-i şeriflerde bildirilmektedir. (Faideli Bilgiler)

İyi bid’at olur mu?
Sual:
Yaptıkları bid’atlere, (İyi bid’at, yararlı bid’at) diyenler oluyor. Bu tarz bir olay olur mu?
CEVAP
İbadetlerde meydana getirilen bid’at, günah, haram anlamına gelir. İyi günah olmaz. Âdetlerde meydana getirilen bid’atler ise, aslına bakarsan günah değildir. Bunlara da (iyi bid’at) denmez.

Yararlı bid’at olmaz. O vakit Allahü teâlânın, hâşâ dinimizi noksan gönderilmiş olduğu ve Peygamber efendimizin de, faydalıyı, zararlıyı ayıramadığı anlamı çıkar. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
(Minare, okul, kitap şeklinde dinin izin verdiği yararlı şeylere bid’at dememeli, sünnet-i hasene, şu demek oluyor ki iyi iş demeli. Dinin izin verdiği bu şekilde yararlı şeylere, bid’at kelimesini bulaştırmamalı ve bunlara sünnet-i hasene [iyi iş] demeli. Bugün kalbler karardığından, bazı bid’atler yararlı görünse de, Kıyamette hepsinin zararı dokunan olduğu anlaşılacaktır Hiçbir bid’atte yarar yoktur ve olması imkansız. Hepsinden sakınmak lazımdır.)

Buradan İmam-ı Rabbânî hazretlerinin, bid’at-i hasene’yi kabul etmediğini sanmak yanlış olur. O bir tek verilen adı uygun bulmuyor. Sözgelişi bid’at için pislik dense, (İyi pislik, fena pislik diye ayırmamalı, meydana getirilen iyi bir şey ise, ona sünnet-i hasene = iyi iş demeli, bid’at adını güzel işlere bulaştırmamalı) buyuruyor. Bir hadis-i şerif:
(Din adına uydurulan her şey bid’attir, her bid’at sapıklıktır; her sapıklık da, onu yapanı Cehenneme götürür.) [Buhârî, Müslim, İbni Mace, Nesâî]

İmamı Rabbânî hazretlerinin sünnet-i hasene söylediği iyi iş anlamına gelir. Sünnet, burada yol, iş anlamına gelir. Yolun ve işin, iyisi de, kötüsü de olur. Bir hadis-i şerif:
(Dinimizde bir “sünnet-i hasene” çıkaran [iyi çığır açan] bunun sevabıyla, onunla amel edenlerin sevabına kavuşur, o yolda gidenlerin sevabından da hiçbir şey eksilmez. Kim de, dinimizde bir “sünnet-i seyyie” çıkarırsa [kötü çığır açarsa] bunun günahıyla, bu yolda gidenlerin günahı, ona da verilir, o fena yolda gidenlerin günahından da hiçbir şey eksilmez.) [Müslim]

Bid’at, sonradan çıkarılan şey anlamına gelir. Bunlar, ya âdette yada ibadette olur.

Âdette bid’at: Sevap beklenilmeden, dünya menfaati için meydana getirilen şeylerdir. Âdette bid’at, bir ibadeti bozmazsa yada dinin yasak etmiş olduğu bir şey değilse günah olmaz. Âdette olan bid’at, ceket, pardesü giymek, çay ve kahve içmek şeklinde, dinin yasak etmediği bir şey ise, günah değildir. Peygamber efendimizin papaz ayakkabısı da giydirilmiş olduğu Redd-ül-muhtar’da yazılıdır. Bir kere de Rum cübbesi giydirilmiş olduğu, Tirmizî’deki hadis-i şerifte bildirilmiştir.

İbadette bid’at: Resulullah’ın ve dört halifenin zamanında bulunmayıp da, dinimizde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, laflara, işlere, şekillere ve âdetlere denir. İbadetlere bid’at karıştırmak büyük günahtır. Bid’atleri, sünnet diye işlemek haramdır. Bunların hepsini din diye, yakarma diye uydurmak yada dinin ehemmiyet verdiği şeyleri, (Dinden ayrıdır, din buna karışmaz) demek bid’attir. Bid’atlerin bazıları sövgü, bazıları büyük günahtır.

Bugün birçok bid’at sünnet şeklinde, hattâ farz şeklinde işlenmektedir. Hâlbuki Peygamber efendimiz, [Ramuz’daki bir hadis-i şerifte] (Bidat sahibi, Cehennem köpeği olacaktır) buyurdu. Doğrusu, köpek şeklinde Cehenneme atılacaktır. (Dıyâ-ül-kulûb)

O hâlde ibadetlerde bid’atten oldukça sakınmalıdır.

Sual: İbadetlerdeki bidatler, hasene (güzel), seyyie (fena) diye ikiye mi ayrılmıştır?
Yanıt: İslam âlimleri, ameldeki, ibadetteki bidatleri, hasene ve seyyie diye ikiye ayırmışlardır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, İslam âlimlerinin hasene dedikleri bidatlere bidat dememiş, sünnet-i hasene demiştir. Bidat-i seyyie dediklerine ise, bidat demiş, bu tarz şeyleri oldukça kötülemiştir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/15/bidat-i-hasene-nedir/feed/ 0 5842
Harac ve zaruret nedir? https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/14/harac-ve-zaruret-nedir/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/14/harac-ve-zaruret-nedir/#respond Wed, 14 Aug 2019 00:53:57 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5835

Sual: Harac ve zaruret nedir?
CEVAP
İnsanın elinde olmayarak hasıl olan sebebe (Zaruret) denir.

Bir farzın yapılmasına engel yada haram işlemeye sebep olanı önlemenin meşakkatli, güç olmasına da (Harac) denir.

Tedavi edilemeyen şiddetli ağrı ve bir uzvun veya yaşamın telef olmak tehlikesi ve başka bir şey yapamamak mecburiyeti zarurettir.

Birkaç örnek verelim:

Başı dönen, ayakta duramayan kimsenin oturarak namaz kılması zaruret olur. Gusledince hastalanma yada ölme tehlikesi var ise, gusletmemesi zaruret olur. Teyemmüm eder.

Şiddetli baş ağrısı, bir zarurettir. Bu başa el dokunduramamak haracdır. Bunun için, bu durumdaki kimsenin başını yıkaması yada mesh etmesi sakıt olur.

Kural 1: İbadet yapmakta yada haramdan sakınmakta, harac olunca, harac bulunmayan başka mezhebi yansılamak etmek lazım olur.

Birkaç örnek verelim:

Akşam namazı için otobüsü durduramayan, Şafii’yi yansılamak ederek, yatsı ile beraber kılması caiz olur. Şu demek oluyor ki yere inmesinde harac var ise, otobüs durmayıp gidecekse, otobüsten inmeyince de zaman çıkacaksa yada başka bir zarara uğrayacaksa, bunun benzer biçimde ihtiyaçlardan dolayı iki namazı cem eder.

Kaplıca tedavisi bir ihtiyaçtır. Kaplıcada tedavi olurken, bazı kimseler şortla gezebiliyor. Haram işlememek için, başka bir mezhebi yansılamak edebilir. Şundan dolayı bunda bir gereksinim vardır. Futbol oynayanların bacaklarını seyretmek bir gereksinim, bir zaruret değildir. Başka bir mezhebi yansılamak edemez.

Bir adam, karısı ile süt kardeş bulunduğunu anlasa, fakat birinin bir kere emmiş olduğu bilinse, Hanefi mezhebine bakılırsa nikahları bozulur. Ya, ayrılır yada ihtiyaçtan dolayı Şafii mezhebini yansılamak ederek nikah yapar. Şundan dolayı Şafii’de doya doya beş kere emmesi gerekir. Karısı ile evli kalması zaruret değildir. Bir ihtiyaçtır. Bu gereksinim için de bir mezhep yansılamak edilerek sorun giderilir.

Kural 2: Haraca sebep olan şeyi yapmasında zaruret var ise, o farzı terk etmesi yada haramı zaruret miktarı işlemesi caiz olur.

Bir örnek verelim:

Avret yerini açmadan, necaseti temizlemek imkansızsa, ne yapar? Necaseti temizlemek farz, avret yerini açmak ise haramdır. Haram işlememek için farz tehir edilir, şu sebeple haramdan kurtulmak ilkin gelir. Farzı tehire de olanak yoksa farz terk edilir. Şu demek oluyor ki necaseti temizlemeden namazını kılar. Maliki’de necasetle namaz kılmak caiz olduğundan Maliki’yi yansılamak ederek necasetle kılması caiz olur.

Kural 3: Zaruret ile meydana getirilen şeyde, zaruret bitince harac devam ederse, gene böyledir.

Bilmeden necasetli elbise ile namaz kılan kimse, namazdan sonrasında necis elbise ile namaz kıldığını anlasa, tekrardan namaz kılması meşakkatli olacağı için, Maliki mezhebini yansılamak ederek, bu namazı Maliki’ye bakılırsa kıldım demesi yetişir.

Kural 4: Haraca sebep olan şey, zaruret olmadan yapılmış yada zaruret ile birkaç şey yapılabilir ve bunlardan harac bulunan şeyi yapmayı seçerse, farzı terk etmesi caiz olmaz.

Bir örnek verelim:

Protez yapma imkanı da var iken, dişini doldurtmuş yada kaplama yaptırmıştır. Ağzını yıkaması farzdır. Ağzını yıkayamaması doğrusu farzı terk etmesi affolmaz. Şundan dolayı başka mezhebi yansılamak imkanı var. Eğer bu olanak olmasaydı o süre zaruret kabul edilir ve diş dolgusu gusle engel olmazdı. Maliki’yi yada Şafii’yi yansılamak edince, bu iki mezhepte ağzını yıkamak farz olmadığı için, diş dolgusu yada diş kaplatmak gusle engel olmuyor.

Zaruret nedir?
Sual: Dört hak mezhebin hepsinde de, gusülde ağzın içini yıkamak farz olsaydı, dolgu dişi olan ne yapacaktı?
CEVAP
Zaruret, başka umar bulamamak anlama gelir. Buradaki zaruret, başka mezhebi yansılamak etme imkânı olmayan hâldir. Dört mezhepte de ağzın içini yıkamak farz olsaydı, dört mezhepten birini yansılamak imkânı olmadığı için zaruret olurdu. Zaruret olunca da yansılamak gerekmezdi. Fakat Mâlikî’de ve Şâfiî’de, gusülde ağzın içini yıkamak farz olmadığı ve bu iki mezhepten birini yansılamak etme imkânı olduğundan, dolgu zaruret olmaktan çıkar. Bu iki mezhepten biri yansılamak edilerek dinin emrine uyulmuş olur.

Zarurete bir örnek: Bir ihtiyaçtan dolayı başa saç ekilse, dört mezhepte de başı yıkamak farz olduğundan, başka bir mezhebi yansılamak imkânı yoktur. Yansılamak imkânı olmayınca zaruret olur. Zaruret olunca da gusle engel olmaz. Bu inceliği fazlaca kimse bilmediği için, yanlış olarak (Diş dolgusu zarurettir, gusle engel olmaz) diyorlar. Başka hak bir mezhepte çıkış yolu olunca zaruret olmuyor. O mezhebi o mevzuda yansılamak edince de sorun kalmıyor.

Zaruret miktarı haram işlemek!
Sual: Bir Müslüman, zorda kalmış olduğu süre, zaruret miktarı kadar haram olan bir şeyi yapabilir mi?

Yanıt: Haram işlemek yada kullanmak, yalnız zaruret miktarı caiz olur. Mubah olan şeyleri, farzları yapabilecek kadar kullanmak zarurettir ve farzdır. İhtiyacı karşılamak için kullanmak, sünnettir. İhtiyaçtan fazla olan şeyin menfaati var ise, menfaati için kullanmak caiz olur. Menfaati olmadığı süre, ziyanı da yoksa, ziynet olur. Vakar, saygı, sevgi hasıl etmek ve fazlaca şükretmek niyeti ile ziynet eşyasını kullanmanın müstehab olduğu, İbni Âbidîn, Bahr ve Hadîkada yazılıdır. Hadîkada deniyor ki:
“Mubahlarda, şehrin âdetine uymamak şöhret olur. Bu ise, tahrimen mekruhtur.” Ziynet eşyasını kullanmak da böyledir. Gayrimüslimlerin yaşadıkları memleketlerde, İslâmın vakarını, şerefini korumak ve şöhretten, fitneden sakınmak vaciptir. Zararı olan olan şeye fudûl, abes ve mâlâyani denir. Bunu kullanmak tahrimen mekruh, farza engel olursa, haram, doğrusu büyük günah olur.

Sual: Dinen zaruret ve harac ne anlama gelir?
Yanıt:
İnsanı bir şey halletmeye zorlayan semavi sebebe, doğrusu insanoğlunun elinde olmayarak hasıl olan sebebe Zaruret denir. İslâmiyetin komut ve yasak etmesi, tedavi edilemeyen şiddetli ağrı, bir uzvun veya yaşamın telef olmak tehlikesi ve başka bir şey yapamamak mecburiyeti hep zarurettir. Bir farzın yapılmasına engel yada haram işlemeye sebep olanı önlemenin meşakkatli, güç olmasına Harac denir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/14/harac-ve-zaruret-nedir/feed/ 0 5835
Hile-i şeriyye nedir? https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/13/hile-i-seriyye-nedir/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/13/hile-i-seriyye-nedir/#respond Tue, 13 Aug 2019 09:52:34 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5832

Sual: Hile-i şeriyye ne anlama gelir?
CEVAP
Hile-i şeriyye, harama düşmemek için kurtuluş çaresini bulmaktır. Kısaca Hile-i şeriyye = dine uygun deva anlama gelir. Haramı helal yada helali haram yapmak ya da haksız mal ele geçirmek için hile yapmak caiz olmaz. Farzdan kurtulmak yada haram işlemek için hile yapmak haramdır. Buna hile-i şeriyye değil, hile-i bâtıla denir. Bir şey, farz yada haram olmadan ilkin, farz yada haram olmasını önlemek caizdir. Buna hile-i şeriyye denir. Seneler ilkin bir bid’at ehli, (Âlim ve mezheplerin sözleri ölçü olmaz, Dinde hile olmaz, var ise bir nass gösterilmelidir) demişti. Şunu bildirmiştik:
Said bin Sa’d hazretleri anlatır:
“Babam, Resulullah efendimizin yanına, hasta, birini getirdi. Suçunu söyleyip ceza verilmesini istedi. Resulullah, (Buna üstünde yüz filiz bulunan bir dal ile bir kere vurun) buyurdu. Böylece bir vurmakla, yüz sopa vurulmuş oldu. (Eşiat-ül-lemeat)

Bid’at ehli, (Ben nass isterim, âlimlerin sözünü kabul etmem) dedi. (Resulullah efendimizin sözü nass değil mi?) dedim. (Hadisin sahih bulunduğunu bilemeyiz. Bana âyet göster âyet) dedi. Ben de Hindiyye’den şunu naklettim: Haramdan kurtulmak ve helale kavuşmak için hile-i şeriyye yapmanın caiz olmasına senet, Sad suresinin 44. âyetidir. Bu âyet, Eyyüp aleyhisselam, hanımına yüz sopa vurmaya yemin edince, bu yemininin kefâreti için yapılacak hile-i şeriyyeyi bildirmektedir. (Hindiyye)
Mezkur âyet-i kerimenin meal-i şerifi şöyledir:
(Ya Eyyüb, eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini bu şekilde yerine getir. Hakikaten Eyyub ne sabırlı, ne iyi kuldu! Hep Tanrı’a yönelirdi.) [Sad 44]

Hakkı kabul etmek faziletini gösteremeyip, (Bu yemin içindir, diğeri hilelerle bir ilgisi yok) dedi. Oysa İslam âlimleri yukarıdaki âyet ve hadisten, hile-i şeriyyenin caiz bulunduğunu bildirmişlerdir. (Hadika)

Merakıl felah’ta, (İmam-ı Ebu Yusuf, zekâttan düşmek için deva bulmayı caiz görmüş, imam-ı Muhammed ise mekruh saymıştır) diyor.

Merakıl felah ve Tahtavi’nin tercümesi olan Nimet-i İslam’da da bu şekilde yazmaktadır.

İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı a’zam Ebu Hanife ve imam-ı Şafii, nisap telef olur yada mal sahibi bizzat kendisi telef ederse, nisap müddeti geçersiz olur. İmam-ı Malik ile imam-ı Ahmed, zekâttan kaçmak için kasten kendisi telef ederse, nisaptan düşmüş sayılmaz. (Mizanül-kübra)

İmam-ı Ebu Yusuf, malından zekâtı iskat etmek için havl müddetinin sonuna doğru malını karısına bağışlama eder, ertesi yıl de, karısı varlıklı olursa kendisine bağışlama edebileceğini söylerdi. Bu durum, imam-ı a’zam Ebu Hanife’ye anlatılınca, “Bu onun fıkhındandır” dedi. (İhya)

İhya’daki bu rivayet için (Bunun aslı yoktur) denirse, imam-ı Gazali hazretleri benzer biçimde Resulullahın vârisi olan bir âlime kara çalma edilmiş olur. Yukarıda kaynaklarını verdik. İmam-ı Ebu Yusuf’un ki değişik bir ictihaddır. Zekât farz olmadan ilkin, zekâttan düşmek için bu şekilde bir yola sapmak imam-ı Muhammed’e nazaran mekruhtur, fetva da böyledir. Değişik ictihadından dolayı imam-ı Ebu Yusuf’a bir şey anlatmaya asla kimsenin hakkı yoktur.

İctihad, bir yakarma, şu demek oluyor ki Allahü teâlânın emri olduğundan, hiçbir müctehid, öteki bir müctehidin ictihadına yanlış diyemez. Şu sebeple, her müctehide, kendi ictihadı hak ve doğrudur. Beyheki’deki hadis-i şerifte, (Müctehid âlimlerin değişik ictihadları rahmettir) buyuruluyor. Rahmet olan bir işe dil uzatmak asla caiz olmaz.

Caiz olan ve olmayan hileler
Yukarıdaki yazımızda kaynaklarını göstererek şu hükmü bildirmiştik:
Farz olduktan sonrasında zekât vermemek için, hile yapmak haram olur. Farz olmadan ilkin meydana getirilen hile, imam-ı Muhammed’e nazaran mekruh, imam-ı Ebu Yusuf’a nazaran caiz olur. Fetva imam-ı Muhammed’e göredir.

Hanım zekâtını kocasına veremez. Şu sebeple gene kendisine harcayacaktır. Kadının kocasına zekât vermesi bir çeşit hile sayılır. Fakat, yoksul bir aile ise, kadının yalnız 100 gram kadar altını var ise, zekât vermesi farzdır. İmameynin kavlini tercih ederek kocasına zekât verebilir. Dinimiz buna izin vermiştir. Bu zekâttan kaçma sayılmaz, dinimizin verdiği ruhsattan yararlanmak olur.

Nisaba maliktir fakat insanın durumu iyi değildir. Kurban kesmekten kurtulmak için sefere çıkabilir yada parasını hanımına armağan edebilir.

Gene durumu uygun olmayan, fakat dinen varlıklı sayılan bir kimse, İbni Âbidin’de bildirildiğine nazaran, zekâtını fakire verse, yoksul de kabul ettikten sonrasında, zengine bunu armağan etse zekât verilmiş olur. Hâşâ, Tanrı’ı mı kandırıyorsunuz denmez.

Fakat şöyleki bir hile yapmak hile-i bâtıladır asla caiz olmaz, haramdır:
Zekât tutarı olan altınları bir kimse ceketinin cebine koysa, bir fakire verse, sonrasında da, fakire o ceketi bana sat dese, ceketi rayiçten fazla geri satın alsa bile zekât verilmemiş olur. Bu, haram olan bir hiledir.

Fakirlik olmadıkça; hiçbir sebep ile ödünç para alıp, faiz ödemek caiz değildir. Fakirlik başkadır, gereksinim başkadır. Fakirlik, kendinin yada nafakası lazım olanların aç, susuz, çıplak yada sokakta kalmış olarak hasta olması anlama gelir. Fakirlik olunca, şu demek oluyor ki ölümden yada hastalıkla, bir uzvun yok olmasından korku olunca, helal yol bulunamazsa, faizle ödünç alınıp, bununla fakirlik giderilir. Nafakaya muhtaç olup, çalışamayan ve faizsiz ödünç bulamayan kimsenin nafaka için, faiz ile ödünç alması caiz olur ise de, bu şekilde kimsenin, krediyi işlem satışı yolu ile alması iyi olur. Örneğin, on altın alıp, üç ay sonrasında on iki altın ödemek isterse, on altını alırken, kalem, defter, kitap benzer biçimde herhangi bir şeyi de iki altına satın alıp, on iki altın borçlanır. Bunun benzer biçimde haram işlemekten kurtuluş yolu aramaya hile-i şeriyye denir. Zarurete düşenin, ibadetini kaçırmaması yada haram işlememesi için hile-i şeriyye yapması lazım olur.

İslamiyet’e uymaktan kaçmak için deva aramaya hile-i bâtıla denir ki, haramdır. İslamiyet’e uyup haramdan kurtulmak için bir deva arayana, sen bâtıl bir hile düşünüyorsun demek caiz olmaz.

Eşini üç talakla boşayan müslümanın, nikahı kendi mezhebine uygun, fakat öteki üç mezhepten birine uygun değil idiyse, o mezhebi öykünmek ederek tekrardan nikah yapar. Bu da hile-i şeriyye olur.

Evlendirilmiş olduğu hanımla süt kardeş olduğu meydana çıkarsa, bir kere emmiş olduğu da sabitse, öteki üç mezhepten biri öykünmek edilerek evliliğe devam edilir.

Dinimizde kimi zaman söze saygınlık edilir, niyete saygınlık edilmez. Örneğin nikahta, boşamakta, nikahtan vazgeçmekte, adakta, alışverişte, hediyede, yeminde, küfürde niyete değil söze saygınlık edilir. (Ameller niyete göredir) hadis-i şerifi, taat ve mubahlara niyete nazaran sevap verileceğini bildirmektedir. Günahlar, iyi niyetle de işlense, günah olmaktan çıkmaz.

Zekâtı, sadaka-i fıtrı, adağı ve kurbanı, kaza etmeden yoksul olan, hile-i şeriyye denilen kolaylıkla, bu tarz şeyleri kaza edebilir. Devir yaparak bu borçlarından kurtulabilir. Dinimizin tanımış olduğu ruhsatlardan yararlanmak da dine uymaktan ileri gelir. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın verdiği kolaylık ve ruhsatlardan faydalanın!) [Buhari]

(Ruhsatlardan faydalanmayan, Arafat dağı kadar günah işlemiş olur.) [Taberani]

(Allahü teâlâ, ruhsatla da amel edilmesini sever.) [Beyheki]

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/13/hile-i-seriyye-nedir/feed/ 0 5832
Sahih olmakla kabul olmak nedir? https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/06/sahih-olmakla-kabul-olmak-nedir/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/06/sahih-olmakla-kabul-olmak-nedir/#respond Tue, 06 Aug 2019 17:25:16 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5800

Sual: Sahih olmakla kabul olmak aynı mıdır?
CEVAP
Sahih olan bir yakarma, kabul olmayabilir. Örneğin çaldırmış olduğu ceket ile namaz kılan kimsenin namazı sahihtir, namaz borcundan kurtulur. Fakat sevabı noksan olur. Öteki tüm günahlar da böyledir. Örneğin, oruç tutan kimse akşam orucunu içki ile açsa, orucu gene sahihtir, fakat oruçtan hasıl olan büyük sevapların hepsine kavuşamaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haram elbise giyinenin ibadetleri kabul olmaz.) [Bezzar]

(On dirhemlik elbisenin bir dirhemi haramsa, onunla kılınan namaz kabul olmaz.) [İ.Ahmed]

(Haram cilbab [gömlek] ile kılınan namaz kabul olmaz.) [Bezzar]
(Bir lokma haram yiyenin kırk günlük güzel ameli kabul olmaz.)
[Taberani, Deylemi]

(Şarap içenin kırk gün namazı kabul olmaz.) [Hakim, İ.Neccar]
(Zekât vermeyenin namazı kabul olmaz.)
[Taberani]

(Hakkı kabul etmemekte direnenin farzı da, nafilesi de kabul olmaz.) [Hakim]

(Kendisini istemeyen cemaate imam olanın namazı kabul olmaz.) [Beyheki]
(Saçlarını deve hörgücü benzer biçimde icra eden kadının namazı kabul olmaz.)
[Taberani]

(Kaçan kölenin, efendisine dönünceye kadar namazı kabul olmaz.) [Müslim]
(Farz namaz borcu olanın, nafile namazı kabul olmaz.)
[Dürret-ül fahire, Fütuh-ul-gayb]
(Çoluk çocuğunun haklarını ifa etmeyenin namazları, oruçları kabul olmaz.)
[Mürşid-ün-nisa]
(Kızını fâsıkla evlendirenin farzı da, nafilesi de kabul olmaz.)
[Şir’a]
Buradaki kabul olmaz ifadeleri, ehli sünnet itikadındaki müslüman için geçerli olup, sahih olmaz, boşa gider anlamında değildir. Sahih ve ihlaslı olan her ibadetin sevabı olur. Fakat günahlar bu sevapları azaltır, günahın çokluğuna nazaran hepsini de yok edebilir.

Bid’at ehlinin ibadetleri de sahih olursa da kabul olmaz. Kısaca niye namaz kılmadın niye oruç tutmadın demezler. Sadece ibadetlerine ve hayır hasenatlarına sevab alamazlar. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, bid’at ehlinin ne duasını ne zekâtını ne haccını, ne namazını, ne de sadakasını kabul eder, yağdan kıl çıkar benzer biçimde dinden çıkar.) [Deylemi]

(Bid’at ehli, bid’atini Tanrı rızası için terk etmedikçe, hiçbir ameli kabul olmaz.) [İbni Neccar]

(Eshabımın birine fena söz söylenin farzı da, nafilesi de kabul olmaz.) [Taberani]

(Eshabıma dil uzatılırsa, hakikatı bilen her insana bildirsin, gücü yettiği halde hakikatı bildirmeyen âlimin hiçbir ibadeti kabul olmaz.) [Ebu Nuaym]

Sahih ve kabul olmak
Sual:
(Abdestsiz namaz sahih olmaz, fakat kabul olur) deniyor. Abdestsiz namaz iyi mi kabul oluyor?
CEVAP
Abdestsiz namaz kılınmaz. Kasten kılmak namazla alay olur. Unutarak kılanın durumu farklıdır. Eğer unutarak kılıp da, sonrasında abdestsiz kıldığını hatırlamazsa, unutmak özür olduğundan o namaz kabul olur. Hatırlarsa sahih olmaz, abdest alıp tekrardan kılması gerekir.

Sahih olmak ve kabul olmak nedir, ilkin bu tarz şeyleri açıklayalım:
Bir ibadetin sahih olması demek, o ibadetin geçerli hâle gelmesi için istenen şartların yerine getirilmesi anlama gelir. Örneğin namaz ibadetinin sahih olması için, guslün ve abdestin de sahih olması lazım. Ek olarak namazın farzlarına, vaciblerine ve müfsitlerine riayet etmek de gerekir. Bir ibadetin tüm şartları yerine gelse, gene de kabul olmayabilir. Fakat bir ibadetin kabul olması için, o yakarma için lüzumlu tüm şartlara uymak da gerekir.

Bir kimse, abdestsiz namaz kılsa, sonrasında abdestsiz bulunduğunu anlarsa, o namazı geri vermesi farzdır. Namazı sahih ve kabul olmasa da, abdestsiz kıldığı namazı Tanrı rızası için kıldığından dolayı niyetinin sevabına kavuşur. Peygamber efendimiz, (Müminin niyeti, amelinden hayırlıdır) buyuruyor. (Taberani)

Bir mümin halis niyet ederek, (Şu dağ altın olsa da, muhtaçlara dağıtsam) diye düşünse, bu halis niyetinden dolayı sanki dağıtmış benzer biçimde sevaba kavuşacağı din kitaplarında yazılıdır. Abdestsiz namaz kılan kimse de, abdestinin olmadığını bilmediği için yapmış olduğu halis niyete karşı oldukca sevab alır. Eşbah’ta deniyor ki:
Bir ibadette sevab hâsıl olması için, halis niyet edilmesi de şarttır. Halis niyet ederek meydana getirilen bir yakarma, bilmeyerek bozulmuşsa, sahih olmaz, fakat niyet edilmiş olduğu için, oldukca sevab hâsıl olur. Örneğin, bir kimsenin abdestli bulunduğunu sanarak, abdestsiz kıldığı namaz, [daha sonra abdestsiz olduğu meydana çıkmışsa] sahih olmaz, fakat niyetine karşılık oldukca sevab verilir. Şartlarına uygun olarak kılınan her namaz sahihtir, sadece riya ile, gösteriş için kılınan namazlara sevab verilmez.

Şartlarına uygun olan ve farzları meydana getirilen her yakarma muhakkak sahih olur. Sahih olan ibadetin kabul olup olmayacağı bilinemez. Örneğin bid’at ehlinin ibadetleri sahih olsa da kabul olmaz. Kabul olmaz demek, sahih olsa da, sevabı olmaz, şu demek oluyor ki o ibadete sevab verilmez anlama gelir. (Redd-ül-muhtar)

Demek ki, abdestsiz namaz sahih olmadığı benzer biçimde, kabul da olmuyor, fakat abdestsiz bulunduğunu bilmediğinden halis niyet edilmiş olduğu için niyetinin sevabına kavuşuluyor.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/06/sahih-olmakla-kabul-olmak-nedir/feed/ 0 5800
Bid’at nedir, ne değildir? https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/05/bidat-nedir-ne-degildir/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/05/bidat-nedir-ne-degildir/#respond Mon, 05 Aug 2019 11:19:03 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5794

Sual: Bid’at nedir?
CEVAP
Bid’at
, sonradan çıkarılan şey anlama gelir. Bunlar ya âdette olur yada ibadette olur.

Âdette bid’at, sevap beklenilmeden, dünya menfaati için meydana getirilen şeylerdir. Âdette bid’at, bir ibadeti bozmazsa yada dinin yasak etmiş olduğu bir şey değilse günah olmaz. Âdette olan bid’at, ceket, pardesü giymek, çay ve kahve içmek şeklinde dinin yasak etmediği bir şey ise, günah değildir. Peygamber efendimizin papaz ayakkabısı ve Rum cübbesi giydirilmiş olduğu hadis-i şerifle bildirildi. (Tirmizi)

Fen ve fen detayları dinde bid’at değildir. Fenni buluşlara sahiplenmek, dinimizin emridir. (İlim Çin’de de olsa alın! Fen ve sanat, müminin kaybetmiş olduğu malıdır. Nerede bulursa alsın) hadis-i şerifleri, kâfirlere uymayı değil, fenni onlarda bile olsa, arayıp bulmayı emrediyor. (Mevduat-ül-ulum)

İbadette bid’at, Resulullahın ve dört halife zamanında bulunmayıp da, dinimizde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, laflara, işlere, şekillere ve âdetlere denir. İbadetlere bid’at karıştırmak büyük günahtır. Bid’ati sünnet diye işlemek haramdır. Bunların hepsini din diye, yakarma diye uydurmak yada dinin ehemmiyet verdiği şeyleri dinden ayrıdır, din buna karışmaz demek bid’attir. Bid’atlerin bazıları sövgü, bazıları büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Her bid’at sapıklıktır) buyuruldu. (Müslim)

Bid’at çıkaran, dinde noksanlık görüp bazı hükümleri değiştirmeye, yeni hükümler koymaya çalışır. Sahih hadisleri uydurma zanneder, İslam âlimlerini beğenmez. Bid’at ehli kibirlidir.

İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:
Kibrin öteki günahlardan daha büyük olmasının sebebi şudur: Büyüklük sadece Allahü teâlâya mahsus iken, kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer. Hükümdarın bir emrini yapmayarak kabahat işlemekle, hükümdarlığına sahiplenmek, onun tahtına oturup emirler vermek içinde elbet büyük fark vardır. İşte kibirlenmek, Tanrı’ın emrini yapmamak şeklinde bir kabahat değil, bizzat ilah olmak şeklinde büyük kabahat oluyor.

Bid’atin de hırsızlık, katillik, fahişelik, içki içmek şeklinde haramlardan daha büyük olmasının sebebi budur. Günah işleyen kimse, Tanrı’ın emrine isyan etmiş olur, büyük günah işler. Fakat bid’at çıkaran kimse, Tanrı’ın, Resulünün ve Resulullahın vârisleri olan âlimlerin bildirdiği hükümleri beğenmeyip yeni hükümler koymaya, bizzat dinin sahibi olmaya çalışıyor. Kısaca Tanrı adına, Resulü adına hareket ediyor, hatta onları beğenmeyip kendi görüşünü din şeklinde ortaya koymaya çalışıyor. Bu bakımdan bid’at ehli, hırsızdan, eşkıyadan, katilden daha büyük günah işliyor. İşte bunun şeklinde sebeplerden dolayı Peygamber efendimiz, (Ben onlardan değilim, onlar da benden değildir. Onlara karşı cihad, kâfirlerle cihad şeklinde önemlidir) buyuruyor. (Deylemi)

İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
(Bid’at ehli, yapacağı değişimlerle, dini düzelteceklerini, olgunlaştıracaklarını zannederek bid’at çıkarıyor, bid’atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değil, kâmildir. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [çağa uydurmaya, çeşitli bid’atler çıkarmaya] çalışmak, Maide suresinin, (Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum) mealindeki 3. âyetine inanmamak olur. (m.260)

Her bid’at sapıklıktır
Sual:
Niye yararlı olan bid’atlere itiraz edilir ki?
CEVAP
Yararlı bid’at olmaz. Hâşâ o süre Allahü teâlâ dini tamamlanmamış göndermiş olur. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Okul, kitap şeklinde dinin izin verdiği yararlı şeylere bid’at dememeli, Sünnet-i hasene, kısaca iyi iş demeli. Bid’atler, yararlı görünseler de, hepsinden kaçınmak gerekir. Hiçbir bid’atte yarar yoktur. Bugün kalbler karardığından, bazı bid’atler güzel görünse de, kıyamette hepsinin zararı olan olduğu anlaşılacaktır.

Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Din adına uydurulan her şey bid’attir, her bid’at sapıklıktır; her sapıklık da Cehenneme götürür.) [Buhari, Müslim, İbni Mace, Nesai]

Peygamber efendimiz, Eshab-ı kiram ve şimdiye kadar gelen İslam âlimleri, namazı iyi mi kılmışlar, ibadetleri iyi mi yapmışlarsa, aynen o şekilde yapmak gerekir. Eklemek ve çıkarmak, dini değişiklik yapmak olur. İbadetlere bid’at sokmakla daha güzel yakarma edilmiş olmaz. (İbadetleri bizim şeklinde yapmayanlar, bizlerden değildir) hadis-i şerifini düşünerek, ibadetlere ilave ve çıkarma yaparak dini değiştirmekten oldukca sakınmalıdır!

Bid’at insan elinin değmesidir
Sual:
Bid’at, tanrısal hükümler topluluğu olan dinimize insan elinin değmesi diye tanım ediliyor. Peygamberimiz de insan, müctehidler de insandır. Peygamberimiz, değişik hükümler bildirmiştir. Müctehidlerin de, birbirinden değişik hükümleri vardır. Biri bir husus için farz derken, diğeri sünnet diyebiliyor. O süre bu insan eli değmesini iyi mi açıklayabiliriz?
CEVAP
Resulullah efendimiz, Allahü teâlânın kulu, elçisi, halifesi ve vekilidir. Vekil, kendisine verilen yetki bakımından aslolan gibidir. Kısaca aslın verdiği mevzularda yetki sahibidir. Örnek olarak, canları Allahü teâlâ alır. Bunu vekili vasıtasıyla yapar. Bir ayet-i kerime meali:
(Sizin canınızı almaya vekil kılınan ölüm meleği, canınızı alacak; sonrasında döndürülüp Rabbinize götürüleceksiniz.) [Secde 11]

Halife ve vekil, ortalama aynı anlamdadır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Sünnetimi ihya edip yürüyerek halifemdir.) [İ.Asakir]

(Sultan, yeryüzünde zıllullahtır.) [Taberani] Zıllullah, Allahın gölgesi demek değildir, Allahü teâlânın emirlerini uygulama etme yetkisine haiz halife, vekil anlama gelir.

Allahü teâlâ, yargı koyması için Resulüne yetki vermiştir. Artık Resulünün koyduğu hükümler, beşeri kanunlar değil, tanrısal hükümler olur. Müctehid âlimler de, Resulullahın vekilleridir. Onlara ictihad etme yetkisi verilmiştir. Bu değişik ictihadların rahmeti tanrısal olduğu da açıklanmıştır. Bu bakımdan, Resulullahın hükümleri şeklinde, müctehidlerin her biri rahmet olan değişik ictihadları, tanrısal hükümlere zıt kabul edilmez; şu sebeple ahirette Allahü teâlâ, insanları onların bildirdiği hükümlerle hesaba çekecektir. Şafii mezhebindekine, (Deniz haşaratını niye yedin), Hanefi mezhebindekine de, (Karşı cinse dokunduğun halde niye abdest almadın) diye sormayacaktır. Bu şekilde olunca, onların koyduğu hükümler beşeri olmaktan çıkmakta, Allahü teâlânın emrine uygun gelmektedir.

Güzel bid’at olmaz
Sual: Bu millet niye çeşitli sapık gruplara bölünmüştür?
CEVAP
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Kıyamete yakın ilim azalır, bilgisizlik artar.) [İbni Mace]

Demek ki, asr-ı saadetten uzaklaştıkça ilim azalacak, bilgisizlik çoğalacaktır. Cahillik çoğalınca da, sapıklar türeyecek, halkı sapıtmaya çalışacaklardır. Sünneti bid’at şeklinde gösterecekler, bid’atleri de sünnetmiş şeklinde cilalayıp halka sunacaklardır. Kısaca hakkı bâtıl olarak gösterecekler, bâtılları hak olarak sunacaklardır. Bu şekilde yapılınca da, o milletin sapıtması kaçınılmaz olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Hidayete kavuşan hiçbir topluluk, hakkı bâtıl, bâtılı hak göstermeye çalışmadıkça, dalâlete düşmez, kısaca sapıtmaz.) [Tirmizi]

Onun için sünneti ve bid’ati iyi bilmeli. Yaptıkları sapıklıklara, kılıf bulmak için, (Güzel bid’at) diyenlere karşı uyanık olmalı. İbadetlerde değişim olmaz, ibadeti daha güzel hâle getiremeyiz. Bu şu anlama gelir: (Tanrı bu ibadeti tamamlanmamış emretmiş, doğrusu bu şekilde olur) anlamına gelir. İbadette güzel bid’at olmaz. İmam-ı Rabbani hazretleri bunu Mektubat‘ında güzel açıklıyor. Tanrı ve Resulü iyi bilememiş de, biz mi daha iyisini bileceğiz? Değişim hayata geçirmeye ne hakkımız vardır? Âdetlerde güzel bid’at olur, bunun mahzuru olmaz. İbadette güzel bid’at olmaz. Teknolojideki yenilikler âdetler içindir, değişen teknolojinin ilerlemesiyle ibadetlerde değişim olmaz. Örnek olarak namaz kılıp bunu videoya alıp, namaz vakti erişince bunu seyretmekle namaz kılınmış olmaz. Kasete alınan Yasin-i şerifi kabre götürüp çalmakla, ölüye Yasin okunmuş olmaz. İbadete sokulan tüm aletler bid’attır. Peygamber efendimiz, (Her bid’at sapıklıktır) buyuruyor. (Müslim)

Daha iyi olur sanmamalı, her çeşit değişiklikten oldukca sakınmalı.

Ahlakta bid’at
Sual:
Kitaplarda ahlakta bid’at diye bir şey geçiyor. Ahlakta bid’at iyi mi olur, bir örnek verilebilir mi?
CEVAP
Bid’at, dinde olmayan bir şeyi yakarma olarak yapmak anlama gelir. Örnek olarak slm verirken, Selamün aleyküm demeyip elini başına vurmak, selamı alanın da aynı şekilde yada başka şekilde işaret yapması; veya fakire kibirlenmek, sünnet diye ona eteğini öptürmek şeklinde şeyler, yakarma maksadıyla yapılınca bid’at olur.

Sual: Bidat ne anlama gelir, bidat denilince ne anlayacağız?
Yanıt: Bidat, dinde sonradan meydana getirilen şey anlama gelir. Peygamber efendimizin ve Onun dört halifesinin zamanlarında bulunmayıp da, onlardan sonrasında, dinde meydana çıkarılan, yakarma olarak yapılmaya başlanan şeyler anlama gelir. Örnek olarak namazlardan sonrasında derhal Âyet-el-kürsî okumak lazım iken, ilkin Salâten tüncînâyı ve başka duaları okumak bidattir. Bundan dolayı Peygamber efendimiz zamanında bu şekilde yapılmıyordu. Bu tarz şeyleri, Âyet-el-kürsîden ve tesbihlerden sonrasında okumalıdır. Namazdan, duadan sonrasında secde edip de kalkmak bidattir. Ezanı hoparlörle okumak da bidattir. Bundan dolayı Peygamber efendimiz zamanında ezan, yüksek yere çıkarak, müezzinin kendi sesi ile okunmakta idi.

Sual: Zaman içinde, yiyecek yeme usullerinde meydana getirilen değişimler, ev, otomobil ve giyim mevzusundaki değişimler de bidat midir, bu tarz şeyleri kullanmak da mahzurlu mudur?
Yanıt: Dinde meydana getirilen her değişim ve düzeltim bidattir. Sadece, çatal, kaşık, boyun bağları kullanmak, kahve, çay içmek şeklinde şeyler, bidat değildir. Bundan dolayı, bunlar yakarma değil, âdettir ve mubahtırlar, haram değildirler. Bu tarz şeyleri yapmak, dinin emrettiği şeyi terk etmeye yada yasak etmiş olduğu şeyi hayata geçirmeye sebep olmazlar. Hadîka-tün-nediyyede diyor ki:
“Bidat, dinden olmayan, yakarma olmayan, âdet olan bir şey ise, dinimiz bunu reddetmez. Yemekte, içmekte, elbisede, gezi vasıtalarında, bina, konut, ev işlerinde, yakarma yapmak, kısaca Allahü teâlâya yakınlık niyet etmeyip, yalnız dünya işi düşünülürse, bunlar bir ibadeti hayata geçirmeye engel olmadıkça yada bir haramı işlemeye sebep olmadıkça, bidat olmazlar, dinimiz bu tarz şeyleri menetmez, yasaklamaz.”

Sual: Bidat, bir tek ibadetlerde mi olur?
Yanıt: Fıkıh kitaplarında, bidat üç türlüdür deniyor ve şöyleki sıralanıyor:
1- İslâmiyetin sövgü, inkâr alameti söylediği şeyleri yoksulluk olmadan kullanmak, en fena bidattir.

2- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan inanışlar da fena bidattir.

3- İbadet olarak meydana getirilen yenilikler, reformlar, amelde bidat olup büyük günahtır.

Âdetlerde değişim, bidat değildir
Sual: İnsanlar içinde âdet olarak meydana getirilen şeyler vardır. Bunlarda değişim yapmak da, dinin kötülediği bidat içine girer mi?

Yanıt: Âdetlerde değişim yapmak, bidat değildir. Vera sahiplerinin yapmaması iyi olur. Hadis-i şerifte;
(Benim sünnetime ve benden sonrasında, hulefâ-i râşidînin sünnetlerine sarılınız!) buyuruldu.

Sünnet sözü, yalnız olarak söylenildiği süre, İslâmiyetin bildirdiği tüm hükümler anlama gelir. Bu dinin sahibi olan Resulullah efendimiz, âdetlerde bir şey bildirmedi. Bundan dolayı Resûlullah efendimiz, insanlara dinlerini bildirmek için geldi. Dünyada muhtaç oldukları şeylerin yapılmasını öğretmek için gelmedi. Hadis-i şerifte;
(Dünya işlerinizi yapmasını siz daha iyi bilirsiniz!) buyuruldu.

Dünyanıza yararlı olan şeyleri bulup yapmanız için benim bildirmeme lüzum yoktur anlama gelir. Dini vazifelerinizi, ibadetlerinizi bilemezsiniz. Onları benden öğreniniz anlama gelir. Bunun için âdetler, İslâmiyetin haricinde kalmaktadır. İslâmiyetin haricinde olan şeylerde meydana getirilen değişimler bidat olmaz. Sadece İslâmiyet, bozuk olan âdetleri kaldırmıştır. İslâmiyete uymayan uydurma bilgiler, emekler, âdetler, doğru yoldan sapmaktır ve Allahü teâlâdan uzaklaşmaya sebep olurlar. Peygamber efendimiz, bunun için, eskiden kalma bozuk âdetleri değiştirdi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri;
“Allahü teâlâ, dinleri, nefsi isteklerinden kurtarmak, karanlık, fena âdetleri yok etmek için gönderdi” buyurmuştur.

Sual: Âyet ve hadislerde açıkça bildirilmeyen bazı hükümleri, mezhep imamları bildirmektedir. Bunlar da sonradan çıkarılmış ve böylece bidat olmuş olmuyor mu?
Yanıt: Ehl-i sünnet âlimlerinin ibadetlerde, ictihad ile buldukları bilgiler bidat değildir. Bu detayları bulurken isabet edememeleri de kabahat olmaz. Dört mezhebin imamları, bu detayları, İslâmiyetin sahibinin izni ile, İslâmiyetin bildirdiği delillerden, senetlerden çıkarmışlardır. Bu bilgiler, İslâmiyeti değiştirmiş değil, İslâmiyete destek olmuşlardır. Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açık olarak bildirilmiş şeylerde, esasen ictihad yapılmaz. Bunlar, olduğu şeklinde kabul edilir. Açık bildirilmemiş bir işi gösteren delili ararken, isabet edememek kabahat olmaz. Fakat bu kanıt kısaca doğru yol açık olup da, bu delili bulmakta yanılarak yada bir delilden çıkarılmayıp, akla uyarak meydana getirilen ibadetler, bidat olur. Bu şekilde reformlar, bir müekked sünnetin ortadan kalkmasına sebep olursa, günahı daha da oldukca olur.

Sual: Namazı kıldıktan sonrasında secde yapmak ve eli göğse koyarak selamlaşmak dinen uygun mudur?
Yanıt:
Namazı kıldıktan sonrasında secde etmenin haram olduğu Dürr-ül-muhtârda yazılıdır. Namazlardan sonrasında imam ile, eli göğse koyarak, selamlaşmak bidattir. Müslümanlıkta el ile ve vücut hareketi ile selamlaşmak yoktur. İbni Nüceym Zeynel’âbidîn Mısrî hazretleri, bu şekilde selamların günah bulunduğunu bildiriyor.

Bidat, dini değiştirmektir
Sual: Bidat, dini değişiklik yapmak midir, bunun için mi tüm bidatler kötülenmiştir?
Yanıt:
Bu mevzuda Abdülganî Nablüsî hazretleri Hadîkat-ün-nediyye kitabında diyor ki:
Bidat, sünnete kısaca Muhammed aleyhisselamın bildirdiği din bilgilerine muhalif olan, ters düşen, din cahillerinin, boş kafalarından çıkan inanç, amel ve sözler anlama gelir. Allahü teâlâ, kullarını kendisine tapınmak için yarattı. İbadet, insanoğlunun Rabbine, hakir, aciz, muhtaç bulunduğunu göstermesidir. Bu da, her aklın, nefsin, âdetlerin güzel ve çirkin dediklerine uymayıp, Allahü teâlânın güzel ve çirkin dediklerine teslim olmak, gönderilmiş olduğu Kitaba, Peygamberlere inanmak ve bunlara doğal olarak olmak anlama gelir. Bir insan, bir işi, Rabbinin izin verdiğini düşünmeden, kendi görüşü ile yaparsa, Rabbine kulluk yapmamış olur. Bu iş, inanmakta ve inanılması lazım olduğu söz birliği ile bildirilmiş olan şeylerden ise, bu inanışı, Küfre sebep olan Bidat olur. Bu iş, itikatta olmayıp da, yalnız dinden olan sözde ve işte kalırsa, fısk, büyük günah olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, dinde bir şey meydana çıkarırsa, bu şey ret olunur.)

Bu hadis-i şerif gösteriyor ki, dinden olmayan bir inanç, bir söz, bir iş, bir hâl ortaya çıkarılır ve bunun din, yakarma olduğuna inanılırsa, veya İslâmiyetin bildirmiş olduklarında bir fazlalık yada noksanlık yapılırsa ve bunu yapmakta sevap beklenirse, bu yenilikler, değişimler, Bidat olur.

İbadette olmayıp, âdette olan yenilikler, değişimler bidat olmaz. Örnek olarak, yemekte, içmekte, binme ve taşıma vasıtalarında, binalarda meydana getirilen yenilikleri, değişimleri dinimiz reddetmez. Bunun için, masada, ayrı tabaklarda, çatal kaşık ile yiyecek, otomobile, uçağa binmek, her çeşit bina, ev ve mutfak eşyası kullanmak ve tüm fen detayları, fen aletleri, dinde bidat değildir. Bu tarz şeyleri yapmak ve yararlı yerlerde kullanmak caizdir, hatta, farz-ı kifâyedir. Örnek olarak radyo, hoparlör, elektronik makineler yapmak, bu tarz şeyleri ibadetlerin haricinde kullanmak caizdir. Hoparlör ile ezan, Kur’ân-ı kerim okumak, ibadeti değiştirmektir ki, bidat olur. Ezanın uzaklardan işitilmesi için hoparlör kullanmamalı, her mahalleye camiler yapmalı, her mahalle camisindeki müezzin efendiler ayrı ayrı ezan okumalıdır.”

Sual: Dinde bir şeyin bidat olup olmamasındaki ölçü nedir?
Yanıt:
Dinde bidat; Eshâb-ı kiram ve tâbiin zamanından sonrasında, Resûlullah efendimizin izni olmadan, dinde meydana getirilen eklemeler ve noksanlıklar, kısaca yakarma olarak meydana getirilen, sevap olduğu kabul edilen değişimler anlama gelir. Dinde düzeltim, değişim yapmak da, dinde bidat anlama gelir.

Yemekte, içmekte bidat olur mu?
Sual: Yemekte, içmekte, giyinmekte, ulaşım vasıtalarında ve ev işlerinde de bidat olur mu?
Yanıt:
Mevzu ile ilgili olarak Hadîka-tün-nediyye kitabında deniyor ki:
“Bidat, dinden olmayan, yakarma olmayan, âdet olan bir şey ise, dinimiz bunu reddetmez. Yemekte, içmekte, elbisede, seyrü sefer, ulaşım vasıtalarında ve bina, konut, ev işlerinde, yakarma yapmak, kısaca Allahü teâlâya tekarrüb, yakınlık niyet etmeyip, yalnız dünya işi düşünülürse, bunlar bir ibadeti hayata geçirmeye mâni olmadıkça yada bir haramı işlemeye sebep olmadıkça, bidat olmazlar. Dinimiz bu tarz şeyleri menetmez.” Bidat üç türlüdür:
1- İslâmiyetin sövgü alameti söylediği şeyleri yoksulluk olmadan kullanmak, en fena bidattir. Kafirlere hile olarak kullanmanın caiz olur denildiği Berîkada yazılıdır.

2- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan inanışlar da fena bidattir.

3- İbadet olarak meydana getirilen yenilikler, reformlar, amelde bidat olup büyük günahtır. Âlimler, ameldeki, ibadetteki bidatleri ikiye ayırmışlar, hasene ve seyyie demişlerdir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri âlimlerin hasene dedikleri bidatlere bidat dememiş, sünnet-i hasene demiştir. Bidat-i seyyie dediklerine bidat demiş, bu tarz şeyleri oldukca kötülemiştir. Vehhabiler ise, hasene denilen, beğenilen bidatlere de, seyyie demiş, bu tarz şeyleri yapanlara kâfir, müşrik demişlerdir.

Sual: Dinde bidat olanlar, bir tek Peygamberimizin vefatından sonrasında ortaya çıkanlar mıdır?
Yanıt:
Bidat demek, Peygamber Efendimizin ve Onun dört halifesinin zamanlarında bulunmayıp, dinde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, laflara, işlere ve âdetlere denir. Bunların hepsini din diye, yakarma diye uydurmak yada dinin önem verdiği şeyleri dinden ayrıdır, din buna karışmaz demek bidattir. Bidatlerin bazıları sövgü, bazıları da büyük günahtır.

Masada yiyecek yiyecek
Sual: Masada yiyecek yiyecek, çatal, kaşık kullanmak, lüks otomobillere binmek, sonradan çıkmış olduğu için bidat mıdır ve bu tarz şeyleri kullanmakta dinen sakınca olur mu?
Yanıt:
Mevzu ile ilgili olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Resûlullah efendimizin ve Ondan sonrasında dört halifesinin devam suretiyle yaptıkları şeylere Sünnet denir. Sünnet-i hüdâyı terk etmek mekruhtur. Sünnet-i zâideyi terk mekruh değildir.”

Abdülganî Nablüsî hazretleri, Hadîka kitabında buyuruyor ki:
“Resûlullah efendimiz, kendisinin yakarma olarak yapmış olduğu şeyleri terk edeni inkâr etmedi ise, kısaca darılmadı ise, bu ibadetlere Sünnet-i hüdâ denir. Bu tarz şeyleri sürekli yapmış oldu ise, Sünnet-i müekkede denir. Resûlullah efendimizin âdet olarak yapmış olduğu şeylere Sünnet-i zâide yada Müstehab denir. İyi işlere sağdan adım atmak, sağ el ile yapmak, bina yapmakta, yemekte, içmekte, oturmakta, kalkmakta, yatmakta, elbisede, aletlerde yapmış olduğu ve kullandığı şeyler böyledir. Bu tarz şeyleri yapmamak ve un eleği, kaşık şeklinde âdette bidat olan şeyleri, kısaca sonradan ortaya çıkan âdetleri yapmak dalalet olmaz. Günah olmaz.”

Bundan anlaşılıyor ki, masada yiyecek, çatal, kaşık kullanmak, karyolada yatmak ve konferanslarda, mekteplerde terbiye ve fen derslerinde, radyo, tv ve teyp kullanmak ve her çeşit nakil vasıtalarına binmek, gözlük, hesap makinesi şeklinde fen vasıtalarından yararlanmak caizdir. Bundan dolayı bunlar, âdette bidattirler. Sonradan meydana çıkan şeylere Bidat denir. Âdette olan bidatleri, yenilikleri haram işlemekte kullanmak haram olur.

Adette bidat olanları yapmak
Sual: Adette bidat ne anlama gelir ve adette bidat olan şeyleri yapmanın günahı olur mu?
Yanıt:
Mevzu ile ilgili olarak Hadîkada buyuruluyor ki:
“Un eleği ve kaşık şeklinde şeyler zaman-ı saadette yok idi. Sonradan meydana çıktılar. Bu şekilde, Allahü teâlâya tapınmak ve sevap kazanmak niyeti olmaksızın meydana çıkarılan şeylere, Adette bidat denir. Bunlar, hadîs-i şerifte dalalet, sapıklık olarak bildirilmiş olan bidatlerden değildirler. Bu tarz şeyleri yapanlara ceza verilmeyecektir. Vera sahiplerinin yapmaması daha iyi olur. Adamların fazla yiyerek yağ bağlaması da böyledir. İmâm-ı Münâvî hazretleri, Câmi’-us-sagîr şerhinde; “Kıyamet alametlerinden biri, adamların yağlanmasıdır” buyurdu. Adette bidatlerden biri de, tütün ve kahve içmektir. Zamanımızda iyi fena her insan bu tarz şeyleri kullanmaktadır. Bunlar için çeşitli şeyler söyleniyor ise de, sözün doğrusu, ikisine de haram ve mekruh dedirtecek bir sebep yoktur. Her ikisi de, Adette bidattir. Herhangi bir sebep göstererek bunlara haram diyen kimse, adette bidat olan şeye haram demiş olur. Adette bidate haram denilemeyeceğini, cumhûr-i ulemâ bildirmiştir. Sultanın komut ve yasak etmesine erişince, bunlar, Allahü teâlânın komut ve yasaklarına uygun olursa, itaat vacip olur. Kendi düşüncesi, görüşü ile olana itaat vacip değildir. Resûlullah efendimizin tüm komut ve yasakları, Allahü teâlânın komut ve yasaklarına uygun idi. Kendiliğinden bir şey bildirmedi. Bu şekilde olmasaydı, Onun her sözüne itaat vacip olmazdı. Sultanın, kendi aklı, düşüncesi ile verdiği emre itaat da, elbet vacip olmaz. Sadece, emri veren, zulüm, işkence yaparsa, bundan korkan kimsenin, sultanın bu şekilde mubahları yasaklamasına itaat etmesi vacip olur. Bundan dolayı, bir Müslümanın kendini tehlikeye sokması caiz değildir. İşte, bu şekilde yasaklandığı süre, kahve, sigara içmemek vacip olur. Fakat, gene, haram yada mekruh oldukları için değil, kendini zulümden kurtarmak için içmemeye niyet etmek lazımdır. Ülül-emre itaat demek, Müslüman olan amirlerin, hak suretiyle olan komut ve yasaklarına uymak anlama gelir.”

Bidat, doğru yoldan ayrılmaktır
Sual: Âyet-i kerimelerden ve hadîs-i şeriflerden yanlış mana çıkaranlar, bidat sahibi mi, yoksa kafir mi olur?
Yanıt:
Kur’ân-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan bir şeye inanmayan yada kuşku eden kimse Kafir olur. Açık olarak bildirilmemiş, şüpheli olan emirlere yanlış mana vermek Bidat olur. Kur’ândan, hadisten yanlış mana çıkarana Bidat sahibi denir. Kendi anladıklarına, düşüncelerine Kur’ân, hadîs diyene Zındık denir. Bu yanlış anladığına inanan, bidat sahibi olur. Bu şekilde şey olmaz, aklım kabul etmez derse, kafir olur. Bir harama mubah diyen kimse, bir âyete yada hadîs-i şerife dayanarak söylüyorsa, kafir olmaz, bidat sahibi olur. Bidat sahipleri, Kur’ândan ve hadîs-i şeriflerden yanlış mana çıkarıyorlar. Zındıklar ise, kendi anladıklarına, düşüncelerine âyet ve hadis diyor.

Bidat itikadı, yanlış, sapık inanmaktır. İmanın bozuk ve sapık olmasıdır. Müslümanların bir çok, bu fena hastalığa yakalanmışlardır. His organları ile anlaşılamayan, hesap ile ulaşılamayan şeylerde akıl yürütmek ve aklın yanıldığı şeylere inanmak, insanı bu hastalığa götürür.

Her bidat sahibi, Kur’ân-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde manaları açık olmayan inanç bilgilerinde, yanlış tevil yaparak, yanlış mana çıkardığı için, hak yoldan ayrılmıştır. Oysa, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Kur’ân-ı kerimden kendi aklı ile, kendi düşüncesi ve bilgisi ile mana çıkaran kafirdir.)

Kur’ân-ı kerimden ve hadîs-i şeriflerden çıkarılan ilimler içinde, kıymetli ve doğru olan, yalnız Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıkları ve bildirdikleridir. Ehl-i sünnet âlimleri, bu ilimleri, Eshâb-ı kiramdan öğrendi. Bunlar da, Resûlullah efendimizden öğrendiler. Her bidat sahibi ve her bilgisiz, tuttuğu yolun, Kur’ân-ı kerime ve hadîs-i şeriflere uygun bulunduğunu sanır ve iddia eder. Oysa o halde olanların, Kur’ân-ı kerimden ve hadîs-i şeriflerden çıkardıkları her mana, makbul ve saygın değildir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/05/bidat-nedir-ne-degildir/feed/ 0 5794
Sünnet nedir? https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/04/sunnet-nedir/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/04/sunnet-nedir/#respond Sun, 04 Aug 2019 20:17:50 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5791

Sual: Sünnet ne anlama gelir?
CEVAP
Sünnet kelimesi yerine gore, değişik anlamlarda kullanılır:
1- Kitab ve sünnet ifadesindeki sünnet, hadis-i şerifler anlama gelir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Tanrı’ın kitabına, Peygamberin sünnetine sarılırsanız asla sapıtmazsınız.) [Hakim]

2- Farz ve sünnet ifadesindeki sünnet, Resulullah efendimizin farz olmayarak yapmış olduğu işler anlama gelir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim bozulunca, sünnetime uyana şehit sevabı verilir.) [Hakim]

3- Sünnet, yalnız olarak kullanılınca, İslamiyet anlama gelir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir süre gelecek ki, ortalık bozulmuş olduğu süre sünnetime [İslamiyet’e] tutunmak avuçta ateş tutmak şeklinde olacaktır.) [Hakim]

4- Sünnet, yol, çığır şeklinde manalara da gelir. Örnek olarak sünnet-i hasene iyi çığır, sünnet-i seyyie fena çığır anlama gelir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, sünnet-i hasene çıkarırsa, [iyi bir çığır açarsa] onun sevabı ve kıyamete kadar onunla amel edenlerin sevabı kadar sevap alır. Bir kimse de sünnet-i seyyie çıkarırsa, [kötü bir çığır açarsa] onun günahı ve kıyamete kadar onu işleyenlerin günahı kadar günah kazanır.) [Müslim]

Bir de, sünnet âdet, iş anlamındadır. Örnek olarak Sünnetullah tabiri, Tanrı’ın âdeti, Tanrı’ın işi anlama gelir. Hazret-i Ömer’in sünneti demek, Hazret-i Ömer’in âdeti anlama gelir.

5- Ehl-i sünnet, kurtuluş fırkasının adıdır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Tirmizi’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72si Cehenneme gider, yalnız bir fırka kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir) buyuruldu. Bu fırkaya (Ehl-i sünnet vel cemaat) denir.

6- Evlatların sünnet olmasına da sünnet denir.

Sual: Sünneti değiştirmekte sakınca var mıdır? Örnek olarak tesbihi 33 yerine, daha çok sevap olsun diye 44 olarak çeksek mahzuru olur mu? Sakalı bir tutam yerine bir yada iki karış uzatsak yada oldukça kısa yapsak bir mahzuru olur mu?
CEVAP
Peygamber efendimizin yapmış olduğu işlere sünnet denir. Hatta birini bir şey yaparken görüp de bir şey demediği işlere de sünnet denir. Peygamber efendimiz bu yaptıklarını ya yakarma olarak yada âdet olarak yapardı. Âdet olarak yaptıklarına sünnet-i zevaid denir. Uzun entari giymesi, saçlarını uzatması yada kısaltması, sakal bırakması şeklinde. Bir kimse, (Peygamberimiz, hanımefendiler şeklinde entari, uzun gömlek giyermiş) diyerek alay etse, imanı gider. Ya da sakalı beğenmeyen yada sünnete uygun sakalı olana çember sakallı, top sakallı diye hakaret eden kâfir olur. Bu sebeple Peygamber efendimizin yapmış olduğu işleri şu demek oluyor ki sünnetini, beğenmemiş olur. Oysa Allahü teâlânın tüm insanların en üstünü olarak yarattığı ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olduğu Peygamberini beğenmemek, Tanrı’ı beğenmemek olur. (Niye bu şekilde Peygamber gönderdin) demek olur. Tanrı’ı beğenmeyenin de kâfir olacağı pek açıktır. Kur’an-ı kerimde, Peygamber efendimizin emrettiğini yapmak, yasakladığından kaçmak gerektiği bildiriliyor. (Haşr 7)

İbadete ilişik hükümler zaman içinde değişmez. İbadetleri değişiklik yapmak, dini değişiklik yapmak olur, dinsizlik olur. Bir kâfir, bir söz ile [kelime-i şehadet getirerek] müslüman olur. Bir müslüman da küfre düşürücü bir söz ile kâfir olur. Dinimizin herhangi bir hükmünü beğenmeyen, örnek olarak, (tesettür lüzumsuzdur) diyenin imanı gider. Resulullah efendimize uymanın önemi büyüktür. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Resule itaat eden, Tanrı’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]

Peygamber efendimiz de aynı mealde buyuruyor ki:
(Bana itaat eden, Tanrı’a itaat etmiş olur, bana isyan eden de Tanrı’a isyan etmiş olur.) [Buhari]

Kur’an-ı kerimde, Resulullaha itaatin Tanrı’a itaat olduğu, Ona isyan edenin Tanrı’a isyan etmiş olduğu bildirilmekte, (Tanrı’a ve Resulüne itaat), (Tanrı ve Resulüne isyan) ifadeleri oldukça yerde geçmektedir. (Nisa 13-14)

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.) [Müslim]

(Bir bid’at çıkarılınca, bir sünnet kalkmış olur.) [İ.Ahmed]

İbadet maksadı ile dine bir şey ilave etmek bid’attir, büyük günahtır. Dinimiz noksan değildir. Hâşâ Allahü teâlâ yada Peygamber efendimiz dinde bir şeyi noksan bırakmış da, daha iyisini biz mi yapacağız? İbadete bid’at karıştırmak, Allahü teâlânın bildirdiği dinde noksanlık bulmak, koyduğu hükümleri beğenmemek, dini değişiklik yapmak olur. Örnek olarak akşam namazının farzını 3 rekat yerine, daha çok yakarma edeyim diye 4 rekat kılmak bid’attir. 3 yerine de geçmez, namaz asla kabul olmaz. Tesbihleri 33 yerine, oldukça sevap olsun diye 40 kere yada daha çok çekmek bid’at olur. Asla tesbih çekilmese günah olmaz. Fakat sünnet sevabından yoksun kalınmış olur.

Bir din kitabını tahkir etmek, İslam âlimlerinden biri ile alay etmek ve tazim etmemiz emrolunan bir şeyi tahkir etmek, tahkir etmemiz emrolunan bir şeyi tazim etmek küfürdür. Bu tarz şeyleri icra eden kâfir olur. (Birgivi)

Sakalı sünnet diye kısa bırakmak yada yalnız çenede bırakmak bid’at olur, Resulullah efendimizin sakal şekli beğenilmemiş olur. Hadis-i şerifte, (İbadetleri bizim şeklinde yapmayanlar bizlerden değildir) buyuruluyor.

Namazlardan sonrasında âyet-el-kürsi okunması mümkün. Sonrasında tesbihler çekilir, ondan sonrasında yakarış edilir. Yakarma ederken salâten tüncina yada başka dualar da okunması mümkün. Âyet-el-kürsinin okunduğu yerde salâten tüncinayı okumak sünneti değişiklik yapmak olur, şu demek oluyor ki bid’attir. Peygamber efendimiz iyi mi yakarma etmişse, mezhebimiz bunu iyi mi bildirmişse, o şekilde yakarma edilir. (Şunu da yapalım, ötekini de ilave edelim) demek, dinde değişim olur. (Hadika)

(Kim dinde olmayan bir şey çıkarırsa merduddur) hadis-i şerifi gösteriyor ki, dinden olmayan bir itikad, bir söz, bir iş, bir hâl ortaya çıkarılır ve bunun din ve yakarma olduğuna inanılırsa, ya da İslamiyet’in bildirmiş olduklarında, bir fazlalık yada noksanlık yapılırsa ve bunu yapmaktan sevap beklenirse, bu yenilikler, değişimler bid’at olur. İslamiyet’e uyulmamış, ona inanç edilmemiş olur.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bugün kalbler kararmış olduğundan, bazı bid’atler güzel görünse de, hepsinden kaçınmak gerekir, kıyamette hepsinin zararı dokunan olduğu anlaşılacaktır. Hadis-i şerifte, (Her bid’at sapıklıktır) buyuruldu. (Müslim)

Din bir bütündür. Bir hükmünü beğenmeyen yada değiştiren kâfir olur. Örnek olarak sünnet olan sakalı da beğenmeyen kâfir olur. Beğenmiş olduğu halde yapmaz ise kâfir olmaz. Sünneti değiştirirse bid’at ehli olur.
[Hadika, Berika, Birgivi Vasiyetnamesi, Mektubat-ı Rabbani]

Sual: Sünnete yapışmak ne anlama gelir?
CEVAP
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim içinde ayrılık olunca, benim sünnetime ve Hulefa-i raşidinin sünnetine yapışın!) [Tirmizi]

Bu hadis-i şerif, bu ümmette çeşitli ayrılıklar olacağını haber veriyor. Bunlar içinde, Resulullahın ve Onun 4 halifesinin yolunda olana sarılınız diyor. Sünnet, Resulullahın, sözleri, tüm ibadetleri, işleri, itikadları, ahlakı ve bir şey yapılırken görünce, engel olmayıp susması anlama gelir. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Fitne fesat yayılmış olduğu süre, sünnetime yapışana yüz şehit sevabı verilir!) [Hakim]

Şu demek oluyor ki nefse ve bid’atlere ve kendi aklına uyarak İslamiyet’in hududu dışına taşıldığı süre, benim sünnetime uyana, kıyamette yüz şehit sevabı verilecektir. Bu sebeple fitne fesat zamanında İslamiyet’e uymak, kâfirlerle harp etmek şeklinde güç olacaktır. Bir hadis-i şerif meali:
(İslam dini acayip olarak başladı. Sonu da acayip olacaktır. Bu gariplere müjdeler olsun! Bunlar, insanların bozmuş olduğu sünnetimi düzeltir.) [Müslim]

Şu demek oluyor ki, İslamiyet’in başlangıcında, insanların bir çok, Müslümanlığı bilmedikleri, onu yadırgadıkları şeklinde, ahir zamanda da, dini bilenler azalır. Bunlar, benden sonrasında bozulmuş olan sünnetimi ıslah ederler. Bunun için, emr-i maruf ve nehy-i münker yaparlar. Sünnete, şu demek oluyor ki İslamiyet’e uymakta başkalarına örnek olurlar. İslam bilgilerini doğru olarak yazıp, kitaplarını yaymaya çalışırlar. Bu tarz şeyleri dinleyenler azca, karşı gelenler oldukça olur.

Sünnet nedir?
Sual:
Hakikat Kitabevi yayınlarından, Eshab-ı Kiram kitabında deniyor ki:
(Server-i âlem, namazda rükudan kalkarken, (Semi’ Allahü limen hamideh = Allahü teâlâ, kendisine hamd edenin hamdini işitir şu demek oluyor ki kabul eder) diyince, ilk safta bulunan Hazret-i Muaviye, (Rabbena lekel hamd = Hamdimizi kabul eden Rabbimiz, sana hamd olsun) dedi. Bu şekilde söylemesini, Resulullah efendimiz takdirle karşıladı. Bunu söylemek, kıyamete kadar sünnet olarak kaldı. Resulullahın takdirine mazhar olmak, ne büyük nimettir. Onun söylediği bir sözü kıyamete kadar Müslümanların söylemesine sebep olmak da, ayrı bir fazilettir.)
Bir sahabinin söylemesi, iyi mi namazda sünnet olur ki?
CEVAP
Sünnet, yalnız Peygamber efendimizin yapmış olduğu işler değildir. Birini bir şey yaparken görüp de bir şey demezse yada onu yapın derse, o da sünnet olur. Burada meydana getirilen işi beğenmesi, o işe razı olması ve bundan sonrasında bu işin yapılmasını emretmesi, o işin sünnet bulunduğunu gösteriyor.

Sünnet kelimesinin dinimizdeki manası
Sual: Sünnete uyan, sünneti yerine getiren, sünneti iyi bilen tabirleri din kitaplarında geçmektedir. Buradaki “sünneti iyi bilen” tabirinden, Peygamberimizin emirlerini, sünnetini iyi bilen manası mı anlaşılmaktadır?

Yanıt: Sünnet kelimesinin dinimizde üç manası vardır. Kitap ve sünnet beraber söylenince, kitap Kur’ân-ı kerim, sünnet de hadis-i şerifler anlama gelir. Farz ve sünnet denilince, farz Allahü teâlânın emirleri, sünnet ise Peygamber efendimizin sünneti şu demek oluyor ki emirleri anlama gelir. Sünnet kelimesi yalnız olarak söylenince, İslâmiyet şu demek oluyor ki tüm İslâmiyetin bildirdiği hükümler, buyruk ve yasaklar anlama gelir. Fıkıh kitapları bu şekilde bulunduğunu bildiriyor. Örnek olarak Kudûrî muhtasarında “Sünneti en iyi bilen imam olur” diyor. Cevhere kitabında burayı açıklarken; “Sünnet demek, burada ahkâm-ı islâmiyye şu demek oluyor ki İslâmiyetin hükümleri anlama gelir” diyor.

Sual: Peygamber efendimizin, yakarma olarak ve âdet olarak yapmış olduğu şeylerin hepsi sünnet midir ve hepsini yapmak gerekir mi?
Yanıt: Resulullah efendimizin yakarma olarak yapmış olduğu ve ara sıra bıraktığı şeylere Sünnet-i hüdâ yada Müekket sünnet denir. Bu tarz şeyleri ara sıra yapmayanlara azap bildirilmedi. Asla terk etmediği ve terk edenlere azap yapılacağını bildirdiklerine Vacip denir. Ara sıra yapmış olduğu ibadetlere Müekket olmayan sünnet yada Müstehap denir. Âdet olarak yaptıklarına Sünnet-i zevâid yada Edeb denir. İyi şeylere sağdan, kötü şeylere soldan adım atmak ve sağ, sol elleri kullanmak edebdir.

Gariplere müjdeler olsun!
Sual: Din kitaplarında, İslâmiyetin acayip olarak başlayıp sonrasında gene o acayip hâline döneceğini bildiren bir hadis-i şerif var. Bu hadis-i şerifteki acayip olmaktan maksat, murat nedir?

Yanıt: Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde;
(İslam dini acayip olarak başladı. Son zamanlarda da acayip olacaktır. Bu acayip insanlara müjdeler olsun! Bunlar, insanların bozmuş olduğu sünnetimi düzeltirler) buyurmuştur. Ehl-i sünnet âlimleri, bu hadis-i şerifi açıklarken buyuruyorlar ki:
“İslâmiyetin başlangıcında, insanların bir çok, Müslümanlığı bilmedikleri, onu yadırgadıkları şeklinde, ahir zamanda da, dini bilenler azalır. Bunlar, benden sonrasında bozulmuş olan sünnetimi ıslah ederler. Bunun için, emr-i ma’rûf ve nehyi anilmünker yaparlar. Sünnete, şu demek oluyor ki İslâmiyete uymakta başkalarına örnek olurlar. İslâm bilgilerini doğru olarak yazıp, kitaplarını yaymaya çalışırlar. Bu tarz şeyleri dinleyenler azca, karşı gelenler oldukça olur. O zamanda, sevenleri oldukça olan din adamı, doğru arasına eğrileri, hoşa giden sözleri karıştıran kimsedir. Bu sebeple yalnız gerçeği söyleyenin düşmanları oldukça olur.”

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/04/sunnet-nedir/feed/ 0 5791
Tefsir nedir, müfessir kime denir? https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/04/tefsir-nedir-mufessir-kime-denir/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/04/tefsir-nedir-mufessir-kime-denir/#respond Sun, 04 Aug 2019 10:16:34 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5789

Sual: Fıkıh bilimsel mi yoksa tefsir bilimsel mi mühim? Camideki kursa gidiyorum. Hocamız, lüzumlu inanç ve fıkıh bilgisini öğretmeden, (Tefsir dersleri yapacağız) diyor. Bir Müslümanın, ilkin tefsir mi öğrenmesi lazım?
CEVAP
Fıkhı bilmeden dine uymak mümkün olmaz. Şu sebeple dinin temeli fıkıhtır. İbni Âbidin hazretleri, (Fıkhı öğrenmek her Müslümana farz-ı ayndır) buyuruyor. (Redd-ül Muhtar)

Bu konudaki birkaç hadis-i şerif:
(Dinin temel direği, fıkıhtır.) [Beyhekî]

(İbadetlerin en kıymetlisi, fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) [İbni Abdilberr]

(Fıkıh bilmeden yakarma eden, karanlık gecede tamamlanmamış bina yapmış olup, düzeltmek için gündüz yıkana benzer.) [Deylemî]

(Âlimlerin en hayırlısı da fakihlerdir.) [İ. Maverdî]

(Tanrı, iyilik etmek istediği kulunu fakih yapar.) [Buhârî]

Kur’an-ı kerimin mânâsını, yalnız Muhammed aleyhisselam anlamış ve bildirmiştir. Tefsir, Resulullah efendimizin kutsal lisanından Sahabe-i kirama ve onlardan Tâbiîne, Tebe-i tâbiîne ve böylece bizlere kadar sağlam kaynaklarla gelen bilgilerdir.

Müfessir, kelam-ı ilahiden, murad-ı ilahiyi anlayan derin âlim anlamına gelir. İmam-ı Beydâvî hazretleri bunlardan biridir. Bu tefsir kitaplarını da anlayabilmek için, yirmi ana bilimsel, iyi öğrenmek gerekir. Ana ilimlerden biri, tefsir ilmidir. Bu yirmi ana ilmin kolları, seksen ilimdir. Türkiye’de ilk kere Kur’an tercümesini, Cihan Kitabevi sahibi Misak isminde Hristiyan bir Ermeni başlatmıştır. Maksat dinimizi bozmaktır. İmam-ı Gazâlî hazretleri, (Fâsık ve bid’at ehli, Kur’an’ın mânâsını anlayamaz) buyuruyor. (İhya) [Bid’at ehli, Ehl-i sünnet itikadında olmayan, mezhepsiz olan demektir.]

Tefsir, akla değil, nakle dayanır. Ehl-i sünnet âlimlerinin, Peygamber efendimizden ve Eshab-ı kiramdan alarak yaptıkları tefsirlere aykırı tefsir yazan, küfre düşer. Hadis-i şerifte, (Kur’an-ı kerimi kendi görüşüne bakılırsa tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. (Deylemî, Mektubat-ı Rabbânî 1/234)

Tefsir, murad-i ilahiyi idrak etmek anlamına gelir. Kendiliğinden verdiği mânâ doğru olsa bile, meşru yoldan çıkarmadığı için, hata olur. Verdiği mânâ yanlışsa kâfir olur. (Berika)

Bir kimse, bir âyet-i kerimeyi tefsir ederken, yalnız kendi görüşüne, kendi aklına bakılırsa izahat yaparsa kâfir olur. İşte bu sebepten dolayı, peygamberler hariç, insanların en üstünü olmasına karşın, Hazret-i Ebu Bekir Sıddık, (Kur’an-ı kerimi kendi reyimle, kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler?) buyurmuştur. (Şir’a şerhi)

Namaz kılacak kadar sûre ezberledikten sonrasında, fıkıh bilgilerinden farz-ı ayn olanları öğrenmeli. Şu sebeple lüzumlu fıkıh bilgisini öğrenmek farz-ı ayndır. Her insana, işine bakılırsa, lüzumlu olan farz-ı ayn olur. Fakat hepsini öğrenmek, Kur’an’ı ezberlemekten daha iyidir. (Redd-ül muhtar)

Ehl-i sünnet itikadı, farzlar ve haramlar, fıkıh kitaplarından öğrenilir. Âlimler, bu fıkhî hükümleri âyet ve hadislerden çıkarmışlardır. (Hadika s. 324)

İmam-ı Şa’ranî hazretleri de buyuruyor ki:
Namazların kaç rekât bulunduğunu, rükû ve secdede okunacak tesbihleri, bayram ve cenaze namazlarının iyi mi kılınacağını, zekât nisabını, orucun ve haccın farzlarını, hukuk bilgilerini, Peygamber efendimizin açıklamaları olmadan Kur’an-ı kerimden idrak etmek mümkün değildir. İmran bin Hasin hazretleri, (Bizlere yalnız Kur’andan söyle!) diyen birine, (Ey ahmak, Kur’an-ı kerimden her şeyi idrak etmek mümkün mü? Sözgelişi namazların kaç rekât bulunduğunu bulabilir miyiz?) buyurdu. Hazret-i Ömer de, (Farzlar seferde kaç rekât kılınır? Kur’an’da bulamadık) diyenlere, (Allahü teâlâ bizlere Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Biz, Kur’an-ı kerimde bulamadıklarımızı, Resulullah’tan gördüğümüz şeklinde yapıyoruz. O, seferde dört rekâtlık farzları, iki rekât olarak kılardı. Ikimiz de öyleki yaparız) buyurdu. (Mizan)

İslam’a, Kur’ana uymak, tefsir okumakla değil, sadece hak olan bir mezhebe uymakla olur. Mezhebe uymak da, o mezhebin doğru yazılmış bir ilmihâl kitabına uymakla olur. Bir kimse, Kur’andan, tefsirden anladığına uyarsa, İslam’a uymuş olmaz. Kur’an-ı kerimde her yargı var ise da, bu tarz şeyleri doğru olarak, sadece Resulullah efendimiz anlayıp açıklamıştır. Resulullah’a uymak farzdır. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(De ki: “Eğer Tanrı’ı seviyorsanız, bana tâbi olun!”) [Âl-i İmran 31]

(Ona tâbi olun ki, doğru yolu bulasınız.) [Araf 158]

Her Müslümanın dört hak mezhepten birine uyması gerekir. Uymayanın mülhid olacağını İmam-ı Rabbânî hazretleri Mebde ve Mead kitabında bildiriyor.

Dört mezhepten birine uymayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i sünnetten ayrılanın da sapık yada kâfir olacağı S. Ahmed Tahtavî hazretlerinin Dürr-ül-muhtar haşiyesinde yazılıdır.

Abdülgani Nablusî hazretleri de, (Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Kur’an-ı kerimin mânâsını öğrenmek isteyen, Ehl-i sünnet âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlâk, kitaplarını okumalıdır) buyuruyor. (Hadika)

Doğru yazılmış bir ilmihâl okuyan, lüzumlu kelam, fıkıh ve terbiye bilgisini öğrenmiş olur. Farz-ı ayn olan bu detayları öğrenmeyip tefsir okumak, caiz değildir. Aslına bakarsanız tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmek imkânsızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen 72 fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mânâ anladıkları için, sapıttılar. Âlimler sapıtınca, bizim şeklinde cahillerin tefsirden ne anlayabileceğimizi düşünmeliyiz!

Doğru yazılmış tefsirleri okuyanlar bu şekilde felakete düşerse, dinde reformcuların, mezhepsizlerin, bid’at ehlinin tefsirlerini okuyanın hâlinin oldukca daha fena olacağı aşikârdır.

O hâlde dinimizi doğru olarak yazılmış ilmihâllerden öğrenmek gerekir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/04/tefsir-nedir-mufessir-kime-denir/feed/ 0 5789
Müteşabihat nedir https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/13/mutesabihat-nedir/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/13/mutesabihat-nedir/#respond Sat, 13 Jul 2019 01:55:37 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5682

Ateist diyor ki:
Sual:
Kur’andaki çelişkileri örtmek için şu âyet söylenir derhal:
Sana Kitabı indiren Odur. Kur’anın bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitabın esasıdır. Ötekiler de müteşabihtir. Müteşabih âyetleri, kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak için, kendilerine bakılırsa yorumlamaya çalışırlar. Oysa Onun tevilini sadece Tanrı bilir. Ulema-i rasihin [ilimde yüksek dereceye ulaşan âlimler], ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. Bu inceliği sadece selim akıl sahipleri düşünüp anlamış olur. (Al-i İmran 7)
CEVAP
Müteşabih âyetlerin çelişkilerle ne alakası var. Çelişki dediklerini teker teker açıkladık. Ateistin cahilliği meydana çıkmış oldu. Müteşabih: Sözlükte manası bulunamayan, sezip düşünülemeyen, örneği görülemeyen gerçeklerin teşbih ve temsiller ile anlatıldığı âyet-i kerimelerdir. Örneğin Hamim, Elif lam mim âyetlerinin anlamının ne işe yaradığını insanoğlu bilmesi imkansız. Bir hadis-i şerif meali:
(Kur’anda yedi şey bildirilir: Yasak, buyruk, helal, haram, muhkem, müteşabih ve misaller. Helali helal, haramı haram bilin, emredilenleri yapın! Yasak edilenlerden sakının! Örnek ve anlatılan olaylardan öğrenek alın! Muhkem olanlara uyun! Müteşabih olanlara emin olun!) [Hakim]

Birçok kelimenin bir hakiki manası, bir de, kinaye mecaz manası olur. Kinaye, bir şeyi, açık anlamı başka olan kelimelerle anlatmaktır. Kur’an-ı kerimde mecazi ifadelerden başka, Müteşabih âyetler vardır. Bunlara görünen manayı vermek fazlaca yanlış olur. Bilhassa Allahü teâlâ ile ilgili mecazlar, müteşabih olanlar daha önemlidir.

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Leyse kemislihi şeyün [Onun benzeri hiçbir şey yoktur].) [Şura 11]
(Sübhanekellahümme
[Allah’ım, Seni noksan sıfatlardan tenzih, kemal sıfatlarla tavsif ederim].) [Yunus 10]

Allahü teâlâ hiçbir şeye benzemez. Sadece benzediği sanılan âyetler de vardır. Birkaçı şöyledir:
(Kıyamette yeryüzü Tanrı’ın kabzasında olur, gökler de sağ eliyle dürülür.) [Zümer 67]

(Yahudiler, Tanrı’ın eli bağlıdır, dediler. Hayır, Tanrı’ın iki eli de açıktır.) [Maide 64]
(Tanrı’ın eli onların ellerinin üzerindedir.)
[Fetih 10]

(Doğu da batı da Tanrı’ındır. Nereye dönerseniz Tanrı’ın yüzü oradadır.) [Bekara115]
(O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonrasında Arş’a istiva edendir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.)
[Hadid 4]
(Tanrı yerin ve göklerin nurudur.)
[Nur 35]

Bu âyetlerde bildirilen el, yüz ifadeleri, bir mahlukun eli yada yüzü şeklinde sanılabilir. Oysa Tanrı hiçbir mahluka benzemez. İstiva kelimesi oturmak sanılırsa Tanrı mahluklara benzetilmiş olur ve yukarıdaki âyetlere aykırı olur. Nerede olursanız sizinle beraberdir ifadesi de mecazidir. Bundan dolayı O mekandan münezzehtir. Son âyette Tanrı nur sanılır. Oysa nur da yaratıktır.

Kur’anda tevil ihtiyaç duyulan Kinaye, Mecaz ifade eden bir fazlaca âyet vardır. Birkaç örnek daha verelim:

Cima için lems [dokunmak] kelimesi kullanılmıştır.
(Bayanlara dokununca gusledin, su yoksa teyemmüm edin.) [Maide 6]

Bayanlar için libas [giysi] kelimesi kullanılmıştır.
(Bayanlar size, siz de onlara libassınız.) [Bekara 187]
(Ellerini boynuna bağlama, büsbütün de açma.)
[İsra 29] (Cimrilik için elleri bağlama, israf için de açma kelimesi kullanılmıştır)

Resulullaha, (Vahfid cenaheke lil müminin [Kanadını müminler için indir]) buyuruluyor. (Hicr 88) [Resulullahın tek kanadı mı var? Mecazdır, yani şefkat et, tevazu göster demektir.]
(Körle gören
[kâfir ile mümin] karanlıkla aydınlık [Bâtıl ile hak], gölge ile sıcak [Cennetle Cehennem] bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Elbet Tanrı, dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere [inatçı kâfirlere] işittiremezsin, sen yalnız bir uyarıcısın.) [Fatır 19-22]

Zalim köylüler için (zalim köy) denmiştir. (Nisa 75)

(Köy halkına sor) yerine, (köye sor) denmiştir. (Yusuf 82)

Bu şekilde ifadeler Türkçe’de de vardır. Örneğin, (Şu derslik tembel, şu derslik çalışkandır) şeklinde. Sınıftan maksat öğrencilerdir. (Soba yanıyor) denince sobanın kendisi değil içindeki odun, kömür yanıyor anlama gelir.

Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler Kureyş lügatı ve lehçesi iledir. Kelimelere, 1400 yıl ilkin, Hicaz’da kullanılan manaları vermek gerekir. Zaman içinde değişip, bugün kullanılan manaları vermek yanlış olur.
Zıllullah için, Tanrı’ın gölgesi diyorlar. Âlimler, zıl [gölge] kelimesine himaye, koruma şeklinde manalar vermiştir. Örneğin, (Ali, Veli’nin gölgesinde geçiniyor) denince, Ali’nin, Veli’nin himayesinde olduğu anlaşılır.

Müteşabih olanlara açık manalarını vermek akla ve dine uygun eğer olmazsa, uygun mana vermek, doğrusu Tevil etmek gerekir. Açık manalarını vermek günah olur.

Tevilsiz yanlış anlaşılacak bazı hadisler:
(Tanrı, gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamette, yedi derslik insanı kendi gölgesinde gölgelendirir.) [Buhari] (Burada gölge himaye anlama gelir.)

(Sultan, yerde Tanrı’ın gölgesidir.)
[Taberani] (Müslüman sultan yetkilidir.)

(Tanrı gece sabaha doğru yer semasına iner.) [Buhari] (Rahmeti iner.)

(Üç derslik hiç kimseye, Tanrı güler.)
[Taberani] (Gülmek razı olmaktır.)

(Aden kılıçların gölgesi altındadır.) [Müslim] (Cihad eden mümin Cennete gider.)

(Din, kılıçların gölgesi altındadır)
hadis-i şerifi ise, (Din, devletin himayesi ile yayılır) anlama gelir. Iyi mi ki, Beytullah [Allah’ın evi] kelimesini, hâşâ Tanrı’ın barındığı ev olarak anlamıyorsak, gölge, el, yüz, istiva şeklinde kelimeleri de bu şekilde idrak etmek gerekir.

(Aden anaların ayakları altındadır.)
[Müslim] (Aden müslüman ana babanın rızasındadır.)

(Namazı kasten terk eden kâfirdir.)
[Taberani] (Namazın farz olduğuna inanıp, tembellikle kılmayana kâfir denmez.)

(Mümin, zina ederken, şarap içerken ve hırsızlık ederken mümin değildir.)
[Müslim] (Bunlar öyleyse iken kâmil mümin değildir.)

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/13/mutesabihat-nedir/feed/ 0 5682