Anasayfa » Genel » Kur’an-ı kerimi herkes anlayamaz

Kur’an-ı kerimi herkes anlayamaz

Sual: Kur’an-ı kerimi herkes anlayabilir mi, yoksa Resulullah efendimizin açıklaması koşul mıdır? Bir de, meal okumakla anlaşılabilir mi?
CEVAP
Kur’an-ı kerimi tam olarak yalnız Resulullah anlamıştır. Şundan dolayı muhatabı Odur. Kur’an Ona gelmiştir. Ondan başkası tam anlayamaz. Onun için Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(İnsanlara açıkla diye Kur’anı sana indirdik.) [Nahl 44]

Açıklamak, âyet-i kerimeleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak anlama gelir. Bırakın bizleri, ümmetin âlimleri de, âyetleri anlayabilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, sana vahy olunanları bildiri et der, açıklamasını emretmezdi. Bu ve aynı âyetlere karşın, (Resulullah Kur’anı getirmekle işi bitmiştir, o bir postacı idi) diyen mezhepsiz türediler vardır. Eshab-ı kiram, ana dilleri Arapça olması durumunda, bazı âyetleri anlayamayıp, Peygamber efendimize sorarlardı. Resulullah, Kur’an-ı kerimin tefsirini Eshabına bildirmiştir. Eshab-ı kiramın bildirdiğinden başka türlü söyleyenler, dalalete, hatta küfre düşer. Tefsir, yoruma değil, nakle dayanır.

M. Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Bigün Peygamber efendimiz, Hazret-i Ebu Bekir’e ince marifetleri, onun seviyesine bakılırsa anlatıyordu. Yanlarına Hazret-i Ömer erişince, konuşma üslubunu onun da anlayacağı şekilde değiştirdi. Hazret-i Osman erişince, gene konuşma tarzını değiştirdi. Hazret-i Ali de erişince konuşmasını, hepsinin anlayacağı tarzda değiştirdi. Resulullahın her defasında konuşma üslubunu değiştirmesi, oradaki zatların istidatlarının değişik oluşlarından meydana gelmiştir. (1/59)

Hadis-i şeriflerde, (Benden sonrasında Peygamber gelseydi, Ömer olurdu), (Osman’ın şefaati ile Cehennemlik 70 bin şahıs sorgusuz Cennete girecek) ve (Ben ilmin şehriyim Ali de kapısıdır) buyuruldu. Her üçü de bu aşama yüksek olduğu ve Arabiyi fazlaca iyi bilmiş olduğu halde, Hazret-i Ebu Bekir’e anlatılan tefsiri bile anlayamadılar. Şundan dolayı Peygamber efendimiz her insana derecesine bakılırsa anlatıyordu.

İki hadis-i şerif meali:
(İnsanlara akıllarına, anlayışlarına bakılırsa açıklayın, inkârcı olmasınlar, Tanrı’ı ve Resulünü yalanlamasınlar.) [Buhari]

(Aklın alamayacağı şeyi söylemek, fitneye sebep olabilir.) [İbni Asakir]

Kişisel görüşe bakılırsa tefsir yapmanın büyük zararını iyi bilen Hazret-i Ebu Bekir, (Kur’an-ı kerimi kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler) buyurmuştur. (Şir’a)

Kur’an-ı kerimi, Arapça bilen de tam anlayamaz. Dil bilmek ayrı, ilim bilmek ayrıdır. Türkçe bilen, tıp, hukuk, fen bilgisini anlayabilir mi? Hadis-i şerifte, (Kur’an, Tanrı’ın metin ipidir. Manalarının hepsi anlaşılmaz) buyuruldu. Kur’an-ı kerim fazlaca veciz olup, bitmez tükenmez manalarının bulunmuş olduğu, tüm manaları bildirilse bile, yazmak için kağıt ve mürekkep bulunamayacağı şu şekilde bildirilmektedir:
(De ki, Rabbimin [hikmetli] sözleri için, denizler mürekkep olsa, bir o denli daha deniz ilave edilse, denizler tükenir, Rabbimin sözleri tükenmez.) [Kehf 109]

Mevduat-ül-ulum’da deniyor ki:
(Kur’an bilimsel, içinde şaşılacak, akıllara durgunluk verecek, sayısız acaip haller bulunan engin bir denizdir. Ondaki her bilimsel öğrenmek, sırrına ulaşmak imkansızdır.)

İnsanların yazdığı anayasayı bile idrak etmek için hukukçulara gidiliyor. Bir kanundan bile herkes aynı şeyi anlamazken, Tanrı’ın kelamını iyi mi anlayabilir?

Meal okumakla anlaşılması imkansız
Meal okuduğunu söyleyen bir okuyucu, (Yalnız senden yardım diliyoruz. Fatiha 5, Yalnız Tanrı’a güvenin, Maide 23, Yalnız benden korkun Bekara 40, âyetleri pek açıktır. Herkes anlamış olur. Neresi açıklansın?) diye sordu.

(Yalnız senden yardım diliyoruz) dedikten sonrasında, birinden bir bardak su istesek bu âyete aykırı mıdır, değil midir? Hangi hususta başkasından yardım istemeyeceğiz? Bunlar açık değildir.

(Yalnız Tanrı’a güvenin) buyuruluyor. Ne hususta Tanrı’a güveneceğiz? Bir doktora muayene olsak, ilaç verse, güvensek, bu âyete aykırı olur mu? Topkapı’dan Sirkeci’ye giden tramvaya binsek, (Bu tramvay, bizi Sirkeci’ye götürür) desek, Tanrı’tan başkasına mı güvenmiş olacağız? Demek ki güvenmenin izahı gerekir.

(Yalnız benden korkun) buyuruluyor. Başka bir âyet-i kerimede, (İnsanlardan korkmayın, benden korkun) buyuruluyor. (Maide 44) Hırsızdan, hainlerden ve yılandan korksak bu âyete aykırı olur mu? Demek ki açıklaması lüzumlu.

(Namaz kılın, zekât verin) buyuruluyor. (Hac 78, Nur 56) Namazın iyi mi, kaç rekat kılınacağı, zekâtın iyi mi, hangi mallardan verileceği açık değildir. Tüm bunlar, hadis-i şeriflerle ve âlimlerin açıklaması ile anlaşılmıştır.

Fetih suresinin, (Tanrı’ın eli onların ellerinin üzerindedir) mealindeki 10. ve Bekara suresinin, (Doğu da, batı da Tanrı’ındır, nereye dönerseniz Tanrı’ın yüzü oradadır) mealindeki 115. âyet-i kerimesinin tevile ihtiyacı vardır.

Gene mealen buyuruluyor ki:
(Tanrı, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir.) [Araf 155, İbrahim 4]

Bu âyetleri okuyan bir dinsiz, (Doğru yola getiren ve sapıttıran Tanrı olduğuna bakılırsa, beni de dinsiz meydana getiren Odur. Benim bunda ne suçum var) diyebilir. Bu bakımdan hadis-i şeriflere ve âlimlerin açıklamasına gerekseme vardır.

Nitekim, âyetlerden anladığına uyup, (Hayır ve şer Tanrı’tan olduğuna bakılırsa, bizlere günah işleten de Tanrı’tır. Biz günahlardan sorumlu değiliz) diyenler çıkmıştır.

İşte bu tehlikeyi önlemek için Peygamber efendimiz, lüzumlu açıklamayı yapmıştır. Âlimler de bu tarz şeyleri açıklamış, artık, bahane kalmamıştır. Kur’an-ı kerimi idrak etmek için açıklamaya gerekseme bulunduğunu bizzat Hak teâlâ bildiriyor:
(Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]

(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]

(O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm 3,4]

(Resule itaat eden, Tanrı’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]

(Tanrı’a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.) [Muhammed 33]

(Tanrı ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]

(Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bizlere! Keşke Tanrı’a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik! derler.) [Ahzab 66]

Tefsirler ve Diyanet
Diyanetin hazırladığı (Kur’an-ı kerim ve Türkçe Anlamı) isminde tercümenin önsüzünde deniyor ki:
(Kur’an-ı kerim, Türkçeye değil, hiçbir dile hakkıyla çevrilemez. Kur’an-ı kerimde çeşitli manalara gelen lafızlar vardır. Bu şekilde bir lafzı çeviri etmek, çeşitli manalarını bire indirmek olur ki, verilen tek mananın murad-ı tanrısal olduğu bilinemez.)

Prof. Dr. M.Sait Yazıcıoğlu da, Diyanet İşleri Başkanı iken, 8 Ocak 1989 gün ve 01/924/008 sayılı açıklamasında, (Bir tek Başkanlığımızca yayınlanmış olan Kur’an-ı kerim mealinde değil, öteki meallerde de, bazı hatalar bulunmaktadır) demişti.

Asla hata olmasa bile, meale “Tanrı kelamı” denmez. Kur’an-ı kerimin başka dillere meydana getirilen çevirmelerine Kur’an denmez. Bunlara, Kur’an-ı kerimin meali denir. Bunlar, Kur’an diye okunamaz. Bu tarz şeyleri, Kur’an diye okumak sevap olmaz, günah olur. İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:
(Kur’an-ı kerim tercümesini, Kur’an-ı kerim yerine okumak haramdır.) [Fetava-i fıkhiyye s. 37]

Dinde reformcuların, (Tanrı’ın muradı şudur) demeleri cehaletlerini gösterir. Eğer murad-ı tanrısal tek olarak anlaşılsaydı, birbirinden değişik mezhepler meydana gelmezdi. Farz Tanrı’ın emridir. Her çağa bakılırsa yazılacak tefsirde abdestin farzları kaç olarak bildirilecektir? Bir hak mezhebe bakılırsa açıklansa yenilik olmaz. Değişik açıklansa dini değişiklik yapmak olur. Bu şekilde, içinde kişisel fikir bulunan tefsirler okunmaz.

Kur’an-ı kerim hiçbir dile, hatta Arapça’ya bile çeviri edilemez. Herhangi bir şiirin bile, tam tercümesine olanak yoktur. Sadece izah edilebilir. Kur’an-ı kerimin manası tercümeden anlaşılmaz. Bir âyetin manasını idrak etmek demek, Allahü teâlânın, bu âyette ne demek istediğini idrak etmek anlama gelir. Bu âyetin herhangi bir tercümesini okuyan, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Çeviri edenin, informasyon derecesine bakılırsa anlamış bulunduğunu öğrenir.

Hangi çeviri olursa olsun, hiçbir Kur’an tercümesinden din öğrenilemez. Dinini öğrenmesi için bir kimsenin eline, en uygun tercümeyi vermek, okyanus ortasında bulunan insana bir tahta parçası vermekten daha kötüdür. Şundan dolayı bu tahta parçası ile insan sahile çıkamayacağı için ölür, imanlı ise Cennete gider. Fakat çeviri ile din öğrenmeye teşebbüs eden, imanını kaybedip Cehenneme düşebilir.

Kendi görüşüne bakılırsa tefsir
Bir kimse, bir âyet-i kerimeyi tefsir ederken, açıklarken, daha önceki müfessirlerden işitilmeyen şekilde, yalnız kendi görüşüne, kendi aklına bakılırsa izahat yaparsa kâfir olur. İşte bu sebepten dolayı, Peygamberler hariç, insanların en üstünü olmasına karşın, Hazret-i Ebu Bekri Sıddık, (Kur’an-ı kerimi kendi reyimle, kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler?) buyurmuştur. (Şir’a)

Bizim gibilerin, tefsirden din öğrenmesi mümkün değildir. Tefsirden abdestin farzını bile öğrenmemiz mümkün değilken, itikadi mevzuları öğrenmemiz iyi mi mümkün olur? İslam âlimleri senelerce emek vererek, Kur’an-ı kerimden çıkardıkları hükümleri, kitaplara yazmışlardır. Bir müslüman, hangi mezhepte ise, mezhebine ilişkin kitapları okur, dinini öğrenir. Esasen her müslümanın, bir ilmihal kitabı okumakla, dinine ilişkin lüzumlu tüm detayları öğrenmesi mümkündür. Tıp kitabı okuyarak hastalıklara teşhis koymak, tedavi ve ameliyatlara girişmek milyonda küçük bir ihtimal de olsa bir ihtimal mümkün olabilir, fakat Kur’andan din öğrenmek mümkün olmaz. Her işi ehlinden öğrenmek gerekir. Fıkıh kitaplarını “Tabu” olarak gösterenler, “Dini Kur’andan, tefsirden öğrenin” diyenler, eğer bilgisiz değilseler, din anarşisi meydana çıkarmak için çalışan hain ve sapık kimselerdir.

Tefsirler ve fıkhın önemi
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Namaz kılacak kadar sure ezberlemek farzdır. Bundan sonrasında, fıkıh bilgilerinden farz-ı ayn olanları öğrenmek, Kur’an-ı kerimin fazlasını ezberlemekten daha iyidir. Şundan dolayı, Kur’an-ı kerimi ezberlemek [hâfız olmak] farz-ı kifayedir. İbadetler ve muamelat için ihtiyaç duyulan fıkıh bilgilerini öğrenmek ise farz-ı ayndır. Helalden, haramdan ikiyüzbin meseleyi ezberlemek gerekir. Bunların bir kısmı farz-ı ayndır. Bir kısmı da farz-ı kifayedir. Her insana, işine bakılırsa, lüzumlu olan farz-ı ayn olur. Fakat hepsini öğrenmek, hâfızlıktan daha iyidir.

Mezhep imamlarımız, (Âlimlerden sorup öğrenin) mealindeki âyet-i kerime mucibince, Kur’an-ı kerimin manasını, Tâbiinden ve Eshab-ı kiramdan öğrenerek, kitaplarına yazmışlardır. Öteki âlimlerimiz de, bunların kitaplarından, tefsirden, hadisten anladıklarını, bizim gibilere açık, kolay öğretmek için, binlerce Fıkıh ve İlmihal kitabı hazırlamışlardır. (Birgivi)

Ehl-i sünnet itikadını ve farzları, haramları öğrenmek farzdır. Bunlar, sadece fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkhı, âlimler, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. (Hadika s. 324)

İmam-ı Şarani hazretleri de buyuruyor ki:
Hadis-i şerifler, Kur’an-ı kerimi açıklar. Mezhep imamları, hadis-i şerifleri deklare etti. Öteki âlimler de, mezhep imamlarının sözlerini deklare etti. Namazların kaç rekat bulunduğunu rüku ve secdede okunacak tesbihleri, bayram ve cenaze namazlarının iyi mi kılınacağını, zekât nisabını, orucun ve haccın farzlarını, hukuk bilgilerini, Peygamber efendimizin açıklaması olmadan Kur’an-ı kerimden idrak etmek mümkün değildir.

İmran bin Husayn hazretleri, (Bizlere yalnız Kur’andan söyle!) diyene, (Ey ahmak, Kur’an-ı kerimden her şeyi idrak etmek mümkün mü? Örneğin namazların kaç rekat bulunduğunu bulabilir miyiz?) buyurdu. Hazret-i Ömer’e de, (Farzlar seferde kaç rekat kılınır? Kur’anda bulamadık) dediler. Cevaben, (Allahü teâlâ bizlere Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Biz, Kur’an-ı kerimde bulamadıklarımızı, Resulullahtan gördüğümüz benzer biçimde yapıyoruz. O, seferde dört rekatlık farzları, iki rekat olarak kılardı. Ikimiz de o şekilde yaparız) buyurdu. (Mizan-ül-kübra)

Kur’an-ı kerimde, Resulullaha ve âlimlere uymamız emrediliyor. (Al-i İmran 31, Haşr 7, Nahl 43)

Peygamber efendimiz de, (Âlimlere tâbi olun) buyuruyor. (Deylemi)

O halde, Allahü teâlânın emrine uyarak, âlimlere tâbi olmamız, uymamız şarttır. Fıkhı bilmeden dine uymak mümkün olmaz. Şundan dolayı dinin temeli fıkıhtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(İbadetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) [İbni Abdilberr]

(Her şeyin dayandığı direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh ilmidir.) [Beyheki]

(Âlimlerin en hayırlısı fıkıh âlimleridir.) [Maverdi]

(Tanrı, iyilik vermek istediği kimseyi fıkıh âlimi yapar.) [Buhari]

(İbadet için fıkıh kâfidir.) [Beyheki]

Din nereden öğrenilir?
Dinimizi doğru olarak öğrenmek için Ehl-i sünnet âlimlerinin sözbirliği ile kabul ettikleri fıkıh kitaplarını okumak gerekir. Ehl-i sünnet âlimi olan hakiki din adamlarının kabul ve onay etmediği kitaplardan ve sözlerden din bilgisi öğrenmeye kalkışmamalıdır! Her din kitabına ya da âlim görünen ve din adamı denilen her insanın sözüne yada kitabına uyarak yakarma yapmak caiz değildir. Ehl-i sünnet olmayan din adamlarının kitaplarına ve sözlerine uymamalıdır! Saygın kitaplardan toplanmış, çeviri edilmiş İlmihali okumalıdır! Bu şekilde çeviri edilmemiş, kafadan yazılmış ilmihal kitaplarını ve uydurma tefsirleri okumak insanı dünya ve ahiret felaketlerine götürür. (İslam Ahlakı)

Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabı kelam, fıkıh ve terbiye bilgilerini içine alan fazlaca kıymetli bir eserdir. İçindeki bilgilerin hepsi, saygın eserlerden derlenmiştir. Bu kitabı okuyan, dinimizin tüm hükümlerini öğrenir. Bu eseri herkes okuyup, çoluk çocuğuna da okutmalıdır. En güzel armağan, en güzel mirastır.

Kur’an-ı kerimin mânâsı
Sual:
Kur’anın bu kadar fazlaca tercümeleri varken herkes niye Kur’anı anlayamasın?
CEVAP
Anayasa kitabı Türkçedir. Hukukçu olmayanlar okursa, değişik görüşler meydana çıkar. Hukukçular içinde bile değişik anlayışlar, hukuki ictihadlar oluyor. Anayasa birçok mevzuda kanunlara havale eder. Kanunlar birçok hükmü tüzüklere, yönetmeliklere havale eder. Kanunu, tüzüğü, yönetmeliği bilmeden (Anayasaya bakılırsa bu iş şöyledir) demek fazlaca yanlış olur. Dinimizde de Kur’an-ı kerimden başka hadis-i şerifler var, icma var, kıyas-ı fukaha var. Sadece bu tarz şeyleri bilmekle Kur’an-ı kerim anlaşılabilir, tercümesini okumakla anlaşılmaz.

Köylüye ilişkin bir kanunu hükûmet, doğruca köylüye göndermez, şu sebeple köylü okuyabilse bile anlayamaz. Bu kanun ilkin valilere gönderilir. Valiler iyi anlayıp, açıklamasını ilave ederek kaymakamlara, bunlar da daha açıklayarak muhtarlara anlatır. Muhtar da sadece köylü diliyle köylüye söyler. İşte Kur’an-ı kerim de, ahkâm-ı ilahiyedir. Kanun-i rabbânîdir. Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde kullarına mutluluk yolunu göstermiş ve kendi kelamını insanların en yükseğine göndermiştir. Kur’an-ı kerimin manasını yalnız Muhammed aleyhisselam anlamış olur. Başka kimse tam anlayamaz. Eshab-ı kiram, ana dilleri olarak Arapça bildikleri, edip ve beliğ oldukları hâlde bazı âyetleri anlayamaz, bunların mânâsını Resulullah’a sorarlardı. Hatta Cebrail aleyhisselam bile, Kur’an-ı kerimin mânâsını, esrarını, Resulullah’a sorardı. (S. Ebediyye)

İmam-ı Gazâlî hazretleri de buyuruyor ki:
Kur’an-ı kerim Allahü teâlânın kelamıdır. Ağızdan çıkan harfler, ateş demeye benzer. Ateş demek kolay, fakat ateşe kimse dayanamaz. Bu harflerin mânâları da böyledir. Bu harfler, başka harflere benzemez, mânâları meydana çıksa, yedi kat yer, yedi kat gök dayanamaz. Allahü teâlâ kendi sözünün büyüklüğünü, güzelliğini bu harflerin içine saklayarak insanlara göndermiştir. Kur’an-ı kerimi okumadan ilkin, bunu söyleyen Allahü teâlânın büyüklüğünü anlamalı, kimin sözü bulunduğunu düşünmeli. Kur’an-ı kerime dokunmak için, temiz el gerektiği benzer biçimde, onu okumak için de, temiz kalb gerekir. (Kimya-yı mutluluk)

Anlamadan da olsa Kur’an-ı kerimi okumak fazlaca sevabdır ve ibadettir. İmam-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri, Allahü teâlânın, (Anlayarak da anlamayarak da Kur’an-ı kerim okuyan, benim rızama kavuşur) buyurduğunu bildirmiştir. (İhya)

Kur’an-ı kerimdeki ilimler
Sual:
Tefsir kitaplarında, âyetlerin tüm mânâları bildiriliyor mu?
CEVAP
Hayır. Tüm tefsirler, Kur’an-ı kerimdeki ilimlerden fazlaca azını bildirmektedir. Kıyamet günü, Muhammed aleyhisselam minbere çıkıp Kur’an-ı kerim okuyunca, dinleyenler tüm ilimlerini anlayacaklardır. (H.L.O. İman)

Saptıran, Tanrı mı?
Sual:
Kur’an meali okuyorum, Al-i İmran sûresinin 8. âyetinde, (Rabbimiz kalblerimizi saptırma) ve İbrahim sûresinin 4. âyetinde ise, (Tanrı, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) deniyor. Tanrı insanoğlunun kalbini saptırır mı da, bu şekilde yakarma ediliyor? Tanrı insanı sapıklıkta bırakır mı? Meallerde mi yanlışlık var, yoksa benim bilmediğim bir husus mu var?
CEVAP
Meallerden din öğrenilmez. İşte bu şekilde yanlış anlamalara sebep olur. 72 sapık fırka, Kur’an-ı kerimi yanlış anladıkları için sapıtmışlardır. Onun için mezhebimizin âlimlerinin bildirdiği detayları esas almalıdır. Allahü teâlâ kimseyi saptırmaz ve sapıklıkta bırakmaz. Hâşâ o şekilde olsa, âhirette, o şahıs, (Yâ Rabbî, beni saptıran sensin, beni niye sapık diye suçluyorsun) demez mi? Bu, kaza alınyazısı meselesidir. İnsanlara irade-i cüz’iyye vermiştir. Herkes kendi arzusuyla sevab yada günah işler. İşlediğimiz günahları Tanrı’a yüklemek yanlış olur. Dinimizi, nakli esas alan ilmihal kitaplarından öğrenmeliyiz.

Kur’anı açıklamak gerekmez mi?
Sual: Dört delilin üçünü kabul etmeyip (Yalnız Kur’an) diyen bir mezhepsiz diyor ki:
Nahl sûresinin 44. âyetinde geçen beyan etmek ifadesi, (Gizlemeden bildir!) anlama gelir, yoksa (Sen bunu açıkla!) demek değildir. Şundan dolayı Kıyamet sûresinin 19. âyetinde de, (Âyetleri açıklamak Tanrı’a aittir) deniyor. O hâlde herkes Kur’anı anlamış olur.
Kur’an-ı kerimi herkes anlayabiliyorsa, şu sorulara yanıt yazar mısınız?
1- (Âyetleri açıklamak Tanrı’a aittir) ne anlama gelir?
2- Resulullah, Kur’an-ı kerimi açıklamak için yüz binlerce hadis-i şerifi niye bildirdi?
3- Madem âyetleri açıklamak Tanrı’a aitse, Peygamber efendimiz hâşâ niye Tanrı’ın emrini dinlemeyip Kur’an-ı kerimde olmayan birçok haramları hadis-i şeriflerle açıklamıştır?
4- Eğer, Kur’an açık, herkes anlarsa, niye Tanrı, Kur’an-ı kerimin birçok yerinde (Resulüme uyun!) diyor? Niye (Yalnız Kur’ana uyun!) buyurmuyor?
5- Kur’an-ı kerimi idrak etmek kolaysa, dilleri Arapça olan Eshab-ı kiramın ileri gelenleri âyet-i kerimeleri niye Peygamber efendimize sual ettiler?
CEVAP
Bu tarz şeyleri madde madde açıklayalım:
1- Hazret-i Katade, (Kur’anı açıklamak bizlere aittir) ifadesinin, (Onun muhtevasındaki helâlleri ve haramları açıklamak bizlere aittir) demek bulunduğunu bildirdi. Ek olarak, (Kur’an-ı kerimde yer edinen vaatleri ve tehditleri açıklayıp, gerçekleştirmek bizlere aittir) anlamına geldiği ve Resulullah’a hitaben, (Senin dilinle açıklamak, bizlere aittir) demek olduğu bildirilmiştir. (Kurtubî tefsiri)

Resulullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” beyan etmesi, onun diliyle Kur’anın açıklanması anlama gelir. (Kur’anı insanlara beyan edesin diye sana indirdik) mealindeki âyette geçen beyan etmek, âyetleri, başka kelimelerle ve başka sûretle anlatmak anlama gelir. Âlimler de, âyetleri beyan edebilselerdi, kapalı olanları açıklayabilselerdi ve Kur’an-ı kerimden yargı çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Bir tek sana vahiy olunanları bildiri et!) derdi. Ek olarak beyan etmesini emretmezdi. (Huccetullahi alel-âlemîn)

İmam-ı Kurtubî hazretleri de buyuruyor ki: Resulullah’ın beyanı iki türlüdür:
a) Kitapta mücmel [özet, kısa, kapalı] olarak gelen ifadeleri açıklamaktır. Beş zaman namaz, vakitleri, secdeleri, rükûları, bozanları, mekruhları ve öteki hükümleri; zekâtın miktarı, vakti, hangi mallardan alınacağı; haccın iyi mi yapılacağı benzer biçimde hususların açıklamasını Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yapmıştır. İki hadis-i şerif şöyledir:
(Haccın iyi mi yapılacağını benden öğrenin!) [Müslim, Ebu Davud]

(Namazı benim kıldığım benzer biçimde kılın!) [Buharî]

b) Resulullah’ın ikinci beyan şekli, Tanrı’ın kitabının hükmünden başka yargı ortaya koymaktır. Bir kadının halası ve teyzesiyle beraber nikâhlanmasının haram kılınması, evcil eşeklerin ve parçalayıcı azı dişi olan yırtıcı hayvanların yenmesinin haram kılınması benzer biçimde hükümler buna örnektir. (Cami-ul-ahkâm)

Kur’an-ı kerimin birçok yerinde (Resulüme uyun!) buyuruluyor. (Yalnız Kur’an) diyenler samimi olsaydı, Tanrı’ın emrine uyup Resulünün emirlerini de esas alırlar, (Yalnız Kur’an) demezlerdi.

2- Resulullah efendimiz, Allahü teâlânın (Resulüme uyan, bana uymuş olur) emrine uyarak, âyet-i kerimeleri açıklamış, Kur’an-ı kerimde bulamadığımız binlerce yargı bildirmiştir.

3- Peygamber efendimiz, hâşâ Allahü teâlânın emrine aykırı iş yapmaz. (Yapar) denirse, bu, Tanrı’ı suçlamak olur. Allahü teâlâya itaat etmeyen peygamber olur mu? Hâşâ Resulü yanlış iş yapar da, Allahü teâlâ düzeltmez mi?

4- Resulü de, Allahü teâlânın bildirdiğini bildireceği için (Resulüme uyun!) buyuruyor.

5- Normal olarak Kur’an-ı kerimi anlayamadıkları için sual ettiler. Anlayabilselerdi niye soracaklardı ki?

Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, her insana istidadına bakılırsa, Kur’an-ı kerimin manevî sırrını açıklardı. [(Buharî)deki] hadis-i şerifte, (Her insana aklına, anlayışına bakılırsa açıklayın, [dinin hükmünü] inkâr ettirecek şekilde söylemeyin ki, Tanrı’ı ve Resulünü yalanlamasınlar) buyuruldu.

Bigün Peygamber efendimiz, Hazret-i Ebu Bekir’e “radıyallahü anh”, Kur’an-ı kerimin ince marifetlerini onun seviyesine bakılırsa anlatıyordu.

Yanlarına Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” erişince, konuşma üslubunu ve bildirdiği sırları onun da anlayacağı şekilde değiştirdi.

Sonrasında Hazret-i Osman “radıyallahü anh” ve ondan sonra da Hazret-i Ali “radıyallahü anh” geldi. Konuşmasını hepsinin anlayacağı şekilde değiştirdi. Her defasında değişik şekilde anlatması, oraya gelen zatların yaratılış ve istidatlarının değişik oluşlarındandı. (Mektubat-ı Masumiyye 1/59)

Hadis-i şeriflerde, (Benden sonrasında peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu), (Osman’ın şefaatiyle, cehennemlik yetmiş bin şahıs, sorgusuz Cennete girecek) ve (Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır) buyuruldu.

Her üçü de, bu aşama üstün olduğu ve Arapçayı fazlaca iyi bilmiş olduğu hâlde, Kur’an-ı kerimi değil, tefsirini bile anlayamadılar. Şundan dolayı Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, her insanın seviyesine bakılırsa konuşurdu.

Eshab-ı kiramın ileri gelenlerinden ve Cennetle müjdelenen on kişiden önde gelen Hazret-i Ali “radıyallahü anh” benzer biçimde ilim deryası büyük bir zatın anlayamadığı tefsiri günümüzün mezhepsizleri iyi mi anlayacak ki? O hâlde, Resulullah efendimizin açıkladığından değişik bir halde Kur’ana mânâ vermek yanlıştır.

Kur’anı herkes anlarmış
Sual: Hâşâ (Hadisler çöpe atılmalı) diyen Ondokuzcu sapık, (Kur’anı herkes anlamış olur) dedi, arkasından (Piyasadaki tüm Kur’an çevirileri yanlıştır) dedi. Madem herkes Kur’anı anlayabiliyordu, niye herkes yanlış çeviri ediyor? Demek ki anlaşılamıyor ki o şekilde farklılıklar oluyor. Bu kadar değişik gruplar olduğuna bakılırsa, bu kadar değişik anlayanlar vardır. Buna karşın hâlâ, (Kur’anı herkes anlayabilir) iddiası iyi mi yapılabiliyor?
CEVAP
Evet, Kur’an-ı kerimi yanlış anladıklarından dolayı 72 sapık fırka meydana çıkmıştır. Eğer herkes aynı şeyi anlayabilseydi bu kadar sapık fırka meydana çıkmazdı. Herkes (Benim anladığım doğru) diyor. Peygamber efendimizinkinden değişik anlayanların anlayışları geçerli değildir. Onun için Kur’an-ı kerimi en iyi anlayan normal olarak Peygamber efendimizdir. Onun hadis-i şeriflerini de en iyi anlayan Onun vârisleri olan Ehl-i sünnet âlimleridir. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uyan, Kur’an-ı kerimi en iyi anlamış olur.

Ondokuzcular, (Şiîler ve Vehhabiler, Kur’anı yanlış anladıkları benzer biçimde, Peygamber Muhammed de Kur’anı yanlış anlamış ve çöplüğe atılması ihtiyaç duyulan hadisler söylemiştir. Ehl-i sünnet âlimleri de bu hadislere bakılırsa hareket ettikleri için onların Kur’anı anlamaları da yanlıştır) diyorlar. Hâşâ bu dinin Peygamberi anlamadıysa, bu kâfirler iyi mi anlayacaktır? Madem herkes anlayabiliyorsa, hâşâ Peygamber efendimiz niye anlayamamış?

Kendilerinin de açıkça itiraf ettikleri benzer biçimde, herkes âyetlerden aynı hükmü çıkaramıyor. Bu sorun, gün benzer biçimde açıkken gene, (Herkes Kur’andan anladığına uysun!) demek ne büyük rezalet ve felakettir. Allahü teâlâ, (Resulüme uyun, ona uyan bana uymuş olur) buyururken, Kur’an-ı kerimin (Resulümün emrine uyun!) emrinden insanları uzaklaştırmaktan daha büyük sapıklık olur mu?

Hırsızlığı önlemek için
Sual: (Mâide sûresinin, (Adam ve hanım hırsızın, yaptıkları işten dolayı Tanrı tarafınca öğrenek verici bir ceza olarak, elini kati!) mealindeki 38. âyetindeki el kesmekten maksat, o işten el kesmesi, el çekmesi, kısaca hırsızlığına engel olunmasıdır) diyenler var. Doğrusu nedir?
CEVAP
Peygamber efendimiz, iyi mi açıklamışsa, muhaddisler ve müfessirler, iyi mi bildirmişse doğrusu odur. Bizim gibilerin âyetlere mânâ vermesi kesinlikle caiz olmaz. Birkaç hadis-i şerif:
(Sizden öncekileri helâk eden günah şu idi: Onlar, mevki sahibi biri hırsızlık edince, ceza vermezler, zayıf biri hırsızlık edince, ona ceza verirlerdi. Tanrı’a vallahi billahi ki, kızım Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da, elini keserdim.) [Müslim]

(Hırsızın eli, çeyrek altın ve daha çok çalarsa sadece o vakit kesilir.) [Buhârî]

İbni Ömer hazretleri anlatır:
Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” üç dirhem kıymetindeki bir kalkanı çalan hırsızın elini kesti. (Buhârî, Müslim, Muvatta, Tirmizî, Ebu Davud, Nesaî)

O âyet-i kerimede, hırsızın elini kesmek gerektiği birçok hadis-i şerifle açıklanmıştır. Hırsızı cezalandırma işini sadece İslam devleti yapar.

Dinimizi Kur’andan mı öğrenmeli?
Sual: Bazı kimseler, “Tefsir, meal okumalıyız. Dinimizi, Kur’anı anlamayı, din âlimlerine bırakmamalıyız. Kur’an-ı kerimde, ey din alimleri değil, ey inanç edenler benzer biçimde hitaplar geçiyor. Bunun için, her Müslüman, Kur’an-ı kerimi kendisi anlayacak, başkasından beklemeyecektir” diyorlar. Hakkaten dinimizi bu şekilde mi öğrenmeliyiz?

Yanıt: Bu mevzuda İslam âlimlerinden Yusuf Nebhani hazretleri Huccetullahi alel-âlemîn kitabında buyuruyor ki:
“Kur’an-ı kerimden yargı çıkarmak, her insanın yapabileceği şey değildir. Müctehid imamlar bile, Kur’an-ı kerimdeki hükümlerin hepsini çıkaramayacakları için, Resulullah efendimiz Kur’an-ı kerimdeki hükümleri hadis-i şerifleri ile açıklamıştır. Kur’an-ı kerimi sadece Resulullah efendimiz açıklamış olduğu benzer biçimde, hadis-i şerifleri de yalnız Eshab-ı kiram ve müctehid imamlar anlayabilmişler ve açıklamışlardır.

Bu hükümleri anlayabilmeleri için Allahü teâlâ müctehid imamlara algı, anlama kuvveti, keskin zihin, fazlasıyla akıl ve daha nice üstünlükler kayra eylemiştir. Bu üstünlüklerin başlangıcında, takva ve kalblerindeki nûr-u ilâhî gelmektedir.

Bu müctehidler, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden başkalarının anlayamayacağı hükümleri anlamışlar, anladıklarını bildirmişlerdir. Müslümanlar da onların Kitap ve Sünnetten anlayıp bildirdiklerine doğal olarak olmuşlardır. Nahl suresinin 43. âyet-i kerimesinde mealen; (Bilmiyor iseniz, bilenlerden sorunuz!) buyuruluyor.

Bu âyet-i kerime, her insanın Kitabı ve Sünneti doğru anlayamayacağını, anlayamayanların da olacağını göstermektedir. Anlayamayanların, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden anlamaya çalışmalarını değil, anlamış olanlardan sorup öğrenmelerini emretmektedir. Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin manalarını herkes doğru anlayabilseydi yetmiş iki sapık fırka meydana çıkmazdı. Bu fırkaları çıkaranların hepsi de derin âlim idi. Fakat hiçbiri Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin manalarını doğru anlayamadı. Yanlış anlayarak, doğru yoldan ayrıldılar ve milyonlarca Müslümanın felakete sürüklenmelerine de sebep oldular.”

Kur’ân-ı kerimden yargı çıkarmak
Sual: Zamanımızda fazlaca kimse, “Herkes Kur’andan okur, anlamış olur ve amel eder” diyor. Hakkaten herkes Kur’andan yargı çıkarabilir mi?
Yanıt:
Mısırlı mezhepsiz Reşîd Rızâ, El-muhâverât ismindeki kitabında, Ehl-i sünnet mezhebine ve fıkıh kitaplarına hücum etmiş ve Diyanet İşleri eski Başkanlarından Hamdi Akseki, bu zararı dokunan kitabı Arabiden Türkçeye çeviri etmiş Mezâhibin telfîkı ve İslâmın bir noktaya cemi kısaca İslâmda Birlik ve Fıkıh Mezhepleri adını verip, 1916’da İstanbul’da bastırmıştır. Bunlar ve aynı mezhepsizlerin yazıları dikkatle okunursa, sapık düşüncelerini ve bölücü görüşlerini, çürük mantık zincirleri ve yaldızlı kelimelerle süsleyerek Müslümanları aldatmaya çalışmış oldukları derhal görülür. Cahiller, bu yazıları mantık, akıl çerçevesinde, ilme dayanıyor sanarak inanır, arkalarına takılırlar ise de, ilim ve keskin görüş sahipleri, asla bunların tuzaklarına düşmez. Müslümanları sonsuz felakete sürükleyen mezhepsizlik tehlikesine karşı, Yusuf Nebhânî hazretleri Huccet-ul-lahi alel-âlemîn kitabında buyuruyor ki:
“Kur’ân-ı kerimden yargı çıkarmak, her insanın yapabileceği bir şey değildir. Müctehid imamlar bile, Kur’ân-ı kerimdeki hükümlerin hepsini çıkaramamışlardır. Resulullah efendimiz, hadis-i şerifleri ile açıklamıştır. Kur’ân-ı kerimi, sadece Resulullah efendimiz açıklamış olduğu benzer biçimde, hadis-i şerifleri de, yalnız Eshâb-ı kiram ve müctehid imamlar anlayabilmişler ve açıklamışlardır.

Allahü teâlâ, müctehid imamlara akli ve nakli ilimleri, algı, anlama kuvveti, keskin zihin, ziyade, fazlaca akıl ve daha nice üstünlükler kayra eylemiştir. Bu üstünlüklerin başlangıcında, takva, haramlardan sakınmak gelmektedir. Bundan sonrasında, kalplerindeki nur-u tanrısal gelmektedir. Müctehid imamlar, bu üstünlükler yardımı ile, Allahü teâlânın ve Resulullah efendimizin kelamlarından onların muratlarını anlamışlar, anlayamadıklarını Kıyâs ile bildirmişlerdir. Dört mezhep imamının her biri, kendi reyi, görüşü ile konuşmadığını bildirmiş ve talebelerine; ‘Sahih hadise rastlarsanız, benim sözümü bırakın. Resulullahın hadisine uyun!’ demiştir. Mezhep imamları, bu sözü, kendileri benzer biçimde müctehid olan derin âlimlere söylemişlerdir. Bu âlimler, dört mezhebin delillerini bilen, tercih ehli olanlardır.”

Herkes Kur’ânı anlayabilir mi?
Sual: Her insanın Kur’ânı anlayabileceğini söyleyenler var. Birazcık Arapçası olan bir kimse, Kur’ân-ı kerimi anlayabilir mi?
Yanıt:
Mevzu ile ilgili olarak Hâce Muhammed Pârisâ hazretleri, Tuhfet-üs-sâlikîn kitabında, İmam-ı Gazâlî hazretlerinden alarak buyuruyor ki:
“Üç kimse, Kur’ân-ı kerimin manasını anlayamaz: Birincisi, Arabiyi iyi bilmeyen ve tefsir okumamış olan bilgisiz. İkincisi, büyük bir günaha devam eden fasık. Üçüncüsü, inanç bilgilerinden birini yanlış anlayıp, anladığına uymadığı için, hak sözü kabul etmeyen bidat sahibi.”

Ehl-i sünnet itikadından ayrılmak büyük günahtır. Bunun için bidat sahibi olan Kur’ân-ı kerimin manasını anlayamaz. Şundan dolayı bidatin zulmeti kalbi karartır. Görülüyor ki, Ehl-i sünnet mezhebinde olmayan, Arabiyi fazlaca bilse de, Kur’ân-ı kerimi doğru anlayamaz. Yanlış anladıklarını yazarak, herkesi felakete götürür.

Peygamber efendimizin tefsiri
Sual: Peygamber efendimizin, Kur’ândaki âyetleri asla tefsir etmiş olduğu, açıklamış olduğu olmuş mudur?
Yanıt:
Menâkıb-ı Çihâr Yar-i Güzîn kitabında Eshâb-ı kiramdan Ubeyy bin Kâ’b hazretlerinden şu şekilde nakledilmektedir:
“Bigün Vel-Asr sûresini, Resûlullah efendimizin huzurunda okudum. Bitirince;
-Ya Resulallah! Lütfeyleyip, bu sûrenin tefsirini beyan buyurur musunuz, diye arz edince, Resûlullah efendimiz buyurdular ki:
-Birinci âyet-i kerimede mealen; (Allahü teâlâ günün ahirine, sonuna vallahi billahi) buyurmuştur. İkinci âyet-i kerimede mealen; (Normal olarak, Ebu Cehil’in işi ziyanda, zelil ve başı alttadır) buyurmuştur. Üçüncü âyet-i kerimede mealen; (Sadece inanç edenler) buyurması, Ebû Bekr-i Sıddîk içindir. (Amel-i salih işleyenler) buyurulması, Ömer-ül Fârûk içindir ki, fazlaca amel işleyici, şükredicidir. (Hakkı tavsiye ederler); Osman-ı Zinnûreyn içindir ki, sabır ve hayâ sahibidir. (Sabrı tavsiye ederler), Aliyyül Mürtedâ içindir ki, vefakârdır.

Resûlullah efendimiz hazret-i Ebu Bekir’i imana, hazret-i Ömer’i amel-i salihe benzetti. Hazret-i Osman’ı hak işte vasiyete denk etti. Hazret-i Ali’yi, sabır işinde vasiyete benzetti.

Âyet-i kerimede; (İman edenler, salih amel işleyenler, hakkı tavsiye edenler, sabrı tavsiye edenler) buyurulması, ilkin Allahü teâlâyı, sonrasında Muhammed aleyhisselamı bilesin ve İslâmiyet üstüne ilerleyesin. Hazret-i Ebu Bekir’i, hazret-i Ömer’i, hazret-i Osman’ı, hazret-i Ali’yi hak suretiyle halife bilesin. Umut olur ki, onların hürmetine kıyamet günü Müslümanlar safında olup, Müslümanlar zümresinde haşrolur, dirilirsin. Tüm belalardan güvenli olasın. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
(Her kim bir kere namazda yada namaz haricinde Vel-asr sûresini okursa, o kimse, Allahü teâlâ katında iki şey bulur. Biri dünyevi, biri uhrevi. Dünyevi olan, Allahü teâlâ, ona ömrünün sonuna kadar sabır mührünü vurur. Uhrevi olan, Allahü teâlâ o kimseyi kıyamette hak ehli ve kendi özgü kulları ile haşreder. Bu Vel-asr sûresi hem hakkı zikreder, hem sabrı zikreder. Bu sûreyi okuyanın, dünyada ömrünün sonu sabır suretiyle olur. Ahirette haşrı, hak ehli ile olur. Her âyetin sonunda fazlaca tahıyyat, salevat ve her kelimenin sonunda fazlaca berekat, hayrat, harflerinin mukabilinde fazlaca aşama ve hasenat vardır.)

Bir önceki yazımız olan Kur’an’a uyduğunu söylemek başlıklı makalemizde soylemek hakkında bilgiler verilmektedir.

Kontrol Et

Şık ve güzel giyinmek

Sual: Zenginin eski elbise giymesi uygun mudur?CEVAP Resulullah efendimiz, eski elbiseli birine, (Malın yok mu?) …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.