dinimizde – Cennetin Bahçesi https://www.cennetinbahcesi.com Dini Paylaşım Sitesi Tue, 01 Oct 2019 05:49:47 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.0.9 110917297 Dinimizde kâr haddi https://www.cennetinbahcesi.com/2019/10/01/dinimizde-kar-haddi/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/10/01/dinimizde-kar-haddi/#respond Tue, 01 Oct 2019 05:49:47 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=6034

Sual: Dinimizde kâr haddi var mıdır?
CEVAP
Dinimizde kâr haddi yoktur. Fakat ihtikâr ve fahiş fiyat yasaklanmıştır.
Medine’de pahalılık oldu. Fiyatlar yükseldiği için kâr haddi koyması istenildiğinde, Peygamber efendimiz, (Tutarları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Odur. Ben Allahü teâlâdan bolluk isterim) buyurdu. Başka bir hadis-i şerifte ise, (Kâr haddi koymayın, fiyat koyan Allahü teâlâdır) buyuruldu.

Karaborsacılar, fırsatçılar tarafınca [mallar saklanarak] fiyatlar yükseltilip millete zarar ve zulüm haline geldiği vakit, Belediyenin ilgililerle istişare ederek uygun bir narh, kâr haddi koyması caiz olur. (Redd-ül Muhtar)

Peygamber efendimiz, (Müslümanların, şehre mal getiren köylüleri karşılayıp piyasaya fiyatını gizleyerek, ucuz satın almalarını) yasakladı. Köylü bu şekilde bir satıştan vazgeçebilir. Piyasayı bilmeyenlere yüksek fiyatla mal satmak da haramdır. Hatta, çömez olup, ucuz satan yada pahalı alan ile alışveriş etmemelidir. Bunlarla alışveriş yaparken piyasadaki fiyatı gizlemek günahtır.

Satılan şeyin ayıbını, kusurunu gizleyerek aldatmak haram olduğu şeklinde, alınan malın kıymetini gizleyerek aldatmak da faiz olur. Örneğin, bir kimse, sattığı malın kıymetini bilmiyor. On milyonluk malı, beş milyona satıyor. Ona (Bu mal, her yerde 4 milyon eder) diyerek kandırmak haramdır. İnsanlar, Müslüman ahlakına uyarsa, ne kandıran, ne kandırılan olur. Mallara narh koymaya lüzum kalmaz. Arz ve öğrenci gore, mallar kıymetlenir yada ucuzlar.

Basra’da büyük bir tüccar vardı. İran’da bulunan adamlarından biri, buna mektup yazarak, bu yıl şeker kamışının verimli olmadığını, kimse duymadan, oldukca şeker almasını bildirdi. Tüccar da, oldukca şeker satın alıp, şeker piyasadan çekilince, pahalı satarak, otuz bin dirhem kâr etti. Sonrasında, düşünüp (Şeker kamışlarına afet geldiğini Müslümanlardan saklamakla, onlara hıyanet ettim, bu iyi mi Müslümanlıktır?) diye, otuz bin dirhemi, şekerlerini almış olduğu kimselere götürdü. Yapmış olduğu yanlış işi söyledi. Hatasına pişman olup dürüstlük göstermesinden dolayı, hiçbiri verdiği parayı almayıp, Sana helal olsun dediler. Akşam evinde düşündü ki, bir ihtimal utanarak almamışlardır. Din kardeşlerime hıyanet ettim diyerek, ertesi gün yeniden götürdü. Her birine yalvararak otuz bin dirhem gümüşü bölme etti.

Müşteriye doğru söylemeli, hile etmemelidir. Malda bir arıza oldu ise, haber vermelidir. Ucuz almış olduğu bir malın fiyatı yükselip pahalı satıyor ise, almış olduğu fiyatı söylemelidir. Aldatarak satmak, hıyanet ve dolandırıcılık olur. Bu şekilde hıyaneti bilmeyerek yapanlar olur. Hıyanet yapmaktan kurtulmak için, hepimiz, kendine yapılmasını istemediği şeyleri, başkalarına yapmamalıdır.

Bir malı peşin ucuz, veresiye yada taksitle pahalı satmak caizdir. Vade farkı istemek ise caiz değildir. Vadeli satışla, vade farkı ayrı şeylerdir. (Redd-ül Muhtar)

Sual: Zekât vermek için bir arkadaşa gittim. 100 lira zekât verecektim. O arkadaşa, Elindeki bir altını bana 100 liraya satarsan, bu altını zekât olarak vereceğim dedim. O da, Tam İlmihal’de okudum, ucuza satmak gaben-i fahişe girer, 120 liraya aşağı satılması caiz olmaz dedi. 100 liraya satsa idi bir mahzuru olur muydu?
CEVAP
Asla mahzuru olmazdı. İnsan malını istediği fiyata satabilir. 50 liraya, hatta 1 liraya da satabilir. Hatta parasız bile verir. Bunun dinen bir mahzuru yoktur. Eğer siz altınlar 100 liraya düştü bu altını bana 100 liraya sat deseydiniz, o da bilmediği için satsaydı, oldukca aldanma olduğundan alışverişi bozma hakkına haiz olurdu. Fakat bozmasa da bir şey gerekmezdi. Zekât için gelen parayı geri çevirmesi yanlış olmuştur.

Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye’de diyor ki:
Sarraflıkta piyasadaki fiyatların en yükseğinden, % 2,5 ve daha fazlası kadar yüksek fiyatla satın alarak aldanmaya Gaben-i fahiş = oldukca aldanmak denir. Bu miktar, hayvandan başka menkul mallar için % 5, hayvan için % 10, bina için % 20 dir. Bu miktarlardan azca olan aldanmaya, Gaben-i yesir = azca aldanmak denir. Satıcı, bu mala, şu kadar lira veren oldu diyerek satsa, piyasadaki en yüksek değerinden oldukca aldanma kadar fazla olduğu ve başkası, o denli lira vermediği anlaşılsa, müşteri alışverişi bozabilir.

[Dikkat edilirse bozabilir deniyor, bozması gerekir demiyor. Üstelik kendi rızası ile çok ucuza satmanın hiçbir mahzuru yoktur.]

Satıcı yalan söylemeden, fahiş fiyatla satsa, aldanan müşteri alışverişi bozamaz. Bundan dolayı hepimiz malını, dilediği fiyatla satabilir. İslamiyet’te kâr haddi diye bir şey yoktur. Yalan söylenerek, azca aldatılan kimse, alışverişi bozamaz.

Bir kimse, 20 liraya almış olduğu bir mal için, (4 liraya aldım, 1 lira kâr ile sana 5 liraya satarım) dese caizdir; şu sebeple adamı aldatma maksadı yoktur. Bir ihtimal o fakirdir, onu sevindirmek için bu şekilde yapmıştır. Hepimiz malını oldukca ucuza satabilir.

Sıkışık durumda olanlara, yiyecek içecek, giyecek ve barınacak şeyler için fahiş fiyatla mal satmak haramdır. Nafakasını temin etmek için herhangi bir şeyini satmak zorunda kalan fakirin sattığını, gaben-i fahişle ucuz almak da haramdır. (Bey ve şir’a risalesi)

Sual: Tam İlmihal’de (Veresiye pahalı, peşin ucuz demek, kısaca, örneğin peşin on liraya, veresiye on beş liraya vermek şeklinde iki şartlı satışın fâsid olduğu, Mevkufat, Cevhere ve Tuhfet-ül-fukaha’da yazılıdır. Bundan dolayı, semen meçhuldür) deniyor. Buna gore, peşin 10 liraya satılan malı, veresiye 15 liraya satmak fâsid midir?
CEVAP
Hayır hiçbir mahzuru yoktur. Satıcı yalan söylemeden, fahiş fiyatla da satabilir. Bundan dolayı hepimiz malını, dilediği fiyatla satabilir. İslamiyet’te kâr haddi [kâr limiti] diye bir şey yoktur. Bu inceliği bilmeyenler, veresiye pahalı satılamaz zannediyorlar. İfadenin son cümlesinde, (Bundan dolayı, semen meçhuldür) deniyor. Semen, satışta belirlenen fiyatı anlama gelir. Satıcı, peşin olursa 10 lira, taksitle 15 lira derse, müşteri de, bu iki fiyattan birini, kısaca ya peşin 10 liraya yada veresiye 15 liraya olan satış fiyatını kabul ederse, alışveriş sahih olarak gerçekleşmiş olur. Peşin yada veresiye belirtilmeden, müşteri, zamanı ve fiyatı belirlemeden, kabul ettim derse, bu satış fâsid olur. Bundan dolayı, semen ve vakit belli değil. 10 liraya mı aldı, yoksa 15 liraya mı? Müşteri hangisini kabul ettiğini söylememiştir. Süre ve fiyat belirlenmediği için satış fâsiddir. Müşteri, peşin on liraya aldım derse ya da, veresiye 15 liraya aldım derse, satış sahihtir.

Dinimizde kâr koymada, sınır yoktur. İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki:
Enes bin Malik bildirdi ki: Medine’de, pahalılık oldu. (Ya Resulallah, fiyatlar yükseliyor. Bir kâr haddi koyun) denildiğinde, (Tutarları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Odur. Ben, Allahü teâlâdan bolluk isterim) buyurdu. (Tirmizi, İbni Hibban)

Fiyatlar, fahiş olarak [mal oluş fiyatının iki misline] artıp, millete zarar ve zulüm haline ulaşınca, hükümetin, tüccarlara danışarak, uygun bir narh, kâr haddi koyması caiz olur. (Redd-ül-muhtar)

Pahalı satmak ve aldatmak
Sual:
300 liraya veresiye aldığım bir ürünün 200 lirasını verdim, 100 lirası daha duruyor. Sonrasında bu ürünün başka bir yerde 200 liraya satıldığını öğrendim. Müslümanlıkta aldatmak da, aldanmak da olmadığı için ve adamdan senetsiz aldığıma gore, kalan 100 lirayı vermesem günah olur mu?
CEVAP
Düzgüsel rayiçten satıyorsa, başka yerlerde de 300 liraya satan var ise kalan 100 lirasını vermemek günah olur. Hepimiz malını, istediği fiyata satabilir. Bir kuruş noksan verilse kul hakkı olur. Eğer o mal her yerde 200 liraya satılıyorsa, bir tek o şahıs 300 liraya satıyorsa, bu da rayicin üstündeyse o vakit alışverişi fesh etme yetkimiz olur. 300 liraya satan başka bölgeler de var ise, başka birileri de 200 liraya satıyorsa, bu ölçü olmaz.

Bir şey satarken, bu, benzerlerinden değişik diyerek yalan söylemek yada malın kusurunu gizlemek, aldatmak olur. Bir de, piyasadaki rayiç fiyatların en yükseğinden, sarraflıkta % 2.5, hayvandan başka menkul mallar için % 5, hayvan için % 10, bina için % 20 ve daha fazlası kadar yüksek fiyatla satın almak da aldanmak olur. Bu şekilde bir aldanma olursa, müşteri alışverişi feshedebilir.

Pahalı satmak
Sual:
Esnaflık yapıyoruz. Elimizde mevcut bazı malların tutarları yükseliyor. Örneğin 10 liraya aldığımız malın fiyatı 20 lira olabiliyor. Aynı malı 20 liraya alıyoruz. Elimizde 10 liraya aldıklarımız da var. Biz, 10 liraya aldığımız malları, daha ilkin 15 liraya satarken, şimdi 25 liraya satabilir miyiz?
CEVAP
Dinimizde kâr haddi yoktur. 10 liraya alınan bir malı, müşteriye yalan söylemeden, onu kandırmadan, 100 liraya bile satmak caiz olur. Örneğin 10 liraya almış olduğu bir mal için, müşteri sorunca, (Biz bunu 20 liraya aldık, 5 lira da kâr koyarak satıyoruz) derse caiz olmaz, fakat (Bu malı, biz 10 liraya aldık, fakat şimdi toptancısında 20 liradır. 5 lira kârla 25 liraya satıyoruz) denirse mahzuru olmaz. Din kitaplarında deniyor ki:
Ucuz almış olduğu bir malın fiyatı, yükselip pahalı satıyorsa, almış olduğu fiyatı söylemelidir. (S. Ebediyye)

İhtikâr, karaborsa yapmak
Sual: İnsanlara ve hayvanlara lazım olan besin maddelerini çokça alarak saklayıp, hemen sonra fiyatlar artıp pahalı olarak satmanın dinimizdeki hükmü nedir?
Yanıt:
Mevzu ile ilgili olarak Kimyâ-i se’âdet kitabında deniyor ki:
“İhtikâr; insan ve hayvan besin maddelerini piyasadan toplayıp, yığıp, pahalandığı vakit satmaktır ki şimdi karaborsa denmektedir. Peygamber efendimiz, çeşitli hadis-i şeriflerde buyurdu ki:
(Bir kimse besin maddelerini alıp, pahalı olup da satmak için kırk gün saklarsa, hepsini fakirlere parasız dağıtsa, günahını ödeyemez.)

(Bir kimse, hariçten besin maddesi satın alıp, şehre getirir ve piyasaya gore satarsa, sadaka vermiş şeklinde sevap kazanır yada köle azat etmiş şeklinde sevap kazanır.)

Hazret-i Ali buyuruyor ki:
“Besin maddelerini kırk gün salkıyanın kalbi kararır.”

Âlimlerden birisi, tüccar idi. Vâsıt şehrinden, Basra’ya besin gönderip satılmasını vekiline emretti. Basra’da ucuz olduğundan, vekili yedi gün bekleyip, pahalı sattı ve âlime müjde yazdı. Âlim sonucunda buyurdu ki:

“Biz, azca kâr ile oldukca sevap kazanmayı daha oldukca severiz. Fazla kazanmak için, dinimizi feda etmemeli idin. Fazlaca büyük katliam yapmışsın. Bunu affettirmek için sermayeyi ve kârı derhal sadaka olarak dağıt!”

İhtikârın, karaborsanın haram olması, Müslümanlara zararı dokunan olduğu içindir. Bundan dolayı, besin maddeleri, insanların ve hayvanların yaşayabilmesi için lazımdır. Satılınca, her insanın alması mubahtır. Bir şahıs alıp saklayınca, başkaları alamaz. Sanki çeşme suyunu saklayıp, herkesi susuz bırakmaya benzer. Besin maddelerini bu niyetle satın almak günahtır. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe hazretleri buyurdu ki:
“Köylü yada ziraatla uğraşan topak sahipleri, tarlalarından elde ettikleri besin maddelerini istedikleri vakit satabilir. Acil satmaları vacip değildir. Fakat, acil etmeleri sevaptır. Pahalı olunca satmayı düşünmek çirkindir. İlaçlarda ve besin maddesi olmayan ve her insana lazım olmayan şeylerde ihtikâr haram değildir. Ekmek ve benzerlerinde oldukca haram olup, et, yağ gibilerde azca haramdır.”

İmâmeynin kavline gore ise, bunların hepsi ihtikârdır, karaborsadır. İnsanlara lazım olan her şeyde ihtikâr haramdır. Devlet, ihtikâr edeni, haber alınca, evine kafi gelecek kadar bırakıp, fazlasını halka satmasını emreder.

Kâr haddi koymak
Sual: Piyasada fiyatlar yükseldiği vakit, devlet yada hükûmet tarafınca kâr haddi konulabilir mi?
Yanıt:
Normalde piyasaya narh, fiyat konması caiz değildir. Bundan dolayı hiçbir şeyin satılmasında kâr haddi yoktur. Hepimiz, istediği kadar kâr ile satabilir. İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Enes bin Mâlik radıyallahü anh buyurdu ki; Medine-i münevverede, pahalılık oldu. Ya Resûlallah! Fiyatlar yükseliyor. Bizlere kâr haddi koyunuz denildi. (Tutarları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Odur. Ben, Allahü teâlâdan bolluk isterim) buyurdu. Dürr-ül-muhtârdaki hadîs-i şerifte de; (Kâr haddi koymayınız! Fiyat koyan, Allahü teâlâdır) buyuruldu.

Piyasadaki satıcıların, esnafın hepsi tutarları, fahiş olarak, mal oluş fiyatının iki misline çıkardığı, arttırdığı, millete zarar ve zulüm hâline geldiği zamanlarda, hükûmetin, tüccarlara danışarak uygun bir narh, kâr haddi koyması caiz olur.”

İslâmiyette kâr haddi yoktur. Yalnız, sıkışık durumda olanlara, yiyecek, giyecek ve barınacak lüzumlu eşyayı yüksek fiyatla satmak haramdır.

Hükûmetlerin koyduğu bu fiyata uymak vaciptir. Bunun şeklinde, adaleti, milletin haklarını, hürriyetlerini korumuş olan kanunlara uymak da lazımdır. Bu tarz şeyleri korumak için, kâfir bile olsa hükûmetlere destek olmalıdır.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/10/01/dinimizde-kar-haddi/feed/ 0 6034
Dinimizde avcılığın yeri https://www.cennetinbahcesi.com/2019/10/01/dinimizde-avciligin-yeri/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/10/01/dinimizde-avciligin-yeri/#respond Tue, 01 Oct 2019 00:49:10 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=6033

Sual: Dinimizde avcılığın yeri nedir?
CEVAP
Allahü teâlâ, insanoğlu için çeşitli hayvanlar yaratmıştır. Bıldırcın, tavşan, balık benzer biçimde hayvanların etinden; sansar, porsuk, tilki benzer biçimde hayvanların postundan; geyiklerin derisinden; tıpta ve ıtriyatta kullanılmak suretiyle misk ceylanlarının miskinden; deniz hayvanlarının incisinden, mercanından; filin dişinden yararlanmak için avlamak; kurt, domuz, yılan, fare benzer biçimde hayvanları da zararlarını önlemek için, işkence etmeden, sözgelişi yakmadan, suda boğmadan öldürmek caizdir.

Avcılık yaparken başkalarının mahsullerine zarar vermemelidir. Maalesef, (Zevk için balık tutmayı ve avcılık yapmayı, ince ruhlu müslümanlara asla yakıştırmam. Kendilerine daha düzgüsel ve meşru eğlenceler bulsunlar) diyen yazarlar türemiştir. Tecim için olmasa da, sırf balık yiyebilmek için balık tutmak haram yada mekruh değildir. Caizdir. Hatta balık yemeye asla ihtiyacı olmasa bile, sırf üstündeki stresi atmak için balık avlayıp, tuttuğu balıkları muhtaçlara vermek de caizdir.

Cenab-ı Hak, Kur’an-ı kerimde balık avlamayı helal kılmış, (Deniz avı yapmak ve onu yiyecek helal kılındı) buyurmuştur. (Maide 96)

Allahü teâlânın helal kıldığı avcılığı gayrimeşru iş benzer biçimde göstermek yanlıştır.

Yırtıcı hayvanları avlamak, mubah bir kazanç yoluysa da, tecim, ziraat, sanat benzer biçimde öteki kazanç yolları bundan daha efdaldir. Sırf eğlence için avcılık hoş değildir. Kalbe sorun verir, hayvanlara karşı şefkat duygularını köreltir, acıma duygusunu azaltır.

Fakat avcılığa, hayvan kesmeye haram yada gayrimeşru iş demek caiz değildir. Kasap da hayvanları kesmektedir. Kasabın yapmış olduğu işe vicdansızlık denir mi? Avlanırken, hayvan öldürürken, hayvanlara işkence edilmiyorsa, dinimizin bildirdiği hudutlara riayet ediliyorsa sorun yok anlamına gelir.

Avcılık; tüfekle, tuzak kurmakla yapıldığı benzer biçimde, talim görmüş köpek, tazı, şahin, atmaca, doğan benzer biçimde hayvanlarla da yapılır. Talim görmemiş hayvanlarla avcılık yapılmaz.

Kısaca hayvanın, avı kendisi için değil, sahibi için avlaması lazımdır. Bir hayvanın talim görmüş olduğu, peş peşe üç kez tuttuğu avı yemeden sahibine getirmesinden anlaşılır. Atmaca, şahin benzer biçimde tırnaklı kuşlarınsa, bırakıldıktan sonrasında, çağrıldığı zaman uçup gelmelerinden anlaşılır. Bir köpek avladığı hayvanı yese yada bir atmaca çağırıldığı halde gelmese, bu şekilde hayvanların avladığı hayvan yenmez.

Avın yenebilmesi için şunlara riayet lazımdır:
Besmele ile gönderilen av köpeğinin ve doğan kuşunun yakalayıp, ısırarak yaralayıp öldürmüş olduğu av hayvanı yenir. Diri getirdikleri av hayvanını kesmek lâzımdır. Köpeğin, yaralamayıp boğduğu ve yaralayıp etinden yidiği av, yenmez.

Kasten, şu demek oluyor ki hatırında olduğu hâlde, bilerek besmele çekmeden kesilen hayvanı ve besmelesiz tutulan av hayvanını, kitapsız kâfirlerin, mürtedlerin kestiği, avladığı hayvanı yiyecek haramdır. Bu şekilde tutulan balığı yiyecek haram değildir. Kesmeyip de, bir yerine bıçak saplayarak, ensesine ve alnına vurarak yada boğarak yada ilâçlayarak, elektrikleyerek öldürülen kara hayvanları, leş olur. Bu tarz şeyleri yiyecek haram olur. (Tam İlmihâl)

Sual: Av hayvanını, sözgelişi tavşanı uyurken değil de, uyandırıp kaçarken vurmalı deniyor. Uyurken vurmak caiz midir?
CEVAP
Evet, caizdir.

Oltaya solucan takmak
Sual: Oltaya solucan takmak caiz midir?
CEVAP
Evet, caizdir.

Avcılık mubahtır
Sual:
Maide sûresinin 94, 95 ve 96. âyetlerinden, avcılığın yasak olduğu benzer biçimde bir şey anladım. Avcılık mubah değil mi?
CEVAP
Evet, mubahtır. Âyet-i kerimeden dinî hükümler öğrenilemez, hattâ hadis-i şeriflerden de âlimlerin açıklaması olmadan din öğrenilemez. Din, fıkıh kitaplarından öğrenilir. O âyet-i kerimeler, hacda ihramlı iken avcılığı, kara hayvanlarını avlamayı yasaklamaktadır.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/10/01/dinimizde-avciligin-yeri/feed/ 0 6033
Dinimizde tevilin yeri https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/02/dinimizde-tevilin-yeri/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/02/dinimizde-tevilin-yeri/#respond Fri, 02 Aug 2019 03:09:09 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5778

Sual: Kendilerine selefi denilen bazı gençler, (Kur’anda, hadiste ve âlimlerin sözünde tevil yoktur. Tevil sapıklıktır) diyerek birçok evliyanın ve onların sözünü tevil eden âlimlerin küfre düştüklerini söylüyorlar. Örnek olarak Muhyiddin-ı Arabi hazretleri, (Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır) söylediği için bu büyük veliye sövgü isnat ediyorlar. Bu şekilde sözler niçin açıklanmıştır, manası nedir?
CEVAP
Dinimizde tevil vardır ve kimi zaman zaruri olur. Örnek olarak görülen, anlaşılan, meşhur olan manayı vermeyip başka mana verilmesi ihtiyaç duyulan âyetlere müteşabihat denir. Şu demek oluyor ki bunların açık ve meşhur manalarını vermek, akla ve dine uygun eğer olmazsa, meşhur olmayan mana vermek, şu demek oluyor ki tevil gerekir. Hicr suresi 88. âyet-i kerimesinde, (Kanadını müminler için indir!) buyuruluyor.

Tefsir âlimleri bu âyetin (Ey Habibim, müminlere acıma et, şefkat göster, onlara karşı mütevazi ol!) benzer biçimde manalara geldiğini bildiriyorlar. Selefiler, bu âyet için (Peygamberimizin tek kanadı vardı) diyebilir mi? Bu şekilde tabirler çeşitli dillerde de, Türkçemizde de vardır. Örnek olarak, varlıklı bir kimse, bir öksüze acıyıp yardım etse, (Şefkat kanatlarını indirdi) denir. Bunun hakiki kanatla alakası yoktur.
Feth suresi 10. âyet-i kerimesinde (Tanrı’ın eli onların eli üstündedir) buyuruluyor. Bu kelimelere bakıp, birçok elin üstünde başka bir el olduğu benzer biçimde akla ve dine aykırı bir mana verilemez. Tefsir âlimleri, El kelimesine Kudret manasını vermişlerdir.

Şir’a
daki hadis-i şerif şöyledir:
(Ya Rabbi onu [İbni Abbası] fakih kıl ve ona Kur’anın tevilini öğret!) [Buhari]Bu hadis-i şerif de Kur’an-ı kerimin tevil edilmesi icap ettiğini bildirmektedir. Tevil bir ilimdir, rastgele yapılması oldukça tehlikeli olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetime en oldukça tehlikeli olacak kimse, Kur’an-ı kerimi yersiz tevil edendir.) [Taberani]

Kur’an-ı kerimde, tevil ihtiyaç duyulan Kinaye, Mecaz ifade eden birçok âyet-i kerime vardır. Örnek olarak cima için lems (dokunmak) kelimesi kullanılmıştır. (Nisa 43, Maide 6)

Bekara suresi 115. âyet-i kerimesinde kıble için Tanrı’ın yüzü tabiri kullanılmıştır. 187. âyetinde ise, hanımefendiler, elbise olarak bildirilmiş, (Onlar sizin, siz de onlar için libassınız) buyurulmuştur.
Hadis-i şeriflerde de kinaye, mecaz vardır. Örnek olarak (İhtiyar hanım Cennete girmez) hadis-i şerifini tevil gerekir. (Cennete genç olarak girer) diye açıklamak gerekir. (Cami Tanrı’ın evi) hadis-i şerifi de böyledir. (Hakim)

Evliyanın sözlerinde de tevil edilecek bölgeler bulunur. (Sizin taptığınız, benim ayağımın altında) sözü, Şeyh-i ekberin vefatından sonrasında anlaşılmıştır. Bu sözü söylediği yer kazılınca, altın bulunmuş. Demek ki oradakilere (Siz altına tapıyorsunuz) demiştir. Tapmak kelimesi de mecaz olarak kullanılmış, (Siz parayı oldukça seversiniz) demek istemiş olabilir.

Abdullah-ı Dehlevi
hazretleri 61. mektubunda buyurdu ki:
(Mecnun, Leyla’ya olan aşırı sevgisinden dolayı yiyip içmedi. Her şeyden yüz çevirdi. Leyla adını dilinden düşürmedi. Sonrasında da Ben Leylayım demeye başladı. Her şeyi Leyla olarak görmüş oldu. Bu hâl, nefsini tasfiye edenlerde de görülür. Örnek olarak Tanrı’ı oldukça anan Hallac-ı Mensur, kendisini tenzih mertebesi ile birleşmiş görmüş oldu. Enel Hak dedi. Evliya, bu şekilde sözlerinden dolayı mazurdur, bu sözlerini tevil gerekir.)

İmam-ı Rabbani
hazretleri, Enel Hak sözünü açıklarken buyuruyor ki:
(Bu söz, Ben yokum, Hak teâlâ vardır anlama gelir.) [c.2. m.44]
Görüldüğü benzer biçimde, Kur’an-ı kerimde, hadis-i şeriflerde ve evliyanın sözlerinde tevil edilecek bölgeler bulunmaktadır. İslam âlimlerinin kitaplarında bulunan bir hadis, akla aykırı erişince, derhal uydurma dememelidir. Âlimlerin o hadisi iyi mi açıkladığına bakmalıdır. Evliyanın söz ve yazıları da böyledir. Akla ve dine aykırı benzer biçimde görünse de evliya-i kirama dil uzatılmamalıdır.

Sual: Müslümanda, küfrü gerektiren bir durum görülse, buna kâfir denir mi?
CEVAP
Müslüman bulunduğunu söyleyen, Kelime-i şehadet okuyan hiç kimseye, kuşku ile sövgü damgası basılamaz. Müslüman bulunduğunu söyleyen bir kimsenin bir işinde yada sözünde birçok sövgü alametleri ile bir inanç alameti yada sövgü olması şüpheli olan bir alamet bulunsa, buna kâfir dememelidir. Zira müslüman iyi zan olunur. (Redd-ül Muhtar)

Bezzâziyye
fetvasında şunu da ekliyor ki:
(Sövgü alametini dilediği açıkça anlaşınca, kâfir olur. Tevil etmemiz yarar vermez.)

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/08/02/dinimizde-tevilin-yeri/feed/ 0 5778
Dinimizde ırkçılık yoktur https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/04/dinimizde-irkcilik-yoktur/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/04/dinimizde-irkcilik-yoktur/#respond Thu, 04 Jul 2019 07:16:53 +0000 Dinimiz]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5640

Sual: Irkçılık nedir, ırkçılığın dinimizdeki yeri nedir?
CEVAP
İslamiyet, hangi ırk, dil ve ülkeden olursa olsun, tüm Müslümanların birbirinin kardeşi bulunduğunu bildirir. Tanrı indinde hepimiz, insan olarak, bir tarağın dişleri şeklinde birbirine eşittir. Namaz kılarken, en büyük rütbeli bir Müslümanla en minik rütbeli, en zenginle en fukara, bir beyazla bir zenci Müslüman yan yana durur ve Allahü teâlâya beraber secde ederler. Dinimizde ırk ve millet üstünlüğü yoktur. Müslüman zenci bir hizmetçi, kâfir bir beyaz kraldan üstündür. Kâfir kral sonsuz Cehennemde, Müslüman zenci hizmetçiyse sonsuz Cennette kalacaktır.

Asla kimse ana babasını seçemediği için, ırkını, milliyetini de seçemez. Sadece, ceddinin dine hizmetlerinden dolayı ırkını sevmesi, kabahat olmaz. Örneğin, Osmanlı Türklerini sevmek kınanmaz. Hatta hizmetlerinden dolayı devamlı yakarma etmek gerekir.

Yahudi kendini asil bilir. Hristiyan, zenciyi aşağı görür. İslam dini, ırk, renk, milliyet, siyasal inanç, lisan ve eğitim seviyesi ayırt etmeden, her insanoğlunun onur ve itibarına saygı eder.

Kendi ırkını dinimizin üstünde tutmak yada kendi milletinden olan gayrimüslimi başka milletten olan Müslüman’dan üstün tutmak, ırkçılık olur. Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler, ırkçılığı, ırk üstünlüğünü kati olarak reddetmektedir. Bir âyet-i kerime meali:
(Ey insanoğlu, sizi, bir erkekle bir hanımdan yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Tanrı indinde en üstününüz, takvada en ileri olanınızdır.) [Hucurat 13] (Takva, Allahü teâlâya inanıp, Onun buyruk ve yasaklarına riayet etmektir. Özetlemek gerekirse haramlardan sakınmak anlama gelir.)

Bundan önceki âyet-i kerimede, Ey inanç edenler buyurulurken, bu âyet-i kerimede Ey insanoğlu şeklinde hitap edilmektedir. Hitap yalnız inananlara değil, tüm insanlaradır. Tüm insanoğlu, aynı ana-babadan, şu demek oluyor ki Hazret-i Âdem ile Hazret-i Havva’dan meydana geldiler. Bu bakımdan bir ırkın diğerine üstünlük taslamaya hakkı yoktur.

Âyet-i kerimede, tanışmakta kolaylık olması için, milletlere ve milletler içinde kabilelere ayrıldığımız ve Tanrı indinde üstünlüğün, Müslümanlığa bağlılıkla ölçüleceği bildirilmektedir. Araplar yada Yahudiler üstündür denmiyor. Birkaç âyet ilkin de Müminler sadece kardeştir buyuruluyor. (Hucurat 10)

Arapların yada başka bir ırkın değil, yalnız müminlerin kardeş olduğu açıkça bildirilmektedir. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, cahiliyet övünmelerini sizden kaldırdı. Hepiniz Âdem aleyhisselamın evlatlarısınız. Âdem ise topraktan yaratıldı.) [Tirmizi]

(Rabbiniz bir olduğu şeklinde, babalarınız, dininiz ve Peygamberiniz de birdir. Arabın Aceme, [Arap olmayana] Acemin Otomobil üstünlüğü olmadığı şeklinde, kırmızının karaya, karanın kırmızıya üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takva iledir.) [İbni Neccar]

(Acemlerden, dininizi kabul edenler ve nesebinize katılanlar olacaktır.) [Hâkim]

(Müslümanlar kardeştir. Takva hali hariç, kimsenin hiç kimseye üstünlüğü yoktur.) [Taberani, Ebu Nuaym]

(Ey Kureyşliler, kıyamet günü hepimiz ameli ile gelir. Siz dünyayı omuzlayarak gelmeyin! O halde gelip de, “Ya Resulallah” deseniz, tarafınıza bakmam.) [Taberani]

(İnsanlar [insan olarak] bir tarağın dişleri şeklinde eşittir.) [İbni Lal]

Peygamberimizin tevazuu
Peygamber efendimiz, (Ben sizin en iyiniz olduğum şeklinde, babam da babalarınızdan daha iyidir) buyurmuştur. Bu şekilde söylemek öğünmek değildir. Peygamber efendimiz tevazu ehli idi. Bu şekilde söylemesi hakikati bildirmek içindir. (Ben evliyayım) demek öğünmek olur; fakat (Ben Peygamberim) demek bu şekilde değildir. Gerçeği bildirmek vazifesi olduğu ve vazifesini yapmak mecburiyetinde de olduğundan bu şekilde buyurmuştur. Nitekim imam-ı Rabbani hazretlerinin, (Mektubat) kitabında bildirdiği hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette, ilkin gelenlerin ve sonrasında gelenlerin seyyidiyim. Hakikati bildiriyorum, öğünmüyorum.)

(Allahü teâlânın habibiyim. Peygamberlerin reisiyim. Öğünmek için söylemiyorum.)

(Peygamberlerin sonuncusuyum, öğünmüyorum, ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im “aleyhissalatü vesselam”. Allahü teâlâ insanları yarattı. Beni insanların en iyisinde yarattı. Allahü teâlâ, insanları fırkalara [kavimlere, ırklara] ayırdı. Beni, en iyisinde bulundurdu. Sonrasında bu en iyi fırkayı kabilelere [cemaatlere] ayırdı. Beni, en iyisinde bulundurdu. Sonrasında, bu cemaati evlere ayırdı. Beni, en iyi evden [yani aileden] dünyaya getirdi. İnsanların en iyisiyim. En iyi ailedenim. Kıyamette, hepimiz sustuğu vakit, ben söyleyeceğim. Kimsenin kımıldayamadığı vakitte, onlara şefaat ediciyim. Kimsede umut kalmadığı bir zamanda, onlara müjde vericiyim. O gün her iyilik, her türlü yardım, her kapının anahtarı bendedir. Liva-i hamd benim elimdedir. İnsanların en hayırlısı, en cömerdi, en iyisiyim. O gün emrimde binlerce hizmetçi vardır. Kıyamet günü, Peygamberlerin imamı, hatibi ve hepsine şefaat edici benim. Bunu öğünmek için söylemiyorum.) [Hakikati bildiriyorum. Hakikati bildirmek vazifemdir. Bunları söylemezsem, vazifemi yapmamış olurum.]

Millet ve milliyetçilik
Sual:
(Millet din anlama gelir. Bunun için Fransız milleti, Türk milleti denmez. Türk milliyetçisiyim demek de, Türkün dinindenim demek olur ki oldukca yanlıştır) diyenler çıkıyor.
CEVAP
Millet kelimesi çeşitli manalara gelir. Birkaçı şöyledir:
1- Din manasında kullanılır. “Millet-i İbrahim”, “Millet-i Resulullah” şeklinde.

2- Ümmet manasında, bir din mensuplarının tamamına denir. “İslam milleti”, “Yahudi milleti” şeklinde.

3- Topluluk manasına gelir. “Kâfirler tek millettir”, “Kâfir milleti zalimdir” şeklinde.

4- Derslik, tür, taife manasına kullanılır. “Hanım milleti”, “Sürücü milleti” şeklinde.

5- Halk manasına kullanılır. “Bu millet, iyiye layıktır” şeklinde.

6- Kavim manasında kullanılır. Din, dil, tarih, anane, kültür, ideal ve vatan birliği olan topluluk anlama gelir. “Türk milleti”, “Arap milleti” şeklinde.

Milliyetçi demek, aynı dine mensup, aynı dili konuşan, ortak zamanı olan, aynı gelenekleri ve aynı kültürü olan, aynı ideale ve aynı vatana haiz olan kimse anlama gelir. “Ben milliyetçiyim” demek yanlış olmaz. Kelimenin yalnız bir manasını düşünmek doğru değildir.

Sual: Fransa’dan yazıyorum. Mısırlı bir dostum var. Bayrağını din şeklinde kabul etmektedir. Bayrağıma paçavra diyen kâfir olur diyor. Bu şekilde sevgi ve ırkçılık olur mu?
CEVAP
Mısır bayrağının öteki bayraklardan farkı ne de, ona bez yada paçavra diyen kâfir oluyor? İster Mısır, ister Libya yada öteki milletlerin bayraklarına paçavra demek, uygun değilse de, kâfir olmayı gerektirmez. Her millet, kendi bayrağını sevebilir. Fakat ırkçılık yaparak, (Hangi milletten olursa olsun benim bayrağımı sevmeyen kâfir olur) demek oldukca yanlıştır.

Sual: Tesettüre riayet eden, namazlarını kılan Müslüman bir çingene kızıyım. Müslüman bir Türk ile evleneceğim. Fakat babam, ırk ayrımı yapıyor, (ileride mesele çıkar) diyor. Dinimizde ırk ayrımı var mıdır? (Çingene ile evlenince, tuğla eriyinceye kadar yıkanılsa cünüplük çıkmaz) sözü doğru mu?
CEVAP
Türk, Arap, Ermeni, Fransız iyi mi bir ırk ise, çingene de bir ırktır. Türkün, Arabın Müslümanı ve başka dinden olanı olduğu şeklinde, çingenelerin de, Müslümanları ve başka dinden olanları vardır.

Dinimizde ırk ve renk ayrımı yoktur. Tanrı indinde, Müslüman bir çingene, Müslüman olmayan bir Türk kralından oldukca üstündür. Biri sonsuz Cennetlik, diğeri sonsuz Cehennemliktir. Asla karşılaştırma kabul eder mi? Siyah olan Bilal-i Habeşi, beyaz Ebu Cehil’den oldukca üstündür.

(Çingene ile evlenince, tuğla eriyinceye kadar yıkanılsa cünüplük çıkmaz) sözü, cahillerin uydurdukları çirkin bir iftiradır. Bir kimse iyi mi cünüp olursa olsun, gusledince, yıkanınca temiz olur.

İkiniz de İslamiyet’in emirlerine uyduğunuza gore, hiçbir mesele çıkmaz. Evlenmeniz oldukca iyi olur. Mutluluklar diliyoruz.

Sual: (Irkçılık icra eden bizlerden değildir) ne demek?
CEVAP
Biz Müslümanlarda ırk üstünlüğü yoktur. Buna karşın, iyi kimseler geldiği için Arabı severiz, Türkü severiz. Sevmemizin mahzuru olmaz. Fakat Müslüman bir Arabı, Müslüman Fransızdan üstün tutamayız. Bu şekilde bir ırkçılık yapmak dinimize aykırıdır. Hele Hristiyan bir Türk, Müslüman Araptan üstündür demeyiz. Bu şekilde söyleyen Müslümanlıktan çıkar.

İslamiyet hangi ırk, dil ve ülkeden olursa olsun, tüm Müslümanların birbirinin kardeşi bulunduğunu bildirir. İslam dininde, Allahü teâlânın huzurunda hepimiz birbirine müsavidir. Namaz kılarken, en büyük rütbeli bir Müslüman ile en minik rütbeli, en varlıklı ile en fukara, bir beyaz ile bir zenci Müslüman yan yana durur ve Allahü teâlâya beraber secde ederler.

Dinimizde ırk ve millet üstünlüğü yoktur. Müslüman zenci bir hizmetçi, kâfir bir beyaz Türk kraldan üstündür. Kâfir kral, sonsuz Cehennemde, Müslüman zenci hizmetçi ise, sonsuz Cennette kalacaktır.

Yahudi kendini asil bilir. Hristiyan, zenciyi aşağı görür. İslam’da ise ırk, renk ve dil ayrımı yoktur. İslam dini, ırk, renk, milliyet, siyasal inanç, lisan ve eğitim seviyesi ayırt etmeksizin, her insanoğlunun onur ve itibarına saygı eder. Bu sebepten de, yabancılar içinde Müslümanlık yayılmaktadır:
(İslam’da, ırk, renk ve dil farkı gözetilmediğini, her insanın eşit bulunduğunu, namaz kılarken de aşama ayrımı yapılmadığını gördüm. Müslüman oldum.) (Thomas Clayton – ABD)

Yunus Emre ve hoşgörü
Sual:
Yunus Emre’yi kötüleyen biri, (Bir taraftan “Yaratılmışı hoş gördük, Yaratandan dolayı” diyerek hoşgörülüğünü sergilerken, bir taraftan da, “Beş zaman namaz kılmayan, bilin Müslüman olmadı, ol Cehenneme girse gerek” diyerek müsamahasızlık çukuruna düşmüştür. Hoşgörünün zirvesine çıkmak gerekir) diyor. Hoşgörü ne anlama gelir?
CEVAP
TDK
’nın sözlüğünde, (Her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu) deniyor. Dikkat ediniz, her şey deniyor. Her şeyi anlayışla karşılamak diye tanım ediyor. Gene TDK’da, Mezhebi geniş ifadesini tanım ederken, (Namus mevzusunda aşırı hoşgörülü davranan kimse) deniyor.

Yunus Emre’yi kötüleyen hiç kimseye gore, hoşgörü denilen şeyin bir sınırı yoktur. Ne kadar hoş görülürse, o denli iyidir. Oysa sınırsız özgürlük şeklinde, sınırsız hoşgörü de oldukca yanlıştır. Kötüler hoş görülür mü? Anarşistler ve öteki suçlular hoş görülürse, toplumun nizamı iyi mi sağlanır?

Kâfirleri sevmemek gerekir ise de, dinimizin emri gereği, onlara eziyet etmek, kalblerini incitmek haramdır. Yoksulluk olunca, onlara dostluk göstermek de caizdir. Sevmemek ayrı, onları üzmek ayrı şeydir. Din adına, kâfirin, kâfirliğini hoş görmek tehlikelidir. Allahü teâlâ, bu kimsenin anladığı manada hiçbir Müslümanı hoşgörünün zirvesine çıkarmasın!

Tarak dişi şeklinde eşit
Müslüman, dinimizin izin verdiği seviyede hoşgörülü olur. Bunun azı da, bir çok da zararlıdır. Yunus Emre hazretlerinin, “Yaratılmışı hoş gördük, Yaratandan dolayı” diyerek yetmiş iki millete aynı gözle bakması, dinimize aykırı değildir. Zira dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Bir hadis-i şerifte, (İnsanlar [insan olarak] bir tarağın dişleri şeklinde eşittir) buyurulmuştur. (İbni Lal)

Bunun için kâfir de olsa, bir kimseden kendini üstün görmek caiz değildir. Zira kâfir, Müslüman olup sonsuz saadete kavuşabilir, Müslüman da, maazallah küfre düşüp Cehennemlik olabilir.

Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri, (Gel, gel, her kim olursan ol gel, müşrik, mecusi olsan yada puta tapsan da gel! Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir. Tevbeni yüz kere bozmuş olsan da gel) diyor. Manası, (Gel sana Müslümanlığı öğreteyim de gerçeği gör) anlama gelir. Zira Tanrı için olmayan sevgi ve düşmanlığın asla önemi yoktur. Hadis-i şerifte, (İmanın en sağlam temeli ve en güçlü alâmeti, hubbi-i fillah, buğd-i fillahtır) buyuruluyor. [Ebu Davud]

Kısaca, Müslümanları sevip, onlara yardım ve hayır yakarma etmek ve din-i İslam’ı beğenmeyenleri, İslamiyet’e ve Müslümanlara düşmanlık edenleri sevmemek ve imana, hidayete kavuşmaları için yakarma etmektir. Buğd, sevmemek, düşmanlık etmek anlama gelir. Buğd-i fillah, Tanrı için sevmemek, Tanrı için düşmanlık etmek anlama gelir. Bunun zıddı ise “Hubb-i fillah”tır. Tanrı için sevmek, Tanrı için dostluk etmektir.

Irkçılık nedir?
Sual: (Irkçılık icra eden bizlerden değildir)
buyuruluyor. Ne yapmak, ırkçılık olur?
CEVAP
Kendi ırkını dinimizin üstünde tutmak, kendi milletinden olan gayrimüslimi başka milletten olan Müslümandan üstün tutmak, ırkçılık olur.

İnsan ve Müslüman
Sual: (Ilkin Türküm, sonrasında Müslümanım)
yada (Ilkin insanım sonrasında Müslümanım) demek, dinimize gore doğru mudur?
CEVAP
Dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. İslamiyet’te Müslüman olmayan hiç kimseye kâfir denir. (Ilkin insanım) demek de, (Ilkin Türk’üm) demek şeklinde yanlış bir sözdür. Kur’an-ı kerimde, (Kâfirlerin hayvan şeklinde, hattâ daha aşağı) olduğu bildiriliyor. Hayvandan aşağı olanla, Müslüman asla benzetme kabul eder mi? Hiçbir şey Müslümanlıktan önceye alınamaz. Allahü teâlâ, (Müminler kardeştir) buyuruyor. (İnsanlar kardeştir) yada (Türkler kardeştir) demiyor. Müslüman Türk’le, komünist Türk iyi mi kardeş olur? (İnsanlar kardeştir) sözü bundan daha yanlıştır. Bu söz dünyadaki kâfirlere yaranmak için açıklanmıştır. Mezhepsiz Mevdûdî de, (Hilafet ve Saltanat) adlı kitabının 68. sayfasında, (Benim nazarımda tüm insanoğlu eşittir. Bizlerden olsun yada olmasın) diyor. Bu, masonluğa yada hümanizme uygun bir sözdür. Aslına bakarsak masonlar da, hümanistler de, Müslümanlığa tahammül edemezler, fakat (Bakın, biz herkesi kucaklıyoruz) intibaını vermek için inançlarını gizlemeye çalışıyorlar.

“Irkçılık icra eden bizlerden değildir”
Sual:
(Irkçılık icra eden bizlerden değildir) hadisine gore ırkçılık sövgü müdür?
CEVAP
Irkçılığın yapılış şekli önemlidir. Irkını dininden üstün tutarsa sözgelişi, (Dinsiz bir Türk, Müslüman olan bir Yunan’dan, İngiliz’den yada Ermeni’den daha üstündür) deniyorsa sövgü olur, bu sebeple Müslümanlık kötülenmiş oluyor.

Bir insanoğlunun, kendi kavmini, ırkını sevmesi sövgü olmaz. Türk Türk’ü, Kürt Kürt’ü, Alman Alman’ı daha oldukca sevebilir. Bu, insanoğlunun kendi Müslüman akrabalarını, hemşerilerini daha çok sevmesine benzer. Sevmek ayrı, (Benim ırkımdaki kâfir de olsa, başka ırktan olan Müslümandan daha üstündür) demek ayrıdır. Sevmeyi ırkçılık olarak kabul etmemelidir. Müslüman Türk’ün tarihteki kahramanlıklarını okuyunca göğsümüz kabarıyor. Gene Müslüman bir hemşerimizle karşılaşınca da sevinmesi ırkçılık değildir. Kendi ırkını dinimizin üstünde tutmak, kendi milletinden olan gayrimüslimi başka milletten olan Müslümandan üstün tutmak, ırkçılık olur.

Irkların meydana gelişi
Sual:
Tüm insanoğlu, Hazret-i Âdemin neslinden geldiğine gore, zenciler ve öteki ırkların iyi mi meydana çıktığını açıklar mısınız?
CEVAP
Biyolojide modifikasyon denilen görünüş değişikliği yanında, mutasyon denilen genlerde değişim vakası vardır. Beyaz insandan siyah, esmer yada sarı insanların türemesi mümkündür. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı yeryüzünün her tarafınca alınan topraktan yarattı. Bu sebeple neslinden, siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu şeklinde, bu renkler içinde bulunanlar da oldu. Bazısı yumuşak, bazısı sert, bazısı da halis ve temiz oldu.) [Ebu Davud]

Yaratılanı hoş gör Yaradan’dan dolayı
Sual:
Yunus Emre’nin, (Yaratılanı hoş gör Yaradan’dan dolayı) sözü için bazıları, (Türk olmayanları hoş göremeyiz) diyorlar. Yunus Emre şeklinde, ırk farkı gözetmeden yetmiş iki milleti, insan olarak değerlendirmek yanlış mıdır?
CEVAP
Yunus Emre şeklinde büyük zatların sözlerine derhal yanlış demek doğru olmaz. O sözü ne maksatla söylediği anlaşılırsa yanlış olmadığı meydana çıkar.

Dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Bir hadis-i şerifte, (İnsanlar [insan olarak] bir tarağın dişleri şeklinde eşittir) buyurulmuştur. (İbni Lâl)

Bir milletin diğerinden üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takvâ iledir. Bir âyet-i kerime meali:
(Tanrı indinde en üstününüz, takvâda en ileri olanınızdır.) [Hucurat 13]

Bir hadis-i şerif:
(Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a üstünlüğü olmadığı şeklinde, kırmızının karaya, karanın kırmızıya da üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takvâ iledir.) [İbni Neccar] (Acem, Arap olmayan anlama gelir.)

Dinimiz, (Üstünlük takvâ iledir) buyururken, bunun aksini söylemek bir Müslümana yakışmaz.

Bunun için kâfir de olsa, bir kimseden kendini üstün görmek caiz değildir. Zira kâfir, Müslüman olup cennetlik olabildiği şeklinde, Müslüman da, Tanrı korusun küfre düşüp Cehennemlik olabilir. Kâfire bu gözle bakarsak, kendimizi ondan üstün bilemeyiz. Kâfir olduğundan sevmemek ayrıdır.

Din sahibi olmak
Sual: Din sahibi olmak, dini her şeyin üstünde tutmak, milliyet ve kavmiyet fikrinden daha üstün değil midir?
Yanıt:
Resûlullah efendimize “İslâmiyet nedir?” diye sorulduğunda;
(Müslümanlık, Allahü teâlânın emirlerini büyük bilmek ve Allahü teâlânın mahluklarına acımaktır) buyurmuştur. Resûlullah efendimizin bu hadîs-i şerifte gösterdiği ışıklı yolda ilerleyen insanoğlu, hangi kavimden, milletten, dinden olursa olsun, Allahın kullarının haklarına dokunmanın, ahirette büyük kabahat olacağını bilirler. Bunlardan hiç kimseye zarar gelmeyeceğini tarihî vesikalar açıkça göstermektedir. İslâmiyette şahısların ve cemiyetin menfaatlerine çalışılmakla birlikte, Müslümanların gayesi, bu menfaatlerden daha üstün ve tanrısal bir şeydir. Menfaati düşünmek, lâzım ise de, bunu her gayenin üstünde görmek ayıp, kusur ve bir egoistlik olduğu şeklinde, dinden ayrı olan milliyet hissini her şeyin üstünde görmekle de, bu egoistlikten kurtulamaz. Bu şekilde olan milliyet hissi ile hareket eden kimse, kendinin de o milletin içinde bulunduğunu düşünmüş, bunun için azca oldukca egoistçe hareket etmiştir. Müslümanları harekete getiren maksat ise daha temiz ve necibdir. Her şeyin üstünde olarak, din için, Tanrı için çalışan her Müslüman, büyük bir aşk ve fedakârlıkla hareket eder. Milletinin yükselmesi daha kolay ve sağlam olur. Başka milletlere de ziyanı dokunmaz. Müslüman, her adımını Tanrı için atan, her hesabını Tanrı için yürüten bir insan anlama gelir. Bu şekilde bir insanoğlunun ne kendine, ne de başkasına ziyanı olması imkansız. Hâlbuki, dini ve Allahı bırakıp da, dinden ayrı olan milliyeti düşünenler, başka milletlere karşı, hakka ve adalete bağlı davranmayabilirler. Din sahibi olmak, Fransızların; “Chacun pour soi et Dieu pour tous”, “Hepimiz kendi menfaatini kollar fakat Tanrı her kulunu kollar” atasözünde olduğu şeklinde hepimiz için yararlı olmaktır.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/04/dinimizde-irkcilik-yoktur/feed/ 0 5640
Dinimizde kadının yeri https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/04/dinimizde-kadinin-yeri-2/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/04/dinimizde-kadinin-yeri-2/#respond Wed, 03 Jul 2019 21:15:29 +0000 Dinimiz]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5638

Sual: Günümüzde (Yaşam müşterektir) denilerek, hanıma zulmediliyor. En ağır, en adi işlerde bile çalıştırılıyor. İslamiyet’te hanım ev içinde ve haricinde çalışmak, para kazanmak zorunda mıdır? Dinimizde hanım hakları hususunda data verir misiniz?
CEVAP
İslamiyet’ten ilkin kadının asla kıymeti yoktu. Araplar, kız çocuklarını diri diri gömüyorlardı. Kâbe çevresinde bile bayanlar çıplak dolaşırlardı. Müslümanlık ulaşınca bu fena âdetler son bulmuştur.

Bugün de dünyanın birçok yerinde bayanlar horlanmaktadır. Rusya’da da hanıma zulmedildi. Zorla Kolhozlara sokuldu. Adam şeklinde, en ağır işlerde, adam şeflerin baskısı altında, insafsızca boğaz tokluğuna, hayvanlar şeklinde, en ağır işlerde zorla çalıştırıldı. Fakat zulüm payidar olmadı. Malum akıbete uğradı.

Hür dünya dedikleri Hristiyan ülkelerde ve İslam ülkeleri denilen Arap vatanlarında, (Yaşam müşterektir) denilerek, bayanlar da, fabrikalarda, tarlalarda, ticarette, erkekler şeklinde çalışıyorlar. Çoğunun evlendiklerine pişman oldukları, mahkemelerin boşanma davaları ile dolu olduğu, günlük gazetelerde sık sık görülmektedir.

Bir karı yazar da diyor ki:
(Ne vakit bir fuara gitsem, bacaklarını açıp son model arabaların üzerine oturmuş mini etekli mankenleri görsem içim kalkıyor, midem bulanıyor. Ve şaşıyorum: İyi fena birer kişilikleri olan bu bayanlar, orada öylece durup o arabaların birer aksesuarı şeklinde pazarlanmayı iyi mi içlerine sindiriyorlar? Hem, hanım cinsini bu kadar aşağılatan o bayanlara karşı, hem de onları oraya oturtup müşteriyi kandırarak mal satmaya çalışanlara karşı hiddet doluyor içim.)

Hanımefendiler, İslam dininin kendilerine verdiği kıymeti, rahatı, huzuru, hürriyeti ve boşanma hakkına malik olduklarını bilmiş olsalar, tüm dünya hanımefendileri, derhal Müslüman olurlardı.

Müslümanlıkta hanım sultandır. Dinimiz hanıma oldukça kıymet vermiş, adama de oldukça sorumluluk yüklemiştir. İslamiyet’te hanım ev içinde ve haricinde çalışmak, para kazanmak zorunda değildir. Evli ise erkeği, evli değilse babası, babası da yoksa, en yakın akrabası çalışıp onun her ihtiyacını karşılamaya mecburdur. Kendisine bakacak asla kimsesi bulunmayan hanıma, devletin yardım sandığı bakar.

İslamiyet’te geçim yükü adam ve hanım içinde paylaştırılmamıştır. Bir adam, hanımını tarlada, fabrikada yada herhangi bir yerde çalışmaya zorlayamaz. Eğer hanım isterse ve adam de razı olursa, hanım kendine uygun bir işte çalışabilir. Fakat, kadının kazancı kendisinindir.

Müslüman kadının ev işi yapması bir ihsandır, oldukça sevaptır. Zorla yaptırılamaz. Resulullah efendimizin zamanından bugüne dek, Müslüman bayanlar bu ihsanı yapmıştır.

Her hanım, bir adamın ya kız evladıdır, ya kardeşidir, veya hanımı yada annesidir. Hanımefendilere fena şeyler reva görülmemeli, onlara layık olduğu kıymet verilmelidir. (R. Nasıhin)

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir mümin, fena huylu diye hanımına kızmasın! İyi huyu da olur.) [Müslim]

(Hanım, zayıf yaratılışlıdır. Zayıflığını susarak yenin! Evimizdeki kusurlarını görmemeye çalışın!) [İbni Lal]
(Hanımı ile iyi geçinip şakalaşanı Allahü teâlâ sever, rızklarını artırır.)
[İ.Lâl]
(En iyi Müslüman, hanımına en iyi davranandır. İçinizde, hanımına en iyi davranan benim.) [Nesai]

(Hanımına güler yüzle bakan adamın defterine, bir köle azat etmiş sevabı yazılır.) [R.Nasıhin]

(Hanımefendilere sadece soyluluk ve onur sahibi kimse kıymet verir. Onları sadece fena ve aşağılık kimseler hor görür.)
[İ.Asakir]
Sual: İslamiyet hanıma kıymet vermiyor deniyor. İslam’da kadının yeri nedir?
CEVAP
Dinimizi bilmeyen bir kimsenin İslamiyet’in hanıma verdiği değerden bahsetmesi, körlerin fili tanım etmesine benzer. Körün biri, filin bacağına dokunur. Fil direk şeklinde der. Biri karnına dokunur, Fil duvar şeklinde der. Diğeri de hortumuna dokunur. Fil yılan şeklinde der. Görenle görmeyen bir olmadığı şeklinde, bilenle bilmeyen de bir olmaz.

Adam hep kendini kusurlu görmeli
Kur’an-ı kerimde, insana gelen musibetlerin, günahları sebebiyle geldiği bildirilmektedir. Fudayl bin İyad hazretleri, (Hanımım huysuzluk yapınca, dine aykırı bir iş yaptığımı anlardım. Derhal o işime tevbe edince, hanımın huysuzluğu da giderdi. Böylece tevbemin kabul edildiğini de anlardım) buyurdu. O halde, Müslüman adam, hanımı ile iyi geçinir. Şu sebeple bayanların da, erkekler üstünde hakları vardır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allahü teâlânın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!)
[Müslim]
Eve ulaşınca hanımına merhaba verip hatırını sormalı, üzüntü ve sevincine ortak olmalı. Şu sebeple, o başkalarından ümitsiz ve yalnız kendisine alışmış bulunan dostu, dert ortağı, kendinin neşelendiricisi, evlatlarının yetiştiricisi ve çeşitli ihtiyaçlarının gidericisidir.

Adam, hep kendini kusurlu görmeli, (Ben iyi olsaydım, o bu şekilde olmazdı) diye düşünmelidir. Hanımının iyiliğini, iffetini Allahü teâlânın büyük nimeti bilmelidir. Onun huysuzluklarına iyilikle işlem etmeli, iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona yakarma etmeli ve Allahü teâlâya şükretmelidir. Şu sebeple, uygun bir bayan büyük bir nimettir. İyi hareket etmek, yalnız hanımı üzmemek değildir. Onun verdiği sıkıntılara da katlanmak anlamına gelir. Kısaca bir adam, ben iyi bir kocayım diyorsa, hanımından gelen sıkıntılara katlanması lazımdır. Hadis-i şerifte, (Hanımının fena huylarına katlanan adam, belalara sabreden Hazret-i Eyyüb şeklinde mükafatlara kavuşur) buyuruldu. İyi Müslüman olmak için hanım ile iyi idame şarttır. Kur’an-ı kerimde de mealen, (Onlarla iyi, güzel geçinin!) buyuruluyor. (Nisa 19)

Aklı olan karı koca, birbirini üzmez. Yaşam arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alametidir. Zalim, huysuz kimsenin eşi, sürekli üzülerek sinirleri bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşitli hastalıklar hasıl olur. Yaşam arkadaşı hasta olan bir eş, mahvolmuş, mutluluğu sonlanmış anlamına gelir. Eşinin hizmet ve yardımlarından yoksun kalmıştır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona hekim aramakla, ona alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Tüm bu felaketlere, bitmeyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebep olmuştur. Dizlerini dövse de, ne yazık ki bu pişmanlığının faydası olmaz. O halde; eşine yapılacak huysuzluğun ziyanı kendine olur. Ona karşı, hep güler yüzlü, tatlı dilli olmaya çalışmalı! Bunu yapabilen, rahat ve rahatlık içinde yaşar, Allahü teâlânın rızasını da kazanır!

Hanımefendilerin yaratılışı
Sual:
Hanımefendiler zayıf yaratıldığı için erkeklere emanet edilmiş olduğu, adamın evde aile reisi olması gerektiği, adamların hanımdan sorumlu olduğu, fakat kadının erkekten sorumlu olmadığı söyleniyor. Bu şekilde bir âyet ve hadis var mıdır?
CEVAP
Evet vardır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Ey inanç edenler, kendinizi ve çoluk çocuğunuzu o şekilde bir alevden koruyun ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır.) [Tahrim 6]
(Adamların bayanlar üstünde, bayanların da erkekler üstünde hakları vardır. Sadece erkekler, bayanlara nazaran bir aşama üstünlüğe haizdir.)
[Bekara 228]
(Erkekler, bayanlar üstüne hâkimdir. Şu sebeple Allahü teâlâ, bazı kullarını bazısından üstün yaratmıştır.)
[Nisa 34]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bayanları, Allahü teâlânın emaneti olarak aldınız ve onlara yaklaşmanız Tanrı’ın emri ile helal kılındı. Sizin onların üstünde hakkınız olduğu şeklinde, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri ve maruf olan hususlarda size baş kaldırmamaları, onlar üstündeki haklarınızdandır. Onlar, bu haklarınıza riayet ederlerse, maruf suretiyle rızıklandırılıp giydirilmeleri onların hakkıdır.) [İbni Cerir]
(Hanım, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Asla bir halde doğru olması imkansız. Onu doğrultmaya çalışırsan kırarsın. Kadının kırılması boşanması anlamına gelir.)
[Buhari]

(Hanım zayıf yaratılmış ve avrettir. Hanımefendilerin avretlerini evde tutarak örtün!) [İbni Lâl]

Sual: Hanım mı üstün yoksa adam mi?
CEVAP
Bu soru yanlış. Bu mühendis mi üstün, avukat mı demek şeklinde bir şeydir. Avukattan üstün mühendis, mühendisten üstün avukat olur. Erkekten üstün hanım çoktur. Cinsleri, vasıfları değişik olanlar içinde karşılaştırma olmaz. Örneğin elma armuttan yada armut elmadan iyidir denmez. Şu sebeple cinsleri farklıdır. Onun için elma ile armut toplanmaz denir.

Yüz kiloluk pehlivan ile elli kiloluk pehlivanı birbiriyle güreştirmiyorlar. Her pehlivan, kilosundaki pehlivanlarla güreşiyor. Ağır sıkletteki bir pehlivan, rakiplerine yenilse, fakat elli kilodaki tüm pehlivanları yense madalya alamaz. Aynı cinsler içinde bile bazı vasıflar aranıyor. Çalışan bayanların maaşını öğrenmek suretiyle, ABD’dan iki şahıs gelse, biri, bakanlık meydana getiren bir kadının maaşını öğrense, diğeri de yeni işe giren ilköğretim mezunu bir kadının maaşını öğrense, verecekleri rapor normal olarak birbirinden oldukça değişik olur. İşçi hanım ile bakan olan kadının maaşı karşılaştırma edilmez.

Hanımla adam karşılaştırma edilerek, Hanım doğum yapıyor, adam yapmıyor, bu şekilde eşitlik olmaz denemez. Allahü teâlâ, hanımı, erkeği ayrı işler için yaratmıştır. Fiziki yapısı birbirine benzemez. Birbirine benzemeyen iki şey, birbiri ile kıyaslanamaz.

Bir adam kalkıp da, Madem kadın-erkek eşitliği var, niye bayanlar da bizim şeklinde yer altında, kömür ve maden ocaklarında çalışmıyor dememeli. Şu sebeple kadının bünyesi buna uygun değildir. Bazı ülkelerde, hanım bu şekilde zor işlerde çalıştırılıyorsa da, bu bir hak değil, zulümdür. Her insana, bünyesine uygun iş verilmelidir!

Cenab-ı Hak, hanımı da, erkeği de her işe elverişli olarak yaratmamıştır. Kadının boksör, güreşçi olmaması onun kıymetini düşürmez. Limonun ekşi olması limon için bir eksiklik değildir. Şu sebeple limon ekşiliği için alınır. Allahü teâlâ da hanımı ağır işlere elverişli olarak yaratmamıştır.

Hanım ile adam iki ayrı cinstir. Elma ile armut karşılaştırma edilmediği şeklinde, bunların da birbirine üstünlüğü söz mevzusu olmaz. Sadece vasıfları eşit olan iki şey içinde ölçme yapılır. Vasıfları değişik olan şeyler içinde ölçme olmaz. Örneğin vapur, tayyare ve otobüs binek vasıtası olması durumunda, birinin diğerine üstünlüğü söylenemez. Tayyare, denizde yüzemediği için vapurdan aşağı sayılmaz. Vapur, karada gitmediği için bisikletten aşağı olduğu söylenemez. Vapur başka bir vapurla, tayyare başka bir uçakla karşılaştırma edilebilir. İkisi de kara vasıtası olması durumunda, bir tankla bir taksi karşılaştırma edilemez. Tank taksi kadar süratli gitmediği için aşağı kabul edilemez. Her birinin görevi ayrıdır.

Boksta iki hanım, sadece bir adam kadar dövüşebilir dense, bu, hanıma hakaret olmaz. Cenab-ı Hak, hanımı akıl ve gövde yönünden adama nazaran değişik yaratmıştır. Akıllı hanım yarattığı şeklinde, deli adam de yaratmıştır. Hanımefendilerin da, adamların de akılları aynı değildir. Biri kalkıp da, Ya Rabbi insanların aklını niçin eşit yaratmadın diyemez. Yaratıcı sorguya çekilemez.

Birçok bakımdan hanımla adam, karşılaştırma edilemez, ikisi de her yönden eşit olmalı denemez. İki adam de her yönden eşit değildir. İki hanım da böyledir. Üstünlük, Tanrı indindeki kıymete göredir. Müslüman fukara bir zenci, gayrimüslim kraldan karşılaştırma edilemeyecek kadar üstündür.

Dinimizin, zenginlerin ve bayanların çoğunun Cehenneme gideceğini bildirmesi, zengine ve hanıma hakaret değildir. Zenginlerin ekserisi, parasını yararlı işlerde kullanmadığı, zararı dokunan işlerde kullandığı, israf etmiş olduğu için, onları ikâz etmek maksadı ile, (şunları yapmazsanız, Cehenneme gidersiniz) buyurulmuştur.

Keza bayanlar da, erkeklere nispetle daha çok etki altında kalmış olarak daha çok günah işlediği için, (günah işlemeyin, Cehenneme gidersiniz) diye ikâz ediliyor. İyi hanımefendileri ve servetini iyi yolda harcayanları da Cenab-ı Hak övüyor. Malı hayırlı şey olarak bildiriyor, saliha hanımefendileri da övüyor. Kâfir adamların Cehenneme gideceğini bildirirken, Müslüman bayanların Cennete gideceğini haber veriyor.

Şu halde, İslamiyet hanıma fazla kıymet vermiyor demek, din düşmanlığından başka şey değildir.

Tanrı’a isyan eden hanım yada adamın Cehenneme gitmesi düzgüsel değil midir? Devleti yıkmaya çalışan anarşist bayanlar hapse atılmış olduğu için, devlete, hanım düşmanı denebilir mi?

Dinimiz hanıma oldukça kıymet vermiş, adama de oldukça mesuliyet yüklemiştir. Hanım, evde ve dışarıda çalışmak zorunda değildir. Evli ise kocası, evli değilse babası, hanıma lüzumlu şeyleri getirmeye mecburdur. (Hidâye, R. Nasıhin)

Hanıma niye hitap yok?
Sual:
Ben ateist ve feminist bir kadın değilim. Hikmetini bilmesem de İslamiyet’in emirlerine inanırım. Sadece hem feministlere yanıt verebilmek için, hem de merakımın gitmesi için bazı sorularım var. Niçin Kur’anda, hadiste ve İslam âlimlerinin yazılarında genel anlamda hitap erkeğedir, hanıma hitap yok. Hanım insan değil midir? Bir de âyet ve hadislerde adama hanımdan ilkin hitap ediliyor. Örneğin şu âyetlerde hitap hep erkeğedir:
(Erkekler, bayanlar üstüne yönetici ve hâkimdir [evin reisidir.] Ey inanç edenler, hicret ederek gelen mümin hanımefendileri sınav edin. Eğer imanlı iseler, kâfirlere geri göndermeyin. Şu sebeple mümin kadının kâfirle evlenmesi helâl değildir.) [Mümtehine 10]
(İman etmedikçe, müşrik
[ateist] hanımlarla evlenmeyin. Kadınlarınızı da, inanç edinceye kadar müşrik erkeklerle evlendirmeyin!) [Bekara 221]
(Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı.)
[Bekara187](Kitap ehli [Yahudi ve Hristiyan] hanımlarla evlenmeniz helaldir.) [Maide 5]
(Naşize bayanlara nasihat verin, yataklarına girmeyin.)
[Nisa 34] Hanım naşize olur da adam naşiz olmaz mı? Ne diye, Tanrı, adamın hanıma nasihat verip onu terbiye etmesini emrediyor?
[Naşiz: Eşine zulmeden adam. Naşize: Kocasının yatağına gelmeyen ve ondan izinsiz evi terk edip giden hanım.]
CEVAP
Âyet ve hadisten din öğrenilmez. Din öğreniyorum derken, yanlış anlayıp dinden çıkılabilir. İlk yazdığınız âyetin başlangıcında bildirildiği şeklinde, Tanrı, erkeği âmir olarak yaratmıştır. Köpek ve yılan olarak da yaratabilirdi. Tanrı’ın emrine razı olmak gerekir. Bir fabrikada, çeşitli kısımların müdürleri yada âmirleri olur. Patron, her işçiye teker teker şunu yapacaksınız demez. İdarecilere söyler. İşlerden idarecileri görevli meblağ. İşte Allahü teâlâ da, evin reisine emrediyor, onu görevli tutuyor. Adamların işledikleri günahlardan hanımı görevli tutmuyor, fakat bayanların işledikleri günahlardan erkekleri görevli tutuyor. Her nimet bir külfet karşılığıdır. Sorumlunun, idarecilik görevini yapması da normaldir.

Maide suresinin 38. âyetinde, (Hırsızlık eden adam ve hanım) ifadesi geçiyor. Ilkin adamın bildirilmesi onun Tanrı katında yüksek bulunduğunu göstermez. Kim bilir hırsızlık daha oldukça erkekler tarafınca yapıldığı için ilkin söylendi. Nur suresinin 2. âyetinde, (Zina eden hanım ve adam) ifadesi geçiyor. Burada bir ihtimal kadının görevi daha oldukça olduğundan, hanım erkekten ilkin bildirildi. Ilkin hitap edilmesi onun üstün yada aşağı bulunduğunu göstermez. Bir âyet meali de şu şekilde:
(Adam yada hanım, mümin olarak iyi işler meydana getiren, cennete girer.) [Nisa 124]Bu âyet de, adamın hanımdan üstün bulunduğunu bildirmiyor. Üstünlük mümin olarak iyi iş yapmaktır.

Adam olsun, hanım olsun, kâfirin iyi iş yapmasının kıymeti yoktur. Allahü teâlâ hanımı adama emanet edip, emanete riayet etmesini de emretti. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Eşinizi üzmeyin. O, Allahü teâlânın size emanetidir.) [Müslim]

(En üstün mümin, hanımına, en iyi, en lütufkâr davranan güzel ahlaklı kimsedir.) [Tirmizi]

(Hanımının haklarını ifa etmeyenin; namazları, oruçları kabul olmaz.) [Mürşid-ün-nisa]

(Hanımını döven, Tanrı’a ve Resûlüne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum.) [R.Nasıhin]

Daha azca sevab mı?
Sual:
Biz hayzdan dolayı orucu kaza edince ramazan sevabı alamıyoruz. Namazı ise asla kaza etmiyoruz. Erkeklerden daha mı azca sevab kazanmış oluyoruz?
CEVAP
Hayır. Bayanlar da, kendi aralarında eşit sevab almaz, erkekler de eşit sevab almaz. Aynı ibadeti meydana getiren yada aynı günahı işleyen kişiler hep aynı sevabı almaz yada hep aynı cezayı görmez. Peygamber efendimiz yemin ederek buyuruyor ki:
(Bir kimse, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, Eshabımdan birinin bir avuç arpası kadar sevap alamaz) [Buhari]

Eshab-ı kiramın hepsi de eşit sevap almaz. Bu inanç ve ihlâslarının kuvvetine göre farklılık gösterir.

İyi eş mutluluktur
Sual: Dinde uğursuzluk yoksa, (Hanım, at ve ev uğursuzdur) hadisi uydurma değil mi?
CEVAP
İslamiyet’te uğursuzluk yoktur. O hadis-i şerifin aslı da şöyledir:
(Bir şeyde uğursuzluk olsaydı, atta, hanımda yada evde olurdu.) [Buhari, Müslim, Muvatta, İmam-ı Ahmed, Ebu Davud]

Görüldüğü şeklinde, uğursuzluk var denmiyor, olsaydı deniyor. Atın da, evin de, hanım yada adamın de iyisi makbul, kötüsü de normal olarak kötüdür. Aşağıdaki iki hadis-i şerif de, yukarıdaki hadis-i şerifin açıklaması mahiyetindedir:
(Evin, hanımın ve atın fena olması, talihsizliktir. Dar olan ve komşuları fena olan ev kötüdür. Bindirmeyen at kötüdür. Huysuz hanım kötüdür.) [Taberani]

(Saliha bir hanım, iyi bir binek, geniş ve rahat ev mutluluğa sebeptir. Huysuz hanım, fena binek, dar ve sıkıntılı ev de bedbahtlığa sebeptir.) [Ebu Davud]

Başsız cemiyet olmaz
Sual:
Kur’anda niçin (Kadınlarınıza açıklayın!) diye erkeklere hitap ediliyor? Niye (Kocalarınıza açıklayın de, şu şekilde yapsın) denmiyor? Niye hanım adam eşitliği yoktur?
CEVAP
Tüm dünyada âmir işyar ilişkisi vardır. Patron, müdür ve işçi statüsü vardır.

Bir patron işçilere yönerge vermez, müdüre söyler, müdür de onlara talimatı verir.

Millî Eğitim Bakanı, bir okulun öğrencilerine yönerge vermez, hitap etmez, Millî Eğitim Müdürlüklerine yönerge gönderir, o da okul müdürlerine gönderir. Okul müdürü de öğretmenlere ve öğrencilere hitap eden emirler verir.

Genelkurmay Başkanı bir bölüğün askerlerine hitap etmez. Tüm işler, silsile-i meratip [emir komuta zinciri] denilen yolla hâlledilir. Kuvvet komutanlıklarına bildirir, onlar ordularına bildirir, ordu komutanı sırasıyla, alay, tabur ve bölük komutanına, derken çavuşa, onbaşıya kadar iner. Erler, komutanlarına buyruk veremez.

Bu şekilde eğer olmazsa düzen bozulur. Hepimiz görevini bilmelidir. Âmirle işyar, astla üst, komutanla er aynı statüde olmaz. Hepsi birbirine eşit olmaz.

İşçiler çalışmazsa ustabaşı görevli olur. İşçi ustabaşına buyruk veremez.

Âmirsiz, memursuz, fertleri eşit olan bir cemiyet olmaz, düzensizlik olur. Dinimizde de adam kadının âmiridir, evin reisi adamdır. Hitap adama olur. Hanım, işyar sınıfından olduğundan hitap âmire veriliyor. (Memuruna söyle, şu şekilde yapsın!) deniyor. İkisi eşit olursa, seviye bozulur. Âmirsiz memursuz, astsız üstsüz, işçisiz patronsuz bir cemiyet olmaz. İyiyi kötüyü, kabiliyetliyi, kabiliyetsizi, âlimi cahili eşit olmaya zorlamak, o toplumu bozmak olur. Komünizmde, güya hepimiz eşitse de, gene onları yöneten idarecileri vardır. Başsız cemiyet olmaz. Aynı yetkiye haiz iki baş, iki âmir, iki komutan olmaz. İki ilah da olmaz. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Tanrı’tan başka bir ilah olsaydı, kâinattaki düzen bozulur, karmakarışık olurdu.) [Enbiya 22]

İslamiyet’in hanıma verdiği kıymet
Sual: Ateistler, (İslamiyet, bayanlara kıymet vermediği için onların güzelliğini örtmeye çalışıyorlar. Hanımefendilere süslü, ziynetli elbise giydirmiyorlar) diyorlar. Kapanmaları ve fena bakışlardan uzak tutulmaları, bayanlara verilen değerden dolayı değil midir?
CEVAP
Normal olarak, hanıma verilen değerden dolayıdır. Müslümana, Allahü teâlânın emaneti olduğundan, hanım oldukça değerlidir. Kıymetli olunca, onu bir gömü şeklinde saklamak, fena gözlerden uzak tutmak gerekir. Kıymetli şey, gelişigüzel yere, ortaya atılmaz. Kıymetli mücevher yedi kat bohça içinde saklanır. Kimsenin kıymet vermediği kullanılmış, eskimiş fena şeyler de çöplüğe atılır.

Oldukça şahıs, toplu nakit parasını çantaya değil, dikkati çekmemesi için bir poşete, çuvala yada aynı bir şeye koyarak götürür. (Birini öldürmek için verilen zehir, teneke kupa içine konarak takdim edilmez) buyuruluyor. Onu en iyi ambalajla, en iyi gıdaların içine katarak verirler.

İşte Müslüman hanım, oldukça kıymetli olduğundan sokakta süslenmemeli, aksine sokağa eski elbiseleriyle çıkmalıdır.

Hazret-i Ömer, (Hanımefendiler kıymetli elbiselerle süslenmezse, eski elbiselerle sokağa çıkmak istemezler) buyuruyor. (İhya)

Gene Hazret-i Ömer, (Bir kadının dışarıda görülecek bir ihtiyacı var ise, en eski elbisesini giyinip, hiç kimseye görünmeden gidip gelebilir) buyuruyor. (Kurtubî)

Hanım, yakın bir akrabasına giderken, en eski elbisesiyle sokağa çıkmalıdır. (Şir’a)

Hazret-i Fatma-üz-Zehra, dışarı çıkmak zorunda kalınca, en eski elbisesini giyer, görenler yaşlı, beli bükülmüş bir bayan, nine sansınlar diye sırtına bir şey koyarak belini kamburlaştırırdı. Hitabı muntazam olmasın diye ağzına da çakıl taşı koyardı. En tenha yerlerden işini görüp gelirdi. (Tabakat-us-Sahabe)

Adamların bile, mühim görevlerde bulunanları hariç, eski ve gösterişsiz elbise giymeleri iyi olur. Bir hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, elbiseye ehemmiyet vermeyeni, eski, yamalı giyeni sever) buyuruluyor. (Deylemî)

Cemal için temiz, güzel giyinmek mubahtır. Kibir, gösteriş için giyinmek haram olur. (Bahr-ür-raık)

Dinimizde zina ve zinaya götürecek hâl ve hareketler yasaklanmıştır. Hanım, süslerini yabancılara gösteremez. Örtülü olarak takınabilir. Sadece kapalı olarak da ayaklara takılan halhal şeklinde ses çıkaran takıları, şıngırdatıp da sesini duyurmak caiz olmaz. Bir âyet meali:
(Gizledikleri [örtülü] ziynetleri bilinsin diye, ayaklarını [yere, birbirine] vurmasınlar.) [Nur 31] Dikkat edilirse, (Ayaktaki örtülü ziynet) tâbiri geçiyor. Kısaca ziynetlerin gizlenmesi gerekiyor. Koldaki bilezikleri ve eldeki yüzükleri de göstermemek gerekir. Kolye, kına, sürme şeklinde öteki ziynetlerini de göstermemek gerekir. Âyetin başlangıcında buna da işaret edilmektedir.

Tesettürle ilgili bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Mümin bayanlara söyle, gözlerini [yabancı erkeklere bakmaktan] sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, [el, yüz gibi] görünen kısmı hariç, [kolye, küpe, bilezik, kına, sürme gibi] ziynetlerini [ve ziynet taktıkları baş, kulak, kol ve ayaklarını] göstermesinler, başörtülerini yakalarına kadar [indirerek saç, kulak ve gerdanlarını] örtsünler!) [Nur 31] (Celaleyn, Medarik)

Kur’an-ı kerimde mealen, (Fuhşun açığına da, gizlisine de yaklaşmayın) buyuruluyor. (Enam 151) Buradaki (Yaklaşmayın) demek, (Zinaya götürecek sebeplerden, hareket ve işlerden sakının, yabancı hanımefendileri düşünmeyin, onlarla konuşmayın, onların seslerini dinlemeyin, onlara bakmayın!) anlamına gelir. Yabancı bayanlara bakmak gözü zayıflatır, kalbi karartır. Peygamber efendimiz, göz zinası hakkında buyuruyor ki:
(Yabancı hanıma şehvetle bakmak göz zinasıdır, onu tutmak el zinasıdır, ona gitmek ise ayakların zinasıdır.) [Rıyâd-un-nâsihîn]

(Gözün zinası harama bakmak, dilin zinası fuhuş konuşmaktır.) [Buhârî]

(Bir karı koku sürünüp dışarı çıkar ve kokusunu duyabilecek bir topluluğun yanından geçerse, ona bakana da, kendisine de göz zinası günahını yüklenir.) [Nesaî]

(Hanıma, şehvetle bakanın gözlerine erimiş kurşun dökülüp Cehenneme atılır.) [M. Enhür]

Erkeği de, hanımı da zinadan korumak için bu şekilde tedbirler alınmıştır. Kadının örtünmesi, sokağa çıkarken eski elbise giymesi, onu kötülüklerden korumak içindir.

Bayanları sokağa çıkarmak için
Sual: Feministlere yaranmaya çalışan bazı kişiler, hanım adam eşitliğini savunuyorlar. (Tanrı’ın hanım kullarını Tanrı’ın mescitlerinden alıkoymayın) hadisini söyleyerek, hanımefendileri camiye, cuma ve bayram namazlarına getirmeye çalışıyorlar. (Hanım, ayakkabıların olduğu yerde değil, cemaatte adamların içinde olmalıdır) diyorlar. Bayanları niye adamların arasına sokmaya çalışıyorlar?
CEVAP
Camiye gitmek ayrı, camide erkeklerle birlikte namaz kılmak ayrıdır. İkisini karıştırmamak gerekir. Bunların maksatları bellidir. Resmi bölgelere tesettürle sokmayıp, camiye, adamların arasına sokmaya çalışmalarının eşitlikle bir ilgisi yoktur. Maksat, dînî emirleri sulandırıp Müslüman hanımlarla erkekleri bozmaktır. (Hanım, erkekle eşitse, erkeklerle aynı safta olmalıdır) demeleri de yanlıştır. Dinimizde hanım, her yönden erkekle eşit değildir. Örneğin, adam, hanıma imam olabilir, fakat hanım, adama imam olması imkansız.

Kurt da, kuzu da bir hayvandır, fakat ateşle barut şeklinde ikisi bir arada bulunamaz.

Âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri en iyi anlayan Ehl-i sünnet âlimleridir. Bu âlimler, hadis-i şerifleri açıklamışlardır. Büyük fıkıh âlimi İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Kızların, genç ve yaşlı bayanların beş zaman namazla, cuma ve bayram namazları için camiye gitmeleri caiz değildir. Eskiden, yalnız oldukça yaşlı bayanların, akşam ve yatsı namazına gitmesine izin verilmişse de, şimdi [yani 2 asır önce bile] bunların da gitmesi caiz değildir. (Redd-ül-muhtar)

Meşhur fıkıh kitabı Hindiyye’de de buyuruluyor ki: Hanımefendilerin cemaate gelmeleri mekruhtur. Sadece, (Yaşlı bayanların, sabah, akşam ve yatsı namazına gelmeleri caizdir) diye fetva verilmişse de, zamanımızda fesadın meydana çıkmış olmasından dolayı, bayanların, artık tüm namazlara gelmeleri mekruhtur. Tebyin kitabında da bu şekilde bildirilmiştir. (Fetâvâ-i Hindiyye)

İmam-ı Gazâlî hazretleri de buyuruyor ki: Günümüzde yaşlanmış hanımlar hariç, öteki bayanların mescide gitmemesi, Eshab-ı kiram zamanında bile doğru sayılmış bir fetvadır. Nitekim Hazret-i Âişe validemiz buyuruyor ki: Eğer Resulullah, bugünkü durumu görseydi, camiye gitmek için bayanların evden çıkmalarına izin vermezdi. (İhya)

Şamil Ansiklopedisi’nde de deniyor ki: Hazret-i Âişe validemiz buyuruyor ki: Resulullah bayanların bu hâlini görseydi, tıpkı İsrailoğulları hanımlarını camiden men etmiş olduğu şeklinde, onları camiye göndermezdi. (Buhârî) [Şimdiki durumun, 14 asır önceki Âişe validemiz zamanındaki durumdan çok daha kötü olduğu meydandadır.]

Bazı kesimlerce oldukça saygınlık edilen Vehbe Zuhayli bile diyor ki: Hanefî ve Mâlikîlere nazaran, genç bayanların cuma ve bayram namazı yada öteki namazları kılmak için camiye gitmelerine müsaade edilemeyeceğinde âlimler ittifak etmişlerdir. Şu sebeple Ahzab sûresinin 33. âyetindeki, Allahü teâlânın, (Evlerinizde oturun!) emri, evden başka bir yere namaz için gitmeyi yasaklamaktadır. Bununla birlikte bayanların cuma ve bayram namazları ile cemaatle namaz kılmak için evden çıkmaları fitneye sebep olabilir. Fitne ise haramdır. Harama götürmüş olan şey de haramdır. (İslam Fıkhı Ans.)

Hanım camiye, cemaate niçin gider? Daha oldukça sevab almak için gider. Hâlbuki bayanların evde kıldıkları namaz, daha sevabdır. İki hadis-i şerif:
(Hanımefendilerin en hayırlı namazı, evlerinin en dip köşesinde kıldıkları namazdır.) [Taberanî]
(Hanımefendilerin, evinin en mahrem yerinde kıldığı namaz, salonda kıldığı namazdan efdaldir. Salonda kıldığı namaz ise, camide kıldığından efdaldir.)
[Ebu Davud, İ. Ahmed]

Şu hâlde bayanlar, daha oldukça sevab almak için, camide değil, evlerinde namazlarını kılmalıdır. Mezhepsizlerin, eşitlik perdesi altında hanımefendileri, sokağa atmaya ve adamların arasına sokmaya çalışmalarına saygınlık etmemelidir.

Hanım sokağa çıkınca
Sual: (Kadının yeri sokak değil, evidir)
sözünün, dinde yeri var mıdır?
CEVAP
Dinimizde hanım sultandır. Hiçbir iş hayata geçirmeye zorunlu değildir. Onun için sokağa çıkmaya ihtiyacı yoktur. Babası, kocası, oğlu yada yakın adam akrabaları ona bakmaya mecburdur. Kendi arzu etmedikçe de çalışmaz. Kimse onu çalışıp para kazanmaya zorlayamaz.

Dinimizde hanım avrettir. Anadolu’da avrat deniyor. Avret, bakılması, görülmesi caiz olmayan yer anlamına gelir. Kadının, zaruretsiz sokağa çıkması bu yönden de uygun değildir. Bir hadis-i şerif:
(Hanım avrettir. Dışarı çıkınca, şeytan onu ve ona bakanları yoldan çıkarmak için fırsat kollar.)
[Tirmizî]

O hâlde Şeytan’a destek olmamalı, hanım, namahrem kimselerin ve fena gözlerin bakışına maruz kalmamalıdır.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/04/dinimizde-kadinin-yeri-2/feed/ 0 5638
Dinimizde temizliğin önemi https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/03/dinimizde-temizligin-onemi/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/03/dinimizde-temizligin-onemi/#respond Wed, 03 Jul 2019 16:15:22 +0000 Dinimiz]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5637

Sual: Bir misyonerin, (İslam Peygamberinin, “Yemeğin içine düşen sineğin tek kanadı ıslansa, sineğin diğer kanadının da yemeğe batırıldıktan sonrasında yemeye devam edilmesi” şeklinde tavsiyesi vardır. Ek olarak İslam ülkelerine gidin, her yer pisliktir. Bunlar Müslümanlığın temizlikten uzak, pislik dini bulunduğunu göstermektedir) şeklindeki sözlerine ne dersiniz?
CEVAP
Misyonerin söylediği yanlıştır. Gayrimüslimlerin bir çok pistir. Bugün ABD’da, Avrupa’da hâlâ küvetteki aynı su ile yıkananlar, lavabodaki aynı su ile elini yüzünü yıkayanlar görülmektedir. Tuvaletlerdeki temizlik ve su durumlarını hepimiz bilir.

L’Eau Potable =
İçme Suyu adlı Fransızca eserde diyor ki:
(Fransızların dünyaya övündükleri Versay sarayında bir hamam yoktur. Orta çağda, Paris’te oturan bir Fransız, sabahleyin kalktığı süre, evinde bir wc olmadığı için, oturağa yapmış olduğu pislik ile içme suyu şişesini bununla beraber Seine = Sen nehrine götürür, o nehirden ilkin içmek için su alır, sonrasında pisliğini dereye dökerdi.)

Hakiki Müslüman, hem temiz olur, hem de, sağlığına fazlaca dikkat eder. Tarihte Müslümanlar temizliğe dikkat ettikleri halde, günümüzdeki Müslümanlar maalesef temizliğe gerektiği benzer biçimde riayet etmiyorlar. Kanuni Sultan Süleyman zamanında İstanbul’a gelen bir Alman rahibi, 1560’da yazdığı bir eserde şöyleki demektedir: (İstanbul’daki temizliğe fanatik oldum. Burada hepimiz günde beş kere yıkanır. Tüm dükkanlar tertemizdir. Sokaklarda pislik yoktur. Satıcıların elbiseleri üstünde küçük bir kir bile bulunmaz. Ek olarak ismine (hamam) dedikleri ve içinde sıcak su bulunan binalar vardır ki, buraya gelenler, tüm bedenlerini yıkarlar. Oysa bizde insanoğlu pistir, yıkanmasını bilmezler.)

Bugün, İslam ülkesi denilen yerlerde, inanç detayları bozulmuş olduğu benzer biçimde, temizliğe de tam riayet edilmemektedir. Fakat burada kabahat, dinimizde değil, dinimizin esasının temizlik bulunduğunu unutan kimselerdedir. (Bir insan körse, güneşin bunda suçu ne) sözü meşhurdur. Her Müslüman, dinini iyi öğrense ve buna riayet etmiş olsa, bu pislik derhal ortadan kalkar. O süre, başka milletler, Müslüman ülkeleri ziyaret ettiklerinde, tıpkı orta çağda olduğu benzer biçimde, Müslümanların temizliğine fanatik bırakılırlar.

Hristiyanlığın en revaçta olduğu orta çağda, büyük tıp âlimleri, yalnız Müslümanlardı ve Avrupalılar Endülüs’e tıp öğrenim etmeye gelirlerdi. Çiçek hastalığına karşı aşıyı bulanlar, Müslüman Türklerdir. Türklerden bunu öğrenen Jenner, sadece 1796’da bu aşıyı Avrupa’ya götürdü ve haksız olarak (Çiçek aşısını kabul eden kimse) unvanını aldı. Oysa, tam bir zulmet diyarı olan o zamanki Avrupa’da insanoğlu, hastalıktan kırılıyordu. Fransa kralı XV. Louis 1774’de çiçekten öldü. Avrupa uzun süre veba ve kolera salgınlarına uğradı.

Napolyon 1798’de Akka kalesini çevirilmiş olduğu süre, ordusunda veba zuhur etmiş ve hastalığa karşı çaresiz kalınca, Müslüman Türklerden yardım istemek mecburiyetinde bırakılmıştı: (Türkler, ricamızı kabul ederek hekimlerini yolladılar. Bunlar tertemiz giyinmiş, nur yüzlü kimselerdi. Ilkin yakarış ettiler ve sonrasında ellerini bolca su ve sabun ile iyice yıkadılar. Hastalarda zuhur eden hıyarcıkları neşterle yardılar. İçindeki sıvıyı akıttılar ve yaraları tertemiz yıkadılar. Sonrasında hastaları ayrı ayrı bölgelere koydular ve sağlamların mümkün olmasıyla birlikte onlara yaklaşmamasını tembih ettiler. Hastaların elbiselerini yaktılar ve onlara yeni elbiseler giydirdiler. Bizlerden hiçbir ücret almadan yanımızdan ayrıldılar.)

İslamiyet temizlik dinidir
Bugün tıp iki kısma ayrılıyor: 1- Hijyen, sağlığı korumak, 2- Therapeutique = terapötik, hastaları iyi etmektir. Bunlardan birincisi ilkin gelmektedir. İnsanları hastalıklardan korumak, sağlam kalmayı sağlamak, tıbbın birinci vazifesidir. Hasta insan, iyi edilse de, fazlaca kere, arızalı, çürük kalır. İşte İslamiyet, tıbbın birinci vazifesini, hijyeni güvence etmiştir.

Peygamber efendimiz, Rum imparatoru Heraklius ile mektuplaşırdı. Birbirlerine elçi gönderirlerdi. Bir kere, Heraklius birçok armağan göndermişti. Bu hediyelerden biri de, bir hekim idi. Hekim erişince, (Efendim! İmparator hazretleri beni, size hizmet için gönderdi. Hastalarınıza parasız bakacağım!) dedi. Resulullah efendimiz kabul buyurdu. Komut eyledi, bir ev verdiler. Her gün nefis yiyecek, içecek götürdüler. Günler, aylar geçti. Hiçbir Müslüman, doktora gelmedi. Hekim, utanıp gelmiş olarak, (Efendim! Buraya, size hizmet etmeye geldim. Bugüne dek, bir hasta gelmedi. Boş oturdum, yiyip içtim, rahat ettim. Artık gideyim) diye izin isteyince, Peygamber efendimiz, (Sen bilirsin. Eğer daha kalırsan, misafire hizmet etmek, ona ikram etmek, Müslümanların vazifesidir. Gidersen de uğurlar olsun. Yalnız şunu bil ki, burada senelerce kalsan, sana kimse gelmez. Bundan dolayı, Eshabım hasta olmaz! İslam dini, hasta olmamak yolunu göstermiştir. Eshabım temizliğe fazlaca dikkat eder. Acıkmadıkça bir şey yemez ve sofradan, doymadan ilkin kalkar) buyurdu.

Bunu söylemekle Müslüman asla hasta olmaz demek istemiyoruz. Fakat sıhhatine ve temizliğe itina eden bir Müslüman, sağlam kalır, kolay kolay hasta olmaz.

Zamanımızdaki bazı Müslümanların temizliğe riayet etmediklerini gösteren batılılar, bu suçu dinimize yüklüyorlar. Oysa İslamiyet’te temizliğin önemi büyüktür. (Temizlik imandandır) buyurulmuştur. Eshab-ı kiramdan sonrasında gelen ve tabiin adını alan Müslümanlardan bazıları Eshab-ı kirama, (Allahü teâlâ Kur’an-ı kerimde sizi fazlaca sevdiğini bildirip övmektedir. Bunun sebebi nedir?) dediklerinde, (Biz temizliğe de fazlaca dikkat ederdik) diye yanıt verdiler. Müslümanlar, camilere, evlere ayakkabı ile girmez. Yere serili döşemeler tozsuz, temiz olur. Her Müslümanın evinde banyo bulunur. Vücutları, elbiseleri, çamaşırları, yiyecekleri hep temiz olur. Temiz olunca da mikrop ve hastalık bulunmaz. Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimin çeşitli yerlerinde, (Tanrı tevbe edenleri ve temiz olanları sever) buyuruyor. (Bekara 222)

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Müslümanlık temizlik dinidir. Temiz olun! Cennete sadece temiz olan girer.) [Deylemi]

(Mümin kirli olmaz.) [Buhari]

(Her şeyi iyi paklayın! Temizlik imana, inanç da Cennete götürür.) [Taberani]
(Temizlik imanın yarısıdır.)
[Müslim]

(Namazın anahtarı temizliktir.) [Tirmizi]
(Ağzınızı paklayın, ağzınız Kur’an-ı kerim yoludur.)
[Ebu Nuaym]
(Cuma günü yıkanın, misvak kullanın ve güzel koku sürünün.)
[Buhari]

(Yemekten ilkin ve sonrasında el yıkamak, zenginliğe neden olur, fakirliği giderir.) [Ebuşşeyh]
(Evinin hayrını isteyen, yemekten ilkin ve sonrasında, elini ve ağzını yıkasın!)
[İbni Ebi Şeybe]
(Ağzınızı paklayın! Kiramen katibin melekleri için, ağızdaki yiyecek artıklarının kokusundan daha fena bir şey yoktur.)
[Deylemi]

(Sarmısak yiyen, kokusu gitmeden mescidimize yaklaşmasın, insanoğlunun rahatsız olduğu şeylerden melekler de rahatsız olur.)
[Taberani]
(Gece namaz kılmak için kalkan kimse, ağzını misvakla temizlesin! Bundan dolayı bir melek namazda Kur’an okuyanın ağzına yaklaşarak dinler.)
[Deylemi]

(Elbiselerinizi sudan geçirin, fazla kıllarınızı paklayın, dişlerinizi misvakla paklayın, temiz, güzel giyinin! Nezafet sahibi olun!) [İbni Asakir]
(Tırnaklarınızı kesip gömün! Ağzınızdaki yiyecek kırıntılarını paklayın ve misvak kullanın! Yanıma, dişleri sarı, ağzı kokar vaziyette gelmeyin!)
[Taberani]
(Kap kacak yıkamak, evi temiz tutmak, zenginliğe sebep olur.)
[Hatib]

Peygamber efendimiz, yanına gelen birine, (Tırnakların kuş tırnağı benzer biçimde uzamış, içi pislik doludur) buyurarak, temiz olmasını emretmiştir. (Taberani)

Dinimizde temizlikle ilgili bu kadar hadis-i şerif varken sinekle ilgili hadis-i şerifi öne sürmek, art niyeti, hainliği göstermektedir. (Sinek bir kaba konarsa, onu tamamen kabın içine batırsın ve sonrasında çıkarıp atsın) hadis-i şerifi, sineğin mikrop taşıyıcı olduğuna dikkat çekmekte ve sineğin bir kanadında şifa, öteki kanadında ise hastalık bulunduğunu bildirmektedir. Bu da Peygamber efendimizin bir mucizesidir. O zamanda sinekte bu şekilde bir özelliğin bulunduğunu kim biliyordu ki?

Sineğin bir yanında mikrop, öteki yanında ise, o mikrobu sterilize edecek, panzehir görevini meydana getiren bir ilaç taşımış olduğu günümüz tıp araştırmalarının ortaya koyduğu bir gerçektir. Bu meseleyi inceleyen fen adamları, “Sineğin sırtına bastığımız süre mikroskopla gördük ki, bir kısım mikro varlıklar sağa sola koşuyorlar. Bunların sterilize edici elemanlar olduklarını anladık” diyorlar.

Zamanı Gerçekler
1500’lerde İngiltere’de insanların bir çok Haziran’da evlenirlerdi. Bundan dolayı senelik banyolarını Mayıs ayında yaparlar, Haziran’da daha fazlaca fena kokmazlardı. Fakat gene de kokmaya başladıkları için gelinler kirli kokuyu bastırmak için ellerinde bir buket çiçek taşırdı.

Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonrasında oğulları ve öteki erkekler, sonrasında bayanlar, sonrasında çocuklar ve son olarak olarak da bebekler aynı suda yıkanırdı. Bu esnada su o denli kirli hâle gelirdi ki içinde bir şeyler yitirmek mümkündü. İngilizce’deki Banyo suyuyla beraber bebeği de atmayın = Don’t throw the baby out with the bath water deyimi buradan gelmektedir.

Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılır, kamışların altında tahta bulunmazdı. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğundan tüm kediler, köpekler ve öteki ufak hayvanlar fareler, böcekler çatıda yaşardı. Yağmur yağdığı süre çatı kayganlaşır ve kimi zaman hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşerdi. İngilizce’deki Kedi-köpek yağıyor = it’s raining cats and dogs deyimi buradan gelmektedir.

Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin yatakların içine düşmesi büyük bir sorun idi. Çevresinde yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar bunu için yapılırdı.

Zeminler topraktı. Yalnız zenginlerin zemini toprak değildi. Toprak kadar fukara = dirt poor tabiri buradan çıkmıştır. Zenginlerin zeminleri genel anlamda ahşaptandı. Bunlar kışın ıslanınca kayganlaşırdı. Bunu önlemek için, kış boyu yere saman = thresh serilirdi. Bir süre gelirdi ki kapı açılınca saman dışarıya taşardı. Buna engel olmak suretiyle kapının altına bir tahta parçası konurdu ki bunun adı thresh hold = Saman tutan = eşik idi.

Yiyecek devamlı ateşin üstüne asılı duran büyük bir kazanın içinde pişirilirdi. Her gün ateş yakılır, kazana bir şeyler ilave edilirdi. Bir çok süre sebze yenir, et pek bulunmazdı. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılır, gece süresince soğuyan yiyecek ertesi gün yeniden ısıtılarak yenirdi. Kimi zaman bu yahni fazlaca uzun süre kazanda kalırdı. Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük = peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old tekerlemesi buradan gelir.

Kimi zaman domuz eti bulunca fazlaca sevinirlerdi. Eve gelen ziyaretçiler domuz etlerini asarak gösteriş yaparlardı. Evde domuz eti bulunması zenginlik alametiydi. Bu etten ufak bir parça keserek misafirlerle paylaşılırdı. Buna yağ çiğnemek = chew the fat adı verilirdi.

Parası olanlar kalaylı kurşun tabaklar alabilirdi. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep olur, böylece besin zehirlenmesine ve ölüme yol açardı. Domatesler buna sebep olduğundan bundan sonraki ortalama 400 yıl süresince domateslerin zehirli olduğu sanılırdı.

Fazlaca kimse ise tahta tabak kullanılırdı. Bayat ekmekten tabaklar da vardı. Ekmekler o denli bayat ve sertti ki uzun süre kullanılabilirdi. Bunlar hiçbir süre yıkanmadığı için içinde kurtlar ve küfler oluşurdu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yiyecek yiyenlerin ağızlarında tabak ağzı = trench mouth denen hastalık ortaya çıkardı.

Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılırdı. Bu bileşim kimi zaman birkaç gün baygın vaziyette tutabilirdi. Bazıları bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yaparlardı. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üzerine yatırılır, orada yiyecek yenir, bunların uyanıp uyanmayacağına bakılırdı. Buna uyanma nöbeti denirdi.

İngiltere’de ölüleri gömecek yer bulmak zordu. Bunun için mezarları kazıp, kemikler bir kemik evi’ne götürülür ve gömüt tekrardan kullanılırdı. Mezarlar açıldığında her 25 ölünün birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görülmüştü. Böylece bazı insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıkmıştı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi mezardan dışarıya taşıyarak bir çana bağlamışlardı. Bir şahıs tüm gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti = graveyard shift denirdi. Bazıları zil yardımıyla kurtulur saved by the bell, bazıları da ölü zilci = dead ringer olurdu.

Batılı Seyyahlara bakılırsa Osmanlı temizliği ve kanaatkârlığı

“Türkler fazlaca yaşarlar ve azca hasta olurlar .Bizim memleketlerdeki böbrek hastalıkları ve daha bir sürü tehlikeli hastalıkların asla birini bilmezler. O şekilde zannediyorum ki, Türklerin bu muhteşem sıhhatlerinin başlıca sebeplerinden biri de sık sık hamama gitmeleri ve yiyip içmedeki itidalleridir. Bundan dolayı azca yiyecek bölgeler, Hristiyanlar benzer biçimde karma karışık şeyler yemezler, umumiyet itibariyle içki âlemleri yapmazlar ve daima idman yaparlar.” (M. de Thevenot-Relation d’un voyage fait an Levant-1665, Paris.) Sayfa 148

”Yiyeceklerden ilkin ve yemekten sonrasında ellerini yıkamak Türkler içinde o denli umumi bir âdet hükmünü almıştır ki, insanların el yıkamalarına vesile olmak suretiyle Tanrı’ın gıdaları yaratmış olduğundan adeta bir darb-ı mesel şeklinde bahsederIer.” (Ricaut-Histofre de I’etat present de l’Empire ottoman (6701 Paris.)

“Mutfakları fazlaca temizdir, mutfak takımları da güzellik ve parlaklık itibariyle eşsizdir; gerek sofra takımları, gerek yiyecekleri azami nispette tertemizdir.”

”Türkiye’de sofradan kalkılır kalkılmaz kesinlikle ellerle ağızlar yıkanır. Önünüze sıcak suyla sabun getirilir, büyüklerin konaklarında ya güI suyu veyahut güzel kokulu başka bir su da ikram edilir. Bunlarla da mendilinizin bir ucunu ıslatırsınız.” (J.B Tavernier-Nouvelle relation de I’interiur du serrail du Grand-Seigneur-1678. Amsterdam)

“Türkler, Avrupa’da ekseriyetle rastlantı edilmiş olduğu benzer biçimde insanların yiyecek yedikleri veyahut yıkanıp temizlendikten sonrasında yeniden yiyecekleri kaplarda köpeklerin de yiyecek yemesine müsaade etmezler. Frenklerin bu hali sık sık tecviz etmelerinden dolayı onlardan (Köpekler!) diye bahsederler. Bundan dolayı Avrupa’da fazlaca kere sofraya köpeklerin de kullanmış oldukları kaplarla yiyecek getirilir.”

“Ev iaşesine erişince, senede bir ölçek pirinçle bir kaç çömlek erimiş yağ ve bir kaç türlü kuru yemiş kalabalıkça bir ailenin belli başlı erzakıdır. Tüm Şarklıların gürbüz ve güçlü insanoğlu olmasının bence yegane sebebi işte bu kanaatkârlıklarıdır .”

”Türkler umumiyet itibariyle boylu boslu, güzel yapılı adamlardır. Hristiyan Avrupa’nın tek bir şehrinde bile tüm Osmanlı imparatorluğundan daha fazlaca sakat ve biçimsiz adama rastlantı edilir. Fazla olarak Türkler güçlü-kuvvetli oldukları için pek fazlaca yaşarlar. Herhalde bunun en doğal sebebi oldukça sıhhi ve iyi gıdalar kullanmalarında ve mideyi bozmak suretiyle ciğerlere, kalbe ve dimağa çoğu kez zarar veren leziz yiyeceklere ehemmiyet vermemelerinde aranmalıdır. İşte bundan dolayı Türkler nadiren hasta olurlar. Bizlerin daima tutulduğumuz taş, kum, damla vesaire benzer biçimde hastalıklar onlarda derhal asla görülmez. Bu sıhhi vaziyetlerini bir taraftan yiyip içmedeki kanaatkârlıklarına, bir taraftan da israfa kaçmamak şartıyla hamamda yıkanıp temizlenme âdetlerine borçludurlar. Bayanları da aynı vaziyettedir. Boylarıyla yürüyüşlerinin ihtişamı erkeklerinkinden aşağı değildir. Uzun fistanlarının da bu ihtişamda büyük bir tesiri vardır.” (Comielle Le Bruyn -Voyages de Cornielle Le Bruyn par Ia Moscovie, en Perse et aux indes orientales., 1332, La Haye.)

“Eski Türk yemeğindeki temizlikle kanaatkârlık şöyleki anlatılır:
“Şimdi Türk milletinden umumi surette bahsedelim. Bu millet yiyecek hususunda fazlaca kanaatkârdır, yiyeceklerinin sıhhi ve mugaddi olmasıyla iktifa eder, azca yiyecek yer, her şeyden yediği hiçbir gün yoktur. Macaristan’da Türklerin imparatora geri vermek mecburiyetinde kaldıkları bir fazlaca kalelerin uzun süre aç kaldıktan sonrasında teslim olmaları fıtri kanaatkârlıklarının bir delilidir. Miktarı azca olan günlük yiyeceklerini bir kaç öğünde yedikleri için, hiçbir süre mideleri fazlaca dolu olmadığı benzer biçimde büsbütün boş da kalmaz. Sindirim fiilinin bu suretle muntazam bir etkinlik takip ettiğinden güvenilir olduğum için, ben bu usulün bir fazlaca sıhhi olduğuna kaniim. İstanbul Türkleri yiyecek saatlerini o denli geniş bir şehirde o denli büyük bir sarayda geçirilen etkin hayata uygun ve akılane bir halde tanzim etmişlerdir. Türkler sabah namazını şafak sökerken kılmakla yükümlü oldukları için, erken kalkmak mecburiyetindedirler. Bu namazı kıldıktan sonrasında pek hafifçe bir kahvaltı ederler. Öğleyin bir kaç yemiş bölgeler. İtalyan saatiyle 21 de (Doğrusu ikindi vakti) hafifçe bir yemekle iktifa ederler ve gecenin bir buçuğundan (doğrusu saat sekiz buçuktan) evvel de rahat rahat akşam yiyeceklerini bölgeler. Yiyecek saatlerini işte bu şekilde tanzim etmişlerdir. Bundan dolayı öteki saatlerini ibadete ve tecim sahasıyla Babı-ı Ali’de ve öteki dairelerdeki meslek işlerine hasrederler.” (Comte de Marsigli-L’etat militaire de l’Empire ottoman, ses progres et sa decadence, ,1732, La Haye.)

”…Bu harem dairesinin içi kadar temiz bir yer tasarım edilemez, döşeme tahtalarıyla dehlizler sık ve sağlam hasırlarla kaplıdır. Bunların örülmüş olduğu samanların ya da sazların rengi nefes bir sarıdır. Odalarda çepe çevre dizilmiş minderlerden başka mefruşat yoktur, perdeler benzer biçimde bu minderler de beyaz pamuk bezinden yapılmıştır. Ne adamların, ne hanımefendilerin dışarıda giyindikleri pabuçlarıyla hiçbir süre ev içlerine girmemeleri Türkler içinde âdet olduğundan, döşeme tahtalarında hiçbir süre kir görülemez.” (Ledy Craven -Voyage de Milady Craven a Constaninople, par ia Crimee en 1786 -1789, Paris.)

“… Yüzler, eller, ayaklar, tertemiz, yamalı giyim pek azca ve hele kirlisi derhal asla yok, tüm ictimai sınıflar içinde umumi ve mütekabil bir saygı ve riayet manzarası göze çarpıyor.” (Edmondo de Amicis -Constantinople -1883, Paris.)

Not: İsmail Hami Danişmend’in, “Garb Menbalarına bakılırsa ESKİ TÜRK SECİYYE ve AHLAKI” adlı kitabından alınmıştır.

Tırnak yiyecek
Sual:
Hazret-i Ali, (Dişiyle tırnak uçlarını ısırıp koparmak ahmaklıktır) buyuruyor. Peygamber efendimiz de, (Allahü teâlânın dert vermek istediği kul, tırnağını ısırmayı âdet eder) buyurdu. Tırnağımda pürüzler oluyor. Dişimle koparıp atıyorum. Bu durumdan iyi mi kurtulabilirim?
CEVAP
Bunun için psikiyatriste gitmek gerekir. Ergonomik olarak şöyleki yapılabilir: Pürüz görülen bölgeler tırnak törpüsüyle törpülenirse ısırma ihtiyacı duyulmaz.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/03/dinimizde-temizligin-onemi/feed/ 0 5637
Dinimizde ilmin ve âlimin yeri https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/01/dinimizde-ilmin-ve-alimin-yeri/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/01/dinimizde-ilmin-ve-alimin-yeri/#respond Mon, 01 Jul 2019 09:04:53 +0000 Dinimiz]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5626 https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/01/dinimizde-ilmin-ve-alimin-yeri/feed/ 0 5626 Dinimizde ilim ve ilmin önemi https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/25/dinimizde-ilim-ve-ilmin-onemi/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/25/dinimizde-ilim-ve-ilmin-onemi/#respond Sat, 25 May 2019 19:13:57 +0000 Dinimiz>Dinimizde ilmin ve âlimin yeri]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5451

Sual: İlim öğrenmenin fazileti nedir?
CEVAP
İlim öğrenmenin fazileti çoktur. Kur’an-ı kerimde meâlen, (Bilmiyorsanız, zikir ehline [ilim ehline, âlimlere] mesele) buyuruldu. (Enbiya 7)

Âyet-i kerimedeki zikir, ilim anlama gelir. Bu âyet-i kerime, bilmeyenlerin, âlimleri bulup onlardan sorup, öğrenmelerini emretmektedir. (Hadika)

Üç ayet-i kerime meali de şöyledir:
(Tanrı inanç edenleri yüceltir; kendilerine ilim verilmiş müminleri ise, [cennette] kat kat derecelerle yükseltir.) [Mücadele 11]

(De ki, asla bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bilen normal olarak kıymetlidir.) [Zümer 9]

(Kulları içinde Allahü teâlâdan en fazlaca korkan âlimlerdir.) [Fatır 28]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(İlim öğrenmek, kadın-erkek her müslümana farzdır.) [Beyheki]

(Beşikten mezara kadar ilim öğrenmeye çalışınız!) [Şir’a]

(Allahü teâlâ, İbrahim aleyhisselama “Ben ilim sahibiyim, ilim sahiplerini severim” buyurdu.) [İbni Abdilber]

(İlim, İslam’ın yaşamı, imanın direğidir.) [Ebuşşeyh]

(Asla kimse, cehaletle aziz, ilim ile de zelil olmaz.) [Askeri]

(Boş vaktini ilme harcayan kurtulur.) [İ. Maverdi]

(Salih âlimlerden olun, eğer salih âlimlerden olamazsanız, bu şekilde âlimlerin sohbetinde bulunun, sizi hidayete kavuşturacak, dalaletten uzaklaştıracak bilimsel kulak verin!) [İ. Maverdi]

(Nerede ilim var ise, orada müslümanlık vardır.) [S.Ebediyye]

(İlim, benim ve öteki Peygamberlerin mirasıdır. Kim de bana mirasçı olursa, Cennette benimle birlikte olur.) [Deylemi]

(Tanrı’ın rezil etmek istediği kul, ilim ve edepten yoksun kalır.) [İbni Neccar]

(Bir müslüman, arkadaşına, hidayetini arttıracak yada onu tehlikeden kurtaracak hikmetli bir sözden daha iyi bir armağan veremez.) [Ebu Ya’la]

Hazret-i Lokman, oğluna buyurdu ki:
(Âlimlerle otur, hikmet sahiplerinin sözlerini dinle! Allahü teâlâ, bahar yağmuru ile toprağa yaşam verdiği şeklinde, ölü kalbleri hikmet nurları ile diriltir.)

İlim, Cennete giden bir yol, gurbette dost, yalnızlıkta sırdaştır. İlim, iki cihanda kurtuluş, düşmana karşı siperdir. İnsan için haya, gözler için ziyadır.

Hazret-i Ali buyurdu ki:
(İlim, maldan hayırlıdır. Zira malı sen korursun; fakat ilim seni korur. Mal harcamakla azalır, ilim sarf etmekle çoğalır.)

İmam-ı Gazali hazretleri de, (İnsanın öteki mahlukattan üstünlüğü bilimsel iledir, güç ve gücüyle değildir. Zira deve insandan kuvvetlidir. İrilik bakımından da değildir. Zira fil insandan fazlaca iridir. Cesaret bakımından da değildir. Zira aslan insandan cesurdur. Oldukca yemesiyle de değildir. Zira mandanın karnı, insanoğlunun midesinden daha büyüktür. Şu halde ilim fazlaca üstün bir vasıftır) buyurmaktadır.

Yiyecek ve içmekten kesilen hasta, ölmeye mahkum olduğu şeklinde, ilim ve hikmetten yoksun kalb de ölüme mahkumdur.

İlim öğrenmek ve öğretmek fazlaca mühimdir. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ ilim verdiği âlimlerden de Peygamberlerden almış olduğu misak şeklinde, ilimlerini saklamayıp insanlara açıklamaları için, söz almış ve “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağrı et!” buyurmuştur.) [Ebu Nuaym]

(En güzel armağan, hikmetli bir sözü iyice anlayıp, din kardeşine anlatmaktır.) [Taberani]

(Bir saat ilim öğrenmek yada öğretmek, sabaha kadar ibadetten daha sevaptır.) [Deylemi]

(Heves edilecek iki kimse vardır: Biri, Allahü teâlânın verdiği ilimle amel edip başkasına da öğreten, ikincisi de, Allahü teâlânın verdiği serveti hayra sarf edendir.) [Buhari]

(İlim yolunu tutana, Allahü teâlâ Aden yolunu açar.) [Tirmizi]

(Melekler, ilim talebesinden memnun oldukları için kanatlarını onların üstüne gererler.) [İ. Abdilber]

(İlimden bir sorun öğrenmek, dünyadaki her şeyden kıymetlidir.) [Taberani]

(Ya âlim, ya talebe, ya dinleyici yada bu tarz şeyleri seven olun. Yoksa helak olmuş olursunuz.) [Beyheki]

(Tecrübeli yaşlılarla oturup kalkın. Âlimlere mesele. Hikmet sahipleri ile birlikte olun.) [Taberani]

(Âlim olmayan yada ilim öğrenmeye çalışmayan bizlerden değildir.) [Deylemi]

(Bir âlimin, yanına oturarak, bir saat ilimle meşgul olması, bir âbidin 70 yıl ibadetinden hayırlı olabilir.) [Deylemi]

(İşlenen bir günah, âlime bir, cahile iki olarak yazılır. Âlim, günahı için azap olunur. Bilgisiz ise hem günahı, hem de öğrenmediği için azap olunur.) [Deylemi]

(Allahü teâlâ, dünya işlerinin âlimi, ahiret işlerinin cahili olana buğz eder.) [Hakim]

(İlim öğrenmek, namaz, oruç, hac ve Tanrı yolundaki cihaddan daha kıymetlidir.) [Deylemi]

(Bir saat ilim öğrenmek gece sabaha kadar yakarma etmekten kıymetlidir. Bigün ilim öğrenmek, üç ay oruç tutmaktan kıymetlidir.) [Ebu Nuaym]

(Bir kimse, ilim öğrense, bununla amel etmese bile; bin rekat namaz kılmasından daha çok sevap alır. Eğer öğrendiği ilimle amel eder yada başkasına öğretirse, hem bunun sevabını alır, hem de Kıyamete kadar bununla amel edenlerin sevabını alır.) [Hatib]

(Farzlarda ihmallik meydana getiren bir derde müptela olur.) [İ. Ahmed]

(Din ilmine haiz olanın sıkıntısı gider ve ummadığı yerden rızıklanır.) [İ. Neccar]

(İlim öğrenen yada Tanrı için bir dost edinen yada din kardeşinin yüzüne şefkatle bakan yada “Bismillah” diyerek işine başlamış olan affa uğrar.) [İ. Rafii]

İlim âlimden öğrenilir
Bir talebenin, ilim öğrenebilmesi ve doğru yolu bulabilmesi için, bir öğreticiye ihtiyacı vardır. Zira hadis-i şerifte, (İlim üstaddan öğrenilir) buyuruldu. (Taberani)

Kur’an-ı kerimde ise mealen, (Eğer bilmezseniz, bilenlerden mesele!) buyuruldu. (Nahl 43)
Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için de sebeplere yapışmak, bir âlimin gösterdiği yolda gitmek gerekir. Kur’an-ı kerimde mealen (Ey inanç edenler, Tanrı’tan sakının ve Onun rızasına kavuşmak için, vesile arayınız!) buyuruluyor. (Maide 35)

Bu âyet-i kerimeden de bir öğreticiye gereksinim olduğu anlaşılmaktadır. Bir kimsenin rehberi eğer olmazsa, şeytan ona rehber olur. Şeytan rehber olunca da, kendisine tâbi olanı uçurumdan uçuruma atar.

[Bu yüzden, bid’at ehli, reformcu zatları dinlememeli, sözlerine inanmamalı, kitaplarını okumamalı, yaralı aslandan kaçar şeklinde bunlardan uzaklaşmalıdır. Nakli esas alan kitapları okumalıdır. Hakikat Kitabevi’nin yayınladığı kitaplar, ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli eserlerinden derlenerek hazırlanmıştır. www.hakikatkitabevi.com adresinden okunabilir ve temin edilebilir.]

İlim bulunan yerde müslümanlık vardır
Ehl-i sünnet itikadını ve ilmihalini öğrenmeyen ve çocuklarına öğretmeyenler, Müslümanlıktan ayrılmak, sövgü felaketine düşmek tehlikesindedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İlim bulunan yerde Müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde Müslümanlık kalmaz.)
Ölmemek için, yiyip içmek gerektiği şeklinde, kâfirlere aldanmamak, dinden çıkmamak için de, dinini, imanını öğrenmek gerekir. Ecdadımız daima toplanıp, İlmihal kitaplarını okur, dinlerini öğrenirlerdi. Sadece bu şekilde müslüman kaldılar. İslamiyet’in zevkini aldılar. Bu mutluluk ışığını bizlere, doğru olarak ulaştırabildiler.

Bizim de müslüman kalmamız, yavrularımızı içimizdeki ve dışımızdaki kâfirlere kaptırmamamız için, birinci ve en lüzumlu deva, her şeyden ilkin Ehl-i sünnet âlimlerinin hazırladığı ilmihal kitaplarını okumak ve öğretmektir. Çocuğunun müslüman olmasını isteyen ana-baba, çocuğuna Kur’an-ı kerim öğretmelidir. Fırsat elde iken okuyalım, öğrenelim ve çocuklarımıza, sözümüzü dinleyenlere öğretelim! (Her insana Lazım Olan İman)

İlim öğrenirken nelere dikkat etmeli?
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
İlim talebesinin bazı vazifeleri şunlardır:
a- Kalbini tüm kötü hâllerden temizlemelidir. Hadis-i şerifte, (Din, temizlik üstüne kurulmuştur) buyuruldu. Buradaki temizlik, yalnız dış temizliği değil, bununla birlikte bâtın temizliğidir. Başka bir hadis-i şerifte de, (Köpek bulunan eve rahmet melekleri girmez) buyuruldu. Kalbi bir eve benzetelim. Bu eve melekler gelir. Gazap, kin, haset, kibir şeklinde fena huyları havlayan köpek kabul edelim! Bu şekilde azgın köpeklerle dolu eve rahmet melekleri girmez. Allahü teâlâ ilim nurunu kalbe melekler vasıtası ile akıtır. Rahmet meleklerinin girmediği kalb ilimden yoksun kalır.

b- Tüm enerjisini ilme bağlamalıdır! Başka şeylerden alakayı kesmelidir! Dağınık düşünce, suyu bölünen ırmağa benzer. Sağa sola aktığından bahçeyi sulayamaz.

c- İlmiyle kibirlenmemelidir! Hiçbir İslam âlimini ufak görmemelidir! Bilgisiz ve aciz bir hastanın, mütehassıs bir doktoru kabul etmesi şeklinde İslam âlimlerini kabul etmelidir. Öğrenci, kişisel fikrini bir tarafa atmalı, İslam âlimlerinin öğüdüne kulak vermelidir! İslam âlimlerinin hata şeklinde görünen işini, kendi doğrusuna tercih etmelidir!

d- Yararlı ilimleri öğrenmeye çalışmalıdır! İlimden amaç, kalbi fena huylardan temizleyip, faziletlerle süslemektir.

e- Zorluklara karşı sabırla göğüs germelidir. İlim ve öteki nimetleri acı ilaçlarla kaplamışlardır. Akıllı olan, bunların içine yerleştirilmiş tatlıları görür. Üstündeki acı örtüleri de tatlı şeklinde çiğner. Acılardan tat alır. Hasta olan onun tadını duyamaz. Hastalık, Allahü teâlâdan başkasına gönül vermektir.

İlimden istifade edebilmek için:
1-
Ilkin niyetini düzeltmeli, cahillikten kurtulmayı düşünmelidir! Allahü teâlâ, (Asla bilenle bilmeyen bir olur mu) buyurdu.

2- İnsanlara yararlı olmayı düşünmelidir! Hadis-i şerifte, (İnsanların hayırlısı, insanlara yararlı olandır) buyurulmaktadır.

3- Öğrendikleri ile amel etmeye çalışmalıdır. Zira, (Amelsiz ilim vebal, ilimsiz amel sapıklıktır) buyurulmuştur.

4- İlim öğrenmekten maksat, Cenab-ı Hakkın rızasını talep olmalıdır. Allahü teâlâ, ihlâsı, salih ameli övmektedir.

5- Üzerine lazım olmayan şeye karışmamalıdır. Hazret-i Lokman’a, (Bu dereceye ne ile kavuştun?) diye sual ettiler. (Doğruluk, emanete riayet ve bana lazım olmayanı bırakmakla) diye yanıt verdi.

6- Biri ile münakaşa ederse, ona karşı insaflı olmalı, yumuşak davranmalıdır ki kendisi ile bilgisiz arasındaki fark belli olsun. Hadis-i şerifte, (Tanrı refiktir, yumuşaklığı sever. Sertlik edenlere vermediği şeyleri ve başka hiçbir şeye vermediğini, yumuşak davranana kayra eder) buyuruldu.

7- Sabırlı olmalıdır. İbni Abbas hazretlerine, (Bu bilimsel ne ile elde ettin?) diye sual ettiler. Sonucunda, (Darlıkta, genişlikte sabretmekle, sual sormakla ve yorulmayan bir azimle) buyurdu. Gene büyük bir zat aynı suale, (Erken kalkmakla, son aşama alçak gönüllü olmakla, güçlü azim ve sabırla) diye yanıt verdi.

8- İlim talebesi, beraberce iyi geçinmelidir! (İnsanların hayırlısı onlarla iyi geçinen, insanların şerlisi de onlarla çekişen) buyurulmuştur.

9- Oldukca edepli olmalıdır.

10- Büyük bir âlime, bilimsel ne ile elde etmiş olduğu soruldu. Sonucunda, (Hocamın her sözünü dinlemekle) buyurdu. Âlimler buyuruyor ki:
(İlim talebesi, ilme ve ilim öğreten hocasına saygı etmedikçe, öğrendiği ilmin yararını göremez.) [Bu yüzden, mezhep ve itikad imamlarımıza ve ehl-i sünnet âlimlerine saygı ve hürmette kusur etmemelidir.]

İlmin başı
Peygamber efendimiz, ilmin inceliklerini, acayipliklerini soran köylüye buyurdu ki:
– İlmin başını öğrendin mi?
– İlmin başı nedir ki?
– İlmin başı, Allahü teâlâyı hakkıyla tanımaktır. Bu da Onun, misli, aynı, zıddı, dengi, eşi olmadığını, vahid, evvel, ahir, zahir ve bâtın bulunduğunu bilmektir. (Şir’a)
Görüldüğü şeklinde ilmin aslı marifetullahtır, kısaca Allahü teâlâyı tanımaktır.

İlmin yada başarının başı sabır denebilir. İbadet için de böyledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İbadetin başı sabırdır.) [Hakim] Sabrın önemi birçok işten büyüktür. Bu bakımdan, (Her işin başı sabırdır) denebilir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlimden bir şey öğrenmek, dünya ve içindeki her şeyden daha iyidir.) [Taberani]

(Öğretmek için ilimden bir sorun öğrenen 70 sıddık sevabı alır.) [Deylemi]

(İlim öğrenmek amelden kıymetlidir.) [Hatib]

İlimden zarar gelmez. Ölünceye kadar ilim öğrenmeye çalışmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Asla kimse cahillikle aziz, ilim ile de zelil olmaz.) [Askeri]

İlmin faydalısını öğrenmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâdan yararlı ilim isteyin ve yarar vermeyen ilimden Allahü teâlâya sığının!) [İbni Mace]

Gereksiz sualler
Okuyucularımız, fazlaca süre yararlı sual soruyorlar. Ikimiz de araştırıyor, ehline soruyor, yanıtını yazıyoruz. Böylece o okuyucu ile beraber, öteki okuyucularımız da bundan istifade ediyor. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlim bir gömü, sual ise anahtardır. Problem ki öğrenin! Bir sual yardımıyla dört şahıs sevap alır. Sual soran, yanıt veren, dinleyen ve bu tarz şeyleri sevenler.) [Ebu Nuaym]

Okuyucularımızdan bazıları ise, Hazret-i İbrahim’in kestiği koçun etini kimler yedi?, Falanca âlimin anasının adı neydi?, Yunus aleyhisselamı yutan balık, adam miydi? şeklinde sualler soruyorlar. Dürr-ül-muhtarın Tahtavi haşiyesinde buyuruluyor ki:
(İnsanın bilmesi gerekmeyen şeyleri münakaşa etmesi mekruhtur. Öğrenilmesi emredilmemiş olan şeyleri sormak caiz değildir. Sözgelişi Hazret-i Lokman peygamber midir? Cin, insanlara iyi mi görünür? Hazret-i İsa gökten ne süre inecek? Buna benzer şeyler sormamalı, bundan dolayı bu tarz şeyleri öğrenmekle emrolunmadık.)

Bugün fazlaca kimse, Ehl-i sünnet itikadını bilmiyor. Öğrenmesi farz-ı ayn olan bilgilerden habersizdir. Faiz çeşitlerini, hatta yemeğin farzlarını bile bilmez iken, dünya ve ahirette gerekmeyen şeyleri soruyorlar. Ikimiz de (Bilmiyoruz) diye yanıt verince, (Bir bilene sor) diyorlar. Aslına bakarsanız biz, bilmediklerimizi bir bilene soruyoruz. Fakat bilinmesi gerekmeyenleri sormak lüzumsuzdur. Dünya ve ahirete yaramayan sualleri sormak ve her suale yanıt vermeye kalkmak ve (Ben bilirim) demek doğru değildir. Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruldu ki:
(Her ilim sahibinin üstünde, daha iyi bilen vardır.) [Yusuf 76]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimim diyen cahildir.) [Taberani]

(Oldukca sual sormaktan sakının! Sizden öncekiler, bu yüzden helak oldu.) [İ. Maverdi]

(Sizi fazlaca sual sormaktan nehyediyorum.) [Taberani]

(Tanrı rızasından başka bir maksatla ilim öğrenen yada ilmini dünya menfaatine alet eden Cehenneme gidecektir.) [Tirmizi]

(İlmi, âlimlerle yarışmak, cahillerle münakaşa edip susturmak ve insanoğlu yanında saygınlık kazanmak için öğrenen Cehenneme gidecektir.) [Tirmizi]

Şu halde, gereksiz sual ve başka maksatlarla sual sormak doğru değildir. İmtihan gayesiyle karşısındakini sıkıştırmak için sual sormak da uygun değildir. Hadis-i şerifte, (Öğrenmek için sual mesele! Fena maksatla sual sormayın!) buyuruldu. (Deylemi)

Suali uygun sorabilmek, o kişinin ilmini gösterir. Hadis-i şerifte, (Güzel sual, ilmin yarısıdır) buyuruldu. (Taberani)

İlmi, öğrenip amel etmek isteyen hiç kimseye öğretmelidir! İlmin kıymetini bilmeyen, söz olsun diye öğrenmek isteyene, ilim öğretmek doğru olmaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlmi, ehli olmayana öğretmek onu yitirmek anlama gelir.) [İbni Ebi Şeybe]

(Bazı kavimler gelecek, fakihleri, ince ve karışık meseleleri ele alacak, halkı şaşırtacaklardır. İşte bunlar, ümmetimin şerlileridir.) [Taberani]

Ayıp olur diye sormamak
Sual:
Bir genç kızım. Mahrem mevzuları sormaktan utanıyorum. Ne yapayım?
CEVAP
Bir kız, mahrem mevzuları annesine sorar. O da bilmezse, annesine, (Babamdan öğren) der. Babası da bilmezse, babasının, bilen birine sorması gerekir. Babası yoksa, ağabey, amca, dayı şeklinde mahrem akrabalarından öğrenir. Bunlar da öğrenip bildirmezse, o süre mektupla yada telefonla, kendinden değil de, (Bir kadının belirli hâli şu kadar devam edip kesilse, ne gerekir) şeklinde sormak daha uygun olur. Bir kadının kocası, bu detayları öğrenip hanımına anlatmazsa, hanım, en uygun bir yolla bu tarz şeyleri öğrenebilir. Bilenlerden bu mevzuları edep dairesinde sorması ayıp olmaz.

Hazret-i Esma’nın Peygamber efendimize iyi mi gusledileceğini sorarken utanması üstüne, Hazret-i Âişe validemiz, (Ensar bayanları ne iyidir; utanmaları, dinlerini öğrenmekten men etmiyor) buyurdu. (Buhari) Demek ki, ayıp olur diye kendisine farz olan detayları öğrenmemek yanlıştır. Peygamber efendimiz, mahrem mevzuları anlatırken, (Allahü teâlâ, hakkın anlatılmasından çekinmez) buyurmaktadır. (Tirmizi) Aynı anlamda âyet-i kerime de vardır:
(Allahü teâlâ, gerçeği söylemekten çekinmez.) [Ahzâb 53]

Sual: Bilmediğimiz şeyler oluyor. Sormaya fırsat bulamıyoruz yada çekiniyoruz. Sormamanın vebali var mıdır? Bir de yönelttiğimiz kimse bilmiş olduğu halde bilmiyorum derse ona da vebal olur mu?
CEVAP
İhtiyaç halinde bilmeyenler, bilenlerden sormalı, bilenler de bilgisini gizlememelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sormaması helal değildir. Zira Allahü teâlâ, “Bilmiyorsanız, ilim ehline mesele” buyuruyor.) [Taberani]

Dinini öğrenmek için sual soranlara, yanıt vermemenin vebali fazlaca büyüktür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İlmini [bildiğini] gizleyene, denizdeki balıktan, gökteki kuşa kadar her şey nalet eder.) [Darimi]

Okuma alışkanlığı kazanmak
Sual:
Ülkemize gelen turistlere dikkat edin, bavullarının yarısında elbise, geri kalan yarısında kitaplar var. Oysa biz seyahate çıktığımız süre aklımıza son olarak gelen şey kitaptır. Okuma sevgisi ve alışkanlığını kazanmamız hususunda tavsiyeniz nedir?
CEVAP
Bilginin deposu kitaptır. En güzel, en sıhhatli ve en kolay data kitap okuyarak öğrenilir. Sessiz bir öğretmendir kitap. Anlamadığınız yeri onlarca defa okuyabilirsiniz. Anlayamadığınız için kızmaz size. Aşağılamaz ve şevkinizi kırmaz.

Kitap okurken hem yeni bilgiler öğrenir, ufkunuzu genişletir, hem de günlük sıkıntılarınızdan azca da olsa uzaklaşmış olmuş olursunuz. Oldukca kitap okuyanların hitabı düzelir. Güzel ve anlamlı cümleler kurar. Fikrini sıhhatli bir halde aktarabilir muhatabına. Fazla gaf yapmaz. Hadiseleri daha geniş açıdan ele alarak değerlendirir. Kolay öfkelenmez, sabrı öğrenir. Anlayışlı ve hoşgörülü olur.

Doğal kitap derken, her kitap bu tarz şeyleri sağlar demiyoruz. Kitabın da doğrusu, güzeli, faydalısı var. Bunun tersi de mümkün. Bazı kitapları okuduğunuz süre; ister istemez negatif yönde etkilenebilirsiniz.
At, otu yemeden ilkin koklar. Eğer zehirli ise, şüphelenirse yemez. Kitap da öyledir. Kitap hakkında evvelde data sahibi olmak, kitabın yazarı, müellifi hakkında düşünce sahibi olmak gerekir.

Bozuk bir gıda yediğimiz süre midemiz iyi mi bozuluyorsa, bozuk bir kitap okuduğumuz süre beynimiz de o şekilde etkilenir. [Bu yüzden mezhepsizlerin, reformcuların kitaplarını okumamalı.] İnsanın en esef duyacağı şey, öğrendiği gereksiz ve yanlış bilgidir.

Gereksiz data nedir?
Dünya ve ahiretine yaramayan, yalnız bazı tartışmalarda ve bilgiçlik taslamada işe yarayabilen data türüdür. Sözgelişi, 1980 yılının en süratli koşan adamının adını ezberlemek şeklinde. Maalesef günümüzde genel kültür dendiği süre bu tür şeyler akla geliyor. Bilime ve insana hiçbir faydası olmayan bir sürü ıvır zıvır bilgiler…Mevzuyu fazla dağıtmayalım.

Kitap okumanın faydalarını saymakla bitiremeyiz…
Bizim aslolan değinmek istediğimiz mevzu; kitap okuma alışkanlığıdır.
Bu alışkanlık, ufak yaşlarda kazanılırsa, daha etkili, daha güzel ve daha kalıcı olur.

Ufaklıklara ve gençlere okuma alışkanlığı kazandırmak lazımdır. Peki, bu iyi mi mümkün olabilir?

Evlatların ve gençlerin okudukları süre coşku duydukları çizgi romanlar, kısa hikayeler, meraklı çocuk romanları, kelime hazinesini geliştiren bulmacalar, bilmeceler, çocuklar ve gençler için hazırlanmış mecmualar bu iş için biçilmiş kaftandır.

En güzel okuma alışkanlığını bu bahsettiklerimiz elde edecektir.
Yoksa, ufaklıklara direkt bilginin verildiği ders kitaplarının ve ağır kitapların okutulması fazlaca zor olsa gerek. Vatanımızda bu işi en güzel meydana getiren ve başarı göstermiş olan kuruluşlardan bir tanesi Türkiye Çocuk Dergisi’dir. Senelerden beri ustalaşmış ve uzman ekibi ile evlatları ve gençleri geleceğe hazırlıyor.

Vatanımızda okuma alışkanlığının fazlaca yetersiz düzeyde bulunduğunu kabul etmek zorundayız. Dünya ülkeleri ile kıyaslandığımız süre, fazlaca geri saflarda kalıyoruz.

Tv ve radyo şeklinde cihazlardan edinilen bilgiler, uçucudur. Oldukca data verilse dahi, bu tarz şeyleri hatırımızda tutmak zor olsa gerek. Zira, bu bilgilere ulaşmak için hiçbir emek harcanmamıştır.

Fakat kitap öyleki değil. Belli bir emek harcanarak edinilen bilgilerin unutulma ihtimali daha düşüktür.

Sual: Bazıları dini ve bilimsel diyorlar. Din ilimden ayrı mıdır?
CEVAP
İslamiyet, ilmin tâ kendisidir. Kur’an-ı kerimde birçok yerde, ilim emredilmekte, ilim adamları övülmektedir. Sözgelişi, (Bilen ile bilmeyen hiçbir olur mu, bilen normal olarak kıymetlidir) buyurulmaktadır. (Zümer 9)

Peygamber efendimizin bilimsel öven ve teşvik buyuran sözleri o denli fazlaca ve meşhurdur ki, gayrı müslimler dahi bu tarz şeyleri bilmektedir. Yukarıda birkaçını bildirdik.

İslam dininde hanım, kocasının izni olmadan nafile hacca gidemez. Sefere çıkamaz. Fakat kocası öğretmezse ve izin vermezse, ondan izinsiz, kendisi için lüzumlu bilimsel öğrenmeye gidebilir. Allahü teâlânın sevilmiş olduğu hacca izinsiz gitmesi günah olmasına rağmen, ilim öğrenmeye izinsiz gitmesi günah olmuyor. Hadis-i şerifte, (Nerede ilim var ise, orada Müslümanlık vardır. Nerede ilim yoksa, orada kâfirlik vardır) buyuruluyor. Burada da bilimsel emretmektedir. (Her insana Lazım Olan İman)

İlim, dinden ayrı değildir. İslam ilimleri ikiye ayrılır:
1- Akli ilimler,
2- Nakli ilimler.
Fizik, kimya, matematik, edebiyat şeklinde tecrübi ilimlere, akli ilimler denir. Tefsir, kelâm, hadis, fıkıh şeklinde ilimlere de nakli ilim yada din ilimleri denir.

“İslamiyet, bilimsel, fenni emreder” demek bile yanlış anlaşılabilir. İslamiyet’in kendisi ilimdir.

Fen ilimleri, İslamiyet’in bir koludur. Din [İslamiyet] denince, içine ilim de girer. Bunun için, dini ve bilimsel demek yanlıştır. Fen, dinden ayrı değildir.

“Dini, bilimsel, yazınsal ve etik gösterim” şeklinde tabirler kullananlar, bu şekilde konuşup yazanlar, ya dinimizi iyi bilmiyorlar yada mezhebi kabul etmiyorlar. Tüm ilimler, İslam detayları içinde incelenir. Dini, ilimden ayıranlar, Batılı yazarların tesiri altında kalan kimselerdir. Dinimizde terbiye da var, edep de var, edebiyat da… Bu bakımdan “Dini, bilimsel, yazınsal, etik gösterim” tabiri doğru değildir. Dini denilince, ötekiler kullanılmaz. Dini kelimesi kullanılmadan diğerlerinin hepsini kullanmakta sakınca yoktur.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Fen ve sanat müminin kaybetmiş olduğu malıdır. Nerede bulursa alsın!) [İbni Asakir]

(İlim Çin’de de olsa talep edin! Öğrenin!) [Beyheki]

Çin, eskiden olduğu şeklinde gene müslüman değildir. Çin’den alınacak ilim, elbet fen ilmidir. Her türlü teknolojidir. Bu bakımdan asla kimsenin, İslamiyet’in ilme, tekniğe karşı bulunduğunu söylemesi mümkün değildir.

Sual: Hanım ve adama farz olan ilimler nedir?
CEVAP
Dinimizde farz olan ilimler ikiye ayrılır: Farz-ı kifaye, Farz-ı ayn olan ilimler.
Dünya işlerini tanzim için ihtiyaç duyulan tıp, ziraat, terzilik, politika şeklinde ilimler, farz-ı kifayedir.

Bu ilimleri bilen kâfi oranda insan var ise, öteki insanların bu ilimleri öğrenmesi farz olmaz. Kısaca bu ilimleri bilmediği için öteki insanoğlu sorumlu olmazlar.

Farz-ı ayn olan ilimleri her müslümanın bilmesi farzdır. Sözgelişi namaz, oruç şeklinde ibadetleri her müslümanın bilmesi farzdır. En başta da Ehl-i sünnet itikadını öğrenmek her müslümana farz-ı ayndır. Sadece zekat verecek zenginin zekat ilmini bilmesi farz-ı ayn iken, fakirin bilmesi farz değildir. Evlenecek kimsenin evliliğe ilişkin lüzumlu detayları bilmesi farzdır. Evlenmeyecek kimsenin evliliğe ilişkin detayları bilmesi farz değildir. (Hadika)

Sual: Dinimi daha iyi öğrenebilmem için fazlaca çeşitli kitap okumanın ziyanı olur mu?
CEVAP
Oldukca kitap okumak, fazlaca ilim öğrenmek yerine yararlı ilim öğrenmek gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlmin faydası, ibadetleri doğru ve makbul yapmakla görülür. Haramlardan sakındırmayan, zühdü artırmayan ilim, sadece Allahü teâlânın gazabını artırır.) [Deylemi]

(İlmi çoğaldığı halde, ahlakı düzelmeyen kimse, Allahü teâlâdan uzaklaşır.) [Deylemi]

Hikmet nedir?
Sual:
Gayrimüslimlerden alınan ilimlerden istifade etmenin mahzuru olur mu?
CEVAP
Dini bilgiler, ehl-i sünnet âlimlerinden alınır kısaca onların kitaplarından öğrenilir. Fen bilimsel ise her yerden alınır. Bu konudaki üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Hikmet, [fen ve sanat] müminin kaybetmiş olduğu malıdır. Nerede bulursa alması gerekir.) [İbni Asakir, Askeri]

(Hikmeti al, hangi kaptan çıkmış olduğu sana zarar vermez.) [Künuz-ül hakaik]

(İlim Çin’de de olsa alın.) [Beyheki]

Bu hadis-i şerifler, dünyanın en uzak yerinde, hatta kâfirlerde bile olsa bilimsel almayı emretmekte, doğu yada batıdan gelme diyerek fenni reddetmemek icap ettiğini bildirmektedir. (Mevduat-ül-ulum)

Hikmet, fen bilimsel anlamına geldiği şeklinde, başka anlamlara da gelir. Sözgelişi fıkıh bilimsel anlamına da gelir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Tanrı, hikmeti [fıkh ilmini] kime dilerse ona verir. Her kime hikmet verilmişse, muhakkak ona fazlaca hayır verilmiştir.) [Bekara 269]

Hikmet, eşyanın mahiyetini, vasfını ve hususi durumunu bilmek anlamına da gelir. Bir âyet meali şöyledir:
(Tanrı’a şükret diye Lokmana hikmet verdik. Şükreden kendisi için şükreder.) [Lokman 12]

Sual: İlim öğrenmenin şartı falan var mı?
CEVAP
İlim talep edene öğretilir. Talep etmeden ilim öğrenilmez. Bir şeyler ezberleyebilir, durumu yönetim edebilir sadece yararını pek göremez. İlim öğrenmenin ilk şartı talep etmektir.

Sual: Günah işleyerek ilim öğrenilir mi?
CEVAP
Öğrenilmesi lazım olan ilim bile, günah işleyerek öğrenilmez.

Sual: Okulda bulunduğumuz ve evde ders çalıştığımız her an, asla durmadan sevap almamız için iyi mi niyet etmeli?
CEVAP
Şöyleki niyet edilebilir: (Okula, eğitimim bitince, müslümanlara, insanlara hizmet etmek için gidiyorum ve derslerime onun için çalışıyorum. Ya Rabbi bana yararlı ilim nasip eyle.)

Sual: “Bilip de yapmamanın cezası daha büyüktür” diyerek dini meseleleri öğrenmek istememek uygun mudur?
CEVAP
Öğrenmesi mümkün iken öğrenmemek de günahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Aynı günahı işleyen âlime bir, cahile iki günah yazılır. Âlim, yalnız günahın, bilgisiz ise, hem günahın, hem de o meseleyi öğrenmemenin cezasını çeker.) [Deylemi]

Sual: Dünya ve ahireti kazanmak için ne gerekir?
CEVAP
Dünya ve ahireti kazanmak, ilim iledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Her şeyin bir yolu vardır. Cennetin yolu ilimdir.) [Deylemi]

Ahireti kazanmak ilim ile olduğu şeklinde, dünyada da rahat ve refah içinde yaşamak, gene ilim iledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Süleyman aleyhisselam, mal, saltanat ve ilim içinde muhayyer bırakıldı. İlmi seçti. Mal ve saltanat da verildi.) [Deylemi]

En üstün amelin ne olduğu sual edildiğinde, Peygamber efendimiz, (Allahü teâlâyı bilmek) buyurdu. Onlar, (Ya Resulallah, biz amelden soruyoruz. Siz ilimden yanıt veriyorsunuz) dediler. (İyi bilin ki, ilim ile meydana getirilen azca amel kıymetlidir. Fakat cehaletle meydana getirilen fazlaca amel faydasızdır) buyurdu. (İbni Abdilber)

Tasavvufu, kısaca tarikatı öğrenmeden ilkin, ilim öğrenmek gerekir.

Bedreddin-i Serhendi hazretleri buyuruyor ki:
(İmam-ı Rabbani hazretlerinden Buhari, Mişkat, Hidaye, Şerh-i Mevakıf kitaplarını okudum. Gençleri ilim öğrenmeye teşvik eder, “Ilkin ilim, sonrasında tasavvuf” buyururdu. Benim ilimden kaçındığımı, tasavvuftan zevk aldığımı görünce, halime acıma ederek, “Kitap oku, ilim öğren, bilgisiz sofu, şeytanın maskarası olur, Rütbetül-ilmi aler rüteb kısaca, rütbelerin en üstünü, ilim rütbesidir” buyurdu.) [Hadarat-ül-kuds]

Sual: En iyi yakarma nedir?
CEVAP
Devamlı doğru inanç sahibi olmaya, farzları yapmış olup haramlardan kaçmaya, tevbe edip farz borçlarını ödemeye çalışmalıdır! Bu tarz şeyleri doğru yapabilmek de, sadece ilimle mümkündür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Gece bir süre ilim öğrenmek, tüm gece yakarma etmekten sevaptır.) [R. Nasıhin]

(Sabah-akşam ilimle meşgul olmak, cihaddan efdaldir.) [Deylemi]

(İlimden bir sorun öğrenmek, yüz rekat [nafile] namaz kılmaktan daha kıymetlidir.) [İ. Abdilber]

İlimsiz amelin kıymeti olmaz. Günümüzde ilmin önemi daha büyüktür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Siz fakihleri fazlaca, hatipleri azca, isteyeni azca, vereni fazlaca bir zamandasınız. Bu şekilde zamanda amel ilimden hayırlıdır. Bir süre gelir ki, fakihleri azca, hatipleri fazlaca, isteyeni fazlaca, vereni azca olur. O zamanda ise ilim amelden hayırlıdır.) [Taberani]

Yararlı ve faydasız ilimler
Sual:
Yararlı ve faydasız ilimler nedir?
CEVAP
Yararlı ve faydasız ilimlere birkaç örnek verelim:
1- İman, yakarma ve kazanç ilimlerini öğrenmek farzdır. (Hindiyye)

2- Fıkıh öğrenmeyip, hadis, tefsir ile meşgul olmak fazlaca yanlış olur. (Berika)

3- Matematik ve geometri, astronomi şeklinde ilimler, eğer Allahü teâlânın gösterdiği yerlerde, kısaca insanlara hizmet etmek için kullanılmazsa bunlarla uğraşmak, boşuna zaman öldürmek olur. Kıble ve namaz vakitleri için ve dine hizmet için bu ilimleri öğrenmekte sakınca yoktur. (M. Rabbani, Hindiyye)

4- Falcılık detayları öğrenmek haramdır. (Hindiyye)

5- Kelam, kısaca inanç bilgilerini ihtiyaçtan fazla öğrenmek caiz değildir. (Hadika)

İlmi, Tanrı rızası için ve Müslümanlara hizmet için öğrenmelidir. Mal, mevki kazanmak, kibir ve şöhret için öğrenmemelidir. İlmi de sadece Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları kitaplardan öğrenmelidir. (İslam Ahlakı)

Ilkin lazım olan
Sual:
Bir Müslümanın ilkin bilmesi lüzumlu bilgiler nedir?
CEVAP
Her Müslümanın (İlmihal) öğrenmesi farz-ı ayndır. Allahü teâlâ, (Bilenlerden sorup öğreniniz) buyuruyor. Bilmeyenlerin, âlimlerden ve bunların kitaplarından öğrenmeleri gerekir. Bunun için, hadis-i şerifte, (İlim öğrenmek, kadın-erkek her insana farzdır) buyuruldu. Yapılması ve sakınılması ihtiyaç duyulan detayları, doğru yazılmış ilmihal kitaplarından öğrenmek lazımdır.

Âlimler, sözbirliği ile bildirdiler ki, her Müslümanın Ehl-i sünnet itikadını kısa olarak ve günlük işlerindeki ve ibadetlerdeki farzları ve haramları iyice öğrenmeleri farz-ı ayndır. Bu tarz şeyleri ilmihal kitaplarından öğrenmezse, bid’at sahibi yada mülhid kısaca kâfir olur. Bunların fazlasını ve Arabi lisanının oniki âlet ilmini öğrenmek ve tefsir ve hadis-i şerif ve fen ve tıb bilgilerini, hesap, kısaca matematik öğrenmek, farz-ı kifayedir. Bu farz-ı kifayeyi, bir şehirde, bir şahıs öğrenirse, bu şehirde bulunanların öğrenmeleri farz olmaz, müstehap olur.

Şehirde fıkıh kitaplarının bulunması da, İslam âlimlerinin bulunması gibidir. Bu şekilde şehirde, fıkıh bilgilerinin fazlasını ve tefsir ve hadis öğrenmek asla hiç kimseye farz olmaz. Müstehap olur.

İhtiyaç halinde bilmeyenler, bilenlerden sormalı, bilenler de bilgisini gizlememelidir!

Dünya işlerini yaparken ahireti unutmak fazlaca kötüdür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ahir zamanda insanoğlu, camileri süsler, kalblerini viran ederler. Dinden fazlaca elbiseye kıymet verirler. Dünyaları selamet ise, ahireti düşünmezler.) [Hakim]

Hep nafile namaz kılmak yerine, namazın iyi mi kılınacağını öğrenmek daha kıymetlidir. Bilerek meydana getirilen azca amel, bilmeden meydana getirilen fazlaca amelden kıymetlidir. Bir şeyi iyi yapmak sadece ilimle mümkündür. Her şeyden ilkin ilim öğrenmeye çalışmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Tanrı indinde, ilim talebi, namaz, oruç, hac ve cihaddan efdaldir.) [Deylemi]

Amelsiz ilim
Sual:
Gazeteyle, maille yada başka bir yolla gelen dinî ilimleri öğrenip de uygulamazsak vebale girer miyiz?
CEVAP
Normal olarak, amelsiz ilmin vebali büyüktür. Üç hadis-i şerif şöyledir:
(İlmiyle amel etmeyen âlim, Kıyamette en şiddetli azaba düçar olur.) [Beyhekî]

(Âlim, bilimsel azca da olsa, ilmiyle amel eden zattır.) [Ebu-ş-şeyh]

(Bir kişiye dinî bir öğüdün [kitap, sohbet, basın gibi] herhangi bir yolla yetişmesi, Tanrı tarafınca kendisine kayra edilen bir nimettir. Onu şükrederek kabul etsin! Şükretmezse bu, Tanrı katında, aleyhinde bir kanıt olur. Günahının ve Tanrı’ın gazabının artmasına sebep olur.) [İ. Asakir]

İlmiyle amel etmemek vebal olur diye, dinini öğrenmemek de caiz olmaz, bundan dolayı lüzumlu din bilgilerini öğrenmek farzdır. Farzı yapmamak haramdır. Farz olan bilimsel öğrenmeli ve onunla amel etmeye çalışmalıdır.

Sual sormaktan çekinmek
Sual: Bir kimse, sual sormaktan niçin çekinir?
CEVAP
Büyük zatlar buyuruyor ki:
Nefse en fazlaca zor gelen şey, sual sormaktır. Zira insanoğlunun nefsi, bilmemeyi, sormayı gururuna yediremez, (O biliyor da ben bilmiyor muyum) der. İstişare etmek, sormak, nefsin belini kırar. Sormamak ise nefsi azdırır. Hâlbuki nefsine uyan, onu azdıran, haram işler. Haram işleye işleye küfre girer, kâfir olur. Zira haramı işleyince alışır, alışınca da, haramdan zevk alır. Zevk alınca da, haram bulunduğunu unutur, ehemmiyet vermeden haramı işler. Harama ehemmiyet vermeyen de kâfir olur.

30-40 senedir yakından tanıdığımız kimseler var. Bir kere sual sorduğuna tanık olmadık. Bigün bir dost fazlaca bunalmış, bir sualin cevabı fazlaca lazım olmuş. Buna karşın, (Şunun cevabı nedir) diyemedi de, (Sen 30 yıl hocamıza soru sordun, bir ihtimal şu suali da sormuş olabilirsin) dedi. Sadece bu şekilde dolaylı olarak sorabildi. Bu şekilde dolaylı olarak soramayanlar da çoktur. Nefsin gururunu, şeytanın bacağını kırmak lazımdır. Sual sormak dinimizin emridir. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Bilmediğini sormamak helâl değildir.) [Taberani]

(İlim hazinedir, anahtarı sual sormaktır. Sual sorana, Allahü teâlâ rahmet eder.) [Ebu Nuaym]

Bir kimse, ya kibrinden dolayı sual soramaz yada cahilliğinden, bilmediğinden dolayı sual soramaz. Sadece bir şey bilen, sorabilir. Nitekim Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Güzel sual sormak, ilmin yarısıdır.) [Taberani]

Dini öğrenmek için
Sual: Dini öğrenmek için Arapça bilmek koşul mı?
CEVAP
Arapça öğrenmek, fazlaca iyi, fazlaca faydalıysa da, dini öğrenmek için koşul değildir. Arapça bilmek, din bilmek değildir. Mısır, Suriye, Suudi Arabistan şeklinde ülkelerdeki insanların ana dili Arapçadır. Burada fazlaca sayıda Vehhabi yada mezhepsiz vardır. Bunlar (Arapça biliyoruz) diye, Kur’an-ı kerime kendi görüşlerine gore mânâ vermişler, sapıklığa, hattâ küfre düşenleri bile olmuştur. Arapça bilmenin yararları yanında, dinimizi ve Ehl-i sünneti bilmeyenler için bu şekilde zararları da oluyor.

Bu ülkelerde yaşayan Hristiyanlar da Arapça biliyor, fakat onlar gayrimüslimdir. Demek ki dil bilmek, din bilmek değildir. Bununla birlikte, Müslüman olanın Arapçayı bilmesi dinini daha kolay öğrenmesine sebep olur, fakat koşul değildir. Hele, Kur’an-ı kerimi anlayıp, bu anladığına gore amel etmek niyetiyle öğrenmek, fazlaca zararı dokunan olur. Osmanlılar lüzumlu detayları esasen bildirmişlerdir. Bu Türkçe kitapları okuyarak dinimizi öğrenmek mümkündür.

Farz olan ilimler
Sual:
İslam Ahlakı şeklinde Ehl-i sünnet bir kitap için, (Bu şekilde kitapları okumak farzdır) dense bir mahzuru olur mu?
CEVAP
Mahzuru olmaz. Zira, (Bu şekilde kitaplardaki ilimleri öğrenmek farzdır) denmiş oluyor.

İmam-ı Beyhekî’nin bildirdiği (Her Müslüman adam ve hanıma, İslam bilgilerini öğrenmek farzdır) hadis-i şerifi gösteriyor ki, Allahü teâlânın rızasına uygun ilimleri öğrenmek farzdır. (Mişkat)

Farz olan bu ilimler, Ehl-i sünnet âlimi olan bir hocadan yada onun kitaplarından öğrenilebilir. Bu yüzden, (Bu şekilde kitapları okumak farzdır) demekte sakınca yoktur.

Hangi ilimleri öğrenmek farzdır?
Sual:
Her Müslümanın, kendine lazım olan din ve fen bilgilerini, bizzat kendisinin mi öğrenmesi yoksa din bilgilerini din adamlarının, fen bilgilerini de fen adamlarının mı öğrenmesi gerekir?
Yanıt: Her Müslümanın, kendisine lazım olan yakarma ve kazanç ilimlerini öğrenmesi farzdır. Daha fazlasını öğrenmesi ise efdaldir kısaca iyi olur. Deylemi’deki hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir saat ilim öğrenmek yada öğretmek, sabaha kadar yakarma etmekten daha sevaptır.)

İman bilgilerini, Ehl-i sünnet itikadını özetlemek gerekirse öğrenmek, iyi ve fena huyları öğrenmek farz-ı ayndır kısaca her insanın öğrenmesi farzdır. Abdesti, guslü, namazı, orucu ve haramları da her Müslümanın öğrenmesi farz-ı ayndır. Cenaze namazını, ölüye hizmeti, tecim ve fen bilgilerini iyi öğrenmek farz-ı kifayedir kısaca lazım olan kimselerin öğrenmesi farz olup başkalarına farz olmaz. Fakat lüzumu kadar kimse öğrenmezse, tüm Müslümanlar büyük günaha girer. Sözgelişi hekim olacak kimsenin lise ve tıp okuması farz olup, mühendis olacak kimsenin tıp okuması farz değildir. Suizan, iyi kimseyi fena bilmek, gıybet, dedikodu, söz taşımak, yalan söylemek şeklinde şeylerin haram bulunduğunu öğrenmek, her mümine farz-ı ayndır. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
“Din bilgilerinden kendine lazım olanları öğrenmek farz-ı ayndır. Bundan fazlasını ve yararlı olan öteki detayları öğrenmek farz-ı kifayedir. Bir âyet ezberlemek, her insana farz-ı ayndır. Fatiha’yı ve üç âyet yada bir kısa sure ezberlemek vaciptir. Kur’an-ı kerimin hepsini ezberlemek farz-ı kifayedir. Kendine lazım olmayan fıkıh bilgilerini öğrenmek, hafız olmaktan daha iyidir. Başkalarına öğretmek için ilim öğrenmek, kendi işlemesi için öğrenmekten daha sevaptır.”

Sual: Dinimizde ilim öğrenmenin farz olduğu bildirilmektedir. Bu ilimden, lazım olsun olmasın her malumat mı kastediliyor?
Yanıt: İslamiyet’te ilim diye, yararlı bilgilere denir. Yararlı ilim, saadet-i ebediyyeyi elde etmeye kısaca Allahü teâlânın rızasını kazanmaya vesile olan ilimdir ki, bunlara, İslam detayları denir.

Müslüman olarak kalabilmek için
Sual: Zamanımızda, kendimizin ve evlatlarımızın Müslüman olmaları ve Müslüman olarak kalabilmeleri için ne yapmak lazımdır?
Yanıt:
Ehl-i sünnet itikadını ve ilm-i hâlini öğrenmeyen ve çocuklarına öğretmeyenler, Müslümanlıktan ayrılmak, sövgü felaketine düşmek tehlikesindedir. Bu şekilde kimselerin duaları esasen kabul olmaz ki, küfürden korunabilsinler. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
(İlim bulunan yerde Müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde Müslümanlık kalmaz.)

Ölmemek için, yiyecek, içmek lazım olduğu şeklinde, kafirlere aldanmamak, dinden çıkmamak için de, dinini, imanını öğrenmek lazımdır. Ecdadımız, daima toplanırlar, ilmihâl kitaplarını okurlar, dinlerini öğrenirlerdi. Sadece, bu şekilde Müslüman kaldılar. İslâmiyetin zevkini aldılar. Bu mutluluk ışığını bizlere, doğru olarak ulaştırabildiler. Bizim de Müslüman kalmamız, yavrularımızı içimizdeki ve dışımızdaki din düşmanlarına kaptırmamamız için, birinci ve en lüzumlu deva, her şeyden ilkin Ehl-i sünnet âlimlerinin hazırladığı ilmihâl kitaplarını okumak ve öğrenmektir. Çocuğunun Müslüman olmasını isteyen ana-baba, çocuğuna Kur’ân öğretmelidir. Fırsat elde iken okuyalım, öğrenelim ve çocuklarımıza, sözümüzü dinleyenlere öğretelim! Mektebe gittikten sonrasında öğrenmeleri güç olur. Hatta olanaksız olur. Yıkım ulaşınca, ah etmek yarar vermez. İslâm düşmanlarının, zındıkların, tatlı, yaldızlı kitaplarına, gazetelerine, mecmua, tv ve radyolarına, filmlerine aldanmamalıdır. İbni Âbidînde buyuruluyor ki:

“Hiçbir dine inanmadığı hâlde, Müslüman görünüp, küfre sebep olan şeyleri Müslümanlıkmış şeklinde anlatarak, Müslümanları dinden çıkarmaya çalışan kurnaz kâfirlere zındık denir.”

Sual: Dinden haberi olmayan bilgisiz kimselere, “imanın, İslamın şartını say bakalım!” diyerek, onların imanı olup olmadığını kontrol etmek doğru olur mu?
Yanıt: Kimseden bir şey öğrenmemiş, kitap okumamış bilgisiz kalmış kimselere, imanın, İslamın şartını sormamalı, onlara, imanın, İslamın şartlarını sayıp, söyleyip, “bunlara inandın mı?” demelidir. “Evet inandım” diyince bunların Müslüman olduğu anlaşılır. Bu şekilde bilgisiz kimselere, inanç ve İslam sorulmuş olduğu zaman, yanıt veremezlerse, ziyanı olmaz. Zira, bunun yanıtını, belli, muntazam kelimeleri söylemek sanarak, bilmiyorum diyebilirler. Kısaca imanı bilmiyorum değil de, imanın iyi mi söyleneceğini bilmiyorum derler.

Sual: Bir kimse, anne ve babası izin vermeden, kendisine lazım olan din bilgilerini öğrenmeye gidemez mi?
Yanıt: Anadan, babadan izin almadan cihada ve tehlikeli olan yoldan bir yere, hatta farz olan hacca gitmesi caiz değildir. İzinleri olmadan ilim tahsiline gitmesi ise caizdir.

Sual: İnanılması lazım olan şeyleri kısaca inanç bilgilerini, farzları, haramları öğrenmemek de günah mıdır?
Yanıt: İman edilecek şeyleri, farzlardan, haramlardan meşhur olanları, lüzumu kadar öğrenmek, her insana farzdır. Bu tarz şeyleri öğrenmemek haramdır. İşitip de, öğrenmeye önem vermemek ise sövgü olur kısaca imanı gider.

Sual: Her Müslümanın, yapacağı iş yada ibadetlerin, dine uygun olup, olmadığını bilmesi lazım mıdır?
Yanıt:
Müslüman bulunduğunu söyleyen bir kimsenin, yapacağı her işin, İslâmiyete uygun olup olmadığını bilmesi lazımdır. Bilmiyorsa, bir Ehl-i sünnet âliminden sorarak yada bu âlimlerin kitaplarından okuyarak öğrenmesi lazımdır. İş, İslâmiyete uygun değil ise, günah yada küfürden kurtulamaz.

Kelâm ilminin çıkış sebebi
Sual: Dinî ilimlerden kelam ilmine dil uzatanlar oluyor ve sonradan çıkmıştır diyorlar. Hakikaten bu ilim sonradan mı çıkmıştır ve doğuş sebebi ne idi?
Yanıt:
Kur’ân-ı kerimdeki âyetler iki kısımdır. Bunların bir kısmının manası açıktır ki bunlara Muhkem âyetler adı verilir. Bir kısmının manası ise, açıkça anlaşılmaz. Bunlar, ek olarak tefsire, izaha muhtaçtır. Bu ayetlere Müteşâbih âyetler adı verilir. Hadis-i şerifler de, muhkem ve müteşâbih olmak suretiyle iki kısımdır. Bu tarz şeyleri tefsir etmek, açıklamak mecburiyeti, İslâm dininde İctihad müessesesinin kurulmasına sebep olmuştur. Peygamber efendimiz de, bizzat ictihad yapmıştır. Onun ve Eshab-ı kiramın yaptıkları ictihadlar, İslam bilgilerinin temelidir. İslam dinini yeni kabul eden kavimlerin, kendi dinlerine gore mukaddes saydıkları şeylerin İslâm dinindeki hükmünün ne işe yaradığını, İslâm dininin bunlar hakkında iyi mi hükmettiğini sordukları süre, İslâm âlimleri bunlara cevaplar vermişlerdir. Bunlardan inanç, inanç ile ilgili meselelerin hâlledilmesi, yanıt verilmesinden Kelâm bilimsel meydana gelmiştir. Kelâm âlimlerinin İslâmı yeni kabul edenlere, eski dinlerinin niçin yanlış bulunduğunu mantıki bir tarzda kanıtlama etmeleri gerektiriyordu. Kelâm âlimleri bu meseleleri çözmek için fazlaca uğraştılar. Birçok hakikatler ve fazlaca kıymetli mantık bilimsel ortaya çıktı. Bir taraftan da, yeni Müslüman olanlara Allahü teâlânın var ve bir bulunduğunu, sonsuz, sonsuz, doğmamış ve doğurmamış bulunduğunu, onların anlayacağı tarzda anlatmak ve şüphelerini ortadan kaldırmak gerektiriyordu. Kelâm âlimleri bu işte fazlaca muvaffak oldular. Bu mukaddes vazifeyi yapmakta, Müslüman fen adamları da, kelam âlimlerine destek oldular. Sözgelişi, yıldızlara kudsiyet veren Sâbii ve Veseniye ismindeki putperestleri, bu yanlış itikattan uzaklaştırmak için, mantık ve astronomi âlimi Yakup bin İshak El-Kindî senelerce uğraşarak, sonunda onlara, düşüncelerinin yanlış bulunduğunu vesikalarla kanıtlama etmiştir.

İbadet ve kazanç ilimlerini öğrenmek
Sual: Her Müslümanın kendisine lazım olan din bilgilerini ve nafakası için lazım olan detayları öğrenmesi farz mıdır?
Yanıt:
Mevzu ile ilgili olarak Fetâvâ-yı Hindiyyede deniyor ki:
“İbadet ve kazanç ilimlerini öğrenmek farzdır. Daha fazlasını öğrenmek efdaldir. Fıkıh öğrenmeyip, hadis, tefsir öğrenmek batkı alametidir. Kıble ve namaz vakitleri için astronomi öğrenmek caizdir. Falcılık detayları öğrenmek haramdır. Savaşım, münakaşa için kelam bilimsel öğrenmek mekruhtur. Cahillerin, bidat fırkaları üstünde, mezhepler üstünde konuşmaları caiz değildir. Eski Yunan felsefecilerinin ve bidat ehlinin, mezhepsizlerin din kitaplarını okumak, evinde bulundurmak caiz değildir. Bu şekilde kitaplar, insanoğlunun itikadını, imanını bozar. Din bilgilerini, inanç bilgilerini Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenmeden ilkin, fen bilgilerini, felsefe bilgilerini öğrenmek caiz değildir. Her Müslüman, çocuklarına, ilkin, Kur’ân-ı kerim okumasını, namaz kılmasını, din ve İslâm ahlakını öğretmeli, ondan sonrasında mektebe gönderip, fen, sanat ve sair lüzumlu, yararlı şeyleri öğretmelidir. Her çeşit oyun, Mâ-lâya’nî olur, ilim öğrenilmesine engel olur.”

Öğrenmede öncelikli olanlar
Sual: Dinimizin buyruk ve yasaklarının tamamını derhal öğrenmek mi gerekir?
Yanıt:
Bu mevzuda Kimyâ-i se’âdet kitabında ilim kısmında buyuruluyor ki:
“Her müminin, en ilkin, Ehl-i sünnet itikadını, özetlemek gerekirse öğrenmesi farzdır. Bundan sonrasında, iki şey öğrenmesi lazım olur. Biri kalp, diğeri gövde için lazım olan bilgidir. Gövde için olan data de; yapacağı emirler, sakınacağı yasaklardır. Emirleri öğrenmek şöyleki olur:
Sabah vakti, yeni Müslüman olan kimsenin, öğle vakti ulaşınca abdestin ve namazın farzlarını öğrenmesi, derhal farz olur. Sünnetlerini öğrenmesi de sünnet olur. Akşam olunca, akşam namazının üç rekat bulunduğunu öğrenmesi farz olur. Ramazan ayı ulaşınca, orucun farzlarını öğrenmesi farz olur. Varlıklı olunca, bir yıl sonrasında, zekâtı öğrenmesi farz olur. Haccı öğrenmesi, hacca gideceği süre farz olur. İşte, her şeyi zamanı ulaşınca öğrenmesi farz-ı ayn olur. Sözgelişi evlenmek istediği süre, nikâh bilgilerini, hanım, adam haklarını, hanımefendilerin özür hâllerini öğrenmesi farz olur. Bir sanata, ticarete başlayınca, bunlardaki buyruk ve yasakları, faizi öğrenmesi lazım olur. Hangi sanata başlayacaksa dönemin ona ilişkin fen bilgilerini de mektepte öğrenmesi farz olur. Her insana kendi sanatını okuması, öğrenmesi farz olur. Başka sanat bilgilerini öğrenmesi farz olmaz. Harp zamanında da askerliği ve yeni silahları yapmak, kullanmak, korunmak için, fen bilgilerini özetlemek gerekirse öğrenmek, her Müslümana farz-ı ayn, bunlarda uzmanlık kazanmak ise farz-ı kifâyedir.

Haramları öğrenmek de, her insana başka türlü farz olur. Sözgelişi, adamların ipek giydirilmiş olduğu bir yerde bulunanların, ipek giymenin haram bulunduğunu öğrenmesi ve bilenlerin bilmeyenlere öğretmesi farz olur. Sunî ipek giymek erkeklere de haram değildir. Alkollü içkiler içilen, domuz eti yenilen, başkasının hakkı, faiz, rüşvet alınan, kumar oynanan yerde bulunanların, bunların haram bulunduğunu öğrenmesi farz olur. Hanım adam beraber oturanların da mahrem ve namahrem olan bayanları, kısaca bakması caiz olan ve olmayan bayanları öğrenmesi farz olur. Avret bölgeleri açık olan yerlerde bulunan Müslümanların, örtmesi farz olan yerlerini öğrenmeleri lazımdır. Bu yerlerini açmak ve başkasının açık yerine bakmak günah olduğu şeklinde, bunu bilmemek de ayrı günahtır.”

İmanı, farzları, haramları öğrenmek
Sual: İnanan, inanç eden her insanın, kendisine lazım olan din bilgilerini öğrenip, bunlara uyması gerekir mi?
Yanıt:
Her Müslümana ilkin lazım, birinci farz olan şey, imanı, farzları, haramları öğrenmektir. Bunlar öğrenilmedikçe, Müslümanlık olması imkansız, inanç elde tutulamaz. Hak borçları ve kul borçları ödenilemez. Niyet, terbiye düzeltilemez ve temizlenemez. Muntazam niyet edinilmedikçe de, hiçbir farz kabul olmaz. Bunun için her insanın ilmihal bilgilerini öğrenmesi lazımdır. Hadîs-i şerifte;
(Bir saat ilim öğrenmek yada öğretmek, sabaha kadar yakarma etmekten daha sevaptır) buyuruldu.

Müslümanların bilmesi, öğrenmesi lazım olan bilgilere Ulûm-i islâmiyye, Müslümanlık detayları denir. Bu bilgilerin kimisini öğrenmek farz, kimisini öğrenmek sünnet, bir kısmını öğrenmek de mubahtır.

İmanı, farzları ve haramları öğrenmek, bilmek farzdır. Otuzüç farz meşhurdur. Bunlardan dördü esas olup, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hac etmektir. İman ile birlikte bu dört farz, İslâmın şartıdır. İman edip de yakarma edene, kısaca bu dört farzı yapana Müslüman denir. Dördünü birden yapmış olup da, haramlardan kaçınan, tam Müslümandır. Bunlardan biri bozuk olur yada asla eğer olmazsa, Müslümanlık bozuk olur. Dördünü de yapmayan, mümin olsa da Müslümanlığı tam değildir. Bu şekilde inanç, insanı yalnız dünyada korursa da, ahirete imanla gitmek güç olur. İman, muma benzer, Ahkâm-ı islâmiyye mum etrafındaki fener gibidir. Mum ile beraber fener de, İslâmiyettir. Fenersiz mum acele söner. İmansız, İslâm olması imkansız. İslâm olmayınca, inanç da yoktur.

O hâlde, her mümine ilkin lazım, birinci farz olan şey, imanı, farzları, haramları öğrenmektir. Ilk olarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında bildirdikleri şeklinde, bir inanç edinmelidir. Kıyamette kurtuluş yolu, bunların gösterdiği yoldur. Zira dini, bozulmaktan sakınan, Ehl-i sünnet âlimleridir.

Muhammed aleyhisselama uymak için, ilkin inanç etmek, sonrasında Müslümanlığı iyice öğrenmek, sonrasında farzları eda edip haramlardan kaçınmak, sonrasında, sünnetleri yapmış olup mekruhlardan kaçınmak lazımdır. Bunlardan sonrasında, mubahlarda da Ona uymaya çalışmalıdır. Bir mümin, mubahlarda da, ne kadar Ona uyarsa, o aşama kâmil ve olgun bir Müslüman olur. Allahü teâlâya, o aşama yakın, kısaca sevgili olur.

Sual: İslâmiyette öğrenilmesi, her Müslümanın kesinlikle öğrenmesi lazım olan temel din bilgilerinin esası, temeli nedir?
Yanıt:
Her Müslümanın kesinlikle öğrenmesi gerekin din detayları ikiye ayrılır:
1- Kalp ile inanç edilmesi, kısaca inanılması lazım olan bilgilerdir. Bu ilimlere Usûl-i din yada İman detayları denir. Kısacası, inanç, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği altı şeye inanmak ve İslâmiyeti kabul etmek ve sövgü alâmeti olan şeyleri söylemekten ve kullanmaktan sakınmaktır. Her Müslümanın, sövgü alâmeti olan şeyleri öğrenmesi ve bunlardan sakınması lazımdır. İmanı olana Müslüman denir.

2- Gövde ile yada kalp ile yapılacak ve sakınılacak yakarma bilgileridir. Yapılması buyruk edilen bilgilere Farz, sakınılması buyruk edilen bilgilere Haram denir. Bunlara Fürû-i din yada Ahkâm-ı islâmiyye veya İslâmiyet detayları denir.

Bu ümmetin âlimleri iki türlüdür
Sual: Din bilgilerini dünya menfaati için öğrenmenin fena olduğu bilinmektedir. Peki fen bilgilerini öğrenmenin hükmü de bu şekilde midir?
Yanıt:
Fen bilgilerini dünya menfaati için öğrenmek caizdir, hatta lazımdır. Hadîs-i şerifte;
(Bu ümmetin âlimleri iki türlü olacaktır: Birincileri, ilimleri ile insanlara yararlı olacaktır. Onlardan bir karşılık beklemeyeceklerdir. Bu şekilde olan insana denizdeki balıklar ve yeryüzündeki hayvanlar ve havadaki kuşlar yakarış edeceklerdir. İlmi başkalarına yararlı olmayan, ilmini dünyalık ele geçirmek için kullananlara kıyamette Cehennem ateşinden yular vurulacaktır) buyuruldu.

Yerde ve gökte bulunan mahlukların hepsinin tesbih ettiklerini Kur’ân-ı kerim haber veriyor.

(Âlimler, Peygamberlerin varisleridir) hadîs-i şerifindeki âlim, Resûlullah efendimizin yolunda olan, Onun yoluna uyan din âlimi anlama gelir. İslâmiyete uyan âlim, etrafına ziya saçan ışık deposu gibidir.

(Kıyamet günü bir din adamı getirilip Cehenneme atılır. Cehennemdeki tanıdıkları etrafına toplanıp, sen dünyada Allahın emirlerini bildirirdin. Niçin bu azaba düştün derler. Evet, günahtır yapmayın derdim, kendim yapardım. Yapınız dediklerimi de yapmazdım. Bunun için, cezasını çekiyorum der) ve

(Mirac gecesi göğe götürülürken insanoğlu gördüm. Alevden makaslarla dudaklarını kesiyorlar. Bunların kim olduklarını Cebrail’e sormuş oldum. Ümmetinin hatiplerinden, vaizlerinden, kendilerinin yapmadıklarını yapınız diyenlerdir dedi) ve

(Cehennem zebanileri, günah işleyen hafızlara, puta tapanlardan daha ilkin azap yapacaklardır. Zira bilerek meydana getirilen günah, bilmeyerek yapılandan daha kötüdür) hadîs-i şerifleri meşhurdur.

Eshâb-ı kiram fazlaca âlim oldukları için ufak günahlardan da, büyük günahlar şeklinde korkarlardı. Hadîs-i şerifte geçen hafızlar, Tevrat hafızları olsa gerektir. Zira günah işleyen Müslümanlara kafirlerden daha şiddetli azap yapılmayacaktır. Veya, bu ümmetten olup da, günahlardan, haramlardan sakınmaya önem vermeyip, kafir olan hafızlardır. Hadîs-i şerifte;
(Alimler devlet adamlarına karışmadıkça ve dünyalık toplamak ardında olmadıkça, Peygamberlerin eminleridir. Dünyalık toplamaya başlayınca ve devlet adamlarının arasına karışınca, bu emanete hıyanet etmiş olurlar) buyuruldu.

Sual: İslâm alimlerinin kitaplarında bildirilen nasihatlerin deposu, hep âyet-i kerime ve hadîs-i şerifler midir?
Yanıt:
İmâm-ı Gazâlî hazretleri, kendisinden tembih isteyen bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, sana uzun uzun ömürler verip, ömrünü ibadetle ve Onun gösterdiği yolda gitmekle geçirmek nasip eylesin! Tüm tembihler Peygamber efendimizden alınmıştır. Ondan gelmeyen tembihler yarar vermez. Peygamber efendimizin dünyaya yayılan nasihatlerinden biri şudur:
(Allahü teâlânın, bir kuluna rahmet etmeyeceğine, ona gadab ve azab edeceğine alamet, dünyaya ve ahirete faydası olmayan şeylerle meşgul olması, zamanlarını gereksiz şeylerle öldürmesidir. Bir kimsenin ömründen bir saati, Allahü teâlânın beğenmediği bir şeyde geçerse, ne kadar fazlaca pişman olsa, üzülse yeridir. Bir kimse kırk yaşını geçmiş olduğu halde onun hayırlı işleri, kısaca sevapları, fena işlerinden, kısaca günahlarından ziyade olmadı ise, Cehenneme hazırlansın.)

Bu hadîs-i şerifin manasını iyi anlayanlara, bu tembih yetişir.”

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/05/25/dinimizde-ilim-ve-ilmin-onemi/feed/ 0 5451