3 Boyutlu Mekanlar – Cennetin Bahçesi https://www.cennetinbahcesi.com Dini Paylaşım Sitesi Sun, 08 Nov 2015 10:18:15 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.0.9 110917297 HZ. MUHAMMED S.A.V. EVİ https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/hz-muhammed-s-a-v-evi/ https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/hz-muhammed-s-a-v-evi/#comments Sun, 08 Nov 2015 10:18:15 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=994

 

Sevgili Peygamberimiz s.a.v 20 Nisan 571 Pazartesi günü Mekke’de doğdu Babası Abdullah, annesi Âmine, dedesi Abdülmuttalip, büyük babası Vehb, babaannesi Fatıma, anneannesi ise Berre’dir.

Doğduktan sonra 4 yaşına kadar sütannesi Halime’nin yanında, bundan sonra 2 yıl boyunca da annesi Amine’nin yanında kaldı6 yaşında iken annesi onu akrabalarıyla tanıştırmak ve babası Abdullah’ın kabrini ziyaret etmek için Medine’ye götürdü.

Hz Âmine, kocası Abdullah’ın kabrini ziyaret etmiş, Hz Peygamber de Neccaroğulları’ndan.

Akrabasıyla tanışmıştı Âmine dönüşte Ebva denilen yerde hastalanıp vefat etti ve orada toprağa verildi Bu sırada yolculukta kendileriyle birlikte olan Ümmü Eymen onu Mekke’ye ulaştırdı ve dedesine teslim etti.

6 yaşından 8 yaşına kadar dedesi Abdulmuttalib’in yanına kaldı O da ölünce, vasiyeti üzerine amcası Ebu Talib’in evine taşındı Ebu Talib, Peygamber Efendimizin babasıyla hem baba hem de anne gibi kardeşti.

13 yaşından itibaren amcaları ile birlikte ticarete atıldı Uzun bir süre bu işle meşgul oldu ve bu alanda doğrulukla, dürüstlükle tanındı Henüz 20 yaşında iken hırsızlık, gasp, eşkıyalık, zulüm ve haksızlıklara karşı bir tedbir almak amacıyla bazı Mekkelilerin oluşturduğu Hılfulfudül adlı kuruluşa katıldı ve etkili bir üye olarak görev yaptı.

25 yaşına geldiğinde Hz Hatice ile evlendi Hz Hatice bu esnada kırk yaşında idi ve onunla evlenmeye karar verişinde Sevgili Peygamberimiz “el-Emin: Güvenilir, dürüst” olarak tanınması birinci derecede rol oynamıştı.

35 yaşına geldiğinde Ka’be hakemliği yaptı; Ka’be’nin tamiri sırasında Haceru’l-esved’in yerine konulması sırasında ortaya çıkan anlaşmazlığı, taşı bir yaygı üzerine koyup tüm kabile reislerine taşıtmak suretiyle giderdi, böylece kabileler arasında çıkması muhtemel bir kavgayı önlemiş oldu.

Peygamber Efendimiz 40 yaşlarına yaklaştığında kendisinde insanların arasından uzaklaşıp kırsal alana çıkmak, yaratılışın ve evrenin inceliklerini düşünmek arzusu uyandı Bu münasebetle belli sürelerde Hira-Nur dağındaki mağarada kalmaya başladı Nihayet 40 yaşında iken 610 Ramazan ayında bir gün Cebrail Aleyhisselam geldi ve vahiy süreci başlamış oldu İlk vahiy edilen ayetler, “Yaratan Rabb’inin adıyla oku!” diye başlıyordu Böylece Yüce Allah tarafından Peygamberlikle görevlendirilmiş oldu.

Peygamber Efendimizin İslam davetine evet diyerek ilk inanma şerefine Hz Hatice, Hz Ali, Hz Zeyd b Harise ve Hz Ebu Bekir eriştiler Bunları Hz Osman, Abdurrahman b Avf, Sa’d b Ebi Vakkas, Talha ve Zübeyr Hazretleriyle diğerlerini takip ettiler.

Peygamberliğin ilk altı yılı dolarken Hz Hamza ve Hz Ömer gibi yiğitlik ve cesaretleriyle tanınan zatlar Müslüman oldu.

10 Peygamberlik yılında peş peşe Hz Hatice ve Ebu Talib ölünce düşmanların eza ve cefaları bir kat daha arttı Çünkü bunlar hatırlı insanlardı, çevreleriyle Peygamberimize destek veriyorlardı Bu sırada Hz Peygamber, dış destek sağlamak amacıyla Taife gitti Ne var ki Taifliler İslam’ı kabul etmediler, Hz Peygamber’e destek vermediler, üstelik onu taşlattılar, üstü başı kan içinde kaldı, Taif dışında bir bağa sığınarak taşlanmaktan kurtulabildi.

Ardı arkası kesilmeyen bu sıkıntılar devam ederken aynı günlerde Sevgili Peygamberimiz Mirac’ta İlahi ikramların doruğuna eriştirildi, Yüce Allah’ın huzuruna yükseltildi ve İlahi buyrukları, aracı olmaksızın dinlenme ve alma imkânına kavuşturuldu.

Bütün zorluklara rağmen Hz Peygamber İslam’ı tebliğ çabalarını sürdürüyordu Birer yıl arayla 1 ve 2 Akabe Biatları yapıldı Bunu takip eden zaman diliminde Yüce Allah’ın izni ve buna bağlı olarak Hz Peygamber’in müsaadesi üzerine Müslümanlar Mekke’den Medine’ye göç ettiler İslam tarihi literatüründe buna, “hicret” denilmiştir En sonunda Sevgili Peygamberimiz de Hz Ebu Bekir ‘le birlikte Medine’ye göç etti.

Efendimiz(sav) Medineli Müslümanlar yani Ensar = Yardımcılar ile Muhacirler = hicret edenler arasında kardeşlik kurdu.

Puta tapıcılarla Müslümanlar arasında Bedir, Uhud, Hendek, Müreysi gibi savaşalar oldu Hz Peygamber’in sağlığında İslam elçisi dokunulmazlığı olduğu halde öldüren ve Medine’ye saldırmayı tasarlayan Hıristiyanlara karşı da Mute ve Tebük seferleri düzenlendi, 630 yılında Mekke fethedildi Hz Peygamber, çıkmaya mecbur olduğu vatanına üstünlük sağlayarak ve genel af ilan ederek girdi.

Peygamber Efendimiz, 632 yılında hac esnasında Mekke’de Arafat’ta yüz binden fazla Müslüman’a bir konuşma yaptı İslam düşüncesinin bir özeti olan ve insan hakları bakımından çok mükemmel prensipler içeren bu konuşma İslam tarihinde “Veda Hutbesi” diye anılmaktadır.

İslamiyet’i sabırla, azimle, cesaretle, insanlara ulaştıran Sevgili Peygamberimiz, 8 Haziran 632 Pazartesi günü hayata gözlerini yumdu, Allah’ın rahmetine kavuştu, cenaze namazı erkekler, kadınlar ve çocuklar olmak üzere sıra ile cenazenin bulunduğu hücre-i saadette kılındı ve orada toprağa verildi .

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/hz-muhammed-s-a-v-evi/feed/ 3 994
Ashab-ı Kehf (yedi Uyuyanlar) https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/ashab-i-kehf-yedi-uyuyanlar/ https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/ashab-i-kehf-yedi-uyuyanlar/#respond Sun, 08 Nov 2015 10:10:58 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=989

 

 

Ashab-ı Kehf
http://www.cennetinbahcesi.com/
Geleneksel anlamda hikâyeye göre Ashab-ı Kehf denilen gençler, bugün yeri konusunda çeşitli rivayetler bulunan Efsus şehrinde yaşıyorlardı. Bunlardan altısı sarayda görevli, hükümdara yakın kimselerdi ve hükümdarın müşavere heyetindeydiler. Onun sağında ve solunda bulunurlardı. Sağındakiler Yemliha, Mekselina ve Mislina idi. Bunlara “Ashab-ı Yemin” denmiştir. Hükümdarın solunda bulunanlar ise, Mernuş, Debernuş ve Şazenuş’tur. Bunlara da “Ashab-ı Yesar” denmiştir.

Hükümdarın Roma imparatorlarından Diocletian (284 – 305) (Gaius Aurelius Valerius Diocletianus) olduğu, ya da Domitianus (271-272) veya Decius (249-251) olduğu düşünülmektedir. Kesin olan şey imparatorun putperest olduğudur. Putperestliği kabul etmeyen az sayıdaki insanları yakalatıp öldürtmüştü. Hükümdar bir ihbar üzerine saraydaki putperest olmayan gençlerin durumlarını öğrendi. Onları çağırıp tehdit etti, onlar inançlarından ayrılmak istemediler, aksine Dokyanus’u inançlarına davet ettiler. Hükümdar onların eski günlerine dönmeleri için zaman tanıdı. Gençlerde inançlarını korumak için şehre yakın bir dağ yönüne gittiler. Yolda giderken Kefeştetayyuş ismindeki bir çoban onların inancına katıldı ve yedincileri oldu. Çobanın köpeği Kıtmir de onlara katılıp, arkalarından takip etti. Dağa yaklaştıklarında çobanın gösterdiği bir mağaraya girdiler. Mağarada dua ederek merhamet dilediler. (İslam dininin kutsal kitabı Kur’an’daki Kehf suresinin 10. ayetinde bu kişilerin duaları belirtilir.)

Hikayenin devamına göre hükümdar, Efsûs’a gelip, onları sorar. Kaçtıklarını haber alıp saklandıkları mağrayı öğrenince adamlarıyla mağaraya gider ve mağaranın ağzını onları öldürmek maksadıyla kapattırır. İnanca göre gençler ölmez, yüzyıllar boyunca uyumaya devam ederler. Sonunda ise ilahi bir şekilde uyandırırlar. Ne kadar süre kaldıkları tam olarak bilinmemekle birlikte Kehf suresinde bu süreyi 300 sene olarak belirtir.[kaynak belirtilmeli]

Ashab-ı Kehf uyandıklarında geçmiş olan zamanında farkında olmadıkları belirtilir. Uykudan kalkmaları, birbirleriyle konuşmaları ve içlerinden birini şehre göndermeleri Kur’an’da geçer. Bunlar şehre gidip yiyecek getirecek kimsenin (Yemliha’nın) elbise değiştirerek halini kimseye bildirmeden gidip gelmesini uygun görürler. Yemliha, bunu kabul edip şehre geldiğinde çok değişmiş bir şehir bulur. Farklı yorumları mevcut olan bir hadiseyle bu kişi geçen zamanın farkına varır ve o zamanın hükümdarının yanına götürülür. İnanca göre bu hükümdar gençlerin dinindendir. Başlarından geçenleri hükümdara anlatır. Daha sonra gidip arkadaşlarına haber verir. Daha sonra tekrar hepsi uykuya dalarlar.

Bazıları sahabelerden Ali’nin, Ashab-ı Kehf’e gittiklerini ve Ashab-ı Kehf’in uykudan uyanıp onları gördüklerini ileri sürmüştür. Ayrıca bu söylenceye İslam dininin son peygamberi Muhammed’e iman ettiklerini bildirip ve selâm gönderip dua istedikleri de eklenir. Bunların dışında bazı kişiler Ashab-ı Kehf’in Mehdi geldiğinde uyanıp ona katılacağını ileri sürmüştür. Yine de bu iddiaların, veya hikâyede genelde geçen isim, yer, zaman ve bazı olayların gerçek temelleri tartışmalıdır. Kur’an’da ise bu yorumlara dair hiçbir şey yoktur.

Hristiyanlık’ta Yedi Uyurlar

Bu efsane Hristiyanlık’ta “yeniden dirilme” inancının kanıtı olarak gösterilmektedir.

Efsane
Yedi Uyurları tasvir eden bir Orta Çağ el yazması.

Efsane’ye göre 250 yılları civarında Dakyus (Dakyanus veya Decius) adlı bir kral’ın yönettiği putperest bir ülkede 7 genç Hristiyalık’la suçlanır. İnançlarını değiştirmeleri için bir süre verilir fakat, onlar dünyevi eşyalarını bırakıp dağa ibadet etmeye giderler. Putperestliğe karşı bu tavrı gören kral öldürülmelerini emreder. Gençler ve köpekleri mağaraya sığınırlar. Kral mağaranın girişine duvar örülmesini emreder. Yedi Uyurlar yıllarca burada kalırlar.

Uzun yıllar sonra, (genelde 379-390 yılları) ağıl yapmak isteyen bir çiftçi mağara girişini açar ve Yedi Uyurlar’la karşılaşır. Şehir’de haçlı bir sürü bina görüp hayrete düşerler. Dakyus zamanında kalan altınları harcamaya çalıştıkları zaman Psikopos’un karşısına çıkarılırlar. Hikayelerini dinleyen psikopos bunun bir mucize olduğunu söyler.

Bunlar Hristiyanlıkta Malta, Malchus, Martinianus, Dionysius, Joannes, Serapion, ve Constantinus adındaki azizlerdir. Başka kaynaklar başka isimler verir.

Efsanenin bu sürümü ise Kuran’da ki Kehf suresinde(18. sure) anlatılanlara benzemektedir. Bahsi geçen kişiler Philedelphia (Bugün Ürdün’deki Amman şehri) şehrinin soylularıdır. Liderleri Maximillian (Yemliha), o sırada şehri ziyaret eden Roma İmparatoru “Haderanius” (Hadrian)’a başkaldırır ve put tanrıları inkar ederek sadece Nuh’un, Musa’nun, İbrahim’in ve İsa’nın Tanrı’sının tapılmaya değer olduğunu söyler. İmparator idam edilmelerini emreder.

Kapatıldıkları zindandan kaçarlar ve sığınacakları bir mağara bulurlar. Yedisi ve bir köpek (Kitmir veya Kıtmir) mağarada uyuya kalırlar. Bu mağaraya gelen askerler şaşırmış ve isteri içinde geri dönerler. Bunun üzerine komutanları mağara girişinin taş ve harçla kapatılmasını emreder. Yedi kafir’in buarada ölüme terkedildiklerini anlatan bir levha bırakarak giderler.

300 yıl kadar sonra uyandıklarında, Maximillian’ı şehre yiyecek almak üzere gönderirler. 300 sene önceki paradan şüphelenen fırıncı onun bir hazine bulduğunu zanneder ve bunu kendisiyle paylaşmazsa onu ele vereceğini söyler. Askerler gelir Maximillian’ı yetkililere götürürler. Yetkililer ilk önce ona inanmasalar da daha sonra ikna olurlar ve bunu bir mucize sayarlar.

Efsanenin birkaç değişik sürümü bulunmaktadır. Bunlardan birinde kaçan beş genç vardır, yolda bir çoban ve çobanın Kitmir adındaki köpeği de bu beş gence katılır. Çoban onları saklanmak üzere bu mağaraya götürür. Başka bir sürümde ise çoban bu yedi genç ve köpeğin bulunduğu mağaranın yerini kralın askerlerine göstermiştir.

Mağara
Ashab-ı Kehf mağarası, Efes,Selçuk.

Ashab’ül Kehf ile ilgili mağaranın ise sınırları içinde olduğunu iddia eden 33 kentin dördü Türkiye’dedir: Afşin, Selçuk,Efes, Lice ve Tarsus.

Hıristiyanlar tarafından kabul edilen sürümdeki mağara Selçuk ilçesindeki Efes antik şehrinin yakınlarındaki Panayır Dağı eteklerinde bulunmaktadır. Bu mağaranın üstüne bir kilise yapılmış hali 1927-1928 yılları arasındaki bir kazıda ortaya çıkarılmış, kazı sonucunda 5 ve 6. yüzyıla ait olan mezarlar da bulunmuştur. Yedi Uyurlar’a ithaf edilmiş yazıtlar hem mezarlarda hem de kilise duvarlarında bulunmaktadır.

Türkiye’de mağaranın yeri hakkındaki tartışma daha çok Afşin ve Tarsus ilçeleri arasında olmaktadır. Yedi Uyurlar mağarasının Afşin ilçesinde olduğunu kanıtlamak için Afşin Eshâb-ı Kehf Derneği bilim adamlarından oluşan bir heyete rapor hazırlatmış ve bunu yerel mahkemede açtıkları keşif davası ile karara bağlatmıştır. Tarsus da Bencilüs veya Encilüs denilen dağda Tarsus’a iki saat uzaklıktaki mağarayı tefsirler, tarihi kaynaklar ve arşiv belgelerine dayanarak Eshâb-ı Kehf mağarası olarak göstermektedir.

Ashab-ı Kehf, Diyarbakır’da da bir mekâna isim olmuştur. Kuranda mağara ile ilgili Kehf süresinin 17. ayetinde ” Güneş doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafına meylettiğini, battığı zamanda sol tarafa gittiğini görürdün. Onlar mağaranın kuytu bir köşesinde idiler. Bu , Allah’ın mucizelerindendir. Allah kime hidayet verirse hidayeti bulur. Kimi sapıklıkta bırakırsa onu, irşat edecek bir dost bulamazsın. ” şeklinde yapılan tasvire göre yön tespitinin de uyduğu Licedeki mağara diğer kitaplarda da tasvir edilene en çok benzeyen mağaradır. Yerden yüksekte ve üzerinde gölgelik şeklinde çıkıntı olan bu yer içeriye doğru girintili bir mağaradır ki tanıma en çok uyan mağaradır.12.yy civarlarında Artuklu hükümdarı Melik Adil burayı restore ettirip bir kitabe yaptırmıştır. Ünlü tarihçi Abdulrezzak Semerkandi’nin 527 yıl önceki bir eserinde şöyle bir ifade geçmektedir; “(Sultan Üveys, Lice’deki Ashab-ı Kehf’e Bingöl üzerinden sefer düzenledi ve Muş Ovası’na vardı)”. Buna karşın Ashab-ı Kehf tartışmalarında Lice Deyr-i Rakiym (Duru Köy) adının fazla yer almaması eleştiri konusu olmaktadır.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/ashab-i-kehf-yedi-uyuyanlar/feed/ 0 989
Yunus Emre’nin Türbesi https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/yunus-emrenin-turbesi/ https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/yunus-emrenin-turbesi/#respond Sun, 08 Nov 2015 09:23:35 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=983

 

 

Yunus Emre (1238 – 1328)

Hayatı ve şahsiyeti hakkında pek az şey bilinen Yunus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmaya ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde küçük-büyük Türk Beylikleri’nin kurulmaya başlandığı 13. yüzyıl ortalarından Osmanlı Beyliği’nin kurulmaya başlandığı 14. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Orta Anadolu havzasında doğup yaşamış bir şair ve erendir. Yunus Emre, uzun bir süre Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhında çile doldurmuş ve dergâha hizmet etmiştir. Yunus’un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğünün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasî otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır. 13. yy’ın ikinci yarısı, sadece siyasî çekişmelerin değil, çeşitli mezhep ve inançların, batınî ve mutezilî görüşlerin de yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır. Böyle bir ortamda, Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı Velî, Ahî Evrân-ı Velî gibi ilim ve irfan önderleriyle birlikte Yûnus Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlakla ilgili düşüncelerini, İslam tasavvufunu işleyerek Türk-İslam birliğinin oluşmasında önemli vazifeler yapmıştır. Yûnus Emre, “Risalet-ün Nushiyye” adlı mesnevîsinin sonunda verdiği;

Söze târîh yedi yüz yediydi
Yûnus cânı bu yolda fidîyidi

beytinden anlaşıldığı kadarıyla H. 707 (M. 1307-8) tarihlerinde hayattadır. Yine, Adnan Erzi tarafından Bayezıd Devlet Kütüphanesi’nde bulunan 7912 numaralı yazmada şu ifadelere rastlanmaktadır:

Vefât-ı Yûnus Emre
Müddet-i ‘Ömr 82
Sene 720

Bu belgeden anlaşılacağı üzere, Yûnus Emre, H. 648 (M. 1240-1) yılında doğmuş, 82 yıllık bir dünya hayatından sonra H. 720 (M. 1320-1) yılında ölmüştür.

Doğduğu yer konusundaki tartışmalar Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy ile Karaman üzerinde yoğunlaşmaktadır. Menakıpnâmelerle şiirlerinden çıkarılan bilgilere göre Babalılardan Taptuk Emre’nin dervişidir. Hacı Bektaş ile ilgisi Vilayetname’den kaynaklanmaktadır. Yine şiirlerinden tasavvuf yolunu seçtiği, iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır. Anadolu kentlerini dolaştığı, Azerbaycan ve Şam’a gittiği, Mevlana’yla görüştüğü de bu bilgiler arasındadır. İşlediği konularla Anadolu’da gelişen Türk edebiyatının en büyük adlarından sayılan Yûnus Emre, yalnız halk ve tekke şiirini değil, divan şiirini de etkiledi. Hece ve aruzla vezinleriyle yazdığı şiirlerinde sevgiyi temel aldı. Tasavvufla, İslam düşüncesiyle beslenen dizelerinde insanın kendisiyle, nesnelerle, Allah’la olan ilişkilerini işledi, ölüm, doğum, yaşama bağlılık, İlahi adalet, insan sevgisi gibi konuları ele aldı. Çağının düşünüş biçimini ve kültürünü konuşulan dille, yalın, akıcı bir söyleyişle dile getirdi; kendinden önce yetişmiş İran şairlerinin, çağdaşlarının yapıtlarında geçen kavramlara yeni bir öz, yeni bir deyiş kattı. Bu yanıyla tasavvuf düşüncesini, Alevi-Bektaşi inançlarını zenginleştirdi. Kendisi tekke şiirinin Anadolu’daki ilk temsilcilerindendir.

Yunus Emre, halk diliyle yazılan tasavvuf edebiyatının en büyük şairidir. Orta Asyada Ahmed Yesevi ile başlayan halk tasavvuf şiiri; Türkistan, Horasan ve Anadolu’da yüz yılı aşan bir gelişimden sonra, en üstün seviyesine Yunus Emre’de varmıştır. Yunus’un duygu ve düşünce âlemini hazırlayan kültürün kaynağında İslam tasavvufu vardır. Yunus’un bilgi ve düşünce âleminde, Onun yaratılış, varlık, yokluk, aşk ve Allah hakkında duygulu ve hummalı zihin yoruşları vardır ki aynı irfan kaynağından beslenir. Yunus, insan olan herkese karşı; fakir, zengin, Hıristiyan ve Müslüman ayrımı yapmayan, engin sevgiyle bağlıdır. Ondaki insan sevgisi, insan’da Allah’tan bir parça, bir cevher bulunduğu inancındandır. Yunus, işte bu parçanın bütününe yani Allah’a âşıktır. O’nu gönlünde bilmenin heyecanındadır. Bu heyecanı, Musa Peygamber’in konuştuğu çoban kadar saf bir gönülle duyar; aynı saflıkla söyler. Yeryüzünde ömür boyu vatanından uzak kalmış bir insan hüznüyle Yunus’un Tanrı diyarına karşı sonsuz hasret duyması da bundandır. Yunus, ömrü boyunca böyle bir nostalji ile yanmış, şiirlerine bu yanmanın duygusunu yansıtmıştır. Yunus bu duygu ve bilgiyle olgunlaşıp derinleşen, bazen coşkun, bazen rind ve her haliyle cana yakın bir derviştir. Yunus Emre’nin şiirlerinden ve menkıbelerinden insan hayalinde canlanan simasının belli başlı çizgileri bunlardır. Yunus; duymuş, düşünmüş, inanmış ve bütün bu duyuş, düşünüş ve inanışlarını büyük bir sadelik ve kolaylıkla şiirleştirmeye muvaffak olmuştur. İslami taassubun, üzerinde durmaktan çekindiği birçok iman meseleleri ile cennet, cehennem, sırat ve benzeri gibi kavramlar, onun en zeki ve en hür düşüncelerine mevzu olmuştur. Şiirlerini, eskilerin, sehl-i mümteni dedikleri, her dilin söyleyemeyeceği bir açıklık ve kolaylıkla terennüm edilmiştir.

Yunus Emre’nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Bunlar; Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy; Karaman’da Yunus Emre Camii avlusu; Bursa; Aksaray ili Ortaköy ilçesi’nde; Ünye; Kula’da Emre köyü; Erzurum, Tuzcu(Dutçu) köyü; Isparta’nın Gönen ilçesi; Afyon’un Sandıklı ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü. Ayrıca Tokat’ın Niksar ilçesinde ve Azerbaycan’da Şeki şehrinde de bulunmaktadır.

Ayrıca, mutasavvıf Niyazi Mısri de Yunus Emre’nin mezarının (veya makamının) Limni Adası’nda bulunduğunu ifade etmiştir. Mezarı konusundaki tartışma, Karaman ve Eskişehir’deki türbeler üzerine yoğunlaşmışsa da, Hacı Bektaş ile ilgili menkıbe düşünüldüğünde Eskişehir Sarıköydeki türbenin asıl Yunus Emre türbesi olduğu düşünülebilir.

Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde Karaman ile ilgili olarak “Kirişçi Baba Camii avlusunda Yunus Emre Hazretlerinin merkadi bulunmaktadır” buyurulur. Eskişehir’de türbesi olduğu iddia edilen alanda, 1949 yılında türbe yapılması amaçlı yapılan kazılarda, 15 kişiye ait iskeletler bulunmuştur. Kazı yapılan alanda iskeletlerin yüzeye çok yakın bir noktada bulunması, bölgenin eski bir mezar yeri olduğu konusunda ciddi şüpheler uyandırmıştır. Yunus Emre’nin şiirlerinde bahsi geçen 23 yerleşim birimi isminden 20 tanesinin şu anda Karaman ili sınırları içerisinde bulunan köy, kasaba, ören yeri isimleri ile birebir aynı olması Yunus Emre’nin bugün Karaman olarak adlandırılan ilin sınırları içersindeki bölgede yaşadığı ve öldüğü varsayımını kuvvetlendirmektedir.

Kaynakça

^ http://www.tcmb.gov.tr/yeni/banknote/E9/200tl.htm
^ Büyük Larousse, Milliyet Gazetesi Yayınları, Cilt-7, “Emre”
^ Türk Dili Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kitabevi, Sayfa-275

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/yunus-emrenin-turbesi/feed/ 0 983
Ankara’dan Görünüm https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/ankaradan-gorunum/ https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/ankaradan-gorunum/#respond Sun, 08 Nov 2015 09:18:20 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=974

 

 

Ankara. Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti ve İstanbul’dan sonra ikinci büyük şehridir. Eski adı Angora olan şehrin nüfusu 2005 verilerine göre 4.319.167 (il nüfusu 5.153.000) olup, rakımı 950 metredir.

M.Ö. 12. yüzyılda Hititler dönemindeki ismi Ankuwash olan şehir, Galat ve Roma İmparatorluğu döneminde Ancyra olarak anılmış, Hellenistik çağ ve Doğu Roma İmparatorluğu döneminde Ánkyra ismini almıştır. Şehrin kimliğine katkı yapan tarihi eserlerin başında otantik çevresi ile şehrin hemen her yerinden görülebilen Ankara Kalesi gelir.

Anadolu’nun merkezindeki İç Anadolu Bölgesi’nde bulunan bulunan Ankara Ankara ilinin de merkezidir. Ankara önemli bir endüstri ve ticaret şehridir. Türkiye devletinin merkezidir ve tüm yabancı ülke elçiliklerine ev sahipliği yapar.

Şehir Ankara keçisi ve bu keçiden üretilen tiftik, emsalsiz Ankara kedisi, balı, bölgeye özel üzümleri ve beyaz Ankara tavşanı ile ünlüdür.

Ankara, doğuda Kırşehir ve Kırıkkale; batıda Eskişehir; kuzeyde Çankırı; kuzeybatıda Bolu ve güneyde Konya ve Aksaray illeri ile çevrilidir.

Ankara, Orta Anadolu’nun kuzeybatısında bulunan Kızılırmak ve Sakarya nehirlerinin kollarının oluşturduğu ovalarla kaplı bir bölgedir. Bu bölgede orman alanları ile step ve bozkır alanlarını bir arada görmek mümkündür.

Akarsu boylarında sıralar halinde görülen iğde, söğüt ve kavak ağaçları step içerisinde yer alır. Ankara çevresinde plato üzerinde yükselen münferit dağlar ile kuzeydeki dağlık sahada ise yağışlardaki artış yüzünden orman örtüsü kendini belli etmeye başlar.   

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/ankaradan-gorunum/feed/ 0 974
Hatay Katolik Kilisesi https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/hatay-katolik-kilisesi/ https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/hatay-katolik-kilisesi/#respond Sun, 08 Nov 2015 08:33:05 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=971

 

Katolik Kilisesi (Antakya)

Günümüzde halen kullanılmakta olan kilise, Kurtuluş caddesi, Kurtuluş sokakta yer almaktadır.

 

 

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/hatay-katolik-kilisesi/feed/ 0 971
Maraş Sütçü İmam Kabristanı https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/maras-sutcu-imam-kabristani/ https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/maras-sutcu-imam-kabristani/#respond Sun, 08 Nov 2015 08:31:16 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=968

 

  Milli Mücadelemizin timsali olan Sütçü İmam, Maraş’ın Fevzipaşa (Bektutiye) Mahallesi Hane 112, Cilt 9/1 Sahile 177 de kayıtlıdır, Babası Kireçcioğullarından Ömer Efendi, Annesi Tiyeklioğullarından Emine Hanımdır.

    1878 yılında doğan İmam fakir bir ailenin çocuğu idi. Kendi halinde Uzunoluk Camii’nin imamlığını “Allah rızası” için yapan imam, geçimini de caminin biraz altındaki küçük dükkanında süt satarak temin ettiği için İmam olan asıl adı “Sütçü İmam olarak bilinirdi.

    31 Ekim 1919 da düşmana ilk kurşunu atan Sütçü imam, düşmanın Maraş’tan kovulmasından sonra, harpteki fedakârlıklarına mükafat olarak belediyeye odacı alınmış, bu vazifesi yanında kaledeki topun idaresi kendisine verilmişti.

    Abdülmecit halife olunca 101 pare top atmak için kaleye çıkmış, daha yarısını atamadan iyice ısınan topun, barutun ateş alması neticesi yandı. Derhal Alman Eğitim hanesinde tedavi altına alındıysa da iki gün sonra 25 Kasım 1922 tarihinde Hakkın rahmetine kavuştu. Çınarlı Camii mezarlığına defnedildi.

    3 Kız bir erkek çocuğu vardır. ilk kurşunun atıldığı Uzunoluk meydanında 1936 yılında Belediye başkanlığı yapan Hasan Sükuti TÜKEL tararından bir anıt ve çeşme yaptırılmış, 1977 yılında da Kıbrıs meydanına Kurtuluş anıtı yaptırılmış. 1980den sonra Sıkıyönetim Komutanlığının gayreti ile Çınarlı Camii avlusundaki mezarı türbe haline getirilmiştir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2015/11/08/maras-sutcu-imam-kabristani/feed/ 0 968