efendimizin – Cennetin Bahçesi https://www.cennetinbahcesi.com Dini Paylaşım Sitesi Fri, 24 May 2019 08:07:03 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.0.9 110917297 Resulullah efendimizin vefatı https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/24/resulullah-efendimizin-vefati/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/24/resulullah-efendimizin-vefati/#respond Fri, 24 May 2019 08:07:03 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5444

Sual: Peygamber efendimizin vefatı iyi mi oldu, bir vasiyette bulunmuş oldu mu?
CEVAP
Resulullah efendimizin, hicretin onbirinci yılı, Safer ayının yirmi yedinci günü, kutsal başı ağrımaya başladı. Kendisinden sonrasında, Ebu Bekri Sıddıkın halife seçilmesi için, vasiyet yazdıracağını bildirip kalem getirilmesini komut buyurdu. Hazret-i Abdurrahman emirlerini halletmeye giderken (Sonrasında getirirsin, şimdi dursun!) buyurdu ve mescid-i âlem minbere çıkıp Eshabına tembih verdi ve helalleşti. Sonrasında, Ebu Bekri Sıddıkın üstünlüğünü, kıymetini, kendisinden oldukça hoşnut bulunduğunu bildirdi. Birkaç gün sonrasında hastalık arttı. Ensar-ı kiram, oldukça üzüldü.

Hazret-i Abbas’ın oğlu Fadl ile Hazret-i Ali bu hâli Resulullah efendimize haber verdi. Acıma buyurarak, sıkıntıya katlanıp ve bu ikisinin koltuğuna girip yine mescid-i şerife gelip minbere çıktı. Ensara dönerek buyurdu ki:

(Ey Eshabım! Benim ölümümü düşünüp telaş ediyorsunuz. Hiçbir peygamber, ümmeti içinde sonsuz kaldı mı ki, ben de sizin aranızda sonsuz kalayım? Biliniz ki, ben Rabbime kavuşacağım. Size nasihatim olsun ki, Muhacirin büyüklerine saygı gösterin!)

Sonrasında, (Ey Muhacirler! Size de vasiyetim şudur ki, ensara iyilik edin! Onlar size iyilik etti. Evlerinde barındırdı. Geçinmeleri sıkıntılı olması durumunda, sizi kendilerinden üstün tuttular. Mallarına sizi ortak ettiler. Her kim, Ensar üstüne hakim olur ise, onları gözetsin, kusur edenleri olursa affetsin. Allahü teâlâ, bir kulunu dünyada kalmak ile, Rabbine kavuşmak içinde özgür bıraktı. O kul, Rabbine kavuşmak istedi) buyurdu.

Ebu Bekri Sıddık, bu sözün ne demek bulunduğunu anlayıp, canımız sana feda olsun ya Resulallah! diyerek ağladı. Resul-i ekrem ona, sabır ve katlanmak lazım geldiğini emretti. Kutsal gözlerinden yaş akıyordu. (Ey Eshabım! Din-i İslam yolunda sıdk ve ihlas ile malını feda eden Ebu Bekir’den oldukça razıyım. Ahiret yolunda dost edinmek elde olsaydı, onu seçerdim) buyurdu. Gene lütuf ederek söze başlayıp buyurdu ki:

(Ey muhacirler ve ey Ensar! Vakti belli olan bir şeye kavuşmak için acil etmenin faydası yoktur. Allahü teâlâ, hiçbir kulu için acil etmez. Bir kimse Allahü teâlânın kaza ve kaderini değiştirmeye, iradesinden üstün olmaya kalkışırsa, onu kahr ve perişan eder. Allahü teâlâya hile etmek, Onu aldatmak isteyenin işleri bozulup, kendi aldanır. Cennete girmek, bana kavuşmak isteyen, boş yere konuşmasın.

Ey Müslümanlar! Kâfir olmak, günah işlemek, nimetin değişmesine, rızkın azalmasına sebep olur. Eğer insanoğlu, Allahü teâlânın emirlerine itaat ederse, hükümet başkanları, amirleri, valileri onlara acıma ve şefkat eder. Fısk, fücur, taşkınlık yapar, günah işlerlerse, merhametli başkanlara kavuşamazlar.

Benim hayatım, sizin için hayırlı olduğu şeklinde, ölümüm de hayırlıdır ve rahmettir. Eğer birini haksız yere dövmüşsem yada birine kötü bir söz söylemiş isem, bana aynı şeyi yaparak hakkını alsın, birinizden haksız bir şey almışsam, geri istesin helalleşelim. Bundan dolayı, dünya cezası, ahiret cezasından pek hafiftir. Buna katlanmak daha kolaydır.)

Resulullahın ölüm hastalığı
Hastalık zamanında, ezan okundukça, mescid-i şerife çıkar ve imam olup, cemaat ile namaz kılardı. Vefatına üç gün kala, hastalığı ağırlaştı. Artık mescide çıkamadığından (Ebu Bekre açıklayın Eshabıma namaz kıldırsın) buyurdu. Ebu Bekri Sıddık, Resulullahın hayatında müslümanlara imam olarak, 17 zaman namaz kıldırdı. Cenaze işlerini Hazret-i Ali’nin yapmasını komut buyurdu. Resulullahın hastalığı ağırlaştı. Pazartesi günü Eshab-ı kiram, mescid-i şerifte saf saf olup Ebu Bekri Sıddıkın arkasında sabah namazını kılarlar iken, Fahr-i âlem mescide geldi. Kendi de Hazret-i Ebu Bekir’e uyup, arkasında namaz kıldı.

O gün öğleden ilkin, Cebrail aleyhisselam, Azrail aleyhisselamla beraber kapıya gelip içeri girdi. Azrail aleyhisselamın girmek için izin beklediğini söylemiş oldu. Resulullah efendimiz izin verdi. Azrail aleyhisselam içeri girip slm verdi. Allahü teâlânın emrini bildirdi. Resul-i ekrem, Hazret-i Cebrail’in yüzüne baktı. O da, (Ya Resulallah! Mele-i ala sizi bekliyor) dedi. Bunun üstüne (Ya Azrail! Gel, vazifeni yap) buyurdu. O da, kutsal ruhunu alıp, ala-yı illiyyine ulaştırdı.

Resul-i ekremde mevt alametleri görünce, Ümm-i Eymen hazretleri, oğlu Üsame’ye haber gönderdi. Üsame ve Ömer Faruk ve Ebu Ubeyde bu acı haberi alınca, ordudan ayrılıp, Mescid-i Nebeviye geldiler.

Hazret-i Âişe ve öteki hatunlar, ağlayınca, mescid-i şerifteki Eshab-ı kiram şaşırdı. Ne olduklarını anlayamadılar. Beyinlerinden vurulmuşa döndüler. Hazret-i Osman’ın dili tutuldu. Hazret-i Ebu Bekir, o anda evinde idi. Koşarak geldi. Derhal, hücre-i saadete girdi. Fahr-i âlemin yüzünü açtı, kutsal yüzü ve her yeri latif, nazif olarak, nur şeklinde parlıyordu. (Mematın da, yaşamın şeklinde ne güzel ya Resulallah!) diyerek, öptü. Oldukca ağladı. Mescide geldi. Şaşırmış olan Eshab-ı kirama tembih verip, ortalığı düzene koydu. Resulullah vefat edince, Eshab-ı kiramın hepsi bu derin üzüntü ile ne yapacağını şaşırdı. Üstlerine çöken acıdan, dehşetten, kiminin dili tutuldu kimisi yerinden kalkamaz, sokağa çıkamaz oldu.

Hazret-i Ali de, ayrılık ateşinden ne yapacağını şaşırmıştı. Hazret-i Ömer şaşkınlıktan eline kılıç alıp, (Kim Resulullah öldü derse, boynunu vururum) diyerek köy köy dolaşmıştı. Fena niyetli olan münafıklar bu kargaşalıktan istifadeye kalkmıştı.

Bu karışık hâli gören Ebu Bekri Sıddık mescide gidip, minbere çıkarak, (Ey Resulullahın Eshabı! Biz Allahü teâlâya kulluk ediyoruz. O hep diridir. Asla ölmez. Hiçbir vakit yok olmaz. Zümer suresinin (Ey sevgili Peygamberim! Bigün gelecek, sen normal olarak öleceksin. Onlar da normal olarak ölecektir) mealindeki otuzuncu âyetini okudu. Allahü teâlânın haber verdiği şeklinde, Resulullah efendimiz vefat etmiştir) dedi. Bu şekilde tesirli sözlerle tembih etti.

Eshab-ı kiramın şaşkınlıkları gidip, akılları başlarına geldi. Hatta Hazret-i Ömer, bu âyet-i kerimeyi işitince (Bu âyet, öyleki hatırımdan çıkmıştı ki, yeni nazil oldu sandım) buyurmuştur.

Hazret-i Ebu Bekir, münafıkların bir fesat çıkarmak suretiyle olduklarını, bir münafığı halife seçmek için toplandıklarını sezerek, cenaze işlerini Hazret-i Ali’ye bırakıp, halife seçmeyi görüşen Eshab-ı kiramın yanlarına gitti. Görüşme sonunda, oradakilerin hepsi, Hazret-i Ebu Bekri halife seçti. Resulullahın vefatının ikinci günü, Hazret-i Ali de mescide gelmiş olarak Hazret-i Ebu Bekir’e biat eyledi. Hazret-i Ebu Bekir, sözbirliği ile halife yapılmış oldu.

Hazret-i Ebu Bekir, halife seçilince, ertesi günü, mescide gelip, minbere çıkıp buyurdu ki:

Ey müslümanlar! Sizin üzerinize vali ve komut oldum. Oysa, sizin en iyiniz değilim. Eğer iyilik yaparsam bana yardım edin. Fena iş yaparsam, bana doğru yolu gösterin! Doğruluk emanettir. Yalancılık hıyanettir. Sizin zayıfınız, bence oldukça kıymetlidir. Onun hakkını kurtarırım. Kuvvetine güvenen ise, bence zayıftır. Bundan dolayı, ondan, başkasının hakkını alırım. Hiçbiriniz cihadı terk etmesin, cihadı terk edenler zelil olur. Ben Tanrı’a ve Resulüne asi olur, doğru yoldan saparsam, sizin de bana itaat etmeniz gerekmez. Kalkın, namaz kılalım! Allahü teâlâ hepinize iyilik versin! (H.S. Vesikaları)

Resulullah’ın cenaze namazı
Sual:
S. Ebediyye’de (Eshab-ı kiram, bölük bölük gelip, imamsız olarak, Resulullah’ın cenaze namazını kıldılar. Namaz, gece yarısına kadar devam etti. Gece yarısı, kabr-i şerife koydular) deniyor. Niye cemaatle kılınmadı?
CEVAP
Piyasada bu mevzuda verilen yanlış cevaplar iki türlüdür:
1- (Resulullah hayatında olduğu şeklinde, ölümünden sonrasında da, her insanın imamı olduğundan, O’nun cenaze namazında kimse imam olmadı, hepimiz namazını münferit olarak eda etti) diyenler var. Bu yanlıştır. Bundan dolayı hayatında bile, hasta olunca imamlık yapmamış, imamlığa Hazret-i Ebu Bekir’i geçirmiş ve onun arkasında namaz kılmıştır. Cenaze namazını da, Hazret-i Ebu Bekir yada başka bir zat kıldırabilirdi.

2- (Halife olmadığı için cemaatle kılınmamıştır) diyenlerin görüşleri de iki yönden yanlıştır: Birincisi, cenaze namazının cemaatle kılınması için halife olması gerekmez. İkincisi, Resulullah efendimiz defnedilmeden ilkin, ümmet başsız kalmasın diye âcilen Hazret-i Ebu Bekir halife seçilmişti. Kısaca halife vardı. Şiîler, Resulullah defnedilmeden ilkin derhal halife seçilmesini eleştiri ediyorlar. (Hazret-i Ali gasil işleriyle uğraşırken derhal halife seçtiler) diyorlar. Hâlbuki Müslümanların başsız kalmaması için acil etmek gerekirdi ve Eshab-ı kiramın tamamı da öyleki yapmış oldu. İcma olan bir işi suçlamak yanlıştır. Hazret-i Ali de gelip derhal biat etti.

Görüldüğü şeklinde hem halife vardır, hem de cenaze namazının cemaatle kılınması için halifeye gerekseme yoktur. Bugün dünyada halife yoktur diye, cenaze namazlarının münferiden kılınması gerekmez.

İşin doğrusu şudur: Hazret-i Ebu Bekir, halife seçildikten sonrasında, Resulullah efendimizin vasiyetine uyarak, münferit olarak onun cenaze namazını kıldı. Arkasından Hazret-i Ömer ve sonrasında öteki Eshab-ı kiram kıldı. Namaz gece yarısına kadar devam etti.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/24/resulullah-efendimizin-vefati/feed/ 0 5444
Peygamber efendimizin şefaati https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/21/peygamber-efendimizin-sefaati/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/21/peygamber-efendimizin-sefaati/#respond Tue, 21 May 2019 04:43:09 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5429

İmanını muhafaza ederek ölen hepimiz şefaate kavuşacaktır. Duha suresinin (Normal olarak Rabbin sana [şefaat hakkı ve pek çok nimet] verecek, sen de razı olacaksın) mealindeki beşinci âyet-i kerimenin tefsirinde Resulullah efendimiz (Ümmetimden bir şahıs Cehennemde kalsa razı olmam) buyurdu. Şefaate kavuşabilmek için de imanlı ölmek şarttır. İmanlı ölenler de sonsuz kurtuluşa kavuşmuş anlamına gelir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette şefaat edeceğim. Ya Rabbi, kalbinde hardal zerresi kadar inanç olanları Cennete koy diyeceğim. Bunlar Cennete girecekler. Sonrasında, kalbinde azca bir şey olanlara, Cennete girin diyeceğim.) [Buhari]

(Ahirette ilk şefaat eden ve şefaati kabul olan ben olacağım.) [İbni Mace]

(Ümmetimden, şirk suretiyle ölmeyen her insana Tanrı’ın izni ile şefaat edeceğim.) [Buhari, Müslim]

(Kıyamet günü en ilkin ben şefaat edeceğim.) [Müslim]

(Her peygamberin, müstecab [kabul olan] bir duası vardır. Ben duamı, ümmetime şefaat etmek için ahirete sakladım.) [Buhari]

(Benden ilkin hiçbir peygambere verilmemiş beş şeyden biri şefaattir. Şirk suretiyle ölmeyen [imanla ölen] her insana şefaat edeceğim.) [Bezzar]

(Ümmetimden büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim.) [İmam-ı Ahmed, Nesai]

Peygamber efendimiz, günahkârlara şefaat edeceğini bildirince, Hazret-i Ebüdderda, (İmanı olan hırsız ve zâniler de şefaate kavuşacak mı) diye sual etti, (Evet, onlara da şefaat edeceğim) buyurdu. (Hatib)

(Günahı fazlaca olanlara şefaat edeceğim.) [Hatib]

(Nefslerine aldananlara şefaat edeceğim.) [Deylemi]

(Kıyamette, kum sayısından daha fazlaca hiç kimseye şefaat ederim.) [Taberani]

(Kıyamette “Ya Rabbi, zerre kadar imanı olanı Cennete koy!” diyeceğim. Hepsi şefaatimle Cennete girecek.) [Buhari]

(Şefaatime inanmayan kimse, ona kavuşamaz.) [Şir’a]

(Şefaatime en layık olan, bana en fazlaca salevat okuyandır.) [Tirmizi]

(Ümmetimden geri kalan olur korkusu ile Cennete girdiğim halde tahtıma oturmam. Allahü teâlâya, “Ya Rabbi ümmetim ümmetim” derim. Rabbim “Ümmetine ne yapmamı istiyorsun?” buyurur. Ben de “Ya Rabbi onların hesaplarını acele gör, sıkıntıdan kurtulsunlar” derim. Cehennemliklerin sıralaması bana verilir. Onlara şefaat ederim. Hatta Cehennem hazini Malik “Ümmetinden cezalanacak kimse bırakmadın” der.) [Beyheki, Taberani]

(Rabbin sana [ahirette çeşitli nimetler, şefaat izni] verecek, sen de hoşnut, razı olacaksın) mealindeki Duha suresi beşinci âyet-i kerimesi inince, Resulullah efendimizin, (Ümmetimden bir şahıs Cehennemde kalsa razı oldum demem) diye söylediği tefsirlerde bildirilmiştir. (Tibyan)

Peygamber efendimizin şefaati
Sual: Peygamberlere şefaat izni verileceği kitaplarda yazılı. Peygamber efendimiz de ümmetine şefaat edecek mi ve kimler bu şefaatten faydalanacaktır?
Yanıt:
Mahşer günü, kabrinden en önce Resûlullah efendimiz kalkacaktır. Üstünde Aden elbisesi bulunacaktır. Burak isminde bir hayvan üstünde mahşer yerine gidecektir. Peygamber efendimizin elinde ‘livâ-ül-hamd’ denilen bayrak olacaktır.

Peygamberler dahil tüm insanoğlu bu bayrağın altında duracaktır. Mahşer halkı, beklemekten fazlaca sıkılacaklardır. Ilkin Âdem aleyhisselama, sırasıyla Nuh aleyhisselama, İbrahim aleyhisselama, Musa aleyhisselama ve İsa aleyhisselama gidip, hesabın başlanması için şefaat etmelerini dileyeceklerdir. Her Peygamber, birer özür bildirerek, Allahü teâlâdan utandıklarını söyleyecekler ve şefaat edemeyeceklerdir… Son olarak insanoğlu, Resûlullah efendimize gelip yalvaracaklardır. Peygamber efendimiz secde edip, yakarma edecek ve şefaati kabul olacaktır.

Mahşer günü, ilkin Muhammed aleyhisselamın ümmetinin hesabı görülecek, sırattan geçecek ve Cennete gireceklerdir. Resûlullah efendimiz, altı yerde şefaat edecektir:
Birincisi, Makâm-ı Mahmûd denilen şefaati ile, tüm insanları mahşerde beklemek azabından kurtaracaktır.

İkincisi, Resûlullah efendimiz şefaati ile, fazlaca kimseyi hesapsız Cennete sokacaktır.

Üçüncüsü, azap çekmesi lazım olan müminleri azaptan kurtaracaktır.

Dördüncüsü, inanç ile ölüp günahı fazlaca olan müminleri Cehennemden çıkaracaktır.

Beşincisi, sevabı ve günahı eşit olup, Araf denilen yerde bekleyen müminlerin Cennete gitmelerine şefaat edecektir.

Altıncı olarak Peygamber efendimiz, Cennette olanların derecelerinin yükselmesi için şefaat edeceklerdir.

Peygamber efendimizin şefaat ile hesaptan kurtardığı yetmiş bin kimsenin her birinin şefaatleri ile de, yetmişer bin şahıs hesapsız Cennete gireceklerdir. Bu erdem ve üstünlük de, yalnız Peygamber efendimize mahsustur.

Allahü teâlâ, Resûlullah efendimiz diri iken olduğu benzer biçimde, vefatından sonrasında da, dünyanın her yerinde ve daima Onun hatırı ve hürmeti için isteyenlerin duasını, hep kabul etmiş ve etmektedir. Zira Allahü teâlâ, hadîs-i kudside;
(Sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım) buyurarak, Resûlullah efendimizin üstünlüğünü bildirmektedir.

Not: Geniş informasyon için, Vehhabilik maddesinde, Şefaat Müslümanlara Vardır bahsinde, Resulullah Efendimizin Şefaati kısmına bakınız.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/21/peygamber-efendimizin-sefaati/feed/ 0 5429
Peygamber efendimizin ırkı https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/20/peygamber-efendimizin-irki/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/20/peygamber-efendimizin-irki/#respond Mon, 20 May 2019 03:37:42 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5424

Sual: Peygamberimizin ırkı ne idi?
CEVAP
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam, Araptır. Arap, güzel anlama gelir. Örneğin, lisan-ı Arap, güzel dil anlama gelir. Coğrafyada Arap demek, Arabistan yarımadasında doğup büyüyen ve onların kanından olan kimse anlama gelir. Peygamber efendimizin akrabasını, Arapları sevmek ve saymak ibadettir. Onları her Müslüman sever. Anadolu’ya konuk gelen esmer fellahlar ve zenciler; saygı gösterilsin diye kendilerini, Arap diye tanıttırmış, Anadolu’nun temiz, saf Müslümanları da Otomobil olan hürmetlerinden dolayı, bu tarz şeyleri sevmişlerdir. Zira, dinimizde siyah beyaz ayrımı yoktur.

Siyah bir Müslüman beyaz bir kâfirden fazlaca üstün, fazlaca daha kıymetlidir. Siyah olmak, imanın şerefini azaltmaz. Resulullah efendimizin fazlaca sevilmiş olduğu Hazret-i Üsame ve Bilâl-i Habeşi hazretleri siyah idi. Ebu Leheb ve Ebu Cehil kâfirleri beyaz idi. Allahü teâlâ insanoğlunun rengine değil, inanç ve takvasına kıymet vermektedir.

Siyahların, esmerlerin kendilerini Arap olarak tanıtmaları, İslam düşmanlarının işlerine yaradı. Bu düşmanlar, siyah insanları, aşağı ve iğrenç olarak tanıttılar, köle olarak kullandılar. Arabı siyah olarak tanıtmaya, böylece Müslümanları Peygamber efendimizden soğutmaya uğraştılar. Siyah resimlere, kara köpeklere, resmin negatif filmine Arap dediler. Arap saçı, Arap sabunu, kara Fatma böceği benzer biçimde uydurma isimlerle Arap milletini kötülediler. Aşağıda Peygamber efendimizi öven hadis-i şerifler ek olarak Arap milletinin de üstünlüğünü göstermektedir.
(Allahü teâlâ, beni insanların en iyilerinden vücuda getirdi.) [Tirmizi]

(Her asırdaki insanların en iyilerinden dünyaya getirildim.) [Buhari]

(Allahü teâlâ, İsmail aleyhisselamın soyundan Kureyşi seçti, Kureyşten de, Haşimoğullarını sevmiş oldu. Onlardan da, beni süzüp seçti.) [Müslim]

(Ensarı müminden başkası sevmez, münafıktan başkası da buğzetmez.) [Buhari]

Şimdi gerçek Arap fazlaca azalmıştır. Bir çok Asya’ya cihada gitmiş, tekrar dönmemiştir. Arap bu kadar övüldüğü halde, ırkçılık yapanlarının Cehenneme gideceği de bildirildi. Bir hadis-i şerifte, (Arap, ırkçılık yüzünden sorgusuz sualsiz Cehenneme atılır) buyuruldu. (Ebu Ya’la)

Kâfir olan bir Arap, Müslüman Fransızdan üstün olması imkansız. Bu şekilde bir ırkçılık dinimize aykırıdır. Dinimizde ırkçılık yoktur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Ey insanoğlu, sizi, bir erkekle bir hanımdan yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Tanrı indinde en üstününüz, takvada en ileri olanınızdır.) [Hucurat- 13]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Rabbiniz bir olduğu benzer biçimde, babalarınız, dininiz ve Peygamberiniz de birdir. Arabın Aceme, [Arap olmayana] Acemin Otomobil üstünlüğü olmadığı benzer biçimde, kırmızının karaya, karanın kırmızıya üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takva iledir.) [İbni Neccar]

(Allahü teâlâ, cahiliyet övünmelerini sizden kaldırdı. Hepiniz Âdem aleyhisselamın evlatlarısınız. Âdem ise topraktan yaratılmıştır.) [Tirmizi]

(Irkçılık icra eden, ırkçılık için savaşan ve ırkçılık uğrunda ölen, bizlerden değildir.) [Ebu Davud]

Arap milletinin üstünlüğü
Sual
: Dinimizde ırkçılık yoktur. Sadece, genel anlamda bir millet öteki milletlerden üstün olması imkansız mı?
CEVAP
Normal olarak olur. Genel anlamda bazı milletler eli açık, bazıları pinti olur, bazıları yiğit bazıları korkak olur. Bazıları çalışkan, bazıları tembel, bazıları kavgacı, bazıları uysal olur. Fakat bir millet toptan hep bu şekilde olmaz. Bir babanın bile iki evladı olsa biri iyi, diğeri fena olabilir. Âdem aleyhisselamın oğlunun biri fazlaca uysal bir mümin idi, diğeri ise zalim bir kâfir idi. Resulullah efendimizin amcasının biri mümin, diğeri kızıl kâfir idi. Buna karşın Arap milleti genel anlamda üstün vasıflara haizdir. Bu asil Arap milletinin Arabistan’da kalmadığı din kitaplarında yazılıdır. Seadet-i Ebediyye kitabında diyor ki:
(Bugün, Arabistan’da, Mekke-i mükerreme ve Medine-i münevverede bulunanlar, asırlar süresince, Afrika’dan, Asya’dan ve öteki yerlerden gelip yerleşen yabancıların soyundandır. Sultan ikinci Abdülhamid hanın amirallerinden Eyyub Sabri paşa, beş ciltlik Türkçe (Mirat-ül-Haremeyn) kitabında, koca Mekke şehrinde, iki Arap evinin kalmış bulunduğunu yazmaktadır. Bugün ise asla yoktur.)

Arap, kelime olarak güzel anlama gelir. Zenciler ve fellahlar Arap değildir. Müslüman olan Araplar hakkında bir fazlaca hadis-i şerif vardır. Bazılarının mealleri şöyledir:

(Allahü teâlâ, insanoğlu içinden seçtiklerini Arabistan’da yerleştirdi. Bu seçilmişlerden de, beni seçti. O halde, Arabistan’da bana bağlı olan Müslümanları seven, benim için sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur.) [Taberani]

(Şu üç sebepten dolayı Arabı sevin: Ben Arabım. Kur’an Arapçadır ve Aden ehlinin lisanı da Arapçadır.) [Taberani, Hâkim, İbni Asakir, Abdürrazzak]

(Fakirleri sevin ve onlarla oturup kalkın. Müslüman Arabı da kalbden sevin.) [Hâkim]

(Arabı ve onların bekasını da sevin. Zira onların bekası İslam’da nurdur. Son bulmaları ise İslam’da zulmettir.) [Ebuşşeyh]

(Ebu Bekri ve Ömer’i sevmek sünnet, buğz etmek küfürdür. Ensarı sevmek imandandır, buğz etmek küfürdür. Müslüman Arabı sevmek de imandandır, buğz etmek küfürdür.) [İ.Neccâr]

(Arabı sevmek inanç alameti, buğz ise münafıklık alametidir.) [Hâkim, Beyheki, Dare Kutni]

(Kureyş’i sevin. Zira Allahü teâlâ, onları sevenleri sever.) [Taberani]

(Arab, yeryüzünde Allahü teâlânın nurudur. Onların yok olması zulmettir. Onlar yok olunca, nur gider, zulmet gelir.) [Hâkim]

(Dört kabilesi hariç, Arabın hepsi İbrahim oğlu İsmail evladıdır.) [İ.Asakir]

(İnsanların iyisi Arap, Arabın iyisi Kureyş, Kureyş’in iyisi Beni Haşim’dir. Acemin iyisi Fars, Sudanlının iyisi Nube, malın hayırlısı mehirdir.) [Deylemi]

(Ehli beytimin, Ensarın ve Arabın hakkını tanımayan, ya münafık, yada veledi zina, ya da haram karışmıştır.) [Beyheki, İ.Adiy, El Baverdi]

(Arabın helak olması kıyamet alametidir.) [Tirmizi, Taberani]

(Bana buğz eden dinden ayrılır. Müslüman Otomobil buğz eden bana buğz etmiş olur.) [Tirmizi, Taberani, İ.Ahmed, Beyheki, Ebu Ya’la, Hâkim]

Arap Yahudi kardeşliği
Sual:
Araplarla Yahudilerin aynı ırktan geldikleri doğru mudur?
CEVAP
Evet, doğrudur. İbrahim aleyhisselam, hanımı Sare (Sara) validemiz, 70 yaşına geldiği halde çocuk sahibi olamayınca, Hacer isminde bir cariye ile evliliğe ilk adımını attı. Bundan İsmail aleyhisselam hayata merhaba dedi. Sare validemiz de, Allahü teâlâya kendisine de bir çocuk vermesi için yakarma etti. Allahü teâlâ, ona da bir çocuk kayra etti. Bu da, İshak aleyhisselam idi. İsmail aleyhisselam Arapların, İshak aleyhisselam da İbranilerin ceddi oldu. Kısaca, Araplarla İbraniler [Yahudiler], aynı babadan; fakat ayrı analardan gelme kardeş oluyorlar. İbrahim aleyhisselam ise, Muhammed aleyhisselamın dedelerindendir. Tüm ırklar ise, Âdem aleyhisselama varmadan, Nuh aleyhisselamda birleşiyor.

Resûlullah Efendimiz, neseben üstündür
Sual: Peygamber Efendimiz, nesep, soy itibariyle de, öteki insanlardan üstün olarak mı yaratılmıştı?
Yanıt:
Peygamber Efendimizin ve tüm peygamberlerin babalarının ve analarının hiçbiri kâfir, aşağı kimseler değildi. Bununla ilgili Buhârîdeki bir hadîs-i şerifte, Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
(Her asırda, her zamanda yaşayan insanların en iyilerinden, seçilmişlerinden dünyaya getirildim.) Müslimdeki hadîs-i şerifte;
(Allahü teâlâ, İsmail aleyhisselam evladından, Kinâne ismindeki kimseyi ve onun sülalesinden, Kureyş ismindeki zatı beğendi, seçti. Kureyş evladından da, Hâşimoğullarını sevmiş oldu. Onlardan da, beni süzüp seçti) buyuruldu.

İmâm-ı Tirmizînin bildirdiği hadîs-i şerifte;
(Allahü teâlâ, insanları yarattı. Beni insanların en iyi kısmından vücuda getirdi. Sonrasında, bu kısımlarından en iyisini Arabistan’da yetiştirdi. Beni bunlardan vücuda getirdi. Sonrasında evlerden, ailelerden en iyilerini seçip, beni bunlardan meydana getirdi. O hâlde, benim ruhum ve cesedim, mahlukların en iyisidir. Benim silsilem, ecdadım en iyi insanlardır) buyurulmuştur.

Abdullah bin Abbâs hazretlerinin bildirdiği hadîs-i şerifte;
(Benim dedelerimin hiçbiri zina yapmadı. Allahü teâlâ, beni, iyi babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların en hayırlısında, en iyisinde bulunurdum) buyuruldu.

Şevâhid-ün-Nübüvve’de buyuruluyor ki:
Muhammed aleyhisselâmın zerresini taşımış olduğu için, Âdem aleyhisselâmın alnında nur parlıyordu. Bu zerre, hazret-i Havva’ya ve ondan da, Şit aleyhisselâma geçti.

Âdem aleyhisselam, vefat edeceği vakit, oğlu Şit aleyhisselama dedi ki:
“Yavrum! Bu alnında parlayan nur, Son Peygamber olan Muhammed aleyhisselamın nurudur. Bu nuru, mümin, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da bu şekilde vasiyet et!”

Muhammed aleyhisselama gelinceye kadar, tüm babalar, oğullarına bu şekilde vasiyet etti. Hepsi, bu vasiyeti yerine getirip, en asil kız ile evliliğe ilk adımını attı. Nur, temiz alınlardan, temiz kadınlardan geçerek, sahibine yetişti.

Kısas-ı enbiyâda diyor ki:
“Resûlullah Efendimizin dedelerinden birinin iki oğlu olsa, ya da bir kabile iki kola ayrılsa, Peygamber efendimizin soyu, en şerefli ve hayırlı olan tarafta bulunurdu. Her asırda, onun büyükbabası olan zat, yüzündeki nurdan belli olurdu. İsmail aleyhisselamın alnında da bu nur vardı. Bu nur ona babasından kalmış, bundan da evlatlarına geçerek, Meadd ve Nizar’a gelmişti. Nizar dünyaya erişince, babası Meadd, oğlunun alnındaki nûru görüp sevinmiş, büyük ziyâfet vermiş ve (Bu şekilde oğul için bu kadar ziyâfet azca bir şeydir) demekle, oğlunun adı Nizar kalmıştı. Bu nur, Muhammed aleyhisselâmın nûru idi. Bu nur, Âdem aleyhisselamdan beri, evlattan evlada geçerek, aslolan sahibi olan Resûlullah Efendimize gelmiştir.”

Sual: Araplarla Yahudiler, nesep, soy olarak aynı kökten mi gelmektedirler?
Yanıt: İbrahim aleyhisselam iki kez evliliğe ilk adımını atmıştır. İlk hanımı hazret-i Sare yada Sara’dır. Bu hanımı, 70 yaşına geldiği hâlde evladı olmamıştı. Bunun üstüne İbrahim aleyhisselam, hazret-i Hacer ile evliliğe ilk adımını attı ve bundan İsmail aleyhisselam hayata merhaba dedi. Hazret-i Sare de, Allahü teâlâya kendisine bir çocuk vermesi için yakarma etti. Allahü teâlâ, ona da bir çocuk kayra etti ki, bu da İshak aleyhisselam idi. İsmail aleyhisselam Arapların, İshak aleyhisselam da İbranilerin, Yahudilerin ceddi, atası oldu. Kısaca Araplarla İbraniler, soy olarak aynı babadan, fakat ayrı analardan gelmektedirler.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/20/peygamber-efendimizin-irki/feed/ 0 5424
Resulullah efendimizin isimleri https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/resulullah-efendimizin-isimleri/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/resulullah-efendimizin-isimleri/#respond Sat, 18 May 2019 16:33:33 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5417

Sual: Peygamber efendimizin oldukça isminin bulunduğunu duydum, bunlar nedir?
CEVAP
Muhammed aleyhisselamın 400’e yakın adı Mevahib-i ledünniyye’de vardır. Bunlardan bir kısmının manası alfabetik olarak özetlemek gerekirse şöyleki:

Abdullah:
Tanrı’ın kulu.
Âbid: Kulluk eden, yakarma eden.
Âdil: Adaletli, doğru, doğruluktan, haktan ayrılmayan.
Ahmed: En oldukça övülmüş, sevilmiş.
Ahsen: En güzel.
Alî: Fazlaca yüce.
Âlim: Alim, bilen.
Allâme: Fazlaca bilgili.
Âmil: İşleyici; iş ve hareket adamı.
Aziz: Fazlaca yüce, oldukça şerefli.
Beşîr: Müjdeleyici.
Burhan: Sağlam kanıt.
Cebbâr: Kahredici, galip.
Cevâd: Eli açık.
Ecved: En iyi, en eli bol.
Ekrem: En şerefli.
Güvenilir: Doğru ve güvenilir.
Fadlullah: Tanrı’ın ihsanı, fazlı.
Fâruk: Hakkı ve bâtılı ayıran.
Fettâh: Yoldaki engelleri kaldıran.
Gâlip: Egemen ve üstün.
Gani: Varlıklı.
Habib: Sevgili, oldukça sevilen.
Hâdî: Doğru yola götürmüş olan.
Hâfiz: Muhafaza edici.
Halîl: Dost.
Halîm: Yumuşak huylu.
Hâlis: Saf, temiz.
Hâmid: Hamd edici, övücü.
Hammâd: Fazlaca hamd eden.
Hanîf: Hakikate sımsıkı sarılan.
Kamer: Ay.
Kayyim: Görüp gözeten.
Kerîm: Fazlaca eli bol, oldukça şerefli.
Mâcid: Yüce ve şerefli.
Mahmûd: Övülen.
Mansûr: Zafere kavuşmuş.
Masûm: Suçsuz, günahsız.
Medenî: Şehirli, bilgili ve görgülü.
Mehdî: Hidâyet eden, doğru yola ileten.
Mekkî: Mekkeli.
Merhûm: Rahmet ve saygıyla bezenmiş.
Mes’ud: Mutlu.
Metîn: Sağlam, aslı ve sözü doğru, güven edilir.
Muallim: Öğretici.
Muhammed: Yerde ve gökte oldukça övülen.
Muktefâ: Peşinden gidilen.
Muslih: Islah edici ve düzene koyucu.
Mustafa: Fazlaca arınmış.
Mutî: Hakka itaat eden.
Mu’tî: Veren, kayra eden.
Muzaffer: Zafer kazanan, üstün.
Mübârek: Uğurlu, hayırlı, verimli, feyzli.
Müctebâ: Seçilmiş.
Mükerrem: Şerefli, yüce, aziz, saygı ve tâzime erişmiş.
Müktefî: İktifâ eden.
Münîr: Nurlandıran, aydınlatan.
Mürsel: Elçilikle gönderilmiş.
Mürtezâ: Beğenilmiş, seçilmiş.
Müstakîm: Doğru yolda olan.
Müşâvir: Kendisine danışılan.
Nakî: Fazlaca temiz.
Nakîb: Halkın iyisi, kavmin en seçkini.
Nâsih: Nasihat veren.
Nâtık: Konuşan, söylev veren.
Nebî: Peygamber.
Neciyyullah: Tanrı’ın sırdaşı.
Necm: Yıldız.
Nesîb: Asîl, temiz soydan gelen.
Nezîr: Uyarıcı, ürkütücü.
Nimet: İyilik, dirlik ve mutluluk.
Nûr: Işık, aydınlık.
Râfi: Yükselten.
Ragıb: Rağbet eden, isteyen.
Rahîm: Müminleri oldukça seven, acıyan.
Râzî: Kabul eden, hoşnut olan.
Resûl: Elçi.
Reşîd: Akıllı, olgun, iyi yola götürücü.
Saîd: Mutlu.
Sâbir: Sabreden, güçlüklere dayanan.
Sadullah: Tanrı’ın kutsal kulu.
Sâdık: Doğru olan, gerçekçi.
Saffet: Arınmış, seçkin.
Sâhib: Mâlik, dost; söyleşi edici.
Sâlih: İyi ve güzel huylu.
Selâm: Noksan ve ayıptan güvenilir.
Seyfullah: Tanrı’ın kılıcı.
Seyyid: Efendi.
Şâfi: Şefaat edici.
Şâkir: Şükredici.
Şems: Güneş.
Tâhâ: Kur’an-ı kerimdeki rümuz adı.
Tâhir: Fazlaca temiz.
Takî: Haramlardan kaçınan.
Tayyib: Helâl, temiz, güzel, hoş.
Vâfi: Sözünde duran, sözünün eri.
Vâiz: Tembih eden.
Vâsıl: Kulu Rabbine ulaştıran.
Velî: Veli, haiz, dost.
Yasîn: Gerçek insan, insan-ı kâmil.
Zâhid: Masivadan yüz çeviren.
Zâkir: Tanrı’ı oldukça anan.
Akıllı: Temiz, akıllı.

Resulullah’ın özgü adı
Sual:
Kur’an-ı kerimde, Muhammed adı geçen âyetlerin mealleri nasıldır?
CEVAP
Muhammed [aleyhisselam] ism-i şerifinin geçmiş olduğu âyet-i kerimelerin mealleri şöyledir:
(Muhammed [aleyhisselam] sadece bir resuldür. Ondan ilkin birçok resuller gelip geçmiştir. Şimdi o ölür yada öldürülürse, siz ardınıza dönecek misiniz [dininizi bırakıp savaştan kaçacak mısınız]? Bu şekilde meydana getiren, normal olarak Tanrı’a bir zarar veremez, fakat şükredip sabredenlere, Tanrı normal olarak mükâfat verecektir.) [Al-i İmran 144]

(Muhammed [aleyhisselam, kendi sulbünden olmayan] erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. O, Tanrı’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]

(İman edip salih amel işleyenlerin ve Rableri tarafınca bir gerçek olarak Muhammed [aleyhisselama] indirilen kitaba inananların kötülüklerini Tanrı örter ve durumlarını düzeltir.) [Muhammed 2]

(Muhammed [aleyhisselam] Tanrı’ın elçisidir. Onunla beraber olanlar [Eshab-ı kiram], kâfirlere karşı çetin [ve metin], kendi aralarında merhametlidir. Onları rükû ve secde hâlinde [namaz kıldıklarını], Tanrı’ın fazlını ve rızasını kazanmaya çalıştıklarını görürsün. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır [yüzleri nurludur]. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar [Eshab-ı kiram], filizlenmiş, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üstüne dikilmiş, ekicilerin hoşuna giden ekine benzerler. Allahü teâlâ, böylece onları [Eshab-ı kiramı] çoğaltıp güçlendirmekle, kâfirleri öfkelendirdi. İman edip salih amel işleyenleri mağfiret edip, onlara [Eshab-ı kirama] büyük ecir vereceğini vadetti.) [Fetih 29]

Yukarıda da görüldüğü benzer biçimde Allahü teâlâ, tüm peygamberlere (Yâ Âdem, Yâ Musa, Yâ İsa) diyerek ismiyle hitap ederken, Peygamber efendimize o şekilde ismiyle hitap etmemiştir. Muhammed aleyhisselama, (Ya eyyühennebiyyu, ya eyyüherresul) diyor, Resulüm, Habibim benzer biçimde güzel sıfatlarla anıyor.

İslam âlimleri buyuruyor ki: Kur’an-ı kerimi okurken, Peygamber efendimizin adı geçince, derhal o kutsal adı sevgiyle, saygıyla öpen Müslüman, oldukça nimete kavuşur.

Kur’an-ı kerimde, Tanrı’ın ve meleklerin Resulullah’a salât etmiş olduğu bildiriliyor, müminlerin de salevat getirmeleri emrediliyor. Bu emre uyarak salevat getirme nimetine kavuşmaya çalışmalıdır.

Yakarış kahramanı
Sual:
(Tanrı için, sahi, fakih, tanrı; Peygamberimiz için, yakarış kahramanı, namazcı, oruç yiğidi benzer biçimde sözler söylemenin mahzuru olmadığını düşünüyorum) denebilir mi?
CEVAP
Allahü teâlânın isimleri tevkîfîdir. Şu demek oluyor ki, İslamiyet’te bildirilen isimleri söylemek caiz olup, bunlardan başkasını söylemek caiz değildir. Ne kadar kâmil, güzel isim olsa da, söylenmez. Cevâd denir, bu sebeple İslamiyet, Cevâd demektedir, fakat gene eli bol manasında olan sahî adı söylenemez; bu sebeple İslamiyet Ona sahî dememiştir. (Mektubat-ı Rabbani 2/67)

Allahü teâlâya âlim denir; fakat âlim demek olan fakih denmez, bu sebeple İslamiyet, Allahü teâlâya fakih dememiştir. (S. Ebediyye)

Bunun benzer biçimde, Tanrı adı yerine, tanrı demek caiz değildir; bu sebeple tanrı, ilah, mabud anlamına gelir. Örnek olarak, Hintlilerin tanrıları inektir denilmektedir. (Birdir Tanrı, Ondan başka tanrı yok) denebilir. Başka dillerdeki Dieu, Gott ve God kelimeleri de, ilah, mabud manasına kullanılabilir. Tanrı adı yerine kullanılamaz.

Resulullaha verilecek unvanları da dinimiz bildirmiştir. İnsanlar kendi kafasına nazaran unvan veremez. Hepimiz kafasına nazaran övgü yapması imkansız. Yakarış kahramanı, namazcı, oruç yiğidi benzer biçimde tabirler de uygun olmaz.

(Düşünüyorum) sözü de oldukça yanlıştır. Bizim sözümüz dinde senet midir de, bizim düşüncemiz bir işe yarasın? Dinde, dört delilin haricindekilerin asla önemi yoktur. O öyleki düşünüyorsa, bir başkası da başka türlü düşünür. O süre fikir yığını olur, ortada din kalmaz. Onun için saygın din âlimlerinin kitaplarından alınmayan yazılara saygınlık etmemelidir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/resulullah-efendimizin-isimleri/feed/ 0 5417
Peygamber efendimizin mucizeleri https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/peygamber-efendimizin-mucizeleri/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/peygamber-efendimizin-mucizeleri/#respond Sat, 18 May 2019 11:32:17 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5416

Sual: Peygamber efendimizin mucizeleri nedir?
CEVAP
Oldukca mucizesi görülmüştür. Bazılarını bildirelim.
Aşağıdaki yazılar (Mir’at-ı Kâinat) kitabından alınmıştır.

Muhammed aleyhisselamın hak Peygamber bulunduğunu bildiren şahitler pek çoktur. Ümmetinin Evliyasında hâsıl olan kerametler, hep Onun mucizeleridir; bundan dolayı kerametler, Ona tâbi olanlarda, Onun izinde gidenlerde hâsıl olmaktadır.

Muhammed aleyhisselamın mucizeleri, vakit bakımından üçe ayrılmıştır:

Birincisi, kutsal ruhu yaratıldığından başlayarak, Peygamberliğinin bildirildiği (bi’set) zamanına kadar olanlardır.

İkincisi, bi’setten vefatına kadar olan vakit içindekilerdir.

Üçüncüsü, vefatından kıyamete kadar olmuş ve olacak şeylerdir.

Bunlardan birincilere, (İrhas) şu demek oluyor ki, başlangıçlar denir. Her biri de ek olarak görerek yada görmeyip akıl ile anlaşılan mucizeler olmak suretiyle ikiye ayrılırlar. Tüm bu mucizeler o denli çoktur ki, saymak mümkün olmamıştır. İkinci kısımdaki mucizelerin üç bin kadar olduğu bildirilmiştir. Bunlardan bazılarını aşağıda bildireceğiz.

1- Muhammed aleyhisselamın mucizelerinin en büyüğü Kur’an-ı kerimdir.

2- En büyük mucizelerinden biri de, Mirac mucizesidir.

3- Meşhur mucizelerinin en büyüklerinden biri de, Ay’ı ikiye ayırmasıdır. Bu mucize, başka hiçbir Peygambere nasip olmamıştır. Muhammed aleyhisselam elli iki yaşlarında iken, Mekke’de Kureyş kâfirlerinin elebaşıları yanına gelip, (Peygamber isen Ay’ı ikiye ayır) dediler. Muhammed aleyhisselam, her insanın ve hele tanıdıklarının, akrabasının inanç etmelerini oldukça istiyordu. Kutsal ellerini kaldırıp yakarma etti. Allahü teâlâ, kabul edip, Ay’ı ikiye böldü. Yarısı bir dağın, öteki yarısı başka dağın üstünde göründü. Kâfirler, Muhammed bizlere sihir yapmış oldu dediler. İman etmediler.

Bu mucize ile ilgili âyet-i kerimenin meali şöyleki:
(Kıyamet yaklaştı, Ay yarıldı. Onlar [müşrikler] bir mucize görünce derhal yüz çevirirler ve “Eskiden beri devam ede gelen bir sihir [büyü] derler.) [Kamer 1,2]

4- Muhammed aleyhisselam, bazı gazalarında, susuz kalındığı vakit, kutsal elini bir kaptaki suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, suyun bulunmuş olduğu kap sürekli taşmıştır. Kimi zaman seksen, kimi zaman üçyüz, kimi zaman binbeşyüz, Tebük Gazasında ise, yetmiş bin kimsenin hepsi ve hayvanları, bu sudan içmişler ve kullanmışlardır. Kutsal elini sudan çıkarınca akması durmuştur.

5- Hayber gazasında, önüne zehirlenmiş koyun kebabı koyduklarında, (Ya Resulallah, beni yeme, ben zehirliyim) sesi işitildi.

6- Medine’de, mescid-i nebevide dikili bir hurma kütüğü vardı. Resulullah hutbe okurken, bu direğe dayanırdı. Buna Hannane denirdi. Minber yapılınca, Hannane’nin yanına gitmedi. Ondan ağlama seslerini, tüm cemaat işittiler. Minberden inip, Hannane’ye sarıldı. Sesi kesildi. (Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyamete kadar ağlardı) buyurdu.

7- Kutsal eline almış olduğu çakıl taşlarının ve tuttuğu yiyecek parçalarının arı sesi şeklinde, Allahü teâlâyı tesbih ettikleri oldukça görülmüştür.

8- Bigün, bir köylüyü imana çağrı etti. Müslüman bir komşumun vefat etmiş kızını diriltirsen, inanç ederim dedi. Mezarına gittiler. İsmini söyleyerek kızı çağırdı. Mezar içinden ses işitildi ve dışarı çıktı. (Dünyaya gelmek ister misin?) buyurdu. (Ya Resulallah! Dünyaya gelmek istemem. Burada babamın evindekinden daha rahatım. Müslümanın ahireti, dünyasından daha iyi) dedi. Köylü bunu görünce, derhal imana geldi.

9- Tirmizi ve Nesai’nin (Sünen) kitaplarında diyor ki, iki gözü a’ma bir kimse gelip, ya Resulallah, Allahü teâlâya yakarma et, gözlerim açılsın dedi. (Kusursuz bir abdest al! Sonrasında Ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden isterim. Ey oldukça sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselam! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini isterim. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle! Onun hürmetine duamı kabul et!) duasını okumasını buyurdu. Adam, abdest alıp yakarma etti. Derhal gözleri açıldı. Bu duayı Müslümanlar, daima okumuşlar ve maksatlarına kavuşmuşlardır.

10- Medine’de, minberde hutbe okurken, bir kimse, ya Resulallah! Susuzluktan çocuklarımız, hayvanlarımız, tarlalarımız helak oluyor. İmdadımıza yetiş dedi. Ellerini kaldırıp, yakarma eyledi. Gökte asla bulut yokken, kutsal ellerini yüzüne sürmeden, bulutlar toplandı. Derhal yağmur başladı. Birkaç gün devam etti. Gene minberde okurken, o kimse, ya Resulallah! Yağmurdan helak olacağız diyince, Resul aleyhisselam, tebessüm etti ve (Ya Rabbi! Rahmetini başka kullarına da kayra eyle!) buyurdu. Bulutlar açılıp, güneş göründü.

11- Cabir bin Abdullah diyor ki, oldukça borcum vardı. Resulullaha haber verdim. Bahçeme gelip, hurma yığınının çevresinde üç kere dolaştı. (Alacaklılarını çağır, gelsinler!) buyurdu. Her birine hakları verildi. Yığından bir şey eksilmedi.

12- Bir bayan, armağan olarak bal gönderdi. Balı kabul edip, boş kabı geri gönderdi. Kap bal ile dolu olarak geri geldi. Hanım gelmiş olarak, (ya Resulallah! Hediyemi niçin kabul etmediniz?Acaba günahım nedir?) dedi. (Senin hediyeni kabul ettik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir) buyurdu. Hanım evlatları ile aylarca yediler. Asla eksilmedi. Bigün yanılarak balı başka bir kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu, Resulullaha haber verdiler. (Gönderdiğim kapta kalsaydı, dünya durdukça yerlerdi, asla eksilmezdi) buyurdu.

13- Resulullahın gaybdan haber verdiği oldukça görüldü. Bu mucizesi üç kısımdır:

Birinci kısmı, kendi zamanından evvel olan ve kendisine sorulan şeylerdir ki, bunlara verdiği cevaplar, oldukça kâfirlerin, katı kalbli düşmanlarının imana gelmelerine sebep olmuştur.

İkinci kısmı, kendi zamanında olmuş ve olacak şeyleri haber vermesidir.

Üçüncü kısmı, kendisinden sonrasında kıyamete kadar dünyada ve ahirette olacak şeyleri bildirmesidir.

Burada ikinci ve üçüncü kısımlardan birkaçı aşağıda bildirilecektir.

[İslam’a davetin başlangıcında, müşriklerin eziyetlerinden, sıkıntılarından dolayı, Eshab-ı kiramın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Resulullah, Mekke’de kalan Eshab-ı kiramla beraber, üç sene her türlü görüşme, alışveriş yapma, Müslümanlardan başka bir kimse ile konuşmama gibi, bütün içtimai muamelelerden men olundular. Kureyş müşrikleri, bu karar ve ittifaklarını bildiren bir ahdname yazarak, Kâbe-i muazzamaya asmışlardı. Her şeye kâdir olan Allahü teâlâ (Arza) denilen bir çeşit kurdu [ağaç kurdu] o vesikaya musallat etti. Yazılı bulunan (Bismikellahümme) [Allahü teâlânın ismi ile] ibaresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtcuk yedi, tamamlamış oldu. Allahü teâlâ bu hâli Cibril-i güvenli vasıtası ile Peygamber efendimize bildirdi. Peygamber efendimiz de bu hâli amcası Ebu Talibe söyledi. Ertesi gün, Ebu Talib müşriklerin ileri gelenlerine gelmiş olarak, Muhammedin Rabbi Ona şöyleki haber vermiş. Eğer söylediği doğru ise, bu hâli kaldırıp, eskiden olduğu şeklinde dolaşmalarına, başkaları ile görüşmelerine engel olmayınız. Eğer söylediği doğru değilse, ben de Onu artık himaye etmeyeceğim, dedi. Kureyşin ileri gelenleri, bu teklifi kabul ettiler. Hepimiz toplanarak Kâbe’ye geldiler. Ahdnameyi Kâbe’den indirerek açtılar ve Resulullahın buyurduğu şeklinde, (Bismikellahümme) ibaresinden başka, tüm yazıların yenilmiş bulunduğunu gördüler.]

Acem padişahı Hüsrev’den Medine’ye elçiler geldi. Bigün, bu tarz şeyleri çağırıp, (Bu gece, Kisranızı kendi oğlu öldürdü) buyurdu. Bir süre sonra, oğlunun babasını öldürmüş olduğu haberi geldi. [İran şahlarına Kisra denir.]

14- Bigün, zevcesi Hafsa validemize, (Ebu Bekir ile baban, ümmetimin idaresini ellerine alacaklardır) buyurdu. Bu sözle Hazret-i Ebu Bekir’in ve Hafsa validemizin babası olan Hazret-i Ömer’in halife olacaklarını müjdeledi.

15- Ebu Hüreyre’yi “radıyallahü teâlâ anh” Medine’de, zekât olarak gelmiş olan hurmaların muhafazasına işgören etmişti. Bir kimseyi hurma çalarken elde etti. Seni Resulullaha götüreceğim dedi. Hırsız, fakirim, çoluğum çocuğum çoktur diyerek yalvarınca, bıraktı. Ertesi gün, Resulullah Ebu Hüreyre’yi çağırıp, (Dün gece bıraktığın adam ne yapmıştı?) buyurdu. Ebu Hüreyre anlatınca, (Seni aldatmış. Gene gelecektir) buyurdu. Ertesi gece gene geldi ve yakalandı. Yine yalvarıp, Tanrı aşkına bırak dedi ve kurtuldu. Üçüncü gece, yine gelip yakalanınca, yalvarmaları yarar vermedi. Beni bırakırsan, birkaç şey öğretirim, sana oldukça faydası olur, dedi. Ebu Hüreyre kabul etti. Gece yatarken, (Âyet-el kürsi)yi okursan Allahü teâlâ seni korur, yanına şeytan yaklaşmaz dedi ve gitti. Ertesi gün, Resulullah efendimiz, Ebu Hüreyre’ye yine sorup yanıt alınca, (Şimdi doğru söylemiş. Oysa kendisi oldukça yalancıdır. Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?) buyurdu. Hayır, bilmiyorum diyince, (O kimse şeytan idi) buyurdu.

16- Rum İmparatorunun orduları ile harp için (Mute) denilen yere asker gönderdiğinde, sahabeden üç emirin arka arkaya şehit olduklarını, kendisi, Medine’de minber üstünde iken, Allahü teâlânın göstermesi ile görerek yanındakilere haber verdi.

17- Muaz bin Cebeli vali olarak Yemen’e gönderirken, Medine’nin dışına kadar uğurlayıp ona oldukça tembihler verdi. (Seninle dünyada artık buluşamayız) buyurdu. Hazret-i Muaz Yemen’de iken Resulullah efendimiz Medine’de vefat etti.

18- Vefat ederken, kutsal kızı Fatıma’ya, (Akrabam içinde bana öncelikle kavuşan sen olacaksın) buyurdu. Altı ay sonrasında Hazret-i Fatıma vefat etti. Akrabasından ondan evvel kimse vefat etmedi.

19- Kays bin Şemmasa, (Güzel olarak yaşarsın ve şehit olarak ölürsün) buyurdu. Hazret-i Ebu Bekir halife iken Yemamede Müseylemet-ül-Kezzab ile meydana getirilen muharebede şehit oldu.
Hazret-i Ömer’in ve Hazret-i Osman’ın ve Hazret-i Ali’nin şehit olacaklarını dahi haber verdi.

20- Acem padişahı Kisranın ve Rum padişahı Kayserin memleketlerinin Müslümanların eline geçeceğini ve hazinelerinin Tanrı yolunda dağıtılacağını müjdeledi.

21- Ümmetinden oldukça kimsenin denizden gazaya gideceklerini ve sahabeden olan Ümmi Hiram’ın o gazada bulunacağını haber verdi. Hazret-i Osman halife iken Müslümanlar, gemiler ile Kıbrıs adasına gidip harp ettiler. Bu hanım da birlikte idi. Orada şehit oldu.

22- Kutsal kızı Fatıma’nın oğlu Hasan “radıyallahü teâlâ anhüma” için, (Bu oğlum oldukça hayırlıdır. Allahü teâlâ, Müslümanlardan iki büyük ordunun barış etmesine bunu sebep yapmış olacaktır) buyurdu. Büyük bir ordu ile Muaviye’ye “radıyallahü anh” karşı harp edeceği vakit, fitneyi önlemek, Müslümanların kanının dökülmemesi için hakkı olan halifeliği Muaviye’ye “radıyallahü anh” teslim etti.

23- Abdullah ibni Abbas’ın annesine bakıp, (Senin bir oğlun olacak. Doğduğu vakit bana getir!) buyurdu. Evladı getirdiklerinde, kulağına ezan ve ikamet okuyup, kutsal ağzının suyundan ağzına sürdü. İsmini Abdullah koyup annesinin kucağına verdi. (Halifelerin babasını al, götür!) buyurdu. Hazret-i Abbas, bunu işitip, gelip sorunca, (Evet, bu şekilde söyledim. Bu çocuk halifelerin babasıdır. Onlar içinde seffah, Mehdi ve İsa aleyhisselamla namaz kılan bir kimse bulunacaktır) buyurdu. Abbasiyye devletinin başına oldukça halifeler geldi. Bunların hepsi, Abdullah bin Abbas’ın soyundan oldu.

24- Eshabından oldukça hiç kimseye hayır dualar etmiş, hepsi kabul olunarak faydalarını görmüşlerdir. Hazret-i Ali buyuruyor ki:
Resulullah beni Yemen’e kadı [Hâkim] olarak göndermek istedi. Ya Resulallah! Ben kadılık yapmasını bilmiyorum dedim. Kutsal elini göğsüme koyup, (Ya Rabbi! Bunun kalbine doğru şeyleri bildir. Hep doğru söylemek nasip eyle!) buyurdu. Bundan sonrasında bana gelen şikâyetçilerden doğru olanı derhal anlamış olur, hak suretiyle hükmederdim.

25- Nabiga ismindeki meşhur ozan şiirlerinden birkaçını okuyunca, Araplar içinde meşhur olan (Allahü teâlâ dişlerini dökmesin) duasını buyurdu. Nabiga yüz yaşına gelmişti. Dişleri ak ve berrak, inci şeklinde dizilmiş dururdu.

26- Amcası Ebu Leheb’in oğlu Uteybe, Resulullahı oldukça üzdü. Çirkin şeyler söylemiş oldu. Buna oldukça üzülüp, (Ya Rabbi! Buna köpeklerinden birini musallat eyle!) buyurdu. Uteybe, Şam’a tecim için giderken bir gece arkadaşlarının içinde yatıyordu. Bir aslan gelip dostlarını koklayıp bıraktı. Sıra Uteybe’ye ulaşınca, kaptı parçaladı.

27- Acem padişahı Hüsrev Pervize inanç etmesi için mektup gönderdi. Alçak Hüsrev, mektubu parçaladı ve getiren elçiyi şehit eyledi. Peygamber efendimiz bunu işitince, oldukça üzüldü ve (Ya Rabbi! Onun mülkünü parçala!) buyurdu. Resulullah hayatta iken Hüsrevi oğlu Şireveyh hançerle parçaladı. Hazret-i Ömer halife iken, acem memleketinin tamamını Müslümanlar feth edip, Hüsrev’in nesli de, mülkü de kalmadı.

28- Allahü teâlâ, Habibini belalardan korurdu. Ebu Cehil, Resulullahın en büyük düşmanı idi. Kâbe-i muazzama yanında namaz kılarken, alçak Ebu Cehil, tam zamanıdır diyerek, bıçakla üstüne yürümek isterken, derhal geri dönerek firar etti. Arkadaşları, niçin korktun dediklerinde, Muhammed ile aramızda ateş dolu bir hendek gördüm. Birçok kimse beni bekliyorlardı. Bir adım atsaydım, yakalayıp ateşe atacaklardı. Bunu Müslümanlar işitip, Resulullah efendimize sorduklarında, (Allahü teâlânın melekleri, onu yakalayıp parçalayacaklardı) buyurdu.

29- Resulullah efendimiz bigün abdest alıp, mestlerinden birini giyip, ikincisine kutsal elini uzatırken, bir kuş geldi. Bu mesti kapıp havada silkti. İçinden bir yılan düştü. Sonrasında kuş mesti yere bıraktı. Bugünden sonrasında, ayakkabı giyerken, ilkin silkelemek sünnet oldu.

30- Selman-ı Farisi, hak din aramak için, İran’dan çıkıp çeşitli memleketleri dolaşmaya başladı. Beni Kelb kabilesinden bir kervan ile Arabistan’a gelirken Vadi’-ul kura denilen mevkide hainlik edip bir yahudiye köle diye sattılar. Bu da, akrabası, Medineli bir yahudiye köle olarak sattı. Hicrette Resulullahın Medine’ye teşriflerini işitince, oldukça sevindi. Şu sebeple, kendisi nasrani âlimi idi. Son olarak rehberi büyük bir âlimin tavsiyesi ile, ahir vakit Peygamberine inanç etmek için Arabistan’a gelmişti. O âlim, Resulullahın vasıflarını öğretmiş, Onun armağan kabul edip, sadaka kabul etmediğini, iki omuzu içinde mühr-ü nübüvvet bulunduğunu ve pek oldukça mucizeleri bulunduğunu Selman’a bildirmişti. Selman-ı Farisi, Resulullaha sadakadır diyerek hurma getirdi. Resulullah onlardan asla yemedi. Hediyedir diye bir tabakta yirmibeş kadar hurma getirdi. Resulullah efendimiz ondan yedi. Tüm Eshab-ı kiram da yediler. Yenilen hurma çekirdekleri bin kadardı. Resulullahın bu mucizesini de görmüş oldu. Ertesi gün bir cenaze defninde mühr-ü nübüvveti görmek arzu etti. Resulullah, bunu anlayıp kutsal gömleğini sıyırarak mühr-ü nübüvveti gösterdi. Selman derhal imana geldi. Birkaç yıl sonrasında 300 hurma ağacı ile binaltıyüz dirhem altın ödemek şartı ile azat edilmesine söz kesildi. Resulullah bunu işitti. Kutsal elleri ile ikiyüzdoksandokuz hurma ağacı dikti. Ağaçlar o yıl meyve vermeye başladı. Birini Ömer “radıyallahü teâlâ anh” dikmişti. Bu ağaç meyve vermedi. Resulullah efendimiz, bunu çıkarıp kutsal elleri ile yine dikti. Bu da derhal meyve verdi. Bir gazada, ganimet alınan, yumurta kadar altını Selman’a “radıyallahü teâlâ anh” verdiler. Resulullaha gelip, bu oldukça azdır. Binaltıyüz gram çekmez dedi. Kutsal ellerine alıp yine Selman’a verdi. (Bunu sahibine götür) buyurdu. Yarısı ile efendisine olan borcunu ödedi. Yarısı da, Hazret-i Selman’a kaldı.

31- Kureyş kâfirlerinden Velid bin Mugire, As bin Vail, Haris bin Kays, Esved bin Yagus ve Esved bin Muttalib, Resulullaha cefa ve eziyet etmekte başkalarından aşırı gidiyorlardı. Cebrail aleyhisselam gelip, (Seninle alay edenlere cezalarını veririz…) mealindeki Hicr suresinin 95. âyetini getirip, Velidin ayağına, ikincisinin ökçesine, üçüncüsünün burnuna, dördüncüsünün başına, beşincisinin gözlerine işaret etti. Velid’in ayağına bir ok battı. Oldukca kibirli olduğundan, eğilerek oku çıkarıp atmak, kendine ağır geldi. Demiri topuk damarına batıp, siyatik hastalığına yakalandı. As’ın ökçesine diken battı. Tulum şeklinde şişti. Harisin burnundan sürekli kan geldi. Esved bir ağaç altında neşeli otururken, kafasını ağaca vurup, öteki Esved de, a’ma olup, hepsi helak oldular.

32- Devs kabilesinin reisi Tufeyl, hicretten ilkin, Mekke’de imana gelmişti. Kavmini imana çağrı için Resulullahtan bir alamet istedi. (Ya Rabbi! Buna bir âyet (kanıt) kayra eyle) buyurdu. Tufeyl, kabilesine gidince, iki kaşı içinde bir nur parladı. Tufeyl, ya Rabbi! Bu alameti yüzümden giderip başka yerime koy. Bunu yüzümde görenlerden bazısı, kendi dinlerinden çıktığım için cezalandırıldığımı zannederler dedi. Duası kabul olup, nur yüzünden gitti. Elindeki kamçının ucunda kandil şeklinde parladı. Kabilesindekiler zaman içinde imana geldiler.

33- Hicretin yedinci senesinde Resulullah efendimiz, Habeş padişahı Necaşi’ye ve Rum imparatoru Herakliyus’a ve Acem padişahı Husrev’e ve Bizansın Mısır’daki valisi Mukavkas’e ve Şam’daki valisi Haris’e ve Umman Sultanı Semame’ye mektuplar göndererek, hepsini imana çağrı etti. Mektupları götürmüş olan elçiler, gittikleri yerin dillerini bilmiyorlardı. Ertesi sabah, o dilleri anlatmaya başladılar.

Molla Abdurrahman Caminin (Şevahid-ün-nübüvve) kitabında ve Yusuf-i Nebhani’nin (Huccetullahi alel-âlemin) kitabında, Resulullah efendimizin daha nice mucizeleri yazılıdır.

Save gölünün kuruması
Sual:
Peygamber efendimiz doğduğu vakit, Kâbe’deki putlar yüzüstü yıkılıyor, Kisra’nın sarayı çöküyor, bin yıldan beri Mecusilerin yanan ateşi sönüyor. Bir de Save gölünün kurumuş olduğu bildiriliyor. Save gölünün suçu ne idi de kurudu?
CEVAP
Cansız varlıkların ne suçu olur ki, şu demek oluyor ki suçu olduğundan değil, bu gölü halk mukaddes sayar, kuruyacağına asla olasılık vermezlermiş. Oldukca tuzlu imiş, sağdan soldan su gelmiyor, su seviyesi hep aynı, asla eksilme olmuyormuş, derinliği beş metre yüzeyi 12,5 km imiş. Bu göl aniden kuruyor. Bunun aksine, Şam tarafında bin yıldan beri suyu akmayan ve kurumuş olan Semave Nehrinin vadisi de, o gece, su ile dolup taşarak akmaya başlıyor. Bu tür vakalar cansız varlıkların suçu falan olduğundan değil, onları mukaddes sayan insanları uyarma için, öğrenek almaları için ve daha başka hikmetler yüzünden kayra ediliyor.

Resulullah’ın mucizelerinden
Sual:
Resulullah’ın hacamat kanını içen olduğu söyleniyor. Kan içmek caiz mi?
CEVAP
Resulullah efendimizin kutsal kanı, öteki insanların kanı şeklinde değildir. Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Zübeyr, Resulullah’ın hacamat edilirken çıkan kanını içti. Resulullah “sallallahü aleyhi ve selem,” darılmadı, hattâ gülümseyerek, (Artık Cehennem ateşi seni yakmaz) buyurdu. Başına bazı işler geleceğini de bildirdi. (Beyhekî)

Eshab-ı kiramdan Malik bin Sinan, Resulullah’ın kutsal kanını içince ona da, (Cehennem ateşi seni yakmaz) buyurdu. (İbni Hibban)

Kutsal artığını içen Bereke adlı hanıma da, (Artık asla karın ağrısı çekmezsin) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye)

Halid bin Velid “radıyallahü anh,” sarığında taşımış olduğu bir sakal-ı şerif sebebiyle her harpte zafer kazanmıştır. (Şifa-i şerif)

Bunların hepsi, Resulullah’ın mucizelerindendir, fakat Selef-i salihine düşman Selefîler, Resulullah’ın eşyalarıyla, kutsal saçı ve sakalıyla bereketlenmeyi şirk kabul ediyorlar.

Sual: Peygamber efendimizin geleceğinin, hazret-i Musa ve hazret-i İsa tarafınca bildirilmesi, bu Peygamberlerin birer mucizesi midir?
Yanıt: Peygamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselamın geleceği, bazı sıfatları, Arap yarımadasında zuhur edeceği ve gelme zamanı yaklaşınca görülecek harikulade, muhteşem şeyler Tevrat ve İncil’de bildirilmişti. Bunların haber verilmesi, hazret-i Mûsâ ve hazret-i İsa için mucize olduğu şeklinde, Muhammed aleyhisselam için de büyük mucizedir. Allahü teâlâ, her Peygambere, o zamanda meşhur olup, kıymet verilen şeylere benzer mucizeler kayra etmiştir. Muhammed aleyhisselama ise her Peygambere vermiş olduğu mucizelerin benzerlerini verdiği şeklinde, başka mucizeler de kayra eylemiştir. Hayatta iken gösterdiği mucizelerin üç binden ziyade olduğu, Mirât-ı kâinât kitabında yazılıdır.

Bir bardak süt, her insana yetti
Sual: Bazı kimseler, Peygamber efendimizin elinde yiyeceklerin, içeceklerin çoğaldığını inkâr ediyor. Mucize olarak, Peygamber efendimizin elinde hurma, süt, su şeklinde şeyler çoğalmaz mı idi?
Yanıt:
Şevâhid-ün Nübüvvede Ebû Hüreyre hazretlerinin şöyleki anlattığı bildirilmektedir:
“Bir defasında açlıktan neredeyse karnım sırtıma yapışacaktı. Mideme taş bağladım. Birisi beni evine götürsün de bir şeyler yedirsin diye, Eshab-ı kiramın gelip geçmiş olduğu yol üstüne oturdum. Ilkin hazret-i Ebu Bekir geldi. Ona Kur’ân-ı kerimden bir âyet-i kerimeyi sormuş oldum. Maksadım beni evine götürüp, bir şeyler yedirmesi idi. Sonrasında hazret-i Ömer oradan geçiyordu. Ona da bir âyet-i kerimeyi sormuş oldum. İkisi de beni götürmediler. Sonrasında ansızın Resulullah efendimiz geldi, bana bakıp yüzümden aç olduğumu anlamış oldu.
-Ey Eba Hüreyre, benimle beraber gel, buyurdu. Resulullah efendimizi takip ettim. Kutsal zevcelerinden birinin evine gittik.
-Yanınızda asla yiyecek bir şey var mıdır? diye sordu.
-Eve, falan kimse sizin için birazcık süt armağan göndermiş dediler. Bunun üstüne Resulullah efendimiz bana;
-Ey Eba Hüreyre git, Eshab-ı soffayı çağır, buyurdu. Eshab-ı soffa, malı, çoluk evladı olmayan sahabiler idi. Mescidde bırakılırlar ve Eshab-ı kiram onlara bakardı. Resulullah efendimize armağan ulaşınca, ondan hem kendisi yer, hem de Eshab-ı soffaya verirdi. Sadaka ulaşınca kendisi yemez, Eshab-ı soffaya verirdi. Ben kendi kendime;
‘O sütten ilkin birazcık içseydim, sonrasında Eshab-ı soffayı çağırsaydım. Şu sebeple onlar gelirse, bana bir kase sütten ne duracak’ diye düşündüm. Sonrasında Eshab-ı soffayı çağırdım. Hepsi gelip, Resulullah efendimizin huzurunda oturdular. Resulullah efendimiz bana;
-Ey Eba Hüreyre, süt kasesini al bana ver, buyurdu. Sonrasında yine bana iade etti.
-Bunu her insana ver, hepsi içsinler buyurdu. Eshab-ı soffanın hepsi tek tek o kaseden süt içtiler. Ben ve Resulullah efendimiz hemen hemen içmemiştik. Resulullah efendimiz süt kasesini elimden kutsal eline alıp, gene bana iade etti ve iç, buyurdu. Sütten bir miktar içtim. Gene iç, buyurdu, içtim. Tekrar iç buyurdu, yine içtim. Dördüncü kere iç buyurdu.
Ya Resulallah, artık içmeye mecalim kalmadı, iyice doydum, dedim. Elimden süt kasesini alıp, kalan sütü de kendileri içtiler.”

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/peygamber-efendimizin-mucizeleri/feed/ 0 5416
Peygamber efendimizin faziletleri https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/peygamber-efendimizin-faziletleri/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/peygamber-efendimizin-faziletleri/#respond Sat, 18 May 2019 06:30:21 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5415

Sual: Peygamber efendimizin faziletlerini bildirir misiniz?
CEVAP
Mevahib-i ledünniyye
ve Mirat-i kâinat kitaplarında bildirilen faziletlerinden bazıları şöyledir:
Canlılar içinde ilk olarak Muhammed aleyhisselamın ruhu yaratıldı. Hak teâlâ (Her şeyi senin için yarattım, sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım) buyurdu. Tevrat, İncil ve Zebur’da övülüp müjdelenmiştir.

Âmine validemiz ona hamile olunca, tüm putlar yüzüstü devrildi. Tüm şeytanlar ve sihir icra eden büyücüler âciz kalıp, işlerini yapması imkansız oldular. Doğunca da tüm putlar yıkıldı. Doğduğu gece, Kisra’nın sarayı yıkıldı. Mecusilerin bin yıldan beri yanan ateşi söndü. Save gölünün suyu kurudu.

Safiye Hatun anlatır:
Doğduğu gece 6 alamet gördüm:
1- Doğar doğmaz secde etti.
2- Başını kaldırıp “La ilahe illallah inni Resulullah” dedi.
3- Her taraf aydınlandı.
4- Yıkayacaktım, biz Onu yıkadık diye bir ses işittim.
5- Göbeği kesilmiş ve sünnet edilmiş gördüm.
6- Sırtında nübüvvet mührü vardı. İki küreği ortasında “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” yazılı idi.

Çocuk iken, başı hizasında bir bulut gölge yapardı.

Ona salevat okumak âyet-i kerime ile bildirildi. Kelime-i şehadette, ezanda, ikamette, namazdaki teşehhüdde, birçok dualarda ve Cennette Allahü teâlâ, Onun adını kendi isminin yanına koymuştur.

Allahü teâlâ, Onu kendisine habib [sevgili] yapmış oldu, herkesten daha oldukça sevmiş oldu.

Kimseden bir şey öğrenmemiş iken, Allahü teâlâ Ona, her bilimsel, her üstünlüğü verdi. Her yerde devamlı kutsal kalbi hep Allahü teâlâ ile idi.

Allahü teâlâ, tüm peygamberlere (Ya Âdem, ya Musa, ya İsa) diyerek adı ile hitap ederken, Ona (Ya eyyühennebiyyu, ya eyyüherresul) diye özel hitap ediyor.

Namazda otururken, (Esselamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi) okuyarak, Ona slm vermek emrolundu. Namazda, başka bir Peygambere bu şekilde söylemek caiz olmadı.

Her peygamber kendi milletine, o ise her millete gönderilmiştir.

Her peygamber, iftiralara kendisi yanıt verdi, fakat ona meydana getirilen iftiralara Allahü teâlâ yanıt verdi.

İsmi ile çağırmak, yanında yüksek sesle konuşmak haram idi.

Hazret-i Cebrail 24 bin kere geldi. Başka Peygamberlere oldukça azca geldi.

Kutsal hanımları müminlerin anneleri idi ve onlarla evlenmek başkalarına haram edildi.

Önünden görmüş olduğu şeklinde, arkasından da görürdü.

Kutsal teri, gül şeklinde güzel kokardı.

Uzun kimselerin yanında iken, onlardan yüksek görünürdü.

Güneş ve Ay ışığında gölgesi yere düşmezdi.

Üzerine sinek ve başka hiçbir böcek konmazdı.

Çamaşırları, ne kadar oldukça giyse de asla kirlenmezdi.

Taş üzerine basınca, izi kalır, kum üstünde iz bırakmazdı.

Sözü oldukça vecizdi. Azca kelime ile oldukça şey anlatırdı.

Eshabının hepsi, peygamberler hariç, tüm insanlardan üstündür.

Onun ümmeti de tüm ümmetlerin en üstünüdür.

Onun kutsal adını taşıyan mümin Cennete girer.

Onu ve ehl-i beytini sevmek farzdır.

Hazret-i Azrail, içeri girmek için izin istedi. Başka asla kimseden izin istemedi.

Kabrinin toprağı, her yerden ve Kâbe’den daha kıymetlidir.

Resulullah efendimizin üstünlükleri
Sual:
İnşirah suresinin (Biz senin zikrini yükseltmedik mi) mealindeki 4. âyet-i kerimesini İslam âlimleri iyi mi tefsir etmişlerdir?
CEVAP
İbni Ata hazretleri, (Senin zikrini kendi zikrim kıldım, seni zikreden beni zikretmiş olur. İmanın sahih olması için benim zikrimin seninkiyle birlikte olmasını sağladım) manasına geldiğini bildiriyor.

Katade hazretleri de bu âyet-i kerimeyi açıklarken buyuruyor ki:
(Hak teâlâ, Fahr-i âlemin zikrini dünya ve ahirette yükseltmiştir. Namaz kılan hepimiz, “Eşhedü” diyerek Tanrı’a ve Resulullaha şehadet getirmektedir.)

Kur’an-ı kerimde ve namazda olduğu şeklinde, ezan okunurken de Tanrı’ın adı, Habibinin ismiyle beraber okunmaktadır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Göklerden geçerken, “Muhammed Resulullah” olarak ismimi gördüm.) [Bezzar]

(Cennette her ağacın yaprakları üstünde “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” yazılıdır.) [Ebu Nuaym]

(Arş üstünde, Cennetteki her şeyin üstünde benim ismim vardır.) [İbni Asakir]

(Âdem aleyhisselam Cennetten çıkarılınca, ya Rabbi, Muhammed aleyhisselamın hürmetine beni affet diye yakarış etti. Allahü teâlâ ise, [ne cevap vereceğini bildiği halde, cevabını da diğer insanların duyması için] “Ya Âdem, onu hemen hemen yaratmadım. Nereden bildin?” buyurdu. Âdem aleyhisselam da, Arşta “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” yazılı bulunduğunu gördüm. Anladım ki, şerefli isminin yanına sadece en oldukça sevdiğinin, en şerefli olanın adını layık görürsün dedi. Allahü teâlâ buyurdu ki: “Ya Âdem doğru söyledin. O bana insanların en sevgilisidir. Onun hürmetine yakarış ettiğin için seni affettim. Eğer Muhammed aleyhisselam olmasaydı, seni yaratmazdım”) [Taberani]

Hazret-i Ali, (Allahü teâlâ, Resulullaha inanç etmeleri için peygamberlerin hepsinden ahd [söz] almıştır) buyuruyor. Nitekim Resulullah sallallahü aleyhi ve sellemin nuru, öteki peygamberlerin nurlarını kaplayınca, bu nurun kimin bulunduğunu suâl ettiler. Hak teâlâ da, (Bu Habibimin nurudur. Ona inanç ederseniz, sizi peygamber olarak gönderirim) buyurdu. Onlar da (Senin Habibine inanç ettik) dediler. Cenab-ı Hak da, (Ben şahid olayım mı) buyurdu. Onlar da (Evet) dediler. (Mevahib)

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âdem, cesetle ruh arasındayken, benden misak alınırken ben peygamberdim.) [İ. Şabi]

(Allahü teâlâ, yer ve gökleri yaratmadan elli bin yıl ilkin, Ümm-ül kitaba şunu yazmıştır: Muhammed peygamberlerin sonuncusudur.) [Müslim]

(Ben âlemlerin efendisiyim.) [Beyheki]

(Kıyamette insanların efendisi benim.) [Buhari]

(Soyca da insanların en şereflisiyim.) [Deylemi]

(Arş-ı alaya benden başka kimse oturmaz.) [Tirmizi]

(Allahü teâlâ, beni insanların en iyisinden yarattı. İnsanların en iyisiyim, en iyi ailedenim. Kıyamette hepimiz sustuğu süre ben söylerim, onlara şefaat ederim. Kimsenin ümidi kalmadığı bir zamanda onlara müjde veririm. O gün her iyilik, her türlü yardım, her kapının anahtarı bendedir. Liva-i hamd benim elimdedir. Peygamberlerin imamı, hatibi ve hepsinin şefaatçisiyim. Bu tarz şeyleri öğünmek için söylemiyorum, hakikati bildiriyorum.) [Hakikati bildirmek vazifemdir. Bunları söylemezsem vazifemi yapmamış olurum.] (Mektubat-ı Rabbani 1/44)

(Peygamber oldu) demek
Sual:
(Resulullah, kırk yaşlarında peygamber oldu) demek uygun mudur?
CEVAP
Uygun değildir. (Kırk yaşlarında peygamberliği kendisine bildirildi) demeli. İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Âdem aleyhisselam yaratılmadan ilkin de, Muhammed aleyhisselam peygamberdi. (1/44)

İlk Müslüman
Sual:
En’am sûresinde, Peygamberimizin Müslümanların ilki olduğu bildiriliyor. Niye ilk deniyor?
CEVAP
İki hadis-i şerifte şu şekilde bildiriliyor:
(Ben, yaratılış itibarıyla peygamberlerin ilki, gönderiliş bakımından sonuncusuyum.) [Cami-üs-sagir]

(Biz Kıyamet gününün ilkiyiz. Cennete ilk girecek olan biziz.) [Müslim]

Bazı âlimler de, (Kendi dinine tâbi olan Müslümanların ilkidir) diye bildirmiştir.

İstigfar et ne demek?
Sual:
(Peygamberimiz, Mekke’nin fethinden muhtemelen gururlanmış olmalı ki, (İstigfar et) diye uyarma ediliyor) demek uygun mu?
CEVAP
Kesinlikle uygun olmaz. Peygamber efendimiz, zaferi kimin vereceğini bilmiyor muydu? Fetih sûresinin 27. âyetinde, Mescid-i harama, Mekke’ye girileceğini Allahü teâlâ evvel bildirmişti. Gene zaferden ilkin, Nasr sûresinde mealen, (Tanrı’ın yardımı ve zaferi gelip de, insanların Tanrı’ın dinine akın akın girdiklerini gördüğün süre, Rabbini överek tesbih et! Ondan af dile, şu sebeple O, tevbeleri hep kabul edendir) buyuruluyor. Şu demek oluyor ki (Zafer Tanrı’ın yardımıyla olacak) buyuruluyor. Ortada zafer yokken bunlar bildiriliyor. Hâşâ Peygamber efendimiz, Tanrı’ın yardımıyla zafer kazanılacağını, her işi yapanın Allahü teâlâ bulunduğunu bilmiyor muydu?

Nasr sûresi, Resulullah’ın vefatını haber veren bir sûredir. Resul-i Ekrem’in “sallallahü aleyhi ve sellem” bu sûreyi okumuş olduğu süre, amcası Hazret-i Abbas ağlamış, niçin ağladığını sorunca, (Yâ Resulallah, veda haberini verdiğiniz için ağlıyorum) demiştir. Zira bu sûre davetin tamamını haber veriyordu. (Elyevme ekmeltü leküm dîneküm = Bugün dininizi tamamladım) âyeti şeklinde bir veda idi. Bundan sonrasında istigfarla emredilmesi de, ecelinin yaklaştığına delildi. Bundan dolayı bu sûreye (Tevdi’ = Veda) sûresi de denilmiştir. (Beydâvî)

Bu sûre inince (Hazret-i Ömer de ağlamış, (Kemal, zeval anlamına gelir) demiştir. İki yıl sonrasında da vefat etmiştir. (Medârik)

Muhammed aleyhisselamın ahlakı
Sual: Peygamber Efendimiz, her bakımdan üstün olduğu şeklinde, ahlaken de üstün değil midir?
Yanıt:
Allahü teâlâ, Sevgili Peygamberine verdiği iyilikleri, ihsanları sayarak, Onun kutsal kalbini okşarken, kendine güzel huylar verdiğini, (Sen güzel huylu olarak yaratıldın) mealindeki âyet-i kerime ile bildirmektedir. Hazret-i Akreme;
“Abdullah ibni Abbas’tan işittim. Bu âyet-i kerimedeki Huluk-ı azim şu demek oluyor ki güzel huylar, Kur’ân-ı kerimin bildirdiği ahlaktır” buyuruyor. Hadâik-ul-hakâyık kitabında diyor ki:
“Âyet-i kerimede, (Sen huluk-ı azim üzeresin) buyuruldu. Huluk-ı azim demek, Allahü teâlâ ile sır, gizli saklı şeyleri bulunmak, insanoğlu ile güzel huylu olmak anlamına gelir. Oldukça kimsenin Müslüman olmasına, Resûlullah Efendimizin güzel ahlakı sebep oldu.”

Muhammed aleyhisselamın bin mucizesi göründü, dost düşman hepimiz de bunu söylemiş oldu. Bu kadar mucizelerin en kıymetlisi, edepli olması ve güzel huyları idi. Kimyâ-i Se’âdet kitabında diyor ki:
“Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri buyurdu ki: Resûlullah Efendimiz, hayvana ot verir, deveyi bağlardı. Evini süpürürür, koyunun sütünü sağardı. Ayakkabısının söküğünü diker, çamaşırını yamardı. Hizmetçisi ile beraber yer, hizmetçisi el değirmeni çekerken yorulunca, ona yardım ederdi. Pazardan öteberi alıp poşet içinde eve getirirdi. Fakirle, zenginle, büyükle, küçükle karşılaşınca, ilkin slm verir, bunlarla müsafeha etmek için, kutsal elini ilkin uzatırdı. Köleyi, efendiyi, beyi, siyahı ve beyazı bir tutardı. Her kim olursa olsun, çağırılan yere giderdi. Önüne konulmuş olan şeyi, azca olsa da, hafifçe, aşağı görmezdi. Akşamdan sabaha ve sabahtan akşama yiyecek bırakmazdı. Güzel huylu idi. İyilik etmesini severdi. Beraberce iyi geçinirdi. Güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Söylerken gülmez, kederli görünürdü, fakat, çatık kaşlı değildi. Aşağı gönüllü idi, fakat, alçak tabiatlı değildi. Heybetli idi, şu demek oluyor ki saygı ve korku hasıl ederdi, fakat, kaba değildi, nazik idi. Eli açık idi, fakat, israf etmez, faydasız yere bir şey vermezdi. Her insana acırdı. Kutsal başı hep önüne eğik idi. Kimseden bir şey beklemezdi. Mutluluk, rahatlık isteyen, Onun şeklinde olmalıdır.”

Eshâb-ı kiramdan Enes bin Mâlik hazretleri de;
“Resûlullah Efendimiz insanların en güzel huylusu idi. Beni bigün, bir yere gönderdi. Emrini yapmak için dışarı çıktım. Çocuklar sokakta oynuyordu. Onların yanından geçerken arkama baktım. Resûlullah efendimiz arkamdan geliyor, mübârek yüzü gülüyordu. (Yâ Enes! Söylediğim yere gittin mi?) buyurdu. (Evet gidiyorum yâ Resûlallah) dedim. Resûlullah efendimize on yıl hizmetçilik yaptım. Bana bir kere üf demedi. Şunu niçin bu şekilde yaptın, bunu niçin yapmadın buyurmadı.”

Resulullah efendimiz her insana yardım ederdi
Sual: Peygamber efendimizin evdekilere, hizmetçilerine bile yardım etmiş olduğu anlatılıyor. Hakikaten bu şekilde midir?

Yanıt: Bu mevzuda İmam-ı Gazâlî hazretlerinin Kimya-i Mutluluk kitabında buyuruluyor ki:
“Ebu Said-i Hudri hazretleri buyurdu ki: Resulullah efendimiz, hayvana ot verir, deveyi bağlardı. Evini süpürür, koyunun sütünü sağardı. Ayakkabısının söküğünü diker, çamaşırını yamardı. Hizmetçisi ile beraber yer, hizmetçisi el değirmeni çekerken yorulunca ona yardım ederdi. Pazardan öteberi alıp poşet içinde eve getirirdi. Fakirle, zenginle, büyükle, küçükle karşılaşınca ilkin slm verirdi. Bunlarla müsafeha etmek için kutsal elini ilkin uzatırdı. Köleyi, efendiyi, beyi, siyahı ve beyazı bir tutardı. Her kim olursa olsun çağırılan yere giderdi. Önüne konulmuş olan şeyi, azca olsa da hafîf, aşağı görmezdi. Akşamdan sabaha ve sabahtan akşama yiyecek bırakmazdı. Güzel huylu ve iyilik etmesini severdi. Beraberce iyi geçinir, güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Söylerken gülmez, kederli görünürdü. Fakat çatık kaşlı değildi. Aşağı gönüllü idi, fakat alçak tabiatlı değildi. Heybetli idi şu demek oluyor ki saygı ve korku hasıl ederdi. Fakat kaba değil, nazikti. Eli açık idi, fakat israf etmez, faydasız yere bir şey vermezdi. Her insana acırdı. Kutsal başı hep önüne eğikti. Kimseden bir şey beklemezdi. Mutluluk, rahatlık isteyen, Onun şeklinde olmalıdır.”

Sual: Dünyada en kıymetli toprak, Kâbe’nin bulunmuş olduğu yerdeki toprak mıdır yada neresidir?
Yanıt:
En kıymetli toprak, kabr-i saadette, cesed-i Peygamberiye temas eden topraklar olup, Arş’tan, Cennetlerden daha kıymetlidir. Ona yakın olan süre, mekân, evladı, tüm eşya, Ona uzak olanlardan daha kıymetli ve efdaldir. Camiler ve Peygamberler, bundan müstesnadır.

Peygamber efendimizin üstünlükleri
Sual: Peygamber efendimizin, yaratılanların en üstünü olduğu, dost ve düşman tarafınca bilinmektedir. Peki bu üstünlükler ana hatları ile nedir?
Yanıt:
Resûlullah efendimizin üstünlüklerinden, faziletlerinden bazısı, kitaplarda şu şekilde bildirilmektedir:
Mahluklar içinde ilk olarak Muhammed aleyhisselamın ruhu yaratılmıştır.

Allahü teâlâ, Onun adını Arş’a, Cennetlere ve yedi kat göklere yazmıştır.

Meleklerin Âdem aleyhisselama karşı secde etmelerinin emredilmesi, Âdem aleyhisselamın alnında Muhammed aleyhisselamın nuru bulunmuş olduğu için idi.

Peygamber efendimizin dünyaya geleceği süre, görülen alametler ve hâller tarih kitaplarında yazılıdır.

Peygamber efendimiz, üç ve kırk yaşlarında Peygamber olduğu kendisine bildirildiği zaman ve elliiki yaşlarında miraca götürülürken, melekler göğsünü yardı ve Aden suyu ile kalbini yıkadılar.

Her Peygamberin sağ eli üstünde nübüvvet mührü vardı. Muhammed aleyhisselamın nübüvvet mührü ise, sol kürekteki deri üstünde, kalbi hizasında idi.

Resûlullah efendimiz, önünde olanları görmüş olduğu şeklinde, arkasında olanları da görürdü. Ek olarak Resûlullah efendimiz, aydınlıkta görmüş olduğu şeklinde, karanlıkta da görürdü.

Peygamber efendimizin kutsal teri de, gül şeklinde güzel kokardı.

Resûlullah efendimiz, orta boylu olduğu hâlde, uzun kimselerin yanında iken, onlardan yüksek görünürdü.

Resûlullah efendimiz, ne süre yürüse, arkasından melekler gelirdi. Bunun için, Eshâbını önünden yürütür ve; (Arkamı meleklere bırakınız) buyururdu.

Fahr-i kâinat efendimiz, taş üzerine basınca, taşta ayağının izi kalırdı. Kum üstünde giderken ise, asla iz bırakmazdı.

Peygamber efendimizin en büyük mucizesi, miraca götürülmesidir ki, başka hiçbir Peygambere verilmedi.

Peygamber efendimiz ümmi olduğu şu demek oluyor ki kimseden bir şey öğrenmemiş iken, Allahü teâlâ Ona, her şeyi bildirmiştir.

Resûlullah efendimizin aklı, tüm insanların aklından daha çoktur. İnsanlarda bulunabilecek tüm iyi huyların hepsi, Ona kayra olundu.

Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselamın adını kendi isminin yanına koymuş ve Ona, Habibim buyurmuştur. Bu ise, üstünlüklerinin en üstünüdür ki, Allahü teâlâ, Onu kendisine sevgili, dost yapmış ve hadîs-i kudside de;
(İbrahim’i Halil yaptım ise, seni kendime Habib yaptım) buyurmuştur…

Peygamber Efendimizin vefası
Sual: Meydana getirilen iyilikleri unutmayan kimselere vefalı insan deniyor. Normal olarak bu güzel alışkanlık, Peygamberlerde daha fazladır. Bu alışkanlık, Peygamber Efendimizde nasıldı?
Yanıt:
Peygamber Efendimizde tüm güzel huyların hepsi toplanmıştı. Resûlullah efendimiz eli açık idi. Cömertlikten de birçok güzel huylar meydana gelmektedir. Bunlardan birisi de Vefadır. Vefa, tanıdıklara, yakınlara, arkadaşlara geçim işlerinde destek olmaktır. Peygamber Efendimiz eli açık oldukları şeklinde vefa sahibi idiler. Yakınlarını, tanıdıklarını gözetir, onlara verdikleri sözü yerine getirirdi.

Peygamber Efendimizin sözleri, yaşayışları, Onun yakınlarına, tanıdıklarına velhasıl her insana karşı iyi mi vefa sahibi bulunduğunu açıkça göstermekte ve İslâm âlimlerinin kitapları, bu vefa örnekleri ile doludur. Onun, her güzel hâli şeklinde, vefakârlığı da, ümmetine ve tüm insanlığa örnek olmuştur. Bu hususta Enes bin Malik hazretleri şu şekilde anlatmaktadır:
“Resûlullaha bir yerden herhangi bir armağan geldiği süre ne olursa olsun hazret-i Hatice’yi bilir ve;
(O hediyeyi falan hanıma götürüp verin. Zira o, Hatice’nin arkadaşıydı. Onunla iyi görüşür ve onu oldukça severdi) buyurarak, sevgili hanımı hazret-i Hatice’nin hatırını gözetirdi. İşte bu sebepledir ki, hazret-i Aişe validemiz, ara sıra;
“Hazret-i Hatice’ye gıpta ettiğim şeklinde hiçbir hanıma gıpta etmedim. Zira Resûlullah ondan oldukça bahsederdi. Ne süre bir koyun kesilse etinden ne olursa olsun onun yakınlarına da gönderir, onun hatırını gözetirdi” buyurmuştur.

Bigün Habeşistan meliki Necâşiden, kutsal huzuruna bir grup elçi gelmişti. Onları oldukça iyi karşılayıp iltifatlarda bulundular. Yer gösterip oturttuktan sonrasında o elçilere bizzat kendisi hizmet ederek ikramlarda bulunmuş oldu. Peygamber efendimizin bu hâlini gören Eshâb-ı kiramdan bazıları;
-Ya Resûlallah; lütfen siz oturun, biz hizmet ederiz dedilerse de, Sevgili Peygamberimiz onlara cevaben;
-Vaktiyle onlar benim Eshâbıma Habeşistan’da oldukça iyi hizmet ettiler. Zira o zamanlar Eshâbım yurtlarından hicret etmiş, onların ülkesine sığınmışlardı. O günlerde onlar benim Eshâbıma haiz çıkıp oldukça iyi ev sahipliği yaptılar. İşte o hizmetlerinin karşılığı olarak ben de şimdi onlara hizmet ediyor ve bu hizmetimden büyük zevk duyuyorum, buyurdular.

Resûlullahın sözünde durması
Sual: Verilen sözü yerine getirmenin güzel bir alışkanlık olduğu herkesçe bilinmektedir. Peygamber efendimiz her verdiği sözü yerine getirir miydi?
Yanıt:
Tüm güzellikleri, üstünlükleri kendisinde toplayan Resûlullah efendimiz, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Daha doğrusu Onu bu şekilde üstün ve güzel yaratan Rabbimiz, Sevgili Peygamberimizi, karanlık gecelerde yol bulmak ve yol almak isteyen insanlık için bir rehber, bir kılavuz, bir yol gösterici olarak seçmiş ve o şekilde yaratıp göndermiştir.

İnsanlık için her bakımdan numune olan Sevgili Peygamberimiz, verdikleri sözde durma ve verilen sözlerin yerine getirilmesi hususunda da oldukça titiz davranmışlar ve bizzat kendi yaşayışları ile bu hususta örnek olmuşlardır. Bu hususta, Eshâb-ı kiramdan bir zat, tanık olduğu bir hadiseyi şu şekilde anlatmaktadır:
“Resûlullah Efendimizle, hemen hemen Peygamberliği bildiri edilmeden ilkin bir alışveriş yapmıştım. Bu alışveriş neticesinde de kendisinde bir miktar alacağım kalmıştı. Bu alışverişi yaptıktan sonrasında da, falan gün falan yerde buluşalım diyerek karşılıklı olarak sözleşmiştik. Fakat ben, aramızdaki bu sözleşmeyi ve aramızdaki konuşmayı ve verdiğim sözü unutmuştum. Buluşmak için sözleştiğimiz zamandan tam üç gün sonrasında, verdiğim sözü ve aramızdaki konuşmayı hatırladım ve;
-Eyvah, biz üç gün ilkin falan yerde buluşmak suretiyle sözleşmiştik diyerek, derhal yerimden ayrıldım. Sözleştiğimiz yere süratli süratli koşmaya başladım. Buluşmak için sözleştiğimiz yere vardığım süre, aradan üç gün geçmiş olmasına karşın Resûlullah Efendimizi orada beni bekler vaziyette buldum. Meğer Resûlullah Efendimiz, buluşmak için sözleştiğimiz o günden itibaren her gün, o saatlerde gelip beni beklemiş. Bunu öğrenince Resûlullah Efendimize karşı oldukça utangaç oldum ve kendisinden özür diledim.”

Bir söz veriliyor ve verilen sözün üstünden üç geçmesine karşın, Resûlullah Efendimiz her gün o saatte aynı yere geliyor ve bekliyorlar. Verilen bir söze, bu şekilde riayet etmek lazımdır. Resûlullah efendimiz;
(Vadetmek, borç gibidir) şu demek oluyor ki verilen sözün muhakkak yerine getirilmesini emri buyururlarken, kendileri de bizzat bunu uygulama ediyorlar. Herhangi bir mevzuda söz verildiği süre, söz verilen şeyin muhakkak yerine getirilmesi gerekmektedir.

Sual: Peygamber efendimizin kendi zamanı ve Ona yakın olan zamanlar, sonrakilerden daha mı kıymetli idi?
Yanıt:
Bu mevzuda Merec-ül-bahreynde deniyor ki:
“Hakîm Alî Tirmizî hazretleri buyurdu ki: “Yaşım ilerledikçe, ilmim, amelim ve mücahedem arttığı hâlde, gençliğimde kavuşmuş olduğum nurları, tesirleri kendimde bulamaz oldum. Sebebini bir türlü anlayamadım. Gençlik zamanım, Resûlullah efendimizin zamanına daha yakın olduğundan, o zamandaki hâlin daha üstün olduğu, kalbime esin edildi.” O zamana yakın zamanlar bu şekilde kıymetli olunca, o dönemin kendinin ne kadar oldukça kıymetli bulunduğunu anlamalıdır. Bunun içindir ki, Kût-ül-kulûbda; “Resûlullahın o kutsal cemalini bir kere görmek ve birazcık huzurunda oturmak, insanı o şekilde şeylere kavuşturur ki, başka zamanlarda meydana getirilen halvetlerle ve kırk gün riyazet çekmekle, bunlar elde edilemezler” buyurulmaktadır. Başka zamanlarda yetişen büyük Veliler de, Resûlullah efendimizin tinsel sohbetinde bulunup, feyiz almakla yükselmişlerdir.”

Sual: Cevâmi-ul-kelim, azca kelime ne anlamına gelir, kimin için kullanılır?
Yanıt:
Cevâmi-ul-kelim, azca kelime ile oldukça şey anlatmaktır ki Peygamber efendimizin özelliklerindendir. Resûlullah efendimizin yüz binden ziyade hadîs-i şerifi, Onun Cevâmi-ul-kelim bulunduğunu göstermektedir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/18/peygamber-efendimizin-faziletleri/feed/ 0 5415